ABD ordusunun bilfiil katıldığı en uzun süreli dış savaş olan Afganistan savaşı, halen ABD kamuoyunda en önemli gündem maddelerinden biri.
Sahada değişen stratejiler, yürütülen barış görüşmeleri ve Afganistan'da artan Taliban etkinliği uzun süredir tartışılıyor.
ABD'li uzman Thomas Joscelyn, bu konunun en önde gelen isimlerden biri. "Foundation for Defense of Democracies" (FDD - Demokrasileri Savunma Vakfı) üyesi ve The Long War Journal editörü Joscelyn, Afganistan konusuna dair ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu önünde uzun bir sunum gerçekleştirdi.
Joscelyn'in ifadeleri orijinal hallerine sadık kalınarak Mepa News okurları için Türkçeleştirildi.
**
Kurul Başkanı Engel, Rütbeli Üye McCaul ve, komitenin diğer üyeleri, bugün burada beni Trump hükümetinin Afganistan politikası hakkında konuşmak üzere davet ettiğiniz için sizlere teşekkür ederim.
Yakın zaman öncesine kadar hükümetin yaklaşımı, Taliban ile bir anlaşmaya varılması hususu merkezli oldu. Başkan Trump ay başında bu görüşmelerde çekildi. Görüşmelerin tekrar devam etmesi bir ihtimal ancak şimdilik bu olmayacak gibi gözükmektedir. Benim şahşi bakışım, Amerika’nın Afganistan politikası, Taliban’ın siyasi temsilci heyetinin Doha’da söyledikleri üzerinden belirlenmemesi gerektiğidir.
Taliban’ın yaptıkları zaten onların yerine yeterinden fazla şekilde konuşmaktadır. ABD bir anlaşma yapmak istemesine rağmen, Taliban Kabil’de bir STK’ya saldırdı, bir insan hakları çalışanını kaçırıp öldürdü, okulları terörize etti, 11 Eylül olaylarının meşru bir saldırı olduğunu anlatan bir video yayınladı, canlı bombalarını tüm ülkede harekete geçirip çoğu zaman sivilleri öldürdü.
Ayrıca görüşmeler Taliban’ın belirlediği şartlar altında yapıldı. Taliban’ın Afgan hükümetinin görüşmelere katılmamasını istemesi üzerine Amerika bunu kabul etti. Toplantılara sadece bazı Afgan yetkililerin, uluslararası camiada meşru olan hükümetin temsilcisi olarak değil şahsi seviyede katılmasına müsaade edildi. Taliban, Afgan hükümetini geçmişte sürekli “ABD’nin kuklası” olarak tanımladı ve hükümetin tam anlamıyla bağımsız bir güç olmadığını ilan etti.
Trump hükümetinin tek muhattap olarak Taliban’ı tanıyıp onlarla masaya oturması Taliban’ın Afgan hükümeti hakkında söylediklerini güçlendirdi. Bu sırada Taliban, Doha ve Moskova’daki görüşmeleri kendi görüşlerini güçlendirmek için kullandı. Dolayısıyla, Trump hükümetinin pazarlık sürecindeki yaklaşımı kendi müttefiğimizin altını eşerken, Taliban’ı (ki tam adı Afganistan İslam Emirliği’dir) siyasi bir güç olarak meşrulaştırdı. Bu yaklaşım tarzının nasıl olup da barışa götüreceğini anlamak çok zordur.
"Taliban güvenilir bir anti-terörizm ortağı değil"
Gerçekten de bakıldığında, gerçekleştirilen görüşmelerin sonunda bir barış anlaşmasından ziyade ABD’nin askerlerini çekme mutabakatına varılması daha muhtemel görünmekteydi. Taliban ile ABD arasında imzalanması planlanan anlaşmanın taslak içeriği halen kamuoyundan saklanmaktadır. Dolayısıyla, bugün bu komitenin meseleyi teftiş etme isteğini alkışlıyorum. Ancak ben bugünkü konuşmamda, görüşmelerin basına yansıyan spesifik bir yanı üzerine odaklanmak istiyorum. İsmini koymam gerekirse, konuşmam, Taliban’ın güvenilir bir anti-terörizm ortağı olabileceği fikrine karşı bir reddiyedir.
Geçmişte yaptığı bir açıklamada, Afganistan Uzlaşma’sı programı Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad, Taliban’ın terör karşıtı meselelerde verdiği garantilerin kendisini tatmin ettiğini söyledi.
Halilzad, 12 Mart 2019 tarihinde sosyal medyada şu mesajı paylaştı: "Askerlerin geri çekilme takvimi ve etkili terör karşıtı önlemlerin alınması hususlarında mutabık kalındığında, Taliban ve aralarında Afgan hükümetinin de bulunduğu diğer Afganlar, kendi aralarında siyasi bir anlaşma ve sağlam bir ateşkes için görüşmelere başlayacaklar."
Bu demektir ki, ABD, Taliban henüz Afgan hükümeti ile tek kelime konuşmamışken Taliban’ın terör karşıtı önlemler hususunda garantiler vermesine karşılık bir çekilme takvimi belirlemeye hazırdır. Afgan hükümetinin söz konusu “Afganlar arası görüşmelerde” resmi bir taraf olarak kabul edilip edilmeyeceği dahi belli değildir. Ayrıca bu görüşmelerin, birbiriyle savaşan Afgan taraflar arasında barışa doğru gerçek bir katkıda bulunacağının da garantisi yoktur.
İlaveten, benim gördüğüm kadarıyla Taliban’ın uluslararası teröristlerin kısıtlama hususunda güvenilebilir olduğunu düşünmek hiçbir sebep yoktur. Taliban yıllarca ülkedeki El Kaide ve yabancı savaşçıların varlığı hakkında açıktan yalan söyledi.
"ABD Afganistan'da El Kaide'yi takip etmekte zorlanıyor"
11 Eylül’den önce yalan söylediler. 11 Eylül’den sonra yalan söylediler. Şimdi yalan söylemediklerini anlamak için ne tür bir doğrulama sistemi kullanabileceğimizi bilmiyorum. ABD’nin anlaşmanın bir parçası olarak ülkedeki tüm askerlerini çekmeye hazır olduğunu düşündüğümüzde bu durum daha vahim bir hal alır.
Bugün ABD, ülkede 14.000 militanı olan El Kaide ve IŞİD’i takip etmekte zorlanmaktadır. Bu grupları takip etme işi Afganistan sınırlarında daha az veya hiç ABD askeri kaldığında çok daha zorlaşacaktır.
Hakkani hareketi, El Kaide ile sıkı bağları olduğu gerekçesiyle 2012 yılında terörist örgüt olarak ilan edildi. Biraz sonra anlatacağım üzere, Hakkani hareketi Taliban içindeki etkisini tam anlamıyla sağlamlaştırmıştır. Dolayısıyla, Taliban’ın ana bileşenlerinden bir tanesi, El Kaide bağlantılı bir terörist örgüttür.
BMGK’ya arzedilen dört ayrı raporda El Kaide ve Taliban arasında devam müttefiklik kayıtlara geçmiştir.
Bu raporları hazırlayan gözlem ekibi şunları söylemektedir:
"El Kaide, Taliban’ın sıkı bir müttefiğidir. Grubun Taliban ve Afganistandaki diğer terörist gruplarla olan müttefikliği devam etmektedir."
El Kaide’nin Taliban ile olan ilişkisi “eskiye dayanan” ve “güçlü” bir niteliktedir. El Kaide “tüm Afganistan içinde, Taliban çatısı altında güçlenip, son yıllarda daha aktif hale gelmiştir.” Taliban “IŞİD Horasan Vilayeti hariç ülkedeki diğer tüm yabancı terörist grupların ana ortağıdır.” El Kaide “üyeleri Taliban bünyesinde hem askeri hem de dini otoriteler olarak çalışmaya devam etmektedir.” El Kaide, “Taliban liderliği ile eskiye dayanan güçlü ilişkilerine dayanarak, Afganistan’ı kendi lider kadrosu için güvenli bir alan olarak görmeye devam etmektedir.”
Ağustos ayındaki bir görüşmede, BM gözlem ekibi, Afganistan’daki Uluslararası Yardım Gücü komutanının eski strateji danışmanı Melissa Skorka’ya şunları söyledi:
“Taliban’ın Hakkani hareketi ve El Kaide ile olan esas bağlarını kopardığına veya ilerde koparacağına dair hiçbir delil yoktur. Hatta, elimizdeki yeni verilere göre bu ilişkiler 18 yıllık süreçte hiç olmadığı kadar güçlüdür. Afganistan’dan askerlerin çekilmesi üzerine yapılan hesaplarda, bu iki grubun güçlenmesi ve cesaretlenmesinin, ülkede kalıcı bir barış için gerekli hususlara vereceği zarar göz önüne alınmalıdır.”
FDD’ye bağlı Long War Journal ve diğer platformlarda beraber yazı yazdığım Bill Roggio ile geçtiğimiz son on yılda sürekli aynı sonuçların karşımıza çıktığını gördük. Bugünkü konuşmamda, neden böyle olduğuna dair bazı sebepleri sizlere sunacağım.
Taliban, 11 Eylül öncesinde Usame bin Ladin’i ve onun uluslararası terörist organizasyonuna yardım ve yataklık yaptığı için özür dilemek bir yana bunu kabul dahi etmemiştir.
18 yıl önce yaşananlar hakkında dahi dürüst davranmayan Taliban’ın bugün terörizm hakkında doğru konuştuğunu varsaymak zordur. Henüz geçtiğimiz Temmuz ayında, Taliban 11 Eylül olaylarını ve Batıdaki diğer saldırıları haklı gösteren bir video yayınladı. Taliban, olayların asıl faili El Kaide’yi suçlamadı veya Usame bin Ladin ve adamlarına yardım ve yataklık etme kararlarının bir hata olduğunu söylemedi.
Taliban bunun yerine Amerika’yı suçladı. Videoda, 11 Eylül’e ait görüntüler akarken, sunucu şu ifadeleri kullandı: “Onların kara suratlarına çalınmış bu ağır tokat, bizim değil kendi müdahaleci politikalarının bir sonucuydu.” Daha sonra Ağustos ayında Taliban’ın baş sözcüsü Suheyl Şahin Katar’daki görüşmelerde 11 Eylül olaylarını hala kimin yaptığını bilmediklerini iddia etti.
Şahin şöyle konuştu; “... o olayların arkasında kimin olduğu hala bilinmiyor. Eğer bize bir delil sunulursa bir şeyler yapmaya hazırız.” Şahin daha sonra sosyal medyada dediklerini toplamaya çalıştı ancak o zaman bile açık bir şekilde El Kaide’yi suçlamadı.
Taliban, 11 Eylül için El Kaide’yi alenen sorumlu göstermekten dahi imtina ediyorsa, kapalı kapılar ardında söylediklerine birilerinin değer vermemesi gerekir. Yakın tarih bu sorunu daha da iyi aydınlatmaktadır.
Taliban, 90’lı yılların ortasından beridir El Kaide’nin bir müttefiğidir. El Kaide ve Taliban’ın ana unsurlarından birisi olan Hakkani hareketi arasındaki sıkı ilişkiler ise 80 yıllara kadar geri gider. Usame bin Ladin, 96 yılında Afganistan’a dönmesinin hemen ardından Taliban liderleri ile çalışmaya başlamıştır. 11 Eylül Komisyonunun raporuna göre, Usame bin Ladin, “Pakistanlı istihbarat yetkilileri” aracılığı ile “Taliban’ın güç merkezi Kandahar’da, Taliban liderleri ile” tanıştı. “bin Ladin’in Host yakınlarındaki kamplarda kontrol sağlamasının ardından burada Keşmirli militanların eğitim almalarını umuyorlardı.” 1996 yılının sonlarına gelindiğinde ise bin Ladin, Taliban liderliği ile olan “bağlarını iyice sağlamlaştırdı.”
Taliban belki de, ülkede kontrolü sağlamaya çalıştığı günlerde bin Ladin’in söylemlerinden şüphe duymuş olabilir ancak bu iki tarafı da beraber çalışmaktan alıkoymamıştır. Sürecin sonunda ise bin Ladin “Suudiler ve Golden Chain (Altın Zincir) ile bağlantıları bulunan diğer finansörlerinden oluşan” geniş ağını kullanarak Afganistan içinde güçlü bir finansal pozisyon elde etti.” Usame bin Ladin, Taliban’a yardım amacıyla “büyük miktarlarda para harcadı.” Molla Ömer ile olan ilişkisi ile Taliban’a getirdiği ekonomik and diğer faydalar sayesinde bir önceki ikamet adresi Sudan’da kendisine verilmeyen “konuşma ve hareket” özgürlüğü elde etti. Gerçekten de Taliban liderliği içinden bin Ladin aleyhine itirazlar yükseldiğinde Molla Ömer onu savunmuştu.
El Kaide, 11 Eylül öncesi yıllarda Taliban’ın kendine sağladığı güvenlikten çok faydalandı. 11 Eylül Komisyonu’nun raporuna göre, El Kaide üyeleri o yıllarda ülke içinde serbestçe yolculuk edebiliyor, herhangi bir prosedüre takılmadan ülkeye rahatlıkla girip çıkabiliyor, istedikleri gibi silah ve araç satın alıp ithal edebiliyor ve hatta Afganistan Savunma Bakanlığına ait resmi araç plakaları kullanabiliyorlardı. El Kaide ayrıca Afgan devletine ait Ariana Havayollarını ülkeye para getirmek için kullandı.
Taliban'ın "açık kapı cihat" politikası
En önemlisi ise, Taliban’ın uluslararası cihat yanlılarına karşı uyguladığı “açık kapı” politikasıydı. El Kaide, Taliban’ın koruması altında, savaşçılara ve teröristlere ideolojik ve askeri eğitim verdi, silahlar ithal etti, diğer cihat grupları ve liderleri ile bağlar kurup, terörist eylemler için kadro ve planlar kurdu.
ABD’li istihbarat yetkililerine göre, 1996’dan 11 Eylül olaylarına kadar geçen sürede bin Ladin’in sponsorluğundaki kamplarda 10.000 ila 20.000 savaşçı eğitim aldı. Bu savaşçıların tamamı resmi olarak El Kaide saflarına katılmadı. Savaşçıların büyük çoğunluğu gerilla tarzı üzerine eğitilirken bazı küçük takımlar 11 Eylül saldırıları gibi yüksek profilli saldırları gerçekleştirmek üzere seçildi.
Taliban’ın ev sahipliği altındaki bu eğitim kamplarında bin Ladin ve adamları kendilerine yıllarca yetecek kadar eleman yetiştirdi. Taliban’ın ülkeyi kontrol ettiği dönemde kurulan bağlar bugün hala faaldir. 11 Eylül öncesinde bu kamplarda görev yapmış isimler bugün hala dünyanın farklı yerlerinde El Kaide kollarının lider kadrolarında görev yapmaktadır. Mesela, Arap Yarımadası El Kaide’si bünyesinde bu profilde birçok yönetici vardır. Geçtiğimiz ayın başlarında ABD Devlet Bakanlığı, 90’lı yıllarda Afganistan’da üst düzey bir eğitimci olarak bulunan Faruk el Suri’nin yerinin bulunmasına yardım edenlere 5 milyon dolar vereceğini ilan etti.
Bu şahsa El Suri ismi büyük ihtimalle El Kaide’nin El Faruk kampında bir eğitmen olarak bulunduğu günlerde verildi. 11 Eylül Komisyonu raporlarına göre Kandahar’daki El Faruk kampı Taliban’ın izni ile açıldı. Bölgeye yeni gelenlere bu kampta oryantasyon eğitimleri verildi. Hani Hancur, El Faruk’ta bulunduğu günlerde El Kaide liderliği tarafından “eğitimli bir pilot” olarak tanımlandı ve 11 Eylül’de oynayacağı rol için burada eğitime tabi tutuldu. El Faruk’ta eğitim alıp, 11 Eylül’de görev alan tek isim Hancur değildi.
Saldırılar sırasında uçakta bulunan en az 7 Suudi uyruklu kişi de özel eğitimlerini Kandahar yakınlarındaki El Faruk’ta aldı. 11 Eylül Komisyonunun raporuna göre, saldırılarda kullanılacak kas gücünü sağlayacak adayların El Faruk kampında yetiştirilip eğitilmesinin nedeni bu kampın bin Ladin ve üst düzey El Kaide liderliğine yakın olmasıydı. Gerçekten de bakıldığında bin Ladin, El Faruk kampını sık sık ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerden biri sırasında kampta yaptığı konuşmada, eğitim gören gönüllülerin “20 şehide mâl olacak bir saldırı için dua etmelerini” istedi.
"ABD yönetimi Taliban'ı sürekli olarak ikna etmeye çalıştı"
11 Eylül öncesi dönemde, ABD hükümeti Taliban yönetimini defalarca El Kaide ile olan ilişkisini sonlandırması için ikna etmeye çalıştı. 11 Eylül Komisyonu raporlarında bu girişimler “Taliban yönetimini bin Ladin’i Afganistan’dan sınır dışı etmek için harcanan umutsuz çabalar” olarak tanımlanmıştır.
1998’in Nisan ayında ziyaretler için Güney Asya’da bulunan ABD’nin BM temsilcisi Bill Richardson Taliban’dan bin Ladin’i “sınır dışı etmesini” istedi.” Taliban temsilcileri kendisine cevaben, bin Ladin’in “nerede olduğunu bilmediklerini ve bin Ladin’in herhangi bir şekilde ABD için bir tehdit olmadığını” söyledi. Bu açık bir yalandı. Bin Ladin, bu ziyaretten sadece iki ay önce, o yılın Şubat ayında yaptığı açıklama dahil birçok defa Batıya savaş ilan ettiğini duyurdu. 4 ay sonra da Kenya ve Tanzanya’daki ABD elçilikleri saldırıya uğradı. Bu olaylardan sonraki dönemde Suudi Arabistan prensi Türki, Molla Ömer ile görüştü ve görüşmeden bin Ladin’in sınır dışı edileceğine dair ikna olarak ayrıldı. Ancak Molla Ömer sözünü tutmadı. Yani bir başka deyişle Taliban tekrar yalan söyledi.
Molla Ömer'den Usame bin Ladin'e 'operasyon' izni
Clinton yönetimi Taliban’ı baskı altına almak için başka yollara da başvurdu ancak yine de “Molla Ömer’in duruşunda hiçbir yumuşama olmadı.” Döneme ait bir istihbarat raporunda bin Ladin’in şunları söylediği kayıtlara geçmiştir; “Molla Ömer bana Suudi Arabistan veya Pakistan’a olacak saldırıları üstlenmememi, bunun haricinde ise istediğim ülkede operasyon yapmakta serbest olduğumu söyledi.”
BM yaptırımları dahil birçok baskı aracı denendi ancak “dünya ile ticaret hususunu pek kafasına takmayan Molla Ömer üzerinde, bu girişimler elle tutulur bir etki yaratamadı.” ABD 1999 yılında öğrendi ki, “Taliban Bakanlar Kurulu, oybirliği ile bin Ladin’in arkasında durmayı kararlaştırdı.” İki taraf arasındaki ilişkiler bazen gerilse dahi, temel derin ve kişisel seviyedeydi. Hatta Molla Ömer’in bin Ladin’in politikalarına karşı geldiği için en az bir adamını infaz edildiği bilinmektedir. Son olarak 2000 yılının Aralık ayında yürürlüğe sokulan silah ambargosunun da Molla Ömer üzerinde hiçbir etkisi olmadı.
11 Eylül olaylarından sonra, Bush hükümeti, resmi kanallardan Molla Ömer ve Taliban yönetiminden bin Ladin’i teslim etmesini istedi. Tabi ki de bu istek reddedildi. Özellikle de Molla Ömer son derece inatçı bir tavır sergiledi.
"Usame'yi iade etmekle İslam'ı küçük düşürmüş olurdum"
11 Eylül’den kısa bir süre sonra, Voice of Amerika’da çalışan bir gazeteci Molla Ömer’e niçin bin Ladin’i sınır dışı edip kurtulmadığını sordu. Molla Ömer şöyle cevap verdi: “Bu Usame bin Ladin ile alakalı bir mesele değildir. Bu İslam’ın bir meselesidir. Ben öyle yapsaydım İslam’ı küçük düşürmüş olurdum. Ayrıca bu Afganistan’ın da geleneğidir.” Molla Ömer daha sonra da, Allah’ın vaatlerini, Bush’un vaatlerine tercih edeceğini şöyle açıkladı:
“Elimde iki vaat var. Birisi Allah’ın vaadi, diğeri de Bush’un vaadi. Allah’ın vaadi, benim topraklarımın geniş olmasıdır. Eğer Allah yolunda bir yolculuğa çıkarsanız, bu dünyada kalacak çok yer bulursunuz ve korunursunuz. Bush’un vaadi ise dünyada ondan saklanabileceğimiz bir yer olmadığı ve onun bizi illa bulacağıdır. Bu iki vaatten hangisinin gerçek olduğunu hepimiz göreceğiz.”
Taliban’ın kurucusu ABD’nin 11 Eylül’de başına gelenleri hak ettiğini de savundu:
“... Amerikalılar kısa süre önce başına gelenler gibi olayları engelleyemeyecekler zira Amerika İslam’ı rehin almış durumdadır. Müslüman ülkelere bakarsanız, insanların çaresizlik içinde olduğunu görürsünüz. İslam’ın başını alıp gittiğinden dert yanmaktadırlar ancak yine de inançlarına sıkı sıkıya sarılmışlardır. O kadar acı çekmektedirler ve çaresizdiler ki, aralarından bazıları intihar etmektedir. Kaybedecek hiçbirşeyleri olmadıklarını düşünmektedirler.”
“... Müslüman memleketlerinde hükümetleri Amerika kontrol etmektedir. İnsanlar biz İslam’ın istediğine uymak istiyoruz diyorlar ancak devletleri onları dinlemiyor çünkü o devlet Amerika’nın elinde. Birisi İslam’ın yolunda gittiğinde devleti onu tutuklar, ona işkence eder veya onu öldürür. Bunların müsebbibi Amerika’dır. Eğer Amerika, bu hükümetleri desteklemeyi bırakıp, halkları rahat bırakırsa bu tür saldırılar da olmayacaktır. Amerika kendisine saldıran kötülüğün ortaya kendisi çıkarmıştır. Bu kötülük, (Amerika’nın elinde) ben ölsem de, Usame ölse de ve hatta diğerleri ölse de yok olmaz. ABD geri adım atmalı ve politikasını tekrar gözden geçirmelidir. Dünyanın geri kalanında özellikleri Müslüman ülkelerde imparatorluğunu dayatmaktan vazgeçmelidir.”
"11 Eylül saldırılarının sebebi Amerika'nın politikaları"
Bu söylemler, bin Ladin’in Amerika’ya saldırmak için verdiği sebeplerle aynıdır. Bin Ladin, Amerikalıların dünyadaki birçok hükümeti kontrol ettiği ve dolayısıyla da cihat yanlılarının “yılanın başını ezmek” için saldırmaları gerektiği görüşündeydi. Molla Ömer 2001 yılının Eylül ayında nasıl Amerika’nın “politikasını”suçladıysa, Taliban da da bugün hala 11 Eylül saldırılarının sebebinin Amerika’nın “politikaları” olduğunu savunmaktadır. Daha önce bahsettiğim üzere, Taliban tarafından Temmuz ayında yayınlanan videodaki mesaj da yine aynı mesajdır. Bu durum, Taliban’ın Doha’daki siyasi ofisi tarafından verilecek sözlere güven duyulmamasını gerektirmektedir.
Molla Ömer, Afganistan İslam Emirliği’nin ABD’nin müdahalesi sonrası yönetimden el çektirilmesinin ardından uzun süre sonra dahi diz çökmeyi kabul etmedi. 2002 yılının Mayıs ayında Suudilere ait bir gazetede Molla Ömer’in “Amerika, Afganistan’da ateş, cehennem ve topyekün mağlubiyetle karşı karşıyadır” sözleri yayımlandı.
Molla Ömer 11 Eylül olaylarını haklı göstermeye devam ederek “bu büyük amellerin ardında haklı nedenler vardır ve Amerika (politikaları kastederek) bu nedenleri ortadan kaldırmanın yollarını aramalıdır. Allah’a şükürler olsun ki, Bush’un tam da korktuğu şekilde Şeyh Usame hala hayattadır” diye konuştu.
El Kaide’nin bugün hala Molla Ömer’i hayırla anmasına şaşmamak gerekir.
El Kaide’nin başı, Taliban’ın liderine kan üzere biat etmiştir. Taliban da bu biatı reddetmemiştir.
El Kaide’nin küresel yapılanmasının başı olan Eymen ez Zevahiri, Taliban’ın lideri Heybetullah Ahundzade’ye biat etmiştir. Olası bir ABD-Taliban anlaşmasında Ahundzade’nin Zevahiri’yi azledeceğine dair herhangi aleni bir işaret bulunmamaktadır. Söz konusu biatın ne derece önemli olduğu 2016 yine bu komite karşısında ABD tarafının temsilcisi Halilzad tarafından kayıtlara geçirilmiştir.
Halilzad o gün şunları söylemişti: “El Kaide lideri Zevahiri dahi, Taliban’ın yeni liderine biat etmiştir. Dolayısıyla aralarındaki ilişki devam etmektedir.”
Durum gerçekten de böyledir. Zevahiri’nin ABD ile Taliban arasında görüşmelerin yaşandığı dönemde hiç itiraz etmemesi de dikkate şayandır. El Kaide lideri tam aksine bu görüşmelerin Amerika’nın zayıflığının delaleti olduğunu söyledi. 11 Eylül’ün yıldönümünde yayınlanan konuşmada Zevahiri şu ifadeleri kullandı: “İslam Emirliği Amerika’ya ağır darbeler indirmiştir. Bu yüzden Amerikalılar Afganistan’dan çekilmek üzere pazarlığa oturmak istediler.” Bizler doğal olarak, Zevahiri’nin kapalı kapılar ardında bu görüşmeler hakkında neler söyledikleri bilmiyoruz ancak El Kaide’nin Taliban’a kan üzere verdiği biatın tehlikede olduğunu gösteren bir işaret de yoktur. Bu biat, El Kaide’nin organizasyonel yapısı içinde çok önemli olan ancak bizim tarafımızdan küçük görülen bir faktördür.
El Kaide’nin üst düzey lider kadrosu 11 Eylül’den çok öncelerinden beri Taliban emirine sadıktırlar. El Kaide’nin görüşüne göre, 2001 yılında dünya üzerindeki dini manada meşru olan tek devlet Afganistan İslam Emirliği idi.
"El Kaide Molla Ömer'i 'İnananların Emiri' olarak gördü"
El Kaide, Molla Ömer’i, genellikle Müslüman halifelerine verilen bir sıfat olan Emirul Mu’minin veya İnananların Emiri olarak görürdü. (IŞİD’in Irak ve Suriye’de hilafet etmesinin ardından örgütün lideri Ebubekir el Bağdadi de 2014 yılında bazı çevreler tarafından bu sıfatla anıldı.) Sonuç olarak, bin Ladin hem şahsi olarak Molla Ömer’e biat etti hem de dünya üzerindeki diğer Müslümanları da aynını yapmaya teşvik etti.
Bin Ladin 2011 yılında öldürüldü. Molla Ömer’in ise 2013 yılı içinde öldüğü düşünülmektedir. Taliban Molla Ömer’in ölümü üzerine tıpkı “Bernie’lerde Hafta sonu” filmindeki gibi bu olayı iki sene boyunca sakladılar. Taliban’ın Doha’daki siyasi kolu ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan liderlerinin ölümü sakladı. 2013’ün ortalarında ABD Molla Ömer’in şahsına yönelik bir açıklama hazırlarken dahi bu durumdan haberimiz yoktu.
Taliban Molla Ömer’in ölümünü birçok cihat yanlısından da sakladı. Bu hamle de Taliban’ın yanıltmaya yönelik davranış tarzının örneklerinden birisidir.
El Kaide 2015 yılında Taliban’ın en sonunda liderlerinin vefat ettiğini açıkladığı güne kadar Molla Ömer’e olan sadakatini bozmadı. Usame bin Ladin’in oğlu ve mirasçısı Hamza bin Ladin 2015 yılının Ağustos ayında yaptığı ilk açıklamasında Molla Ömer’e biat ettiğini söyledi. Ancak geçen süre içinde Taliban, El Kaide’yi “bugünün cihad devrinin kahramanları” olarak nitelendiren Molla Mansur’u lider olarak seçmişti. Bin Ladin’in halefi Zevahiri hızlı bir şekilde Molla Mansur’a biat etti ve Molla Mansur da bu biatı alenen kabul etti.
2016 yılının Mayıs ayında Molla Mansur ABD tarafından SİHA saldırısı ile öldürüldüğünde ise Taliban emir olarak Ahundzade’yi göreve getirdi. Bunun üzerine Zevahiri bir kez daha biatını yenileyerek Ahundzade’nin yeni Emirul Mu’minin olduğunu ilan etti.
El Kaide’nin Orta ve Güney Asya dışındaki kollarının bazılarının da Ahundzade’yi Emirul Mu’minin olarak tanıdığı bilinmektedir. Somali’deki Eş Şebab hareketinin sözcüsü Ali Mahmud Rage, bayram münasebeti ile yaptığı açıklamada Ahundzade’yi şu sözlerle onore etti: “Sözlerimi bitirirken, dünyanın her yerindeki Müslümanlara selam ederim. Müslümanların emiri Mevlevi Heybetullah’a (Allah onu korusun ve gözetsin) ve Emirimiz Şeyh Eymen ez Zevahiri’ye (Allah onu gözetsin), cihat cephelerindeki emirlere ve tüm Müslümanlara da selam ederim.”
2017 yılının başlarında, El Kaide Batı Afrika’da, Nusret el İslam vel Müslimin (JNIM) yeni bir grup ortaya çıkardı.
JNIM’ın lideri, tecrübeli bir cihat yanlısı olan İyad El Gali isimli şahıs da yayınladığı bir açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Bu mübarek olayın vesilesiyle, şerefli emirlerimize ve şeyhlerimize olan biatımızı yenileriz: Ebu Musab Abdul Vedud, sevgili ve bilge şeyhimiz Eymen ez-Zevahiri ve Afganistan İslam Emirliğinin başı Molla Heybetullah, Allah onları korusun ve de desteklesin.”
El Kaide’ye bağlı diğer gruplar da Taliban’ı övmeye devam etmektedir. Mesela, AQAP üyesi Halid Batarfi, Taliban tarafından 2016 yılının Aralık ayında yayınlanan bir videoda Molla Ömer’den “Emirul Mu’minin” diye bahsetti. Batarfi aynı videonun devamında da bin Ladin ve diğer cihat yanlısı isimleri koruduğu için Molla Ömer’e övdü. Suriye’de faaliyet gösteren bir diğer El Kaide kolu olan Tanzim Hurras ed Din de benzer şekilde Taliban’ın tüm cihat yanlıları için bir model olduğunu söyledi.
"Zevahiri'nin Ahundzade'ye biat etmesi önemli bir mesele"
Bütün bu örnekler, Zevahiri’nin Ahundzade’ye biat etmesinin cihat yanlıları için önemli bir mesele olduğunu göstermektedir. Bu durum IŞİD ile El Kaide arasındaki rekabet üzerinden incelendiğinde daha da doğrudur. Ebubekir Bağdadi’nin adamları onu gerçek halife yani Emirul Mu’minin olarak görür.
El Kaide’nin gözünde ise bu sıfatı hakeden kişi Ahundzade’dir. Zevahiri de daha önce yaptığı açıklamalarda El Kaide’nin kurmak için savaştığı küresel hilafetin “çekirdeğinin” Afganistan İslam Emirliği olacağını söylemiştir. Ayrıca, El Kaide’nin küresel operasyonlarının gerçekleştirilebilmesi için Taliban emirinin ideolojik olarak üstü kapalı biçimde onay vermesi gerektiğini gösteren bazı işaretler vardır.
Dolayısıyla, eğer Ahundzade, Zevahiri’nin verdiği biatı resmi olarak reddeder ve El Kaide’nin küresel operasyonlarını yanlış bulduğunu açıklarsa bu durum El Kaide’nin temel mitolojisine zarar verir. Bu hususun ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından anlaşmaya konulması planlanan bir madde olup olmadığını öğrenmemiz çok önemlidir. Benim şahsi fikrim bakanlığın böyle bir niyetinin olmadığı şeklindedir. Ancak anlaşmanın taslak haline vakıf olmadığım için kesin bir şey söyleyemem. Böyle bir plan olsa dahi, kendi oğlunu bir canlı bomba eyleminde feda eden Ahundzade gibi birisinin El Kaide’nin teröristliğini kabul edeceğini sanmıyorum.
Taliban’ın 2 numaralı ismi Siraceddin Hakkani, uzun süredir El Kaide’nin bir müttefiğidir. Ne Hakkani’nin ne de hareketin El Kaide’yi dışlamak gibi bir niyeti olduğunu gösteren hiçbir aleni işaret yok
El Kaide ideolojik çerçevede nasıl Taliban’ın 1 numaralı ismine bağlıysa, operasyonel çerçevede de Taliban’ın 2 numarası Siraceddin Hakkani ile ilişki içindedir. Ben şahsen Hakkani hareketi ile El Kaide arasında on yıllardır devam eden ortaklığın bozulacağını hiç sanmıyorum. Hakkani hareketi Taliban’ın çekirdek kısmıdır ve Afganistan içindeki en kötü terörist saldırıları gerçekleştirmiştir.
Siraceddin’in babası Celaleddin Hakkani Afganistan-Pakistan sınırında faaliyet gösterirken, Usame bin Ladin’e ilk destek verenlerin arasında bulundu. Celaleddin’in ismiyle anılan ağ, 80’li yıllarda Sovyetlere karşı yapılan cihada katılmak üzere bölgeye gelen birinci nesil Arap yabancı savaşçıların geçişini sağladı. El Kaide’nin ilk lider kadrosundaki isimler Hakkani’nin kamplarında eğitildi. Hakkani ağı o günlerden bu yana geçen on yıllar içinde El Kaide ile sıkı ilişkilerini devam ettirdi.
Mesela, Usame bin Ladin’in evinden ele geçirilen önemli bir belge, El Kaide’ye bağlı adamların, ABD’nin işgalinden yıllar sonra dahi Siraceddin ile Afganistan’da işbirliği yaptığını ortaya çıkardı.
Hakkanilerin medya kolu 2016 yılının Aralık ayında yayınladığı uzun videoda Taliban ve El Kaide arasındaki yıkılmaz bağdan bahsetti. Celaleddin’in ölümünün 2018 Ekim ayında Taliban tarafından ilan edilmesinin ardından El Kaide, baba Hakkani’nin Usame bin Ladin ile kardeşliğini vurgulayan ışıltılı bir biyografi yayınladı. El Kaide merkez liderliği yaptığı açıklamada, Siraceddin’in “Afganistan İslam Emirliği Emirinin yardımcısı görevine gelmesinin tek tesellileri” olduğunu belirterek, Siraceddin ve Ahundzade’den bahsederken “emirlerimiz” ifadesini kullandı.
Bu yılın Mayıs ayında yayınlanan uzun videoda Zevahiri, baba Hakkani’yi bir “kahraman” ve “mümtaz şeyh” olarak tanımladı. Videoda ayrıca, tüm El Kaide organizasyonu adına, Emirul Mu’minin Heybetullah Ahundzade, Taliban yüksek şura heyeti, İslam Emirliğinin tüm “yetkilileri ve mücahitleri” ile Hakkani’nin ailesine baş sağlığı dilendi. Zevahiri özellikle ismiyle anarak onore ettiği Siraceddin’ine sabır vermesi için Allah’a dua etti.
Taliban Celaleddin’i birçok vesile sırasında onore etti. Aralarında ABD tarafından terörist ilan edilen Suudi Arabistanlı ve El Kaide bağlantılı bir alimin de bulunduğu Suriye’deki cihat yanlılarının Hakkani hakkında düşündükleri Taliban’ın kendi taziye videosunda yer aldı.
Siraceddin, başına 10 milyon dolarlık ödül koyulmuş, uluslararası düzeyde aranan bir teröristtir. ABD ve BM, Hakkani ağını ve çok sayıda üyesini yaptırım listesine almıştır. Alınan bu hukuki önlemlerin gerekli olduğunu gösteren çok sayıda delil vardır. Hakkaniler yalnızca Kabil ve Afganistan’ın diğer yerlerindeki en ağır terörist saldırıları gerçekleştirmemiş, aynı zamanda El Kaide’nin uluslararası eylemlere odaklanan ajanlarını Afganistan-Pakistan sınırında saklamıştır. ABD ve müttefikleri, bir dizi küresel terör eylemi planlarının izini Hakkanilerin Kuzey Pakistan’daki üslerine kadar sürmüştür.
Ben şahsen, Siraceddin Hakkani veya onun adamlarının El Kaide ile yollarını ayıracağına dair bir kanıt olduğunu bilmiyorum.
El Kaide’nin Hindistan Alt Kıtası kolu (AQIS) Taliban’ın Afganistan İslam Emirliği’ni diriltmek için savaşmaktadır
Güney Asya’nın çeşitli noktalarında faaliyet gösteren AQIS’in kuruluşu Zevahiri tarafından 2014 yılında açıklandı.
Birçok El Kaide bağlantılı grup veya bazı grupların bir kısmı AQIS bünyesinde toplandı. AQIS’in ilk büyük terörist eylemi iki Pakistan savaş gemisini ele geçirme girişimi oldu. Cihat yanlıları gemilerdeki füzeleri Hindistanlı ve Amerikalı donanma gemilerine atmak ve ölümcül bir uluslarası savaş çıkarmak niyetindeydi. Eylem, ancak AQIS üyelerinin gemileri ele geçirmeye çok yaklaşmasının ardından Pakistanlı yetkililer tarafından bertaraf edilebildi.
AQIS’in cesur terör planları bir yandan hala endişe oluştururken grubun ana gayesinin İslam Emirliği’ni yeniden hayata geçirmesi için Taliban’a yardım etmektir. AQIS’nin sadakatinin önce Zevahiri’ye daha sonra da Ahundzade’ye olduğunun altı çizilen örgüt manifestosunda, Taliban’a yardım edilmesinin öncelik olduğu yer almaktadır. AQIS Afganistan içinde önemli düzeyde faaldir.
Mesela, 2015 yılında, Amerikan ve Afgan güçleri Kandahar’ın güneyindeki Şorabak’da AQIS’e ait iki büyük eğitim kampına operasyon düzenledi. ABD’li ordu yetkililerinin açıklamasında bu kamplardan bir tanesinin neredeyse 30 mil kare büyüklüğünde olduğu ve bunun 11 Eylül sonrasında keşfedilen El Kaide’ye ait en büyük kamp olarak kayıtlara geçti.
Şorabak kampları Taliban’ın ev sahipliği altında çalışmıştı. Ayrıca operasyonda ele geçirilen istihbarat, AQIS’in aralarında Bangladeş’in de bulunduğu komşu ülkelere uzanan bir yapısı olduğunu ispatlamıştır. Birçok AQIS ve El Kaide üyesi aynı zamanda hem Taliban ve El Kaide savaşçısı olarak tanımlandığı için Afganistan’da El Kaide’ye bağlı kaç savaşçı olduğunu belirlemek zordur.
Bu sorun, yakın tarihte hazırlanan bir raporla Kongre’nin dikkatine sunuldu. Raporun yazarı El Kaide ve Taliban’ı kastederek; “birçok El Kaide üyesi, aynı anda iki gruba aittir” ifadesini kullandı. Raporda ayrıca Taliban işaret edilerek; “El Kaide eğitim kamplarını yönetir, saldırıları planlar ve finanse eder ve diğer gruplar tarafından gerçekleştirilen saldırıları öne çıkaran propaganda içeriği hazırlar ve bu içeriği yayar” denilmektedir.
AQIS’in ilk lideri Asım Ömer’e göre Amerika’nın Afganistan’daki mağlubiyeti yakındır. 2017 yılının Nisan ayında neşredilen bir makalede Ömer, Trump’ın “önce Amerika” politikasının aslında ABD’nin “dünya liderliğinden vazgeçtiğini” savundu. Ömer, Amerika’nın zayıflığı abartmış olabilir ancak kendisi Afganistan’dan askerlerin çekilmesi kesinlikle El Kaide için bir zafer olarak gördü.
Aralarında Orta Asyalı, Uygur ve Pakistanlı grupların da bulunduğu diğer El Kaide bağlantılı cihat yanlıları da Taliban adına savaşmaktadır
BMGK raporlarına göre, Afganistan sınırları içinde çok sayıda El Kaide bağlantılı grup varlık göstermektedir. Taliban’ın bu örgütleri de “kanunsuz” olarak tanımlayacağına işaret eden herhangi bir delil bulunmamaktadır.