Bir başından diğer başına kadar karşılaştığım tüm Suriyeliler, açıktan ya da aleni olarak Şam ve halkının hakiki anlamda kurtulmaları için Türkiye’nin Suriye’ye girmesini güzel karşılıyordu. Ancak temenniler başka realite ise başkadır.
Suriyelilerin vakıada ve eylemde Türklerden istediğini, Türklerin ve Suriyelilerin hasımları da istemektedir. Ancak birinciler, Şam’ın himayesi ve Türklerin Şam’daki stratejik derinliklerini desteklemek için bunu isterken, diğer taraf Türkiye’yi cezalandırmak için bunu istemektedir.
Bundan ötürü yapılması gereken, seçeneklerin dakik bir şekilde dengelenmesi ve doğru kıyaslanmasıdır. Bu, Türkiye düşmanlarının dudaklarının bunun hayaliyle söylendiği Türkiye’yi ve halkını sevenlerin istemeyeceği bir kâbusa dönüşmeden yapılmalıdır.
Astana görüşmelerinden sonra ilk işaretler Şam’a musallat olan mezhepçi taife çetesinden gelmiştir: “Türkleri İdlib’e girmekten sakındırıyor ve Türklerin varlığını meşru kabul etmiyoruz.” Önceki ve sonraki Astana görüşmeleri, gerilimin azaltılması için Türklerden ve başkalarından gözlemcilerin yerleştirilmesine çağırıyordu. Hala devam eden bu gerilimi azaltma, yalnızca hâkim çete [Esed rejim] için gerçek bir tehdit oluşturan özgürleştirilmiş bölgelerle ilgili konuşulmaktadır. Sanki Şam devrimi ve verilen bedeller özgürlük ve adalet için değil de gerilimin azaltılması içinmiş gibi.
Türkiye’nin müdahalesinden korkanlar delillerini serdederken, Irak ve İran’ın baskılarının artması üzerine Türkiye’nin Başika’dan çekilmesiyle başlamakta, sonra Rusya - İran ittifakı karşısında Türkiye’nin zayıflığını ve Halep’in kuzeyinde bulunan bölgenin genişlemesi yerine 5 bin metrekareden 2 bin metrekareye çekilmesinden bahsetmektedirler. -Bir kısmının efendileri Esad’ın kucağına dönebilecek kadar- fırsatçı gruplara ve güçlere itimat edilmesi sebebiyle bölgede var olan ürkütücü ahlaki ve mali fesatlar ise işin diğer bir boyutudur.
Türkiye müdahalesinin ardından uluslararası toplumun genel bir kararla Suriye’de bulunup meşru olmayan güçlerin çekilmesini talep etmesi durumunda ne olacaktır? Meşruiyet bakımından uluslararası camiada Esad tanındığına göre, bu durumda Türklerin karşısında, İdlib’den geri çekilme ve -Başika halkının mezhepçi çetelere teslim edilişinde olduğu gibi- İdlib halkının da teslim edilmesi olacaktır.
Türkiye müdahalesini güzel gören ya da sessiz kalanların karşılaşacakları en çetin senaryo ise, İdlib ve kuzey bölgelerde bulunan ve yerleşik olan Hey’et Tahriruş-Şam’a rağmen Türkiye ordusunun müdahalede bulunmasının tehlikelerinde gizlenmektedir. O vakit –Allah göstermesin- aralarında bir çatışma meydana geldiğinde, Türk askerlerin tabutları ardı ardına Türkiye’ye yollanmaya başlayacaktır. Çatışmaların şiddetlenmesiyle, kesinlikle Amerika, Rusya, İran ve mezhepçi çete de bir şekilde çatışma hattına girecek ve böylece hepsinin Türkiye için istedikleri bir bataklıkta boğmaları temennileri gerçekleşecektir.
Bunun süresi ise, kırk yıldan beri devam eden PKK ve uzantılarıyla yürütülen savaştan daha uzun bile olabilir. Tüm bunların başlığı, Türkiye’ye kan kaybettirmektir.
Bu bataklık bir ütopya değil gerçektir.
Bu durum, Pakistan Talibanı’nın, Afgan hükümeti hatta Hindistan tarafından, hatta denildiğine göre Amerika tarafından desteklenmesinde meydana gelmiştir. Bunun nedeni, Pakistan ordusunu Veziristan kabile bölgelerinde boğmaktı ki öyle de oldu.
Türkiye’nin önündeki seçeneklerin zor ve sert olduğunu çok iyi anlıyoruz. Aynı şekilde bir fatih olarak Halep’e girip oradan Şam’a geçen ve daha da devam eden I. Selim döneminin yakın olmadığını da idrak ediyoruz.
Tüm bunlarda sesin yükseltilmesinin esas nedeni, sahada etkili olan Suriye devrim güçleriyle birlikte yardımlaşmaların desteklenmesi ve artırılması, durumu, rüzgârların savurduğu çöl kumlarının durumuna benzeyen uluslararası ilişkilere ise itimat edilmemesidir.
Kaynak: Mepa News