Hemen hemen herkesin beğeniyle takip ettiği bir takım köşe yazarları vardır…
Onlardan yeni bir şeyler öğrendiğimiz için değil, içimizden geçen; lakin ifade etmekte zorlandığımız hislere tercüman oldukları için takdirle izleriz… Kah öfkemizi, kah sevincimizi geniş kitlelere duyurdukları için hayranlık duyarız…
Benim de bir zamanlar ilgiyle izlediğim yazarlar vardı…
Çocuksu saflıkla, bazı şeyleri gerçekten dert edindikleri için kaleme aldıklarını sanırdım…
Tarihin, sadece tekerrür için fonksiyon gördüğü ülkemde; aynı hususlara tekrar tekrar değinmek zorunda kaldıkları için kim bilir nasıl da kahroluyorlardı diye içten içe empati duyar, hüzünlenirdim…
Zamanla anladım ki aktüel yazarlık da profesyonel işiymiş… Birçok insanın farklı uğraşlarla maişetini temin ettiği ortamda siz de kalem oynatarak hayatiyetinizi devam ettiriyorsunuz o kadar…
Saf ve samimi okuyucu kitlesi için varlık yokluk meselesine tekabül eden vakıalar, yazar açısından “kalem oynatacağım yeni bir mevzu yakaladım” fırsatından öte anlam ifade etmiyormuş…
Eminim, onlar da sürekli tekrara düştükleri konularda derde deva olmadıklarının farkındalar… Kendilerini ikna edemeseler de, dünyayı değiştirme/vatan kurtarma hususunda yemledikleri okuyucu kitlesinin beklentilerine cevap vermek için her daim kalem oynatmak zorundalığıyla hareket ediyorlardır, kim bilir…
Peki ya bizim gibi müptedi salikler neden yazar…
Her amatör gibi başta “dünyayı değiştirebilir miyim” umuduyla yola çıkıyorsun…
Lakin ne Dünya’nın kendi ekseninde, ne de Güneş’in etrafında dönme hızına en ufak bir tesirde bulunamadığını idrak etmek, fazla zaman almıyor…
Tüm çırpınış ve çığlıklar, gidişata muhalefet şerhi koymaktan öte işe yaramıyor… Akıntıya karşı kürek çekmekle, rüzgarın tersine yelken açmakla; hayatın “olağan” akışına en ufak bir sekte vuramıyorsun…
Bu aşamadan sonra ya samimiyetini yitirme pahasına profesyonelliğe terfi ederek papağanlaşacak ya da uzaklar arası bir iletişim/dertleşme mekanizması olarak kullanmaya devam edeceksin…
Memleket seçimden çıktı ama atmosferi yerli yerinde duruyor. Artçı sarsıntılardan kurtulacağımıza dair en ufak bir umut ışığı görünmüyor...
Gelinen aşamada İyi-kötü ve mübah olanın fiile göre değil faile göre anlam kazandığı, iltifat ve kınamaların eyleme göre değil kim tarafından yapıldığına bakılarak tutum belirlendiği marazi bir iklimden geçiyoruz…
Şahsi çıkarlara zırh niyetine kullanılan değer yargıları delik deşik olmuş… Tamiri kaç kuşak sürer, Allah bilir…
“Yanlış da yapsak bizi desteklemiyorsan ötekinden yanasın” anlayışı, insanları kırmızı ve mavi kuvvetler safında yer almaya zorlamakta...
Akıl, izan ve düşünce süresiz tatile çıkmış. Meydan en ziyade slogan atan amigolara kalmış..
Siyaset müessesi desen, topluma umut vaat etme yerine rakiplerin ne denli kötü olduğunu ispat etme yarışına dönmüş... Kötücül siyaset tarzı üzerinden insanları kendine iltica etmek zorunda bırakan marazi anlayış tüm kesimlere hakim olmuş vaziyette…
Hak ile batılın ezeli rekabeti, yerini şer ile ehveni şer arasındaki tercihe bırakmış…
Doğu cephesinde değişen çok şey var… Amaca götüren her yolun meşru olduğu kanaati FETÖ’nün tekelinden çıkıp hemen hemen toplumun tüm kesimlerine sirayet etmiş vaziyette…
Havadan ya da temasla geçen hastalıklara karşı tedbir almak mümkün…
Lakin sosyal medya denilen filtresiz ortamda hızla bulaşan iftira, yalan dolan ve ahlaksızlıklara karşı insanlık çaresiz…
Böylesi bir ortamda bırakın yazmayı çığlık atsan kim duyar…