DW Türkçe | Burcu Karakaş
Ailesinden yıllardır haber alamayan Medine Nazımı, "21. yüzyılda neden bunları çekiyoruz?" diye soruyor.
"WeChat'im de var, e-mailim de ancak ailemle iletişime geçemiyorum çünkü onlar beni tamamen sildi."
Türkiye’ye okumak için gelen Cevlan Şirmehmet, Çin’deki dijital gözetim nedeniyle ailesiyle iletişim kuramayan binlerce Uygurdan biri. Çin’den ayrılanlar, teknolojik araçların kontrol altında olması nedeniyle sevdiklerinden yıllarca haber alamıyor ve aileleriyle iletişimi kesmek zorunda kalıyor. Bu da, Çin’deki baskılardan ülkeden ayrılmalarına rağmen kaçamamalarına neden oluyor.
29 yaşındaki Şirmehmet, İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 2016 yılının Ağustos ayında Çın Çüenguo’nun Sincan Uygur Özerk Bölgesi Sekreteri olarak atanmasının ardından baskıların artmasıyla iletişim sorunlarının yaşanmaya başladığını anlatıyor.
"Genelde WeChat üzerinden konuşuyorduk. En son 2018’de annem ile WeChat üzerinden konuştum. Bu konuşmadan iki gün sonra anneme tekrar mesaj attığımda fark ettim ki beni WeChat’ten silmiş. Kardeşim, diğer akrabalarım da sildiler. Annem babam kardeşim devlet memuru. Baskı nedeniyle sildiler diye düşündüm. Onlar iletişime geçene kadar ben geçmeyeyim dedim. O gün bugündür konuşamadık."
"Anlık konuşmalara müdahale edebiliyorlar"
Yurt dışında akrabası olan Uygurların onlarla iletişime geçmeleri, Çin yönetimi tarafından başvurulan kontrol mekanizmaları nedeniyle kolay değil. Teknoloji uzmanı Ahmet Alphan Sabancı, Çin’in sosyal medya ve mesajlaşma platformlarında aktif çalışan binlerce moderatör olduğunu söyleyerek, "Anahtar kelimeleri, potansiyel esprileri, kelime oyunlarını güncel olarak takip edip anlık konuşmalara müdahale edebiliyorlar. Siz konuşmak istediğiniz bir şeyi gizlemek isteseniz bile bunu anlayabilecek insanlar sürekli takipte" diye ekliyor.
Sabancı, Çin’de iş yapmak isteyen teknoloji şirketlerinin Çin’deki devlet yetkililerinin veri talebi olduğunda bu verileri vermek zorunda olduklarını hatırlatıyor. "Bu yüzden Twitter, Facebook, Google Çin’de iş yapamıyor" diyor. Çin’den ayrılmış kişilerle WeChat üzerinden mesajlaşmanın tespit edilmesi ya da buna dair bir şüphe oluşması halinde bu kişiler kamplara gönderiliyor. "Bu da bir korku atmosferi oluşmasına ve iletişim kesmeye neden oluyor" diyor. Çin’in Ankara Büyükelçisi Deng Li, DW Türkçe’ye verdiği röportajda, Uygurların kamplara kapatıldığı iddialarını redderek, Sincan’daki "eğitim merkezlerinin" birer "yatılı okul" olduğunu savunmuştu.
"Benimle irtibata geçmekten korkuyorlar"
Cevlan Şirmehmet, Türkiye’de okuduğu için ailesinin toplama kampına götürüldüğünü, bir sene sonra babası ve kardeşinin bırakıldığını, annesinin ise onu Türkiye’de ziyaret etmesinden dolayı cezaevine gönderildiğini öğrenmiş. İstanbul’daki Çin Konsolosluğu’na gelerek ailesiyle iletişim kurmalarına yardımcı olmalarını istediğini ancak konsolosluk yetkilisinin, "Mısır’da Çin’e karşı örgütlerle işbirliği yaptığın için babanla kardeşin seninle iletişim kurmayı istemiyor" dediğini anlatıyor ve ekliyor: "Ben hayatımda Mısır’a gitmedim."
Uygurlar, 18 Aralık’tan bu yana İstanbul Sarıyer’deki Çin Konsolosluğu önünde eylemde. İstanbul’da yaşayan Alim Can Turdi de toplama kampında olan beş kardeşinin akıbetini sormak için eylemde ama kampta olmayanlardan da haber alamıyor. Çin’deki ailesi onu WeChat’ten sildiği için onlardan haber alamıyor. "2013’ten 2017’ye kadar Doğu Türkistan’daki ailem ve kardeşlerimle görüşebiliyordum. 2017’den beri kimseyle irtibata geçemiyorum. Benimle irtibata geçmekten herkes korkuyor" diyor.
"21. yüzyılda neden bunları çekiyoruz?"
Kardeşi Mevlüde Nazımı’nın akıbetini öğrenmek için İstanbul’daki Çin Konsolosluğu önünde nöbet tutan Medine Nazımı, 12 yıldır Türkiye’de. Üç çocuğu ve eşiyle İstanbul’da yaşıyor ancak ailesi Çin’de. "2009’da geldiğimde ailemle telefonda iletişim kuruyordum. Sonra bir uygulama çıktı, ona para yükleyerek bilgisayardan araşıyorduk. 2011’de WeChat çıktı, yine iletişim sağlayabiliyorduk. Ancak 2016’dan sonra konuşmalar azaldı" diyor. 37 yaşındaki Medine Nazımı, dört sene önce tüm tanıdıklarının kendisini WeChat uygulaması üzerinden sildiğini anlatıyor. Ailesiyle iletişimi 2017’de kesilen Nazımı, sevdiklerinden dört senedir haber alamıyor.
Annesi hastalanınca ona bakmak için Çin’e dönen kız kardeşinin Türkiye’de okuduğu için kampa gönderildiğini, kamptan serbest kaldıktan sonra da bölücülükle suçlanarak cezaevine gönderildiğini öğrenmiş. "İletişimim olmadığı için ben tüm bunlardan habersiz kalmışım ve kardeşimin başına da gelmeyen kalmamış" diyor.
Annesi geçtiğimiz Eylül ayında vefat etmiş, ölümünden önce son bir kez telefonda sesinin duyamamış. Babası hayatta ancak onunla da iletişim kuramıyor.
"Babamın sesini duymayalı, 'Torunların büyüdü, seni görmek istiyor' diyemeyeli üç seneden fazla oldu. Teknoloji bu kadar ilerlemişken, 21. yüzyılda yaşarken neden biz bunları çekiyoruz ya? Bizim de insan gibi yaşamaya hakkımız yok mu?"
"Uygurlar sanal bir hapishanede yaşıyor"
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından 2019’da yayınlanan bir rapor, Çin’de polisin mobil uygulamayla Uygurların kişisel bilgilerini topladıklarını ortaya koyuyor.
DW Türkçe’ye konuşan, akıllı telefonlar için güvenlik uygulamaları hazırlayan "Guardian Project" ekibinin kurucusu Nathan Freitas, Uygurların telefonlarına "polis uygulaması" yüklemek zorunda olduklarını, bu uygulamanın telefonları birer kişisel takip cihazına dönüştürdüğünü söylüyor. "Akıllı telefonlar bir şekilde takip cihazı işlevi görse de yükleme zorunluluğu olan uygulama ile her bir kişinin direkt ve gerçek zamanlı denetim sürecine tabi olması gözetimi daha etkili hale getiriyor" diyor. İnternet sansürünün artırıldığı Sincan ve Tibet gibi bölgelerde, Pekin’deki dijital denetime ek olarak anahtar kelimelerin takip edildiğini, bazı ilave servis ve uygulamalara erişim engeli olduğunu söylüyor.
Freitas'a göre, telefonlardaki polis uygulaması, Çin’in vatandaşlarına davranışlarına göre puan vereceği "Sosyal Kredi Sistemi"ne doğru atılmış adımlardan biri. "Çin’de birçok yer, ödeme takibinden şarjınızın ne kadar kaldığına kadar birden fazla veriyi birleştiren bu teknolojiyi deneyimliyor. Bütün bu teknolojinin bir topluluğu ‘yeniden eğitmek’ ve aktif olarak baskılamak için nasıl kullanılabileceği ise Uygurlar üzerinde deneniyor. Sıradan bir Çin vatandaşında ‘sanal bir tasma’ olduğunu, buna karşılık Uygurların sanal bir hapishanede yaşadığını söyleyebiliriz" diyor.