Türkiyeli İslamcılar arasında sık sık alevlenen tartışmalardan biri de, yerlilik ve millilik.
Tartışma sırasında, 'yerlilik' vurgusu yapan İslamcıların, Suriye'de var olan savaşın popüleritesinden faydalanan kişilerin 'yabancı' bir din algısını Türkiye'de yaymak istediğine dair görüşlerini dillendirdiği görüldü. Buna göre; çeviri kaynaklar ve gündelik bilgiler ile beslenen gençlerin milli şuurdan uzak kaldığı ve yerli ilim adamlarını tanımadıkları vurgusu yapıldı.
Tartışmanın diğer tarafındaki İslamcılar ise, Müslüman milletlerin bir 'ötekisi' olmadığını savunarak, bu anlamda evrensel bir din olan İslam'ın 'millilik ve yerlilik kıskacına sokulamayacağını' savundu.
Son dönemlerde sosyal medyada tekrar gündeme gelen bu tartışmada taraflar kendilerini savunurken çeşitli retorikler kullandı.
Birleşme mi ayrışma mı?
Bu konudaki görüşlerin şekillenmesinde tarihe olan bakış açısı önemli bir nirengi noktası oldu: Kimlikler üzerinden ayrışma mı, ortak tarih üzerinden birleşme mi?
Tarihi metinler ve tecrübeler, toplumlar için harita rolü gören kimliğin hareket noktasıdır. Bu anlamda her yeni kimlik bir ayrışma anlamına gelse de, tarihsel verilerin sadece 'yıkıcı' bir rolü olduğunu ifade etmek yanlış olacaktır.
Nitekim tartışmalar sırasında en dikkat çeken ayrıntı, İslam dinini benimsemiş farklı milletlerin, aralarına kalın çizgiler konulamayacak kadar ortak bir tarihe ve ciddi bir etkileşime sahip oldukları gerçeği olmuştur.
Tarihsel hafıza, siyasal bir sorun alanı ve hatta savaş sahnesidir. Ancak okuyucularına oldukça ilginç kesişim manzaraları da sunabilir.
Güncel tartışmanın taraflarından biri olan sosyal medya kullanıcısı @di_ferman'ın tweet serisi belki de bu manzaralardan birini bizlere sunuyor. Mepa News olarak, söz konusu seriyi herhangi bir müdahalede bulunmadan ilginize sunuyoruz:
"Günümüzde dinini kavmi ve coğrafyasına göre belirleyenler, "Vehhabilik" bize ait değil diye tezvirat yapıyor. Bakalım öylemişmiş.
Bilindiği gibi Muhammed bin Abdulvahhab ve onun etkisiyle Necid merkezli oluşan, "Necdi Davet" hareketi, günümüze kadar etkisini sürdürdü.
Elbette, Rasulullah(sav)'ın "coğrafyası" Arap Yarımadası'ndan çıkan bu hareket, birilerine göre "bize yabancı" ve "dışarıdan ithaldi".
Ancak hareketin tarihi ve ortaya çıkışına bakıldığında,bugün "Vehhabilik" denilerek karalanan davet hareketinin kökeni "İstanbul"a dayanıyor.
Hikayemiz, İslam tarihinde önemli bir yere sahip Osmanlı Devleti döneminde başlıyor. Bu tarihlerde Osmanlı müslümanların lideri konumunda.
Osmanlılar, bir taraftan cihad ve gaza ile meşgul olurken, öbür taraftan alim ve fakihlerin davet çalışmalarının önünü açıyordu.
Daha öncesinde de bazı isimler ön plana çıksa da, özellikle Kanuni Sultan Süleyman devrinde, bu anlamda önemli gelişmeler yaşandı.
Burada en kritik isim, Kanuni Sultan Süleyman ve 2. Selim devrinde Şeyhülislamlık yapan, "Ebu's Suud Efendi"ydi. Büyük bir İslam alimi.
Ebu's Suud Efendi büyük bir alim ve Şeyh'ul İslam olduğu dönemlerde, bid'at ve hurafe ehli Sufilere karşı büyük bir mücadele yürüttü.
Kanuni Sultan Süleyman buna göre sapkınlıkta ileri giden Sufi şeyhleri idam etti. Meşk, dans, sema gibi sapkınlıklar yasaklandı.
Bu konuda oldukça hassas isimlerden biri de, meşhur Sokullu Mehmed Paşa'ydı. Bid'at ehline karşı amansız mücadelesiyle tanınıyordu.
Sokullu'nun bu anlamdaki destekçilerinden biri de, İslam tarihine adını altın harflerle yazdıran, meşhur Balıkesirli İmam Birgivi'ydi.
İskilipli Ebu's Suud Efendi'nin yanı sıra, Balıkesirli İmam Birgivi, Osmanlı Padişahı Kanuni ve 2. Selim devrinde önemli işler yaptı.
Burada en büyük destekçilerinden biri de, en başarılı Osmanlı Sadrazamı Sokullu'ydu. Ki kendisi Sufiler tarafından şehid edilmiştir.
Osmanlı tarihi boyunca ilmi anlamdaki en büyük eserleri veren Şeyhulislam Ebu's Suud ve İmam Birgivi, ardında çok büyük bir etki bıraktı.
Sokullu'nun şehadeti ve Ebu's Suud gibi önemli isimlerin vefatının ardından, Yeniçeriler arasında Bektaşilik bütünüyle hakim oldu.
Aynı dönemlerde sufi dervişler ve şeyhler de etkinliğini artırmış, Osmanlı'da bazı bozulmalar başgöstermişti. Bunun yansımaları da oluyordu.
Bu dönemde, cihad ve gaza aksatılmış, bid'at ve hurafelerle din sulandırılarak, İslam şiarları gözardı edilir olmuştu. Buna bir itiraz geldi
Bu itirazı yükselten ses, İmam Birgivi'nin hemşehrisi, Balıkesirli "Kadızade Mehmed Efendi"ydi.Kendisi İmam Birgivi'nin yolundan gidiyordu.
Süleymaniye ve Aya Sofya gibi camilerde vaizlik yapan Kadızade Mehmed Efendi, kısa sürede büyük bir taraftar kitlesine ulaşmıştı.
Ki, kendisiyle benzer görüşleri paylaşan pek çok alimler de vardı. Bunlar, çoğunlukla İmam Birgivi ve Ebu's Suud'un takipçileriydi.
İmam Birgivi, Osmanlı üzerinde oldukça büyük bir etki bırakmıştı. Ki, kendisi İbn-i Teymiyye'nin eserlerini şerh eden bir isimdi.
Meşhur eseri, "Tarikat-ı Muhammediyye" Osmanlı uleması ve toplumu üzerinde büyük etki bırakmıştı. Bir dönemde eleştirilmesi bile yasaklandı.
Kanuni, Sokullu döneminin ardından, bu görüşlerin devlet üzerinde etkili olduğu bir diğer dönemse, "Köprülüler" diye anılan meşhur devirdi.
Özellikle Sultan 4. Murad devrinde büyük Padişah'dan destek gören Kadızadeli Mehmed Efendi, İstanbul'da büyük bir etkiye ulaşmıştı.
Devlet idaresi ve yeniçerilerdeki bozulmaya karşı önlemler alan 4. Murad'ın en büyük destekçilerinden biri de, Kadızadeli'ydi.
Kendisi, 4. Murad için İbn Teymiyye'nin bir eserini çevirmişti. 4. Murad, bunları devlet idaresindeki yolsuzluğa karşı uygulamaya koymuştu.
Yine İbn Kayyım'ın eserleri de çevrilmişti ve özellikle "kabir ziyaretleri" v.b. konularda toplumdaki yanlışlara müdahale edilmeye başlandı.
Aynı dönemde sufi çevreler de bu durumdan rahatsız olmuştu ve "Padişah Şeyhi" olan Kadızade Mehmed Efendi'nin ayağı kaydırılmak isteniyordu.
Elbette bu dönemde Padişah'ı etkilemeye çalışan Halveti Şeyhi Abdulmecit Sivasi'yle Kadızadeli arasında ciddi bir gerilim vardı.
Bu durum, Kadızade'nin vefatına kadar devam etti. Onun ardından yeni bir isim ön plana çıktı, Muhammed el-Üstüvani ve etkisini genişletti.
Esasında Osmanlılar'da bidatlere karşı amansız mücadele veren alim,vaiz & ilim talebelerinden oluşan bu harekete,Fakılar(Fakihler) deniyordu.
Bu durum, söz konusu gruba halk nazarında "meşruiyet" sağlıyor diye,muhalifleri onlara Mehmed Efendi'ye nisbetle,"Kadızadeli" demeye başladı.
Aslen Şamlı ve "Hanbeli" olan Üstüvani Efendi, İstanbul'a gelince Kadızadelilerin etkisiyle Hanefiliği benimsedi ve Padişah Şeyhi oldu.
Osmanlı cami ve medreselerinde büyük bir etkinlik kazanan bu grup, emr-i bil maruf ve nehyi anil münker için aktif olarak sokağa çıktı.
Sadrazam ve Padişah'ın da destek verdiği grupla birlikte, İstanbul'da devlet tarafından bazı sufi tekkeler basılıp kapatılmaya başlandı.
İstanbul'da sema ve raks eden dervişler dövülüyor, bid'at merkezine dönüşen tekkeler kapatılıyordu. Elbette bu durum çatışmalara yol açtı.
Kadızadeliler'le Sufiler arasında baş gösteren kavga ve çatışmalar sebebiyle Köprülü Mehmed Paşa duruma müdahale etmek zorunda kaldı.
Karışıklık çıkarma suçlamasıyla idamı istenen Üstüvani'yi Kıbrıs'a süren Köprülü, bazı sufi şeyhleri ise astırdı.Üstüvani oradan Şam'a geçti.
Köprülü Mehmed her ne kadar Kadızadeliler'e karşı gözükse de, amacı devlet idaresini tesis etmekti. Ki Kadızadeliler'i idam etmeyi reddetti.
Yine kendisi, Sufilerin sema, raks gibi sapkınlıklarını yasaklamayı sürdürdü. Oğlu Fazıl Ahmed'in en yakın dostu ise,"Mehmed Vani Efendi"ydi.
Kadızadeliler Hareketi'nin bir sonraki önde gelen ismi, Mehmed Vani ise, 4. Mehmed ve oğlunun hocalığı görevine getirildi. Etkisi büyüktü.
Bu durum Merzifonlu Kara Mustafa Paşa devrinde de devam etmiş, tarihe "Köprülüler Devri" diye geçen dönemin önemli bir parçası olmuştu.
Kadızadeliler, bu anlamda yozlaşmaya başlayan Osmanlı Devlet idaresi ve toplumunda önemli bir yenilenme ve dirilişin tetikleyicisi olmuştu.
2. Viyana kuşatmasına giden süreçte de Kadızadeliler ve Mehmed Vani Efendi önemli bir rol üstleniyordu. Kendisi orduyla birlikte yola çıktı.
2. Viyana Kuşatması'nda Merzifonlu'yla birlikte yer alan Mehmed Vani Efendi, yaşanan bozgunun ardından sürgüne mahkum edildi.
Mehmed Vani Efendi Bursa'da vefat etti. Merzifonlu idam edildi. 4. Mehmed de tahttan indirilip Edirne'ye sürüldü. Kadızadeliler bitirildi.
Onun ardından Osmanlı idaresi ve merkezine, neredeyse bütünüyle sufi zihniyet hakim oldu. Viyana bozgunu fırsata çevirerek bunu yaptılar.
Tabi ki, Kadızadeliler İstanbul ve Osmanlı idaresinden silinseler de, İslam dünyasının farklı bölgelerine yayıldılar. En önemlisi, "Şam".
Burada önemli isimlerden biri, Muhammed Üstüvani Efendi'ydi. Kendisi İstanbul'dan sürülünce Şam'a gitmişi. Emevi Cami'sinde dersler verdi.
Vefatının ardından yerine oğlu geçti ve Osmanlı idaresindeki Şam çevresinde, Kadızadelilerin etkisi sürmeye devam ederek varoldu.
Yine bunlardan bir diğer önemli isimse, Faslı Muhammed bin Suleyman el-Mağribi'dir. Bu isim, Mehmed Vani'yle iletişimi olan bir isimdir.
Köprülü Fazıl Ahmed Paşa üzerinden oluşan bu iletişimle, "Şazeli Tarikatı" mensubu el-Mağribi, önemli bir değişim yaşar ve Hicaz'a gider.
Sufi Şazeli tarikatına mensup olmasına rağmen, Harameyn bölgesinde bid'at ve hurafelere karşı büyük bir mücadele verir. Bu yüzden sürülür.
O da 1683 yılında Şam'da vefat eder. Her ne kadar İmam Birgivi ve Kadızadeliler zayıflasa da, bu bölgeler de kısmen etkisini sürdürür.
Bu anlamda Sufi Nablusi karşı Şam çevresinde mücadele eden Sunullah el-Halebi ve Kahire'de vaazlar veren el-Rumi önemli isimlerdir.
El-Rumi'nin sufi karşıtı vaazları sebebiyle Kahire'de büyük bir ayaklanma çıkmış, çoğu "Türk askeri", sufi tekkelerini basmıştır.
Ayaklanma tarihi 1711'dir. Muhammed İbn Abdulvahhab 7 yaşındayken olur. Kendisi Necd bölgesinde dünyaya gelmiştir.
Osmanlı idaresindeki Hicaz ve Basra'daki ders halkalarına katılan Abdulvahhab, bazı alim isimlerden icazet alır. Fikirleri burada şekillenir.
Ders aldığı hocalar, "Ali Efendi Dağıstani, İbni İbrahim en-Necdi, İsmail el-Acluni, Muhammed Hayat es-Sindi(Nakşidir) gibi alimlerdir.
Abdulvahhab'ın hocalarının önemli bir kısmı, Şam'da, Üstüvani'nin ders halkalarının devamı olan medreselerden icazet almış isimlerdi.
Yine Şeyh Abdulvahhab üzerindeki etkili isimlerden ve icazet aldığı hocası Ebu'l mevahib, Üstüvani'den övgüyle bahseden bir isimdi.
Hicaz tarafındaki hocalarının bir kısmının silsilesi ise Muhammed ibn Suleyman el-Mağribi'ye dayanıyordu. Arada direk icazet bağı var.
Dolayısıyla Muhammed ibn Abdulvahhab, Osmanlı alimlerinden aldığını, o dönemlerde başı boş bulunan Necdi kabileler arasında yaymaya başladı.
Bu daveti yaymak için Muhammed bin Suud adlı bir kabile reisiyle anlaştı. Daha sonra ise daveti Necid'de yayılmaya başladı."
Kaynak: Mepa News