Türkiye’nin dış sorunlarını azaltmak için geniş bir diplomatik süreç başlatılmasından en az bir buçuk sene sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan eski Arap hasımlarıyla ilişkilerini yeniden normalleştirme adına en önemli adımı atıyor.
Kral Selman ve Veliaht prens Muhammed bin Selman ile Cidde’de gerçekleştirilen görüşmeler iki ülke arasında aylarca devam eden açık ve örtülü görüşmelerin ve müzakere çabalarının zirvesi konumundadır.
Yine aynı şekilde bu görüşmeler, dört yıl önce İstanbul’da Suudi Arabistan konsolosluğunda Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından iki ülkenin ilişkilerinde hakim olan gerginliğe son vermek için ortaya konan olumlu siyasi mesaj alışverişinin de doruk noktası mesabesindedir. Öyle görünüyor ki Ankara ilişikleri düzeltmek adına Suudi Arabistan’ının, önemli bir şartı olan Kaşıkçı cinayetine karıştığı şüphesiyle 26 Suud vatandaşı hakkında devam eden gıyabi mahkemeyi sonlandırma ve dosyası Suud yargısına teslim etme şartını kabul etti. Suudiler de bu beklenen adıma hemen Erdoğan’a krallığı ziyaret etmesi için resmi bir davet göndererek cevap verdi. Böylece ilişkilerde yeni bir dönem başladı.
İlişkilerdeki çıkmazlar
2018 yılında Kaşıkçı krizinin patlak vermesi ve Erdoğan'ın operasyonu gerçekleştiren ekip hakkında Türk makamlarının elindeki bilgileri ortaya çıkarması ve Amerikan istihbaratını da bilgilendirerek bu konuyu harekete geçirmede oynadığı rolden bu yana, Ankara’nın Riyad ile ilişkileri düzeltme çabası sonlanmadı.
Erdoğan’ın, 2015’te iktidara gelen Kral Selman ile kurduğu sıkı ilişki iki ülkenin liderleri arasındaki üst düzey iletişimde kopmayan tek ince bağ oldu. Bununla birlikte Türkiye-Suudi Arabistan krizinin ana iki çıkmaz üzerinde kurulu olduğu bir hakikattir. Bu iki çıkmaz, yani Erdoğan ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman arasında Kaşıkçı krizinin sebep olduğu şahsi husumet ve bu husumetin bölgede hüküm süren keskin kutuplaşma ile aynı döneme denk gelmesi, Ankara ve Riyad’ın aralarındaki ilişkiyi düzeltme çabasının önündeki önemli bir düğümü oluşturdu.
Ancak bu düğüm 2021 yılının başında Türkiye-Katar ittifakının ana nedenlerinden biri olan Körfez krizinin sona ermesiyle yavaş yavaş çözülmeye başladı. Daha sonra Ankara, Mayıs 2021'de Mısırla olan husumetine son vermek için müzakerelere başladı. Ve bunu, 2021 Kasım ayında BAE ile yapılan uzlaşmanın Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in Ankara ziyareti ile sonuçlanması izledi. Bu gelişmeler Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bugünkü seviyeye gelmesinin önünü açmıştır.
Türkiye-BAE ilişkilerinin düzelme sürecinde dayandıkları zeminin, ekonomik ve ticari alanlardaki iş birliği metodunu, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın uzlaşı süreci de aynı şekilde takip ediyor. Suudi Arabistan şu an -gayri resmi olarak- Türk mallarına uygulanan ithalat yasağı ve boykotu kaldırmaya, son yıllarda ciddi bir düşüş yaşayan Türk malı alımlarını yeniden yoğunlaştırmaya ve Türkiye’deki Suudi yatırımlarına yeniden hız kazandırmaya karar verdi. Ve bu durum özellikle önümüzdeki yıl çok kritik cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine yaklaşırken bocalayan ekonomisini canlandırmak isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan için önem arz ediyor.
Öte yandan bu metot, Suudi Arabistan'ın Ankara'nın bölgesel ilişkilerinde takip ettiği dış dönüşümün derinliğini ve Türkiye ile özellikle bölgesel iş birliği düzeyinde yakınlaşmanın önümüzdeki dönemde gelebileceği seviyeyi keşfetmesine alan tanıyacaktır. Bu durum, İran ile Batılı güçler arasındaki nükleer müzakerelerin ilerlemesine ek olarak Körfez-Amerika ilişkilerindeki gerilemenin ve Washington'un bölgeye yönelik güvenlik taahhütlerini azaltma yöneliminin bölgedeki yansımalarına karşı tedbirli olmak için dış seçeneklerini çeşitlendirmek isteyen Riyad ve Abu Dabi için acil bir ihtiyaçtır.
Türkiye ve eski bölgesel rakiplerinin ilişkilerinde kırılmalar yaşatan, ekonomik ve askeri güçlerini tüketen ve farklılıklarını derinleştiren bölgesel eski politikalardan vazgeçme arzusu gibi öznel faktörler kadar geçtiğimiz iki yılda bölgede meydana gelen dış dönüşümler de önem arz etmektedir. Biden’in iktidara gelmesiyle Amerika’nın bölge siyasetinde yaşanan değişim, Arap Baharı sonrası bölgenin jeopolitiğini yeniden şekillendirmek için Ankara, Riyad, Abu Dabi ve Kahire'yi rekabet politikasından vazgeçmeye ve iş birliği yollarını aramaya itmede önemli rol oynadı.
Tarafların son on yılda elde ettiği kazanımlara, yani Türkiye açısından, Suriye’de ve Libya’da bölgesel rolünü artırmada ve Körfez bölgesindeki varlığını güçlendirmede başarılı olmasına, Suudi Arabistan açısından ise BAE ve Mısır ile yan yana Arap ülkelerinin dönüşümlerini engellemeyi ve siyasal İslam’ın rolünü kısıtlamayı başarmasına rağmen her iki blok da aralarındaki bu rekabetin, bölgesel anlamda hiçbirinin lehine köklü bir değişikliğe yol açmadığı kanaatine vardılar.
Bu rekabet bölgede aralarındaki iş birliği fırsatlarını tükettiği kadar her tarafı da etkileyen krizleri büyütüyor. Ayrıca bu rekabet, İran'ın bölgesel rolünü güçlendirdiği için her iki tarafta da ters etki yapıyor.
Öte taraftan, Mısır'da merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin 2013 yılında devrilmesinin ardından Müslüman Kardeşler‘in bölgedeki gerileyişi ve cemaatin diğer Arap Baharı ülkelerinde zayıflaması, Türkiye'nin siyasal İslam akımını destekleme taahhüdünün azalmasında önemli bir rol oynamıştır.
Müslüman Kardeşler'in bu gerileyişi , Türkiye'nin Kahire ile müzakerelere girmesinin akabinde cemaatin Türkiye’deki medya faaliyetlerine kısıtlamalar getirmesiyle ortaya çıktı. Türkiye'nin siyasal İslam'a yaklaşımındaki bu değişim, Ankara'nın Arap çevresiyle yeniden geleneksel ilişkiler kurmak istediğini gösteriyor.
Türkiye bu yaklaşıma bağlı kalmanın zararlarının faydalarından daha ağır bastığı kanaatine vardı. Özellikle de mevcut anti-siyasal İslami akımın, Arap Baharı'ndan sonra bölgenin gidişatını değiştirme kabiliyetini göstermesinden sonra. Suudi Arabistan ve diğer müttefikleri için, Türkiye'nin bu açılımını kabul etmek Ankara'yı Müslüman Kardeşler'den büyük oranda uzaklaşmaya itecektir ve Türkiye Arap bölgesiyle kurduğu yeni ilişkilerin avantajlarını sabırsızlıkla bekleyecektir. Böylece -kısa ve uzun vadede- siyasal İslam akımının izolasyonunu artıracaktır.
"Yeniden güven tesisi için yapılması gereken çok şey var"
Her iki taraf da -Suudi Arabistan ve Türkiye- ilişkilerde yeni bir dönem başladığından bahsediyor olsa da iki ülkenin liderleri arasındaki güveni yeniden tesis etmek ve ABD'nin Kaşıkçı davasında bıraktığı krizin kalıntılarını gidermek için yapılması gereken çok şey var.
Erdoğan'ın ziyaretinden sonra iki ülke arasında Türkiye’nin yolunu çizmeye belirlemesinde yeni bir dönemin başladığı tahmin edilebilir. Ve bu dönem her iki taraf da bölge ekonomisi ve siyasetinde elde edecekleri faydaları dört gözle bekledikleri için ivme kazanacaktır.
Bununla beraber, hem Riyad hem de Abu Dabi, Ankara ile arasında yeni başlayan yakınlaşmanın hemen bölgesel iş birliğine yol açacağını tahmininde bulunmak zor olsa da iki tarafın buna olan ihtiyacının yanında bunu başarması arzusu Türkiye-Körfez ilişkilerindeki yeni seyrin devamı için güçlü bir garanti teşkil ediyor.
Türkiye ve Suudi Arabistan'ın iki büyük bölgesel güç olduğu düşünüldüğünde bu iki ülkenin yakınlaşmasının ikili ilişkiler düzeyinde sonuçlarla sınırlı kalmayıp, bölgesel düzeyde iş birliğini de kapsayacağı varsayılmaktadır. Ancak Amerika'nın, mezkur müttefikleri, -gelecekte- bölgesel durumun yönetiminde daha fazla rol almaya zorlama arzusu, bu tarz bir iş birliğinin üzerinde baskı oluşturuyor.
Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında ortaya çıkan bu yeni ilişkiler, Körfez’in -gelecekte- bölgesel rolünü güçlendirmesine yardımcı olabilir.
Arabi el Cedid için kaleme alınan bu görüş yazısı Zehra Çamdalı tarafından Mepa News için tercüme edilmiştir. Yazıdaki ifadeler Mepa News'in editöryel görüşünü yansıtmayabilir.