Usame bin Ladin'in zafer planı işliyor

Michael Scheuer

Usame bin Ladin ender rastlanan onurlu bir inanç adamı, yetenekli ve dikkate değer bir lider ve konuşmacıydı. Eylemlerinin, sözlerinin, tavsiyelerinin ve inancının tarihsel kaydı, Sünni Müslüman dünyasının ortak hafızasının, hatta sevgilerinin ve hürmetlerinin bir parçasıdır. Geride bıraktığı konuşmaların, açıklamaların ve günlüklerin içeriği, ölümünden bu yana özellikle genç Sünni İslamcılar arasında güncelliğini koruyor gibi görünüyor ve elbette Selefiliğin birleşik bir Müslüman dünya arayışının tarihinde parlak bir bölüm oluşturuyor.

Bir mücahit olarak kariyeri boyunca Bin Ladin, kendisinin ve meslektaşlarının birleşik bir ümmet planları için ABD'nin savaş delisi, yayılmacı, düşüncesiz, kibirli, büyük ölçüde dinsiz ve ahmak liderlerinden daha iyi bir destekçilerinin olmadığını biliyordu.

Bir konuşmasında Bin Ladin, "Neden ümmetin başlıca acımasız düşmanları olan İsrail ve Arap tağutlarının peşine düşmek yerine ABD'nin süper gücüne saldırıyor ve başka şekillerde onunla mücadele ediyoruz?" şeklindeki bir soruya yanıt vermişti.

Cevap olarak Bin Ladin, mücahitlerin ve liderlerinin görevinin zor bir seçim yapmak olduğunu ve bunun ilk bakışta ters gibi görünebileceğini söyledi. Kullandığı metafor, mücahitlerin iki bisikletten birine saldırmak arasında seçim yapmak zorunda olduklarıydı. Biri dayanıklı lastiklere sahip, sağlam ve hızlı çelik çerçeveli bir bisiklet, diğeri ise büyük ölçüde tahta, metal parçaları ve yamalı, neredeyse kelleşmiş lastiklerle yapılmış, eski püskü bir bisiklet. Bin Ladin daha sonra ilk bisikleti İsrail, ikinci bisikleti ise köhne ve halsiz ABD olarak tanımladı. Amerika Birleşik Devletleri'nin gücünün öncelikle ordusuna dayanmadığını, daha ziyade İsrail bisikletini mekanik olarak düzgün tutan ve Arap tiranları için de aynı şeyi yapan para, silah, teknoloji vb. gönderen ülkenin ekonomik ve endüstriyel temelleri olduğunu söyledi.

Bin Ladin, sağduyunun kuvvetle önerdiği gibi, önce zayıf bisikleti yok etmeye odaklanmak, ve ardından İsrail'e saldırmak gerektiği sonucuna vardı. ABD sözde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ordusunu temsil ediyordu. Ancak bu süper gücün 1945'ten beri başlattığı pek çok savaştan tek bir tanesini bile kazanamamış olması nedeniyle, en büyük güç olduklarına inanmak garip bir şey.

Bin Ladin 2011'de öldürüldü ama Selefi hareket ve kararlılığı, kısmen yeniden yapılanma ve adam toplama ihtiyacı nedeniyle, ama çoğu zaman kazandığı için güçlü fakat sessiz kaldı. Bugün ABD bisikleti dünyanın gözleri önünde parçalanıyor ve Biden yönetimi bu yıkımın dümeninde. Şu an için Selefiler, Biden ve her iki partiden hain arkadaşlarının Amerikan cumhuriyetinin yıkımını tamamlamasına izin vermenin önüne geçecek herhangi bir şey yapmanın delilik olacağına inanıyor olabilirler.

Elbette Selefilerin görünürdeki sessizliğinin daha önemli bir nedeni, düşmanlarının çökmekte olduğunu görebilmeleri ve Kur'an'a sabırla itaat edip cihat zamanı geldiğinde harekete geçmeleri halinde Allah'ın onlara zafer getireceğini düşünmeleridir. Bin Ladin'in ölümüne rağmen, Başkan Trump'ın Irak'taki IŞİD ve El Kaide güçlerini "yok ettiği" yönündeki cesur ve aptalca iddiaları, özellikle de Biden'ın Afganistan'da mücahitlerin güvenli sığınağının yeniden oluşmasına ve bol miktarda silahlanmasına sebep olmasının ardından, tamamen gerçek dışıdır.

Irak'ta ağır hasar görmüş olabilirler ama yok edilmekten çok uzaktılar ve hala da uzaklar. Örneğin Sahel'de, Filipinler'de, Afrika'da ve yakında Çin'in Sincan eyaletinde devam eden faaliyetlerine bakın. Selefiler -ve diğer pek çok Müslüman- inançları nedeniyle sabır, direnç ve dua ihtiyacını savaş cephaneliğinin önemli bir parçası olarak görme konusunda doğuştan gelen bir yeteneğe sahipler.

Ayrıca artık şunu biliyorlar: Savaşla öncelikle kendi topraklarında uğraşmak ve Batı'nın Irak, Afganistan, Somali, Libya ve başka yerlerde kendilerine ve Müslüman sivillere uyguladığı katliamın tekrarına katlanmak zorunda kalmayacaklar.

Neden mi?

Çünkü İslamcılar artık Bin Ladin'in yüzleştiği sorunla (yani Ortadoğu'dan Batı'ya ve özellikle de ABD'ye saldırmak için nasıl ulaşılabileceği sorunuyla) yüzleşmiyorlar. Bin Ladin açıkça Amerika'nın uzakta olduğu için çetin ceviz olduğunu ve 11 Eylül benzeri operasyonların pahalı, zor ve yürütülmesi muğlak operasyonlar olduğunu söyledi. 11 Eylül saldırısı Bin Ladin'in işini kolaylaştırdı ve ABD kara kuvvetlerinin Selefilerin kendi topraklarında, Müslümanların İngiltere, SSCB ve şimdi de ABD ve NATO'ya karşı zaferler kazandığı topraklarda savaşmasını sağladı.

Her savaşın sonunda yabancılar kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp evlerine döndüler. ABD örneğinde ise bir başkan 11 Eylül'ü önlemeyi reddetti, sonraki üç başkan ise 20 yıl sürecek bir savaşı kasıtlı olarak kaybetmeyi tercih etti. Hiç değilse bu zaferler tüm mezheplerden Müslümanlara, Allah'ın imanları uğrunda savaşanlara, eğer onun gözünde zaferi hak ediyorlarsa onlara zafer getireceği konusunda güven verdi.

El Kaide, IŞİD ve dünyanın dört bir yanındaki diğer İslamcı örgütlerin liderleri, zamanı geldiğinde Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Batılı düşmanlarına istikrarlı bir şekilde saldırabilecek konumda olduklarını biliyorlar. Hem Avrupa hükümetleri hem de ABD hükümeti (intihara meyilli göç politikaları ve kendi halklarını önce köleleştirmeye sonra da yok etmeye odaklanarak) kendilerini kendi topraklarında gerilla savaşına açık hale getirdiler. Güney sınırından fark edilmeden ABD'ye giren İslamcılardan bazıları yanlarında küçük silahlar ve/veya fünyeler, patlayıcılar, küçük insansız hava araçları vs. getirmektedir. Bu araçların toplamı büyük miktarlara ulaşmaz, bunlar sadece pastanın üzerindeki krema gibidir.

(...)

Amerikalılar ve Avrupalılar şimdi denizaşırı savaşlardan sonra evdeki savaş olarak adlandırılabilecek şeyi bekliyorlar. 2001'den bu yana tanık oldukları, destekledikleri, bedelini ödedikleri ve çocuklarını kaybettikleri savaşlar, kuşkusuz 20 yılı aşkın bir süredir devam eden ve ancak şimdi sona yaklaşan bir başlangıçtı. Bu başlangıç, Usame bin Ladin'in Batı hükümetlerinin -ve özellikle de ABD'nin- İslam'ın kesin, sürekli ve ölümcül düşmanları olduğu iddiasını Müslümanların çoğunda daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramadı. Müslümanlar ayrıca Bin Ladin'in İsrail'in ortadan kaldırılabilmesi için önce "zayıf bisikletin" (ABD'nin) yok edilmesi gerektiği iddiasındaki hikmeti de açıkça görüyorlar.

Bin Ladin'in bu konudaki doğru çağrılarında neredeyse ilahi bir adalet var.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, hükümet tarafından dayatılan bir intiharla parçalanmakla kalmıyor, Mossad'la uzlaşmış liderleri, İsrail'in Filistinlilere yönelik bitmek bilmeyen katliamını destekleyerek bu ölümü hızlandırıyor. Bunu sadece para, teknoloji ve silah olarak gaspçı İsraillilere ve Yahudi-Amerikalı efendilerine geleneksel saygılarını sunarak yapmıyorlar. Aynı zamanda ilk kez, İsrail'in "iğrenç hayvanlar" olarak gördüğü Müslüman ve Hıristiyan Filistinlileri yok etme planına yardımcı olmak için havacıların, denizcilerin, askerlerin ve deniz piyadelerinin çabalarını ve hayatlarını alenen harcayarak yapıyorlar.

Ayrıca Ortadoğu'nun egemen "Sünni" tiranlarının da vay haline. Çünkü tüm Sünniler için şu durum kesin ve nihai olarak açık hale geldi: Hükümetleri, Müslüman Filistinlilerin İsrail eliyle ve Sincan Müslümanlarının Çinli komünistler eliyle yok edilmesini durdurmak için tek bir parmağını bile kıpırdatmayacaktır. Yine bu, Usame bin Ladin tarafından tüm hayatı boyunca alenen ve defalarca öğretilen bir gerçektir.

Son olarak, benim en büyük ve gerçekte tek kaygım, her zaman olduğu gibi, Birleşik Devletler'in hayatta kalması ve Anayasasının yeniden tesis edilmesidir. Bu kaygı, bu geç tarihte belki de etkili bir şekilde giderilemez. Ancak böyle bir hayatta kalmanın başlangıcı, güney sınırımızın derhal kapatılması, silahlı olarak savunulması ve ardından tüm yasa dışı göçmenlerin sınır dışı edilmesiyle mümkün olabilir.

Her şey değil ama çoğu şey zamanla değişir ancak bu hayatta kalma reçetesi değişmez.

2008'de yazdığım gibi:

"Amerika'nın İslamcılarla savaşında başlanması gereken tek yer Amerika Birleşik Devletleri'nin fiziksel güvenliğidir. Nasıl ilerlemeli? Bu soruya verilebilecek en iyi yanıt, Kanada ve Meksika sınırları boyunca etkili bir çit, hendek, gözetleme kulesi, radar ve gerekirse mayın tarlalarından oluşan bir ağ inşa edilene kadar ABD kara sınırları boyunca ABD Ordusu ve Deniz Piyadeleri'ni konuşlandırarak kaçakların girişini engellemek olacaktır. Ancak dünyanın en iyi ve en pahalı ordusu, Müslümanların bunlar karşısında ölümüne direndiği laik demokrasiler kurmak için yapılan ve kaybedilen Wilson savaşlarında tamamen denizaşırı ülkelerde konuşlanmış durumdadır.

ABD güçleri bu kadar zayıf olmasaydı bile, federal hükümeti yönetmek üzere seçilenler, on yıllardır ABD sınırlarının fiziksel güvenliğini sağlamakta tamamen, bilerek ve kasıtlı olarak başarısız olmuşlardır. Bu konuda Amerikalılar kendilerini Thomas Paine'in 'hükümetsiz kalmış bir ülkede bekleyebileceğimiz aynı sefaletlere bir hükümet tarafından maruz bırakılmak' olarak tanımladığı 'tahammül edilemez durum' içinde bulmaktadır."


Michael Scheuer'in kişisel internet sitesinde yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.