Türkiye'nin SİHA ihracatı ve stratejik çıkmaz

Rasim Eyüboğlu

Savunma sanayii alanındaki ihracatlar hiç şüphesiz bir ülkenin iktisadi ve stratejik kapasitesinde büyük bir yer tutmaktadır. Bu açıdan, gelişmiş askeri teknolojilerin ihracatı son yıllarda uluslararası arenada devletlerin birbirine stratejik üstünlük kurması konusunda en önemli kalemlerden biri niteliğindedir.

Türkiye de bu konuda son yıllardaki savunma sanayii hamleleriyle kendisine önemli bir yer edinmeye başlamıştır. Bilhassa silahlı insansız hava araçları (SİHA) Türkiye'nin savunma sanayii alanında ismini duyuran en önemli üründür. Başta Baykar'ın ürettiği Bayraktar TB2 SİHA'ları olmak üzere çeşitli hava araçları, son yıllarda Türkiye'nin en önemli ihraç kalemleri arasında yer almıştır. Bu ihracat sıradan bir mal ihracatı mesabesinde kalmamış, Türkiye'nin stratejik üstünlük arayışında da önemli bir aygıt olmuştur. Diğer savunma sanayii ürünleri arasında Türkiye SİHA ihracatıyla öne çıkmaktadır. Örneğin şimdiye kadar 30'dan fazla ülkeyle TB2 ihracı için sözleşme imzalanmıştır. Bu durum, Türkiye'nin son yıllardaki savunma sanayii atılımını göstermesi bakımından önemlidir.

Savunma sanayii ile ilgilenen kamuoyu bugüne kadar neredeyse tamamen, TB2 ihracatının olumlu yönlerinden bahsetmiştir. Görebildiğim kadarıyla yapıcı olanlar da dahil olmak üzere eleştirilerden büyük ölçüde kaçınılmaktadır. Benim kanaatime göre, yapıcı eleştirilerden kaçınılıyor olması, savunma sanayiinin stratejik bir dış politika unsuru olarak kullanılmasının önüne geçmektedir.

Bu yazıda, Türkiye'nin ihraç ettiği savunma sanayii ürünlerinin başında gelen insansız hava araçlarının satışından doğan stratejik bir çıkmaz değerlendirilecektir. Yazıda ele alınanlar, SİHA ihracatının ahlaki yönlerine ilişkin olmayacaktır ki aslında bu konuda yapılması gereken en önemli eleştirilerden biri, ihraç edilen SİHA'ların sivillere karşı kullanılması meselesidir. Ancak burada sivillerin hedef alınması konusu ahlaki bir mesele olması bakımından değil, devletlerin stratejik çıkarlarını etkilemesi bakımından ele alınacaktır. Yazının bu maksat göz önünde bulundurularak okunması ve değerlendirilmesi gerekir.

Denge politikası ve stratejik bir ürün olarak SİHA'lar

Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden Cumhuriyet dönemine ve günümüze kadar uzanan Türk dış politika tarihine vakıf olanlar, Türk dış politikasının en temel unsurlarından birinin denge politikası yürütmek olduğunu bilirler. Gerçekten de Türk dış politikası gerek bölgesel gerekse küresel güç dengesi içerisinde aldığı konum konusunda oldukça hassas olmaya özen göstermiştir.

Bu açıdan Türkiye, komşularından tutun da küresel aktörlere kadar, farklı güçler arasında dengeyi gözeten bir politika yürütmeye çalışmıştır. Bu denge unsurunun ihmal edildiği yahut önemsenmediği dış politika süreçleri ise Türk dış politikası açısından tamir edilmesi zor tahribatlara yol açmıştır.

Özetle, Türk dış politikasında, oynanan stratejik kartların tamamının bu açıdan dengeli bir şekilde dağıtılması büyük bir önem arz etmektedir. Dış politika yapma araçları hassas bir şekilde kullanılmalı ve ilişki kurulan aktörler-bloklar arasında dikkatle dağıtılmalıdır. Savunma sanayii ihracatı da stratejik bir dış politika aracı olarak ele alındığında bu hassasiyet daha iyi anlaşılabilir. Zaten başta ABD ve Batılı devletler olmak üzere birçok aktör, savunma sanayii ihracatını siyasi onaya bağlı kılmıştır. Örneğin ABD'nin bir ülkeye silah ihracatı yapması için Temsilciler Meclisi, Senato ve Başkan tarafından ayrı ayrı onaylar gerekebilmektedir. Bu, söz konusu ihracatların stratejik bir değer olarak kullanılmasından ileri gelmektedir. Örneğin Amerikan SİHA'larının kullanıcıları oldukça kısıtlıdır ve her isteyene bu araçlar satılmamaktadır.

Stratejik bir ürün olarak SİHA'ların satışında da bu dengenin gözetilmesi gerekir. Ancak bugün şahit olduğumuz durum, neredeyse isteyen herkesin Türkiye'den savunma sanayii ürünleri ve SİHA alabiliyor olduğudur. Bugün Türkiye'nin dış politikasında yeri ve oturduğu stratejik konum ne olursa olsun neredeyse her devlete SİHA satılması, SİHA'ların stratejik bir dış politika aygıtı olarak kullanılabilmesinin de önüne geçmektedir.

Sivil kayıplar

Bu konuda üzerinde durulması gereken bir diğer durum ise SİHA'ların yol açtığı sivil kayıplar meselesidir. Bu durum özellikle ilk olarak Etiyopya'nın Tigray bölgesinde, ardından Burkina Faso ve Mali'de ve son olarak ise Somali'de gündeme gelmiştir.

Türkiye'nin SİHA satışı konusunda stratejik davranmaması ve neredeyse talep eden herkesin Türkiye'den SİHA alabilmesi bu konuda büyük bir açığa yol açmaktadır. SİHA'ların alıcıları arasına, kendi nüfusunu zor kullanarak baskı altına almaya çalışan ve bunun için savunma sanayii ithalatına ihtiyaç duyan otokrat yönetimler de dahil olmaktadır.

Sivillere yönelik ihlaller konusunda sicili oldukça kabarık olan bu otokrat yönetimlere SİHA satışı iki açıdan stratejik bir hataya yol açmaktadır:

İlk olarak bu satışlar, yerel kamuoyu nezdinde Türk savunma sanayii araçlarına duyulan itibarı zedelemektedir. Türk savunma sanayiinin en büyük itici güçlerinden birinin kamuoyu desteği olduğunu ve halkın desteğinin bu alanda nasıl bir ilerlemeye yol açtığını sanırım tartışma konusu etmeye gerek yoktur. Sivil ihlallere yol açacağı kesin olan yönetimlere SİHA ve diğer ürünlerin satışı bu açıdan bir hatadır.

İkinci ve daha kritik hata ise, Türk savunma sanayiinin isminin uluslararası kamuoyunda sivil kayıplarla anılmasıdır. İlk olarak Etiyopya konusunda şimdi ise Somali'de bu konuda Türkiye'nin rolü uluslararası basında eleştirilere konu olmaktadır. Bu konuda Türkiye, savunma sanayii ihracatı konusundaki diğer rakiplerinden dezavantajlı bir konumdadır ki bu meseleyi ayrı bir başlık altında ele almak gerekir.

Diğer üreticiler ve Türkiye'nin dezavantajı

Sattığı savunma sanayii araçları sivillere yönelik ihlallerde kullanılan tek ülke Türkiye değildir. Bilakis Türkiye'nin bu alandaki yeri muhtemelen rakiplerine göre oldukça küçüktür. Örneğin 5 aydır Gazze Şeridi'nde süren İsrail katliamında kullanılan silahların çok büyük bir kısmını İsrail'e ABD satmıştır. Keza İngiltere, Almanya, Fransa gibi tarafların savunma sanayii ihracatları dünyanın dört bir yanında sivil katliamlarında kullanılmaktadır.

Batı blokunun yanı sıra Avrasya bloku için de bu durum böyledir. Rusya, Çin, İran gibi ülkelerce satışı yapılan savunma sanayii araçları sivillere yönelik ihlallerde kullanılmaktadır. Örneğin İran son dönemde Rusya'ya kamikaze drone satışıyla uluslararası medyanın eleştirileri oklarının hedefindedir.

Peki Türkiye'yi bu iki kesimden ayıran ve daha hassas bir pozisyona sokan nedir?

Türkiye, Batı blokundaki ve Avrasya blokundaki ülkelerden iki farklı açıdan ayrılmaktadır.

ABD gibi Batı blokundaki ülkeler uluslararası medya ve kamuoyu üzerindeki hakimiyet bakımından oldukça güçlü bir noktadadır. Ayrıca küresel sermaye ve bankacılık kesimleri üzerinde de hakim pozisyondadırlar. Bu açıdan söz konusu ülkelerin savunma sanayii ihracatları sivillere yönelik katliamlarda kullanıldığında, bu ülkeler stratejik bir baskıyla karşılaşmamaktadır. Küresel medya bunları hedef almamakta, bankalar ve sermaye odakları kredi akışını kesmemektedir. Uluslararası toplum bunlara yaptırım uygulamamaktadır. Türkiye ise böyle bir pozisyonda değildir.

İran gibi Avrasya blokundaki ülkeler ise kendi aralarındaki ilişkiler açısından böyle bir stratejik dezavantaja sahip değildir. Örneğin İran, ne kadar katliama yol açarsa açsın, Rusya ve Çin tarafından dışlanmayacak, yaptırım uygulanmayacak bir aktördür. Rusya ve Çin'in siyasi desteği, kredileri, satım ve alım faaliyetleri her koşulda devam etmektedir. Keza Rusya'nın ve Çin'in aynı şeyleri yapması halinde de bu geçerlidir. Bu devletlerin dünya üzerinde otorite sahibi oldukları çeşitli devletlere yönelik stratejik hakimiyeti, sivil kayıp söylentileri sebebiyle azalmamaktadır. Türkiye ise -tekraren- böyle bir pozisyonda değildir.

Türkiye Batı ile Doğu arasında kendi güç boşluklarını bulmaya çalışan ve denge siyasetinden yararlanan bir ülkedir. NATO üyesi olmasına rağmen Batı Türkiye'yi tamamen kabul etmemekte ve kendi sahip oldukları dokunulmazlıkları Türkiye'ye sağlamamaktadır. Keza Türkiye, özellikle geleceğini Batılı müttefikleri arasında gördüğü için, tamamen Avrasya blokuna entegre olacak bir siyaset izlememektedir. Bu sebeple Avrasya bloku içerisindeki ülkelerin kendi arasındaki korunmadan ve ilişkilerden istifade edememektedir. Türkiye bu iki kesimi de aynı anda dengede tutmak mecburiyetindedir. Bu sebeple, uluslararası politikada yapacağı yanlışlar karşısında kendisini dokunulmaz kılacak bu gibi zırhlardan mahrumdur.

Stratejik çıkmaz ve sonuç

Tüm bu durumlar Türkiye'nin stratejik bir avantajı olabilecek SİHA'lar konusunda Türkiye'yi stratejik bir çıkmaza sokma riski barındırmaktadır.

Türkiye'nin SİHA satışlarında hiçbir siyaset ve dış politika dengesi gözetmemesi halinde kısa ve orta vadede böyle bir stratejik çıkmazdan muzdarip hale gelmesi ihtimal dahilindedir. Stratejik bir fırsatın stratejik bir çıkmaza dönüşmemesi için Türkiye'nin SİHA'lar başta olmak üzere savunma sanayii ihracatını bir iç eleştiriye tabi tutması gerekir. Savunma sanayii ihracatı yapılacak ülkelerin sivillere yönelik ihlaller konusundaki karnesi incelenmeli ve satışlar kısıt altında tutulmalıdır.

Bu Türkiye açısından stratejik bir ihtiyaçtır. Meselenin ahlaki, insani ve İslami boyutları ise çok daha derindir ve çok daha büyük sorunlara gebedir.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.