Gazeteci Tom Vanderbilt, 2005 yılında New Jersey’nin kalabalık bir otoyolunda trafikte seyir halindeyken o sinir bozucu tabelayı gördü: ŞERİT 1 MİL SONRA BİTİYOR: SAĞ ŞERİDE GEÇ. Bir an için tabelanın istediği şeyi yapmaya yeltenecek gibi oldu ama sonra içinden ‘aptal olma’ diye geçirdi ve yan şeritten yönelen tepkili bakışlara aldırmadan, sağa geçenlerden boşalan şeritten 1 mil daha ilerledi. Şeridin tam bittiği noktada sağa geçti ve artık açılan trafikte devam etti. Bu hareketi onun trafiğe yakalanmasını engelledi ama diğer bütün sürücüler için trafiği daha da ağırlaştırdı. Sonradan, neden böyle davrandığını sorgulamaya başladı ve bu sorgulama, ‘Neden bu şekilde araba kullanıyoruz ve bu bizim hakkımızda ne anlatıyor’ alt başlıklı ‘Trafik’ kitabınındoğmasına neden oldu.
Teksas Ulaşım Enstitüsüne göre bir şeritten diğerine zorunlu geçişte veya bir köprü, otoyol çıkışında sıraya dahil olmayıp tam birleşme veya çıkış noktasından ‘kaynak yapılması’ trafikteki en yaygın gerilim nedeni. Başkası yaptığında hepimiz kızarız ama kendimiz de zaman zaman yapmaktan geri durmayız. Ekonomi ve davranış psikolojisinde ‘kayıptan kaçınma’ diye adlandırılan psikolojik eğilimimizden dolayı… İnsan olarak elimizdekini kaybetmemeyi, yeni bir şey kazanmaya önceleriz. Bazıları hızını kaybetmek istemez bazıları da çıkışa önce girme önceliğini…
Trafik, basitçe motorlu araçla bir ulaşım faaliyeti olmanın çok ötesindedir. Hem tek tek biz sürücülerin ruh halini, karakterini hem de o şehre, o ülkeye sinen psiko-sosyal iklimi de en iyi gözlemleyebileceğiniz aynadır. Bu yönüyle, ortalamanın çok üstünde trafik işaret ve tabelasına sahip Yeni Delhi’nin korkunç bir trafik kaosu yaşarken, trafik işaret ve tabelalarının neredeyse hiç olmadığı bazı Hollanda şehirlerindeki güvenli ve akışkan trafiği açıklayan şeydir. Yine, uzun süreli kornaya basma, ani gaz veya fren, küfür, patinaj, yakın takip gibi belirtilerle dışa vurduğumuz ‘trafik öfkesi’nin neden bazı ülkelerde diğerlerine göre daha sık karşımıza çıktığının da yanıtını barındırır.
Karınca sürülerinin trafiğini gözlemleyen videolar, üç şeritli, düzenli hıza sahip akıcı bir trafik kaydediyor. Binlerce karınca, küçücük bir alanda, dünyanın en yoğun ama en akıcı trafiğine nasıl sahip olabiliyor? Çünkü bir egoları yok, hiçbiri ortalama trafik hızının üstünde bir acele sergilemiyor ve tam bir işbirliği içindeler.
Çoğumuz bir kere öğrendikten sonra araba sürmenin çocuk oyuncağı olduğu yanılgısı yaşarız. Vanderbilt ise kitabında, araba sürmenin, eğer beyin cerrahı değilsek, çoğumuzun günlük hayatta yaptığı en komplike, en profesyonel dikkat isteyen iş olduğuna dikkatimizi çekiyor. Araştırmalar, bir sürüş esnasında 1500 ile 2500 arasında gizli yetenek ve faaliyet sergilediğimizi gösteriyor. Ancak, sürüş, aynı zamanda psikolojide ‘overlearning’ denen otomatikleşmiş fiillerimizden biridir. Yani, aracı sürerken üzerinde çok düşünmeyiz. Çoğu davranışımızı otomatik olarak gerçekleştiririz. Anlık farkındalıklarla hızlı kararlar alırız. Bildiğimiz ve sık sık kullandığımız yollarda kaza yapma ihtimalimizin yabancısı olduğumuz yolda yapma ihtimalimizden çok daha yüksek olmasının nedeni budur. Yine uçurumlu tehlikeli yolları ovalardaki düz yollardan daha güvenli yapan budur.
Otomatikleşmenin trafikte sebep olduğu en yaygın sorunlardan biri sinyal verilmemesidir. Dönüş yapacağı bilinmeyen bir aracın aniden yavaşlaması arkasındaki trafiğin sinirlerini bozar, dahası ciddi tehlikeye atabilir. Günümüzde sinyal verilmemesinin bir diğer yaygın sebebi ise cep telefonları. Ama en önemli nedeni, narsizm. Ötekine empatinin, hak duygusuna saygının az olduğu toplumların trafiğinde sinyal verilmemesi, şerit çizgilerine uyulmaması sıklıkla görülür.
Trafikte hepimiz bir ‘üstünlük vehmi’ yaşıyoruz. ‘Ben herkesten önemliyim, benim işim herkesten acil‘ duygusuna sahibiz. Hemen herkesin güçlü şekilde böyle düşündüğü az gelişmiş toplumların trafiğinde hak ve kural ihlalleri nedeniyle yavaşlaması, öfke patlamalarına sahne olması kaçınılmaz. Narsizm araştırmaları, çoğu insanın, ‘eğer dünyayı ben yönetsem daha iyi bir yer olurdu’ düşüncesine sahip olduğunu gösteriyor. Bunun trafikteki yansıması da, ‘yolun sadece bize ait olduğu’ yanılgısı. Bu yanılgı da bizi, trafikte sorunların kesinlikle bizden değil, tamamen diğerlerinden kaynaklandığı düşüncesine sevk ediyor.
Trafiğin kaos veya düzenli olmasında kültür de önemli bir faktördür. Psikolog Raymond Novaco, bazı kültürlerde otomobilin, ulaşım aracı olma niteliğinin ötesinde, sınıfsal veya kişisel üstünlük aracı olduğunu, yolların da bir rekabet ve kontrol parkuruna dönüştüğünü savunuyor. Bu durum da özellikle az gelişmiş eğitimsiz toplumlarda daha yoğun şekilde görülür. Öte yandan örneğin, dünyanın en büyük anarşist nüfusuna sahip şehri olan Kopenhag, yayaların trafik ışıklarına en fazla riayet ettiği şehirlerden biridir.
Direksiyon başında trafik trolüne dönüşüyoruz
Walt Disney’in 1950’li yıllardaki Motor Mania çizgi filminin kahramanı Mr. Walker, kurallara saygılı, nazik ve terbiyeli bir yurttaştı. Ama direksiyon başına geçtiğinde transformasyona uğrayarak Mr. Wheeler adlı huzursuz, öfkeli, bencil, kontrol edilemeyen bir canavara dönüşüyordu. Otomobilinin ona sağldığı kişisel zırhın içinden diğer sürücülere küfürler savuruyor, en ufak provokasyonda trafik öfkesi yaşıyor ve bütün bunları yaparken hala kendisinin iyi bir sürücü olduğunu ve herkesin kendisi gibi olması gerektiğini düşünebiliyordu. Bazı toplumların trafiği, ‘Mr. Wheeler‘ler ile dolu.
Bunun en önemli nedenlerinden biri de psikologların ‘kimliksizleşme’ dediği şey. Motor Mania ile aynı dönemde literatüre giren kavram, insanın önce kendi farkındalığını yitirmesi ve buna bağlı olarak da kişisel sorumluluk duygusundan arınmasını ifade ediyor. Bu değişik alanlarda farklı versiyonlarda yaşanabilir ama tamamında anahtar durum, ‘anonim’ olma, yani şahsen kim olduğunuzun diğerlerince bilinmemesidir. Otomobilin içinde olmak, insanın kimliğini, yüzünü gizleyen bir şey. Koyu renkli otomobil camlarının sürücüleri için daha fazla risk oluşturmasının nedeni de budur.
Yan koltukta oturup sürüşünüze güvenmediğini belli eden yolcu can sıkıcı olsa da aslında işte böylesi bu anonimliği kırdığı için çok yararlıdır. Sürücüye utanma duygusu ve objektiflik kazandırır. Yine otomatikleşmeden veya kendi farkındalığımızın azlığından, bir kazaya ne kadar yakın olduğumuzu veya hata yaptığımızı yan koltuktaki kadar fark etmeyebiliriz. İstatistikler, tek başına sürücülerin çok daha fazla oranda kaza yaptığını, çok daha fazla oranda trafik ihlali yaptığını gösteriyor. Yani büyük şehirlerde araba yolcu havuzunu teşvik etmek, sadece enerji ve zaman tasarrufu sağlamaz, trafiği de daha güvenli hale getirir.
Trafik psikolojisi ile ilgili bazı şaşırtıcı gerçekler
Bakmak ve görmek farklı şeylerdir. Baktığımız her şeyi görmeyiz. Önyargılarımız, konumumuz, aracın aynalarının bize verdiği uyarıları algılamamızı etkiler. Örneğin küçük arabaları, gerçekte olduğundan daha uzaktaymış gibi algılarız. Jip gibi sürücü koltuğu yoldan daha yüksekte arabaları sürenler, daha alçak araba sürücülerine göre daha fazla hız yapar. Hızlı olduğunu daha az fark eder.
Sürücüler, kask takan motorsikletliye, kask takmamış olana göre daha yakından geçer.
Korna çalma şeklimizi, toplumsal statü, demografi, araç modeli gibi şeyler etkiler. Kendimizinkinden daha kötü model bir araca veya farklı sınıf veya kökenden olduğu aşikar bir şoföre, araca daha şiddetli korna çalarız. Erkekler kadınlardan daha fazla kornaya basar. Erkek ve kadın sürücüler en fazla kadın sürücülere korna çalar.
Şehir içi trafiğin çok büyük bir kısmına park yapmak için yer arayanlar neden olur.
Yolun kendisi, trafik işaret ve tabelalarından daha çok yönlendiricidir. Tabelaların bazı yerlerde sürücüdeki sorumluluk duygusunu aşındırdığı yönünde teoriler var ve her geçen gün daha fazla taraftar buluyor. Örneğin köy yolunda, ‘inek çıkabilir’ tabelasına hiç gerek yoktur bu görüşe göre. Aşırı trafik tabelası kullanımına karşıtlığıyla bilinen Hollandalı ünlü trafik mühendisi Hans Monderman, ‘insanlara aptal muamelesi yaparsanız, aptallık sergilerler’ diyor. Araştırmalar, sürücülerin okul, yaya, çocuk oyun alanı gibi uyarı tabelalarına da çok umursamadığını gösteriyor. ABD’de hemzemin geçit kazalarının çoğu, hiçbir güvenlik önlemi olmayan hemzemin geçitlerde değil de kapanan kapısı olan hemzemin geçitlerde oluyor. Yine, viraj tabelasını önceden gören sürücü, viraj tabelası olmayan bir viraja girdiğinden daha hızlı giriyor. Oysa tabelanın amacı tam aksini sağlamak. İnsanların, belirsizlik karşısında daha dikkatli olmasının bunlarda payı var.
Hız kesme tümseği gibi trafiği sakinleştirme iddialı bazı önlemler çoğunlukla aksi yönde veya öngörülmeyen başka sorunlara yol açar. Örneğin ilk tümseği geçen, kaybettiği süreyi telafi için diğer tümseğe kadar hızını daha da artırıyor. Veya tümseği son anda gördüğünde kaza yapabiliyor.
Hiçbirimiz sandığımız kadar iyi bir şoför değiliz. Bu çok yaygın bir yanılgıdır ve trafik aksama ve kazalarında çok önemli rol oynar. Diğer sürücülerin yaptığı hataları, onların kişiliğine veya şoförlük yeteneklerine (gerizekalı, ehliyeti pazardan mı aldın!) atfederiz. Kendi yaptığımız hataları ise harici şart ve sebeplere bağlama (yolun bu kısmı çok kötü, hız yapmasam geç kalacağız) eğilimindeyiz.
Bir AVM’nin otoparkında güzel park yeri arayanlar, bulduğu ilk boş yere girenden daha geç AVM’ye giriyor. Yine birinin, kendi aracından boşalacak yere park edeceğini gören sürücü, park yerini normalde terk ettiğinden daha uzun sürede terk ediyor. İnsan tuhaf bir canlı türü…
Çizgiyle bölünmüş bir yolda karşıdan gelen araçlara daha yakından geçeriz. Çizgiyle bölünmemiş yolda iki yönlü trafik de daha dikkatli bir mesafeden geçme eğiliminde olur.
Kaynak: Amerika Bülteni