Yakın zamanda gerçekleştirilen iki çalışmada, “yanıltıcı gerçeklik etkisi” incelendi. Söz konusu etki, tekrarlanmaları halinde yanlış ifadeleri, doğru addetme eğilimimizi açıklıyor. Bu olgu, dengelenebilmesi halinde, bilişsel akıcılıkla ilgili evrensel bir eğilim.
Dünya genelinde büyük kitleleri etkisi altına alan yanlış bilginin ve kişisel gerçekliklerin egemen olduğu bir dönemde, gerçeği bulmanın neden bu kadar zor olduğunu gösteren yeni çalışmalar yürütülüyor. Yanlış bilgi ve kişisel gerçeklik, reklamcıların yanı sıra her kesimden siyasetçi tarafından sıkça kullanılan yanıltıcı gerçeklik etkisi denilen kavramla ilişkili.
Yanıltıcı gerçeklik etkisi insanların, yeterli sıklıkla tekrar edilen bir yanlışı, doğru kabul edeceğini öne süren, kapsamlı ve iyi incelenmiş psikolojik bir olgu. Bu olgu, aşinalıkla ilişkili. Yani, önceden karşılaştığımız bilgiler zihninize daha kolay işleniyor. BPS Research Digest’te çalışan Matthew Warren, bağlantı kurma şeklimizin, akış hissi yaratabileceğini ifade ediyor. Böylece, içeriğin bir parçasına aşina olduğumuzda bunu, bilginin doğru olduğunu şeklinde bir ipucu olarak değerlendirebiliyoruz.
teyit.org'un haberine göre, ilk defa 1977 yılında tanımlanan bu olguyu konu alan iki yeni çalışmada, bazı çarpıcı çıkarımlar yapıldı ve söz konusu eğilimi, kendi yararımıza çevirebileceğimiz öne sürüldü. Zekanız sayesinde zihninizin bu oyununa gelmeyeceğinizi düşünebilirsiniz. Ne var ki Ghent Üniversitesi öğretim görevlisi Jonas De keersmaecker ve uluslararası bir psikolog grubu tarafından gerçekleştirilen deneyler, bilişteki değişimlerin, yanıltıcı gerçeklik etkisinin başarısıyla bağlantılı olmadığını gösterdi.
Araştırmacılar, farklı bilişsel yetenek ve zeka düzeylerinin, bilişsel kapalılık ihtiyacı veya farklı bilişsel tarzların nasıl işlediğini görmek için 199 ile 336 katılımcının yer aldığı altı farklı deney yaptı. Katılımcılara, kimisi doğru kimisi yanlış, önemsiz bilgiler içeren çeşitli metinler okutuldu. Başka bir çalışmada ise siyasetle ilgili sahte ve gerçek haber başlıkları kullanıldı.
Psikologlar tüm bu çalışmalar sonucunda, en çok yanıltıcı gerçeklik etkisinin baskın geldiğini ortaya koydu. Katılımcıların yanlış metinlerle daha fazla karşılaşması, o metinlerin doğru veya gerçek olarak değerlendirilme ihtimalini yükseltiyordu. Deneklerin düşünme biçimleri arasındaki farklılıklar ise etkinin gücünü değiştirmedi. Bu durum çoğumuzun, sürekli tekrarlanan bilgilere inanmaya meyilli olduğumuzu gösteriyor.
Fakat araştırmacılar neticede, yanıltıcı gerçeklik etkisinin göründüğü kadar kötü olmadığına dikkat çekti. Hatta bu etki, gerçeği tespit etmenin kısa yolu olarak faydalı bir evrensel eğilim olabilir.
Cognition dergisinde yayımlanan başka bir çalışmada, bilişimizin bu baskın özelliğine, nasıl karşı koyabileceğimiz araştırıldı. Harvard Üniversitesinde Nadia Brashier’in öncülük ettiği çalışma grubuna göre, yalnızca kendi bilgilerimizi kullanarak asılsız bir iddianın yanlış olduğunu tespit etmek, daha sonradan bu bilgiyi doğru kabul etmemizin önüne geçiyor.
Brasher’in iki bölümden oluşan çalışmasında 103 deneğe 60 olgunun doğru olup olmadığı soruldu. Bu olguların bazıları doğru (‘Venedik, İtalya’da kanallarıyla bilinen bir şehirdir’ gibi), bazıları ise yanlıştı (‘Güneşe en yakın gezegen Venüs’tür’ gibi). Katılımcı gruplardan biri, bu ifadelerin doğru olup olmadığını incelerken diğer grup, ifadelerin doğruluğunu değerlendirdi. Çalışmanın ikinci bölümünde araştırmacılar, önceki bölümde incelenen 60 olguya ek olarak, kimisi doğru kimisi yanlış 60 yeni metin daha eklediler.
Değerlendirmelerinde cümlelerin ne kadar merak uyandırdığına dikkat eden grup, cümlelerin tutarlılığına dikkat eden gruba kıyasla, yanıltıcı gerçeklik etkisine karşı daha savunmasızdı. Ortaya çıkarılan bir diğer önemli bulgu ise eğitimin tutarlılık ilkesine de değinmesiydi.
“Eğitim, yanlış bilgi sorununa yalnızca kısmi bir çözüm sunuyor; insanları, aşina oldukları konulardaki iddiaları da dikkatle kıyaslamaları konusunda harekete geçirmemiz gerekiyor.”