Trump’ın yeni IŞİD planı: Daha fazla yıkım, daha fazla sivil kaybı

"Söz konusu değişikliklerin sivil kayıpları ve şehirlerdeki alt yapı yıkımının artmasını kaçınılmaz kılacağı söylenebilir."

ABD Başkanı Donald Trump'ın DEAŞ ile mücadele stratejisinde yaptığı değişikliklerin, sivil kayıpları ve şehirlerdeki alt yapı yıkımını artırdığı, bununla beraber örgütle mücadelenin kapsamının genişlemesine ve misyonundan sapmasına yol açabileceği konuşuluyor.

ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, Ocak ayında Trump’ın talimatı üzerine DEAŞ ile mücadele stratejisini incelediklerini ve hazırladıkları inceleme raporuna binaen Trump’ın DEAŞ stratejisinde iki değişiklik yaptığını söylemişti. Mattis söz konusu değişiklikleri, güç kullanma yetkilerinin sahadaki komutanlara bırakılması ve DEAŞ’ı güçlü olduğu şehirlerde çevreleyerek yok etmek şeklinde tanımladı.

Savunma Bakanı birinci değişikliğin DEAŞ’a karşı zamanında adım atmak için gerekli olduğunu, ikinci değişiklikteki amacın ise örgütün elindeki şehirlerde bulunan yabancı savaşçıların kaçmasını engellemek olduğunu söyledi.

Söz konusu değişiklikler, Trump yönetimi tarafından, DEAŞ’ı daha hızlı şekilde yok etmek bakımından önemli olduğu lanse edilse de, bu stratejinin sivil kayıpları ve şehirlerdeki alt yapı yıkımının artmasını kaçınılmaz kılacağı ve DEAŞ ile mücadelenin kapsamının genişlemesine ve mevcut misyonun sapmasına da yol açacağı söylenebilir.

Obama’nın stratejisi Beyaz Saray’dan kontrol ediliyordu

ABD Eski Başkanı Barack Obama güç kullanma yetkilerini Washington’da tutuyordu. ABD’nin ‘aktif savaş alanı’ olarak tanımlanan Suriye ve Irak’taki rutin hava saldırıları dışında, özellikle sivil yerleşim alanlarına yapılan saldırılar veya terör örgütüne ait kamplara karadan yapılan baskınlar, DEAŞ karşıtı koalisyon olan Birleşik Görev Gücü’nün Birleşik Hava Harekat Merkezi’nde (CAOC) analiz edilip uygun seçenekler Merkez Kuvvetler Komutanlığı’na (CENTCOM), oradan da Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) geliyordu. Pentagon’un Beyaz Saray’dan aldığı onay üzerinden harekat icra ediliyordu.

Aynı şekilde, Amerikan askerlerinin sahadaki sayısı veya pozisyonları ve rutin hava saldırılarında kullanılan uçaklar dışında kullanılacak askeri unsurlar da yine Washington’dan belirleniyordu.

Obama yönetiminin bu stratejisinin arkasında, askeri operasyonların kontrolden çıkma riskinin minimize edilip ABD’nin daha geniş çaplı çatışmalara girmesinin önüne geçmek ve her operasyonda sivil kayıplar ve altyapı tahribatları konusunda siyasi iradeye derinlemesine bir değerlendirme şansı bırakmak vardı.

Pentagon kamuya açık şekilde veya resmi olarak ifade etmese de, yetkilerinin kısıtlı olmasından rahatsızdı. Kongre’de gerek CENTCOM Komutanı Joseph Votel gerekse Genel Kurmay Başkanı Joseph Dunford, yetki konularına yönelik sorulara kaçamak cevaplar veriyordu.

Trump, Obama’dan devraldığı stratejinin büyük kısmını korudu

Obama DEAŞ ile mücadele stratejisini, örgüte karşı hava saldırısı düzenlemek, örgütün finansal kaynaklarını kurutmak, bölgedeki yerel müttefik kuvvetlere eğitim ve silah desteği vererek örgütün tekrar dirilmesini engellemek, örgütün ideolojisine karşı mücadele etmek ve örgütten alınan bölgeleri tekrar inşa etmek için uluslararası destek toplamak üzere beş ana başlıkta tanımlıyordu.

Trump bu stratejiyi büyük ölçüde korudu. Bununla birlikte Trump görevi devralmadan önce, yetkilerin sahadaki komutanlara bırakılması konusunda Pentagon’un bir hazırlık içinde olduğu biliniyordu. Trump ilk ziyaretini Pentagon’a gerçekleştirmeden kısa bir süre önce Anadolu Ajansı’na konuşan bir savunma yetkilisi, komutanların DEAŞ ile mücadelede strateji değişikliğine yönelik hazırlıklar yaptığını ifade etmişti. Aynı zamanda Mattis’in de bir sayfalık bir dilekçeyle, askeri güç kullanma yetkilerinin sahadaki komutanlara verilmesi talebinde bulunduğu haberleri çıkmıştı.

Trump görevi devraldıktan sadece bir hafta sonra, 28 Ocak’ta Pentagon gerçekleştirdiği ziyaret sırasında, Pentagon’a DEAŞ ile mücadeleyi hızlandıracak bir plan hazırlaması talimatını verdi. Pentagon da önemli ölçüde gizli kalan bir planı Beyaz Saray’a Mart ayında sundu. Resmi olarak açıklanmasa da söz konusu değişikliğin Mart ayında uygulamaya konulduğu düşünülüyor. Pentagon, ilk kez Mattis tarafından resmi olarak açıklanan değişiklikleri brifinglerde dile getirse de, bunları değişiklikler olarak tanımlamıyordu.

Yapılan değişiklikle sivil kayıplar arttı

Mart ayında Irak ve Suriye’de ağır sivil kayıpların verilmesi dikkat çekmişti. Ancak Pentagon, siviller konusunda Trump yönetiminin herhangi bir taviz vermediğini savunuyordu. Pentagon yaptığı soruşturmalarda, ABD öncülüğündeki koalisyon saldırılarında toplam 396 sivilin hayatını kaybettiğini tespit ettiklerini iddia etse de, konuyla ilgili araştırma yapan sivil toplum örgütleri, sadece Trump’ın ilk üç aylık dönemindeki sivil kayıp sayısının binin üzerinde olduğunu ortaya koyuyor.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), Halep'in Cina köyü yakınlarında 17 Mart'ta bir hava saldırısı gerçekleştirdiğini açıkladı. Saldırıda en az 58 kişi hayatını kaybetti. Pentagon camiyi hedef almadıklarını, caminin hemen karşısındaki büyük bir binanın vurulduğunu açıklasa da, binanın camiyle ilişkisinin ne olduğunu izah edemedi. Pentagon'un başlattığı inceleme henüz sonuçlanmadı.

ABD'nin Musul'un batısında yine aynı zaman diliminde düzenlediği hava saldırısında, yaklaşık 230 sivilin hayatını kaybettiği iddia edildi. Pentagon konuyla ilgili resmi soruşturma açarken, saldırıların karadan yapılan destek çağrısına cevaben gerçekleştirildiğini savundu.

Ayrıca aynı dönemde ABD, Rakka kuşatması kapsamında, Fırat Nehri'nin güneyindeki Mansura beldesinde bir okul binasını hedef aldı. Yerel kaynaklara göre, yüzlerce mültecinin sığınma alanı olarak kullandığı okulda 40'a yakın mülteci hayatını kaybetti. ABD binanın DEAŞ tarafından kullanıldığını savunarak sivil kayıp iddiaları reddetti.

Bunların dışında da, sayıları az da olsa, ABD’nin sivil kayıplara yol açan birçok hava saldırısının olduğu iddia ediliyor. Anadolu Ajansı’nın Pentagon’dan aldığı bilgilere göre, söz konusu ağır sivil kayıpların yaşandığı Suriye ve Irak’taki saldırıların tamamı bölgedeki komutanlarca planlandı ve onayı da yine oradaki komutanlarca verildi.

Şehirlerdeki tahribat kaçınılmaz

DEAŞ ile mücadele stratejisinde, örgütün elindeki şehirlerin tamamen kuşatılıp DEAŞ militanlarının o şehirlerde yok edilmesi şeklinde yapılan değişikliğin, şehirlerdeki tahribatı kaçınılmaz kılacağı belirtiliyor.

Tüm konvansiyonel savaşlarda olduğu gibi, DEAŞ’ın elindeki şehirlerin etrafı sarılırken, şehirdeki alt yapının daha az tahribata uğraması için, DEAŞ’a şehirden kaçabileceği bir yol bırakılıyordu. Mattis bu stratejiyi değiştirmedeki temel hedefi, şehirdeki yabancı teröristlerin kaçmasını engellemek olarak açıkladı. Ancak bu değişikliğin şehirlerde yol açacağı tahribata ise değinmedi. Oysa tamamen kuşatıldığını fark eden örgütün yok olana dek şehir içerisinde savaşması durumunda, şiddetli sokak çatışmalarının yaşanacağı ve bunun doğal sonucu olarak şehirlerdeki yıkımın artacağı düşünülüyor.

Pentagon ise bu konuda farklı düşünüyor. Pentagon’a göre DEAŞ el yapımı patlayıcılarla, bubi tuzakları ve tünellerle, her şekilde şehirlerin alt yapılarını kullanılmaz hale getiriyor. Irak’ta Ramadi, Beyce ve Musul’un doğusunu, Suriye’de ise Menbiç ilçesindeki tahribatı örnek gösteren savunma yetkilileri, Rakka’nın savunma amaçlı çok daha fazla tuzakla donatılmış olabileceğini düşünüyor.

Yetki devri misyon genişlemesine yol açabilir

DEAŞ ile mücadelede, Obama döneminde de Kongre’nin şahinleri tarafından sıkça dile getirilen “misyon genişlemesi” riski, yetkilerin sivil iradeden komutanlara verilmesiyle daha da arttı.

Resmi rakamlara göre ABD’nin Suriye’de 900, Irak’ta ise 1262 askeri bulunuyor. Bu kuvvetlerin yanı sıra, sayıları bilinmese de, sahadaki komutanların dönüşümlü olarak geçici görevler için iki ülkeye konuşlandırdığı askerlerin olduğu Pentagon tarafından da kabul ediliyor. Bu durum Obama döneminde de mevcuttu. Ancak Trump döneminde, bu şekilde konuşlandırılan askerlerin bir kısmı, DEAŞ ile mücadele dışında bazı görevler icra etmek üzere de kullanıldı. Örneğin Menbiç’te PYD/PKK militanlarını Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) karşı korumak üzere devriye gezen birliklerin, Washington tarafından değil, bölgedeki komutanlar tarafından görevlendirildiği bildirilmişti.

Aynı şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’nin Karaçok bölgesine yaptığı hava harekatından sonra, zırhlı ABD araçlarının PYD/PKK terör örgütünün askeri kolu olan YPG’ye güvence vermek üzere gönderilmesini de bu komutanların emrettiği konuşulmuştu.

Yine PYD/PKK’nın öncülük ettiği Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) Fırat nehrinin güneyindeki Tabka şehrine yakın bir bölgeye helikopterlerle taşınması ve ilk kez Apache tipi Amerikan saldırı helikopterlerinin kullanılması kararının da bölgedeki komutanlarca verildiği tespit edildi.

Fiili durum resmileşti

Geçtiğimiz günlerde, başta CENTCOM komutanı olmak üzere, sahadaki komutanların siyasi iradeden ve Pentagon’dan bağımsız şekilde karar alıp uyguladıklarına yönelik eleştiriler gündeme gelmiş, Anadolu Ajansı da 29 Eylül 2016 tarihinde yayımladığı “CENTCOM kendi savaşını mı sürdürüyor?” başlıklı yazıda bu iddiaları analiz etmişti.

Koalisyonun 17 Eylül 2016'da Deyr ez-Zur'daki bir Suriye askeri üssüne yönelik 60'tan fazla Suriyeli askerin ölümüne sebep olan hava saldırısı, zaten herkes tarafından ‘kırılgan’ olarak nitelenen Çatışmaların Durdurulması (Cessation of Hostilities/CoH) anlaşmasının beşinci gününde gerçekleşmişti. Hedefin Birleşik Müşterek Görev Gücü (CJTF) tarafından iki gün boyunca gözlendiği ve vurulması gereken bir DEAŞ hedefi olarak teyit edildiği ortaya çıkmıştı.

Bu saldırıdan sadece iki gün sonra, 19 Eylül'de, rejim güçlerinin kuşatması altındaki Halep'in muhaliflerin elinde bulunan bölgelerine insani yardım malzemeleri taşıyan Kızılay konvoyuna yapılan saldırıda birçok sivil hayatını kaybetmiş, bir hastane ve bir yardım merkezi de tahrip olmuştu. Şam herhangi bir dahli olduğu iddialarını kati bir şekilde yalanlasa da, bu saldırı gözlemciler tarafından, Suriye askeri üssüne 17 Eylül'de gerçekleştirilen CENTCOM saldırısının Ruslarda ve Suriye merkezi hükumetinde yarattığı büyük hayal kırıklığının ve ortak öfkenin bir işareti olarak yorumlanmıştı.

CENTCOM komutanı hakkındaki endişeler

Deyr ez-Zur'daki Suriyeli güçlerin "yanlışlıkla" hedef alınmış olması, gerçekten de sonraki gelişmelerin kaderini değiştirecek bir olaydı. Bu saldırıyla ilgili olarak, CENTCOM’un "kendi savaşını" verdiği iddiaları öne sürülmüştü. Hatta bu saldırının, Suriye'nin 13 Eylül'de hava sahasına giren İsrail savaş uçaklarına yönelik füze saldırısına misilleme olarak CENTCOM tarafından ‘kasten’ yapıldığını iddia edenler dahi olmuştu.

Mayıs 2015'te bir ihbarcıdan gelen şikayet üzerine, CENTCOM komutanı Votel’ın bölgede toplanan istihbarat raporlarını ‘çarpıttığı’ iddialarını ele alan ABD Temsilciler Meclisi Müşterek Araştırma Grubu ise Aralık 2015'te başlattığı araştırmanın sonuçlarını “endişe verici” olarak değerlendirmişti.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.

Analiz Haberleri