Tahran’da ne oldu?
Bu soruya cevap olarak, özetle “hiçbir şey olmadı” diyebiliriz. Tahran zirvesi, pandemi sebebiyle ertelenen Astana süreci toplantılarının sonuncusuydu. Bu toplantının akıbeti de, diğer Astana toplantılarının akıbeti gibi, bölge halkına hiçbir fayda getirmedi. Rusya-İran ve Türkiye üçlüsünü oluşturan aktörler, bundan sonraki süreçte de kendi bildiklerini okumaya devam edeceklerini birbirlerine gösterdiler. Oyun devam ediyor yani… Nasıl devam etmesin ki Allah aşkına? Türkiye’nin başlıca önceliği YPG-PYD konusu ama Ruslar ve İran için YPG-PYD terör örgütü olarak dahi kabul edilmiyor. (Bunları Türkiye’den başka terör örgütü olarak kabul eden başka bir ülke var mı acaba)
Zira Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik bir askeri müdahale talebi, ne İran ne de Ruslar tarafından olumlu karşılanacak bir talep değil. Zira bilinenin aksine YPG-PYD birliklerine eşlik eden yabancı unsurlar arasında sadece Amerikalılar yok. Fransız, Alman, İtalyan, Norveç ve İsrail birlikleri de Fırat’ın doğusuna yerleşmiş durumdalar. Her birisi Amerika liderliğinde kendi ajandasını uygulamanın peşine düşmüşler. Yani orada da dönen ayrı bir dolap mevcut.
"Rusya ve İran için birinci öncelik HTŞ"
Rusya ve İran için ise birinci öncelik İdlib bölgesinde konumlanmış HTŞ liderliğindeki muhalif silahlı güçler. Bu muhalifler hem Ruslar, hem İran hem de Türkiye tarafından "terörist" ilan edilmelerine rağmen terazide bir denge unsuru olarak korunuyor. Amerikalılar için HTŞ’nin varlığı Rusların her an yıpratılmaları için bir koz. Nitekim Ruslar, Suriye savaşı boyunca agresif ve sivil katliamına yönelik savaş stratejileriyle Amerikalıların ekmeğine yağ sürdüler. Suriye’de sayısız okul, hastane ve sivil yerleşim yeri bombalayarak halkı iyiden iyiye kendilerine düşman yaptılar ve muhalif grupların düşman algısında birinci sıraya yerleştiler. Aynı Rusya Ukrayna savaşında aynı hataya düşmemek için büyük çaba sarf ediyor. Başarılı mı? Göreceğiz…
Şimdi Tahran zirvesinin ardından yaşananlara bir göz atalım;
Bay Putin Tahran zirvesinden döner dönmez ilk iş olarak Muhammed bin Selman ile bir telefon görüşmesi yaptı. Orta Doğu’nun gayrı-resmi valisi gelişmelerden böylece haberdar edildi.
BAE Devlet başkanı Bin Zaid ise Paris’e gidip Bay Macron ile bir Orta Doğu değerlendirmesi yaptı. Ardından Mısır lideri Sisi de Paris’e giderek Macron ile görüştü. Suriye Dışişleri Bakanı ise Tahran zirvesinin sona erdiği gün Tahran’a uçarak zirve hakkında bilgi aldı. Zirveden bir gün sonra ise hem İdlib’de hem de Irak’ın Zaho kentinde bir takım saldırılar gerçekleşti. Bağdat hükümeti Zaho saldırısından Türk İstihbaratını sorumlu tuttu ve konuyu BM Güvenlik kuruluna taşıyacağını söyledi.
İşte gördüğünüz gibi Tahran’daki oyunu tamamlamak için her bir aktör üzerine düşeni yapmaya zirve sonrasında da devam ettiler. Bu işin nihayetinde de 3 lider Tahran havası almış olarak evlerine geri döndüler.
Her toplantıda kazanan neden İsrail oluyor?
Acaba liderlerimiz bu soruyu kendilerine soruyorlar mı? Gerçekten merak ediyorum. Hasta ABD Başkanı Biden, Orta Doğu ziyareti boyunca Arapları İsrail ile barıştırmak ve işbirliklerini geliştirmek için uğraştı durdu. Neticede ne barışan birileri var, ne de gelişen bir işbirliği var. Kazanan ise Mekke ve Medine üzerinde Yahudi uçaklarına kapalı olan hava sahasını açtıran Biden ve İsrail oldu. Hayber'de kaybettiklerini geri almaya bir adım daha yaklaştığına inanan İsrail’den başka, bu zirvede kazanan bir Müslüman ülke görüyor musunuz?
Kosova – Sırbistan Savaşları
Bu savaş tartışmasız olarak Ukrayna savaşının diğer cephesidir. Sırbistan özellikle Çinlilerle yıllardır devam eden derin ilişkilere sahip. Üstelik bu minvalde çevresine meydan okuyan bir tavra da bürünmüş durumda. Şayet Kosova’yı Sırplara karşı teşci edenin ABD olduğu ayyuka çıkarsa, bundan en çok zarar gören yine arada kalmak sureti ile Türkiye olacaktır.
Ama malesef sevecen tavırlarla yapılan arabuluculuklar burada da işe yaramayacaktır. Zira savaşa doğru gittikçe ısınan dünyanın yöneticileri, Türkiye’den artık tarafını net bir şekilde seçmesini ve bunu göstermesini istiyorlar. Türkiye ise yıllardır sürdürdüğü “Flexible” dış politikayı terk edip, ketum, sert ve net bir dış politikaya geçecek argümana ve bunu yönetecek yetişmiş devlet adamlarına sahip değil. Özetle Sırbistan cephesinde Türkiye’nin terazi politikasının yıkıcı zararlar görmesi muhtemel.
Böylesi ahmak bir Avrupa varken…
11 Eylül’ün yıl dönümüne yaklaşırken, bu işin kesin neticelerinin daha yeni yeni kendisini göstermeye başladığını söyleyebiliriz. Bugün 11 Eylül’ün neticeleri ile ilgili söyleyebileceğim en net söz, bu operasyonun uzun vadede Amerika’yı bir yok olma periyoduna sokarak, gücü Avrasya’ya kesin olarak kaydırdığıdır.
Ne Çin ne Rusya ne de İran, ne yaparlarsa yapsınlar, ibreyi kendilerine döndürecek bu fitili asla 11 Eylül’ün ateşlediği gibi ateşleyemezlerdi. 11 Eylül’ü gerçekleştirenlerin, işin bu yönünü (gücün Asya’ya kayması) hesaplayabildiklerini düşünmüyorum. Önlerinde ABD’nin yıkılması gibi bir hedef varken, böylesi bir hesaba gerek duyduklarını da düşünmüyorum. Ama geldiğimiz noktada itiraf etmeliyiz ki, yok olmamak için Finlandiya’nın dahi zenginliklerine göz diken bir Amerika, bize yok oluşunu izlemenin keyfini yaşatacak gibi görünüyor. Peki güç Asya’ya kaydığında ne olacak? Buna dair bir tek kelime söylemek için bile o kadar erken ki…
Burada akıl almayan şey ise, Avrupa’nın görülmemiş bir ahmaklıkla kendisini ABD’ye teslim etmesidir. Almanya’nın böylesi bir badirede Merkel gibi bir yöneticinin yerine Amerika’dan daha Amerikancı bir hükümeti başa getirmeleri akıl alır gibi değil. İngiltere’de ise Boris Johnson’ı Amerikalıların nasıl alaşağı ettiğini, Televizyon dizisi izler gibi izledik. Tarihte ilk defa Dolar Euro’nun üzerine çıkma eğilimi göstermişken, Avrupa’nın sıcak serveti Amerika’ya akıyor. Peki Avrupa ne yapıyor?
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.