Biden yönetimi 2023 yılı boyunca Suudi Arabistan Krallığı'nı Abraham Anlaşması'na dahil etmek için ciddi miktarda diplomatik enerji harcadı.
Ancak Hamas'ın hafta sonu İsrail'in güneyine yönelik sürpriz saldırısı ve İsrail'in İzzeddin El Kassam Tugayları'nın benzeri görülmemiş saldırısına verdiği yanıt ışığında, Riyad-Tel Aviv normalleşme anlaşması ihtimali azaldı.
Bu, Krallığın İsrail ile gayrı resmi ilişkisinin aniden sona ereceği anlamına gelmiyor. Bu ilişki kesinlikle bitmeyecek. Suudi-İsrail normalleşmesinin eninde sonunda gerçekleşmeyeceğini de iddia etmiyoruz.
Ancak Riyad'ın önümüzdeki dönemde Tel Aviv ile bir normalleşme anlaşması imzalamasını hayal etmek son derece zor.
Filistin'deki şiddet daha da artarsa ya da bu savaş kaotik bir şekilde daha geniş bir bölgesel çatışmaya dönüşürse, Suudi Arabistan'ın yakın zamanda Abraham Anlaşması'na katılma şansı daha da azalacaktır.
İslam'ın en kutsal iki mekanı olan Mekke ve Medine'ye ev sahipliği yapan Suudi Arabistan, İslam dünyasında özel bir liderlik rolüne sahiptir. Suudi hükümdarı 1986'dan beri resmi olarak 'Hadimu'l Harameyn' konumundadır. Bu faktör, Krallığın en azından İsrail ile neden henüz normalleşmediğini anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Filistin'in dünya çapındaki Araplar ve Müslümanlar için önemi göz önüne alındığında, Riyad'daki liderlik, Suudi monarşisinin İsrail ile açıkça ortaklık kurarken Filistin mücadelesini terk ettiğine dair bölgesel ve küresel algıların Krallığın dini meşruiyetine ciddi zarar verebileceğinin farkında.
Orta Doğu'daki diğer tüm aktörlerle birlikte Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) geri kalanı da büyük bir belirsizlikle karşı karşıya. Bilinmeyen sayısız değişken var ve bu değişkenler 2023'ün geri kalanında pek çok öngörülemez senaryoya yol açabilir. Bölgedeki devlet ve devlet dışı aktörler kendilerini pek çok potansiyel sonuca hazırlıyor.
Washington'daki Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü'nde kıdemli uzman olarak görev yapan Dr. Hüseyin İbiş, The New Arab'a verdiği mülakatta, İsrail-Filistin'de son birkaç gündür yaşanan korkunç şiddet olaylarının Suudi yetkililerin normalleşme meselesine ilişkin hesaplarını "tamamen alt üst ettiğini çünkü bu çatışmanın sonucunda ne olacağını bilmediklerini" söyledi.
Muhtemelen Suudi yetkililerin aklında Dr. İbiş'in tanımladığı bir dizi önemli soru var:
- 2005'te Gazze'den kara kuvvetlerini çeken İsrail, kuşatma altındaki bölgeyi yeniden işgal etmek üzere askerlerini geri gönderecek mi?
- İsrail'in 7 Ekim'deki Hamas saldırısına vereceği askeri karşılık ne kadar intikam içerecek ve Filistinlilerin maruz kalacağı kargaşanın derecesi ne olacak?
- Filistin dışında, Araplar ve Müslümanlar Gazze'deki ölüm ve yıkımı için Hamas'ı ne kadar suçlayacaklar?
- Savaş Batı Şeria ve Doğu Kudüs'e de sıçrayacak mı? Eğer öyle olursa, Doğu Kudüs'ün kutsal mekânlarına ne olacak?
- Lübnan Hizbullahı savaşa dahil olup İsrail'i İran liderliğindeki "direniş ekseni" ile çok cepheli bir savaşta karşı karşıya getirecek mi?
- Tahran'ın Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah'ın sponsoru olarak oynadığı rol göz önüne alındığında, İsrail İran içindeki hedeflere saldırı düzenlemeye cesaret edebilir mi?
Dr. İbiş New Arab'a verdiği demeçte "Bu ve benzeri pek çok sorunun cevabının ne olabileceği konusunda kimsenin bir fikri yok" dedi ve ekledi:
"Ancak Suudi Arabistan, bunlardan hangilerinin gerçekleşeceği ve bunların bölgedeki ve dünyadaki çeşitli oyuncular ve kamuoyu tarafından nasıl algılanacağı konusunda bir fikre sahip olmadan stratejik hesaplamalarını yapamaz. Suudi Arabistan'ın bekleyip görmek ve en iyisini ummaktan başka bir şey yapamayacağı bir düzlem ve çok fazla bilinmez var."
İran'a girmek
Suudi Arabistan'ın yedi ay önce Pekin'de İran ile diplomatik anlaşmasını imzalamasıyla birlikte, Riyad-Tahran yumuşaması Krallığın İsrail-Filistin'e yönelik dış politika kararları açısından büyük önem taşıyor.
Veliaht Prens ve Başbakan Muhammed bin Selman, İran yöneticileriyle sağlıklı diyaloğu sürdürmeye, ülkesini Yemen'deki çatışmalardan çıkarmaya ve Vizyon 2030'u başarılı kılmaya çalışırken, Riyad şu anda İran ile büyük bir çatışma arayışında değil.
Suudi Arabistan, İsrail ile İran arasında çıkması muhtemel bir savaşın içinde yer almak da istemiyor. Suudi Arabistan, İran'ın böyle bir durumda Krallığı Tahran'a karşı İsrail ile müttefik olarak görmeyeceğinden emin olmak istiyor.
Uzun süreli rekabetleri olan iki Müslüman güç arasındaki söylem ve fikir savaşı göz ardı edilemez. Her ne kadar 10 Mart'ta Çin'de imzalanan diplomatik anlaşmadan bu yana Suudi Arabistan ve İran arasındaki tansiyon düşmüş olsa da Riyad ve Tahran arasındaki şüpheler hala yüksek.
İki hükümetin ideolojileri ve Orta Doğu vizyonları temelden çelişmeye devam ediyor. İran'daki 1979 İslam Devrimi'nden bu yana Tahran'daki liderlik, dünya genelindeki Müslüman topluluklara Suud ailesinin İslam dünyasına liderlik etmek için gerekli dini meşruiyetten yoksun olduğu mesajını iletti.
Suudi Arabistan'ın bu dönemde İsrail ile normalleşmesi, İran'ın söylemlerine Riyad'ı dehşete düşürecek şekilde hizmet edebilir.
Küçük KİK devletleri
Gazze'de şiddet arttıkça, beş küçük KİK ülkesi de karşılık vermek için farklı seçenekleri değerlendirme konusunda zorluklarla karşılaşıyor. Risk istihbarat şirketi RANE'de Orta Doğu ve Kuzey Afrika analisti olan Ryan Bohl'un New Arab'a söylediği gibi, tüm KİK devletleri şu anda "aynı anda ya örtük ya da açık bir şekilde İsrail ve Filistin yanlısı oldukları ve bu anlatıyı yönlendirmenin bir yolunu bulmak zorunda oldukları rahatsız edici bir pozisyonda sıkışmış durumdalar".
Her ikisi de 2020'de Abraham Anlaşmalarına katılan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, şu anda İsrail-Filistin'deki bu savaşın bölgesel ve uluslararası alanda nasıl sonuçlanacağına bağlı olarak daha ciddi hale gelebilecek artan güvenlik riskleriyle uğraşıyor.
Abu Dabi ve Manama'daki yetkililer, bir yandan İsrail ile normalleşen ilişkilerden fayda sağlamaya yönelik çıkarlarını, diğer yandan da 'Arap Sokağı'ndaki tutumları göz önünde bulundurarak dikkatli bir şekilde denge politika gütmek zorunda.
Altı KİK ülkesinin İsrail'le farklı ilişkileri olsa da, hepsinin İsrail-Filistin'deki şiddeti bir şekilde ele almaktan başka çaresi yoktu. New Arab'a konuşan Dr. Ibish, "KİK'in tepkileri İsrail'i eleştirirken itidal çağrısı yapmak ile İsrail'i tamamen suçlamak arasında değişti," dedi ve ekledi: "Ancak hepsi de İsrail'in en azından suçun büyük bir kısmını taşıdığını öne sürdü. Bir başka deyişle, bu ülkeler hala Arap ülkeleri."
KİK üyelerinin şu ana kadar verdikleri tepkilerdeki farklılıklar, Ocak 2021'deki tarihi el-Ula zirvesine rağmen alt-bölgesel kurum içindeki bölünmelerin ne kadar derin olduğunun altını çiziyor.
Yelpazenin bir tarafında KİK'in en Filistin dostu ülkesi olan Katar yer alıyor. Katar Dışişleri Bakanlığı'nın 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'in güneyine düzenlediği saldırıya cevaben yaptığı resmi açıklama, Hamas'ı kınamadan tüm suçu İsrail işgaline yükledi.
Diğer taraftan BAE Dışişleri Bakanlığı bir gün sonra bir açıklama yayınlayarak "Hamas'ın Gazze şeridi yakınlarındaki İsrail kasaba ve köylerine yönelik saldırılarının, nüfus merkezlerine binlerce roket atılması da dahil olmak üzere, ciddi ve vahim bir tırmanış olduğunu" vurgularken Hamas savaşçılarının İsrailli sivilleri rehine olarak kaçırdığına dair haberleri kınadı.
İstenmeyen bir kriz
KİK ülkelerinin Hamas ve İsrail'e karşı tutumlarındaki farklılıklar ne olursa olsun, gerçek şu ki altısının da İsrail-Filistin'de akan kandan kaybedecek çok şeyi var.
Özellikle de İran'ın dahil olması halinde daha geniş çaplı bir çatışmanın patlak verme riski göz önüne alındığında bu durum daha da belirginleşiyor. Körfez'in son üç yılda yaşadığı göreceli sükunet, KİK ülkelerindeki hiçbir politika yapıcının hafife alabileceği bir şey değil.
Önümüzdeki dönemde bazı Körfez Arap hükümetlerinin İsrail ile Filistinli ve Lübnanlı düşmanları arasındaki gerilimi azaltmaya yardımcı olabilecek şekilde kartlarını oynamaya çalışmasını bekleyebiliriz.
Ancak ne yazık ki herhangi bir KİK üyesinin bu tür çabalarının başarılı olacağının garantisi yok.
Giorgio Cafiero tarafından kaleme alınan ve New Arab'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.