ABD'nin bir müttefikten beklemesi gereken en temel özellik, ABD politikalarının hedeflerine katkı sağlayan tutarlı ve güvenilir davranıştır. İdeal olarak, ABD kendini demokrasi ve özgürlükler şampiyonu olarak gördüğü için, bir müttefikin de bu değerlere göre hareket etmesi gerekir ancak Washington hiçbir zaman bu konuda inatçı olmadı. Gerçekten de ABD, liderlerinin ülkenin güvenliği veya ekonomik çıkarları için önemli olduğuna inanmaları nedeniyle, demokratik olmayan ve hatta iğrenç rejimlerle kirli ilişkiler geçmişine sahip. Başkan Donald Trump'ın Suudi Arabistan'a kuyruk sallaması, bu olumsuz tutumun devam ettiğinin açık bir kanıtı.
Washington'un geçmişi göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ülkesinin laik, demokratik kurumlarını sistematik bir şekilde parçalarken Obama ve Trump yönetimlerinin Türkiye ile yakın ilişkilerini sürdürmesi şaşırtıcı değil. NATO, demokratik olduklarını iddia eden ülkelerin ittifakı iken NATO üyesi bir ülkede muhalifleri ve bağımsız gazetecileri rutin olarak hapse atan fiili bir diktatörlük olduğunu kabul etmek ABD'li yetkililer için utanç verici olabilir. Ancak Erdoğan'ın ülke içine dönük öfkesinin, ABD karar alıcılarını soğutmak için yeterli olmadığı görülüyor. Türkiye'nin dış politikası Washington'un hedeflerine zarar vermediği sürece, ABD'li liderler bu tür kötü muameleleri memnuniyetle göz ardı ederler fakat şimdi Ankara'nın dış politikası nedeniyle, Türkiye'yi bir ABD müttefiki olarak değerlendirmenin en temel ölçütü ortadan kalkma riskiyle karşı karşıya.
***
Suriye politikasıyla ilgili farklılıklar, iki NATO müttefiki arasındaki yabancılaşmanın tek işareti değil. Erdoğan, Rusya ile yakınlaşma sağlamak için bir yıldan fazla bir süre çaba sarfetti. Varılan uzlaşı, Rusya'nın S-400 füze savunma sistemleri satın almak için 2.5 milyar dolarlık bir anlaşma yapılmasını sağlamış durumda. ABD ve diğer NATO üyeleri, yalnızca bu silahların NATO'nun genel hava savunma sistemine dahil edilmemesi gerektiği için değil, artan Türk-Rus askeri işbirliğinin boyutunu simgelemesi nedeniyle bu gelişmeden şüphesiz memnun değil.
Diğer alanlarda da Türk-Rus işbirliğinin arttığına dair kanıtlar var. İki hükümet (ABD'nin ezeli düşmanı İran'la birlikte) Ağustos 2017'de bir petrol ve doğalgaz sondaj sözleşmesi imzaladı. 2016'da da Ukrayna'yı baypas edecek bir Karadeniz doğalgaz boru hattı inşaatı için anlaşma imzalanmıştı. Bu adımlar, Kremlin'in Kırım'ı ilhak etmesi ve Ukrayna'nın doğusundaki bölücü güçlere desteği karşısında ABD'nin Rusya'ya tek taraflı ve çok taraflı yaptırımlar uygulama stratejisiyle pek uyumlu değil. Nitekim, Ankara, Moskova'ya karşı tüm ABD-AB yaptırım stratejisine giderek daha fazla karşı çıkıyor.
Türkiye, Rusya ile ilişkiler konusunda kesin olarak hatalı olmayabilir, Rusya'ya yönelik Batı politikasının hem etkisiz hem de kışkırtıcı olduğu ve Ankara'nın uzlaşmacı yaklaşımının çok daha iyi olduğu yönünde güçlü bir argüman öne sürülebilir. Ancak Türkiye'nin bu politikası ne kadar doğru olursa olsun, ABD'nin sadık bir müttefikten beklediği tutumun bu olmadığı açık. Şimdi bu ülke, düpedüz bir düşman gibi demeyeceksek, başına buyruk bir güç gibi davranıyor. Bu durumun yarattığı problemi yok saymak için ya olağanüstü derecede hoşgörülü ya da kendini kandırıyor olmak gerekir.
Erdoğan rejiminin uyguladığı iç baskıyla birleşen serseri dış politika, hem ikili düzeyde hem de NATO içerisinde Türkiye-ABD savunma ilişkisini devam ettirmeyi haklı göstermeyi neredeyse imkansız hale getiriyor. Yeni, daha gerçekçi bir tutumu benimsemeye yönelik ilk adım olarak Washington, NATO'nun Türkiye'nin üyeliğini en azından askıya alması konusunda ısrarcı olmalı. Erdoğan yönetimi altındayken bu ülke artık demokratik bir ittifakın meşru bir üyesi veya güvenilir bir savunma ortağı olarak görülemez.
Çeviri: Tercüme Odası (tercumeodasi.org)