“Bu gerçeğin tanınmış olması doğru yönde atılmış bir ilk adım niteliğindedir fakat tek başına yeterli değildir.”
Yukarıdaki sözler, geçtiğimiz günlerde Batı Şeria’daki yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik uyguladığı şiddet ile mücadele edilmesi hususunda konuşan İsrail Kamu Güvenliği Bakanı Ömer Bar-Lev'in açıklamalarına destek vermek amacıyla bir açıklama yapan Filistinli Dışişleri Bakanı Riyad el-Malaki'ye ait.
Bir Yahudi'nin silahlı Filistinliler tarafından yasa dışı bir yerleşimci binası yakınlarında öldürülmesinin ardından işgal altındaki tüm Batı Şeria sathında çok sayıda Filistinli köyüne yerleşimciler tarafından saldırılması nedeniyle Bar-Lev bir açıklamada bulundu.
Bar-Lev'in duruşu, hükümet koalisyonu içindeki yerleşimci yanlısı sağcılar tarafından bu hafta başında büyük tepki topladı. 2015 yılında Filistinli Davabşeh ailesine yönelik kundaklama saldırısını eleştirme cüreti gösteren eski İsrail Başbakanı Reuven Rivlin’e yapıldığı gibi Bar-Lev de İsrail’de aşağılayıcı bir terim olarak kullanılan ve ana akım ideolojiden farklı bir görüşe sahip olanları tanımlamak için bir terim olan “solcu” olarak etiketlendi.
"Filistin terörüne maruz kalan Yahudi yerleşimciler"
Bar-Lev'in ismini zikretmeden mesele hakkında konuşan Başbakan Naftali Bennett, yerleşimcileri Filistin terörüne maruz kalan kurbanlar olarak lanse etmekte gecikmedi. Yerleşimci hareketini Siyonizm'in öncü birlikleri olarak gören Şaron ve Netenyahu gibi Bennett de hiç çekinmeden yerleşimcileri, güçlendirilmesi ve desteklenmesi elzem olan İsrail’in “müdafaa duvarı” olarak betimledi.
Coğrafi olarak dar bir alanda bulunan İsrail’in güvenliği açısından bakıldığında bu yerleşimcilerin gerçekten de devlete stratejik bir derinlik kazandırdığı doğrudur. Derin bir coğrafya demek, İsrail’in ilk saldırıyı emerek sivil, askeri ve ticari merkezlerinin dahili emniyetini tehlikeye sokmadan saldırgan bir vaziyet alabilmesi demektir.
Bu bakış açısı, 1969 yılında işgal edilen bölgeleri “Auschwitz sınırı” olarak nitelendiren ve yerleşkeleri terk ederek bu bölgelerden çekilmeleri halinde Yahudilerin “varoluşsal bir tehdit” ile karşı karşıya kalacağını savunan eski İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban’ın görüşleri ile de paraleldir.
Yaklaşık 10 yıl kadar önce İsrail bölgedeki uzay gücünün ana merkeziydi ve bu sayede yeryüzünde yetersiz kaldığı stratejik derinliği farklı bir cephede elde etmişti. Fakat, sadece bölgedeki devletlerin değil aynı zamanda devlet dışı aktörlerin de yüksek çözünürlüklü uydu görüntülerine ve SİHA teknolojilerine erişiminin artık son derece kolaylaşması nedeniyle İsrail’in güvenlik derinliği hususunda bir değişim yaşandı.
Düşman karşısında stratejik bir avantaj elde etmenin bir yolu da takviye askeri sevkiyatlara ve karakollara ilaveten yerel halkı terörize ederek İsrail ordusunun onları kontrol altında tutmasına yardım edecek yerleşimcilerin Filistinlilerin üzerine salınması suretiyle İsrail’in işgal altında tuttuğu bölgelerdeki fiziki varlığını güçlendirmektir.
İsrail'in stratejik silahı: Yahudi yerleşimciler
Her ne kadar resmi olarak ilan edilmese de yerleşimci şiddeti İsrail devleti için her geçen gün daha da önemli bir stratejik silah haline dönüşmeye devam etmektedir. Bu silahın amacı, İsrail ile FKÖ arasında imzalanan Oslo Geçiş Anlaşması çerçevesinde B ve C Bölgeleri olarak isimlendirilen işgal altındaki Batı Şeria’nın %60’lık kısmını oluşturan kırsal kesimde yaşayan yüz binlerce Filistinlinin bölgeden “temizlenmesidir.”
C Bölgesinde İsrailli askeri ve sivil idare tam kontrole sahipken B Bölgesinde Filistinli güvenlik kuvvetleri yalnızca faillerin İsrail vatandaşı olmadığı ve suçun “İsrail’in güvenlik çıkarları ile alakalı olmadığı” durumlarda vakalara müdahale edebilmektedir.
Buralarda yaşayan Filistinlileri ayrılmaları için terörize etmek amacıyla kullanılan gayri resmî bir araç olan yerleşimci şiddeti İsrail devletini yerel Filistin halkını yavaş yavaş yerinden etmek üzere tasarlanan çok aşamalı bürokrasiyi kullanma zorunluğundan kurtarmaktadır.
Devlet, bu yerleşimciler üzerinden uygulamak istediği şiddeti hem çok daha hızlı ve barbarca sahaya sürebilmekte hem de aynı anda resmi ve ahlaki olarak uluslararası kamuoyuna bu şiddeti haklı gösterme zahmetinden de kurtulmaktadır.
Yahudi yerleşimciler 10 ayda Filistinlilere yönelik 410 saldırı düzenledi
Bunun kanıtları, Tel Aviv tarafından yapılan resmî açıklamalardan ziyade elde bulunan istatistiklerde saklıdır. BM raporlarına göre, geçtiğimiz yılın kasım ayına kadar yerleşimciler tarafından Filistinlilere yönelik 410 saldırı gerçekleştirildi ve bu saldırılar sonucu 4 Filistinli hayatını kaybetti.
Yine aynı raporlara göre 2020 yılında 358, 2019’da ise 335 saldırı kayıtlara geçti. İsrail Dahili Güvenlik Ajansı Şin Bet’in raporlarına göre ise geçtiğimiz yılın başından bu yana yerleşimcilerin gerçekleştirdiği şiddet olaylarında %50 artış oldu.
Yerleşimci şiddetinin son yıllarda katlanarak arttığı ne kadar aşikarsa bu saldırıların sistematik ve kurumsal doğası da bir o kadar açıktır. Bazı durumlarda saldırıların, Filistinlilerin uyguladığı şiddete veya İsrail devletinin izin vermediği yerleşimci binalarını basmasına yönelik bir tepki olarak arttığı öne sürülebilir.
Fakat vakaların çoğunda yaşanan saldırıların bir tahrik sonucu veya bir tepki olarak gerçekleşmediği, aksine sürekli kavga arayan işgalin bir parçası olan kurumsal şiddet ile yakından bağları olan bir uygulama olduğu görülmektedir.
Yahudi yerleşimcilerle İsrail ordusunun zulmü arasındaki fark
Yerleşimcilerin uyguladığı şiddeti İsrail ordusunun zulmünden ayıran en önemli özellik ise saldırıların çok farklı şekillerde gerçekleştiriliyor olmasıdır; sokakta sataşmak, toplanıp fiziksel şiddet uygulamak, insanların üzerine ateş açmak, tarlaların kundaklanması, ağaçların kökünden sökülmesi, çiftlik hayvanlarının öldürülmesi, insanların hanelerine saldırılması, hırsızlık ve tabi cinayet bu saldırıların belli başlı çeşitlerindendir.
Kundaklama veya mala zarar verme gibi saldırılar elbette ki tam teşekküllü askeri harekatlar ile aynı kategoride değerlendirilemez. Fakat her iki taktik de aynı amaca hizmet eder ki bu amaç, sömürgeci çıkarları korumak amacıyla zorlu yaşam koşulları ve bir korku atmosferi yaratmaktır. Yerleşimciler adeta, İsrail ordusunun genellikle veya en azından sistematik olarak zulmedemediği noktalardaki açıkları doldurmakta ve böylece Filistinliler üzerinde mutlak bir baskı kurulmaktadır.
Bu tür saldırılar büyük oranda B ve C Bölgelerinde gerçekleştiğinden buradaki yerleşimciler İsrail ordusunun koruması altında olduklarının ve ellerinde fırsat olsa dahi Filistinli güvenlik güçlerinin kendilerine müdahale edemeyeceğinin farkındadırlar. Mucize olup da gerçekleştirilen bir saldırı hakkında savcılık soruşturma başlatsa dahi dosya İsrail adalet sistemi içinde görüldüğünden çok az sayıda zanlı ceza almaktadır.
İsrail merkezli insan hakları örgütü Yeş Din tarafından hazırlanan rapora göre 2005-2019 yılları arasında Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddeti soruşturma dosyalarının %91’i İsrailli yetkililer tarafından kapatıldı. 1200 dosyadan yalnızca 100 tanesinde zanlılara ceza verildi. Yeş Din’in çalışması sadece resmi kaynaklara dayalı olarak yapılmış ve rapor edilmeyen yüzlerce saldırı bu çalışmaya dahil edilmemiştir.
Yerleşimci şiddeti vakalarındaki artış çoğu zaman yerleşimcilerin artan nüfusuna, yerleşimciler arasında ideolojik ve dini açıdan farklı farklı gruplar bulunmasına ve hatta yerleşimcilerin İsrail’in 2005’te anlaşmalı bir şekilde Gazze Şeridi’nden çekilmesini bir ihanet olarak algılamasına bağlanmaktadır.
İsrail açısından, mesela Başbakan Bennett’e göre “yerleşimci hareketi için homojen bir yapıya sahip değildir ve içinde farklı grupları ihtiva eder. Yerleşimci şiddeti ultra-milliyetçi aşırıcı bir azınlık tarafından uygulanan bir şeydir - ‘marjinal birkaç kişinin’ yaptıkları tüm yerleşimci hareketini tanımlamak için kullanılmamalıdır.”
Fakat Filistinliler açısından bakıldığında ise ne yerleşimci şiddetini körükleyen şartlar ne de yerleşimcilerin farklı farklı gruplardan oluşması bir anlam ifade etmemektedir. Yerleşimci hareketi amaç ve Filistinlerin hayatlarındaki etkisi bakımından son derece homojendir.
İster terör ve sındırma faaliyetleri yürüten bir grup ister Filistin topraklarına inşa edilen yerleşkelerde barış içinde yaşayan insanlar olarak nitelendirilsin, bu yerleşimciler, yerel halkın ya topraklarından çıkarılması ya da bu halkın yerine başkasının getirilmesi üzerine kurulu İsrail’in sömürgeci yok etme mantalitesinin anahtar bileşeni olmaya devam etmektedir.
Emad Moussa'nın The New Arab için kaleme aldığı bu yazı Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Görüş yazısında yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.