Türkiye Afganistan savaşına dahil olmalı mı?

Ahmed Waleed Kakar

ABD alelacele çekilme sürecine devam ederken, bu sefer Türkiye kendisini Afganistan savaşına dahil olma tehlikesine atıyor.

Afgan-Türk ilişkileri uzun bir geçmişe sahip. Hatta bu ilişkiler tuhaf bir şekilde başlıyor. 1720'li yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu ile Hotak Afganlar arasında bir savaş patlak verdi. Hotaklar etkileyici bir zafer kazandılar, fakat bunun ardından ilişkiler hızlı bir  biçimde iyileşti ve o günden bu yana sıcak kaldı. 1877 yılında Kabil'e giden bir Osmanlı diplomatik misyonu, Afgan emirini, Rusya'ya karşı İstanbul ile güçlerini birleştirerek savaş açmaya teşvik etmek istediyse de başarılı olamadı.1 Emir Şir Ali'nin düşmanlığı Rusya'ya karşı değil, İngilizlere karşıydı. Buna rağmen, bu misyon Afganistan ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin öneminin kavranmasını sağladı.

Bu kavrayış, Afgan ve Türklerin bağımsızlık savaşlarının ardından meyvesini verecekti. Türkiye'nin diplomatik misyonu, Kabil'de tesis edilen ilk elçilikti. Hukuk, eğitim, askeriye ve sağlık gibi alanlarda iş birliği kuruldu. Osmanlı sultanı/halifesi ile aynı dini inancı paylaşan Sünni Hanefi Afgan emirleri, halifenin adıyla cuma hutbeleri veriyordu.2

Afganistan'ın son siyasi safhası, ABD öncülüğündeki bir askeri işgalin gölgesinde kaldı. Bir NATO üyesi olarak Ankara da bu ABD koalisyonunda rol oynadı. Yerinde bir kararla Türk personeli çatışmalara müdahil olmadı ve Kabil hükümeti güçlerinin yeniden inşası ve eğitimi alanında konuşlandırıldı.

Bu, Türk güçlerinin 19'uncu yüzyılın başında Afganistan'da oynadığı role benzer bir roldü. Bunu göz önüne alarak Taliban, son 20 yılı karakterize edecek bir biçimde uluslararası güçlere ve Afgan birliklerine tekrar tekrar saldırıda bulunurken, Türk güçlerine saldırı düzenlemedi. Kalkınmadaki rolünü aklında bulundurarak Afganistan'da en az 20 Türk okulu faal durumda. Binlerce Afgan Türkiye'de çalışıyor, ayırca Türk Kızılayı da Afganistan'da aktif ve faal.

ABD'nin aceleci çekilme süreci sona yaklaşırken, Kabil Havaalanı'nın güvenliği konusunda endişeler hasıl oldu. Türkiye, ABD'nin çekilmesi sonrasında, muhtemelen artan şiddet dönemine tesadüf eder bir şekilde, havaalanı işletmeye gönüllü oldu. Bu teklif Taliban tarafından hızla reddedildi. Kabil Havaalanı'nın tarihine bakmak, havaalanı güvenliğine dair mevcut kaygıların arkasındaki düşünceleri ortaya çıkaracaktır.

Kabil Havaalanı'nın tarihi

16 Nisan 1992'de, Afganistan'ın son Komünist Devlet Başkanı Dr. Muhammed Necibullah, başkanlık sarayından son kez ayrıldı. Afganistan'dan kaçıyor ve Hindistan'da sürgündeki ailesinin yanına gitmeyi amaçlıyordu. Bunu yapmayı başaramadan Kabil Havaalanı'nın hemen dışında aniden durduruldu. Ona açıkça General Abdurreşid Dostum'un, yükselişini Necibullah'a borçlu olan bu milis komutanının, Kabil Havaalanı'nı kontrolünü üstlendiği söylenmişti.

Dostum, bir zamanlar patronu olan Necibullah da dahil, havaalanına giren herkesi öldürmekle tehdit ediyordu. Necibullah'ın konvoyu geri çevrildi ve takip eden dört yıl boyunca yaşamaya devam edeceği Kabil'deki Birleşmiş Milletler (BM) binasına sığındı.

Taliban'ın Kabil'i ele geçirmesi

Eylül 1996'da Taliban Kabil'i ele geçirdi. Yaptıkları ilk şeylerden biri BM binasına baskın düzenlemek oldu. Vahşetiyle tanınan gizli polis servisinin eski şefi Necibullah'ı yakalayıp ona işkence ettiler. Bir aracın arkasına bağlandı ve şehirde dolaştırılarak teşhir edildi. Nihayetinde kafasına sıkılan bir kurşun bu sefaletine son verdi. Cesedi bir meydana asıldı.3

1992 ile olan benzerlik oldukça açık. Bu sefer de, yabancılar tarafından tesis edilen bir başka yönetim sendelemekte. Taliban bir kez daha şiddetli bir harekat yürütüyor. Onlarca ilçe direnişçilere geçti. Bunlar arasında bir zamanlar General Dostum'un güç merkezi olanlar da var. Kendisi de Türkiye'ye, alışıldık sığınma noktasına bir başka uçuş gerçekleştirmiş durumda.

Karanlık taraf

Türkiye'nin Afganistan'a dair politikasında bilinmesi gereken iki gerçek var. İlki, çalkantılı olsa da Afganistan'ın bir kez daha yeni bir sayfa açıyor olması. Bu da tabiatı gereği, şimdiye kadar benimsenen politikanın yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.

İkincisi ise, Afganistan için kritik bir dönemeçte artan bir biçimde daha önemli bir bölgesel aktör olarak Türkiye'nin ülkedeki rolü, tarihi kapasitesinin ötesine geçmiştir. Bu gerçeklikler, tarihi Afgan-Türk ilişkileri göz önüne alındığında, daha da desteklenmektedir. Afganistan'ın işgaline sebebiyet vermiş olan ve şimdilerde kayda değer şekilde değişen küresel düzenle beraber...

Raşid Dostum detayı

Sağlık, eğitim ve yeniden imar faaliyetlerinin yanında, Türkiye'nin Afgan politikasının daha karanlık bir yanı da var. Karşı konulmaz bir şekilde Abdurreşid Dostum'a odaklanmak. Etnik bir Özbek olan Dostum, 1990'yı yıllardan beri, kısmen Pan-Türkist bir düşünceyle, Türk yetkililerle olumlu ilişkilerini sürdürüyor. Dostum'a yönelik bu destek konusunda olan ısrarın, Erdoğan'ın başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığında da sürmesi, Afganistan'da birçok kişinin şüpheye düşmesine ve şaşırmasına yol açıyor.

Bu ikilinin arasındaki keskin zıtlık, oldukça dikkat çekici. İhvan'dan esinlenmiş bir kişi olan Erdoğan'ın değişkenlikleri ve değişken bir karaktere sahip Hizb-i İslami lideri Gulbeddin Hikmetyar ile olan fotoğrafları biliniyor. Diğer taraftan Dostum ise kariyerine, Sovyetler Birliği ve onun yerel bağlılarının himayesi altındaki bir Komünist milis komutanı olarak başladı. İronik bir şekilde, Dostum'un milisleri mücahit gruplara karşı etkili bir dalgakıran olarak görülüyordu. Bu grupların arasında başta gelenlerden biri de Erdoğan'ın bir zamanlar yakınında olan Hikmetyar'ın güçleriydi.

1990'lı yıllardaki iç savaş sırasında işlediği vahşeti hesaba katmazsak, Dostum'un ve buna bağlı olarak Türkiye'nin 2001 yılını takiben üstlendiği rolün daha fazla incelenmesi gerekiyor. Dostum düşünülemeyecek olanları başarabildi. 2001 sonrasında Afgan devletinin halini tanımlar şekilde, herkesin siyasi ve hukuki olarak kafasına eseni yapmakta serbest olduğu bir ortamda adeta bir 'Amok Koşucusu'4 oldu.

Siyasi rakibine tecavüz iddiası

2008 yılında kendisine bağlı güçlerin, siyasi rakibi olan bir Türkmeni kaçırması ve ona saldırması sonrasında ortaya çıkan tepki sebebiyle Afganistan'dan kaçtı. Başkan Eşref Gani'nin Başkan Yardımcısı olduğu sırada, 2017 yılında bir kez daha ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Daha rahatsız edici olanı, bu kaçışın sebebi eski siyasi müttefiki Ahmed İşçi'nin, Dostum'u esir tutulduğu sırada kendisine tecavüz etmekle suçlamasıydı. Her iki seferde de Dostum Erdoğan'ın yönettiği Türkiye'ye sığındı.

Jeopolitiğin soğuk ve genellikle ahlak dışı dünyasında, nahoş şahıslarla ittifak kurma mantığı her zaman mevcuttur. Bu şahıslar "süreklilik" kahramanları olarak, kendilerini patronlarına değişken ve tahmin edilemez ülkelerdeki nitelikli elemanlar olarak gösterirler. Ancak yine de Ankara Dostum'a bel bağlayarak, kendi kalesine iki gol atıyor. Bir zamanlar komünist bir paralı asker olan bu kişinin kariyerini ve gücünü sürdürerek, Ankara Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İslami bir lider görünüşünün temeliyle çelişiyor.

Bu durum, Türkiye'nin siyasi yelpazenin her tarafında yumuşak güce sahip olduğu Afganistan'da iki kat daha zayıflatıcı bir etken. Ankara'nın kamu diplomasisinin iyi derecede yerleştiği bölgede, bu soğuk pragmatizmi sürdürmeye çok az ihtiyaç var. Aksi takdirde Afganistan'da Erdoğan'ın Müslüman liderliğine dair iddialarına hayran olan birçok kişi, Dostum faktörü sebebiyle kendisinden soğuyacaktır. Meşum bir etno-sekterlik veya dinle alay eden bir manipülasyon ile ihanete uğramış hissedeceklerdir.

Bu aynı zamanda ABD'nin Afganistan işgalinde yaptığı ilkesel bir hatanın tekrarı olacaktır. Dar jeopolitik hedeflerini elde etmeye çalışırken ABD de itibarı kalmamış savaş ağalarına güç vermiş ve onlara bel bağlamıştı. ABD'nin geç de olsa keşfettiği şekilde, bu kişilerin Amerikan çıkarlarına hizmet etmesine engel olan şey sadece savaş ağalarının açgözlülüğü değildi. Aynı zamanda sıradan halkın savaş ağalarına karşı duyduğu tiksintiydi. ABD'nin diplomatik dokunulmazlığı ve dolarları ile desteklediği ve yeniden göreve getirdiği diğer savaş ağaları gibi Dostum da, geçmişte de bugün de Afganistan'ın çoğunda tümüyle itibarsız bir şahıs. Bu durumu hiçbir şey, Dostum'un ülkenin kuzeybatısındaki  Özbek ağırlıklı bölgelere bir bakış atmaktan daha iyi tasvir edemez: Bölgede gün geçtikçe etnik çeşitlilik kazanan sürekli bir Taliban harekatı var.

İleriye bakmak

İleriye dönük olarak da, Türkiye'nin Afganistan'da çıkarları için takip etmekte olduğu paradigma da çöküyor. Kurulacak yeni hükümetin biçimi de dahil birçok şey halen belirsizken, ileride kurulacak yönetimde Taliban'ın baskın olacağı şüpheden oldukça uzak. 2001 yılındaki Deşt-i Leyli katliamındaki rolü unutulmayan Dostum'un onlarca yıllık düşmanı Taliban, Afganistan'ın en güçlü askeri organizasyonu konumunda. Ve de Taliban'ın, Ankara'nın Dostum ile olan ilişkilerine sıcak bakması zor görünüyor. Afganistan'da yeni bir döneme girilirken, Kabil'de kurulacak müstakbel hükümetle bağların güçlenmesi ve ilişkilerdeki buzların çözülmesi için, Dostum ile olan zamanı geçmiş birlikteliğin sona ermesi gerekiyor.

Kabil Havaalanı meselesine yönelik bakışın da benzer bir anlayışla gerçekleşmesi gerekiyor. Beyaz Saray'da, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı etkili bir biçimde devirmeye olan isteğini açıkça ortaya koyan bir başkanla karşılaşmasıyla, Ankara'nın halen Washington'a faydalı olduğunu kanıtlamak istemesi şaşırtıcı değil.

Bunun, kendi ulusal çıkarları paralelinde nasıl yapılabileceği ise meselenin can alıcı noktası. Yırtıcı rakiplerin olduğu düşmanca bir ortamda köşeye sıkıştırılmış haldeyken, Washington'a faydalı olmak işe yarayabilir. Yine de sorular devam ediyor. Eğer Washington'a faydalı olabilmek amaçlanan hedefse, Ankara Taliban gözünde Afganistan'da ABD'nin koruması olan en güçlü aktör olarak görülürse, bu ne kadar faydalı olabilir?

Ankara tek taraflı olarak, ABD'ye karşı 20 yıllık bir direniş içerisinde olan bir ülkenin havaalanını koruma hususunda ABD'ye yardımcı olmak istediğini ilan etti. Bu da en güçlü Afgan aktörlere danışılmadan yapıldı. ABD'nin kaçıyor olduğu bir ülkedeki havaalanında ABD'nin yardımcısı olarak görev yaparsa, Ankara çok az şey kazanır ve çok şey kaybeder.

Afgan tarafların bir anlaşma konusunda müzakere etmesi için yapıcı bir çevre oluşturmak Ankara'ya daha iyi hizmet edecektir. Bu sadece Kabil Havaalanı'nın dış duvarıyla alakalı bile olsa. Bu durum, Başkan Gani'nin hükümetiyle önceden var olan ilişkilerin yanı sıra, ileriye dönük olarak Taliban ile faydalı bir iletişim kurmanın çifte zaferini Ankara'ya sağlayacaktır.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı da, Afganistan'daki ABD çıkarlarının garantörü olan bir Müslüman lider olarak tasvir edilme rahatsızlığından kurtaracaktır. Ki Afganistan'da ABD çıkarlarına saygı konusundaki yaklaşım dibe vurmuş durumdadır.

Dipnotlar

1. Quataert, D., 2005. The Ottoman Empire, 1700-1922. Cambridge University Press. s.84

2. a.g.e., s.85

3. Tomsen, P., 2013. The wars of Afghanistan: Messianic terrorism, tribal conflicts, and the failures of great powers. Hachette UK.

4. Bir tür cinnet hali (tercüman notu)


Ahmed Waleed Kakar tarafından kaleme alınan ve The Afghan Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.