ABD artık sorunlarının bir numaralı çözümü olarak şiddeti kullanmak istemiyor.
ABD’nin Suriye temsilcisi James Jeffrey, Perşembe günü yaptığı açıklamada ABD’nin İran’ın ülkede durduğu sürece Suriye’de kalacağını söylemişti. Daha sonra ise sözlerine açıklık getirerek bunun ABD’nin ülkede askeri bir varlık bulundurmak manasına gelmediğini anlatmıştı. Jeffrey’nin bu açıklaması sadece Suriye için değil aynı zamanda geniş açıdan bakıldığında ABD stratejisinin gidişatı için de önemlidir.
1945’den bu yana ABD, zorlu engellerle karşılaştığı zaman çatışmaya giren tek büyük güç olmak yerine, diğer taraflara savaşta liderlik etmeye dayalı bir strateji izliyor. Soğuk Savaş döneminde ana düşman sadece tek bir devlet iken bu yaklaşım doğruydu ve işe yarıyordu. O zamanlar topyekün bir savaşın getireceği yıkım muazzam olurdu. ABD ise Sovyetler'in Avrupa’nın tamamını domine etmesine engel olması aynı zamanda da ekonomik ve teknik kapasitesini koruması gerekiyordu. O zamanki ağır basan çatışma bu çerçevedeydi. Kore Savaşı patlak verdiğinde veya Güneydoğu Asya'da komünist baskılar arttığında, bu durumlar küresel çekişmenin bir parçası olarak tanımlandı ve ABD’nin müdahalesinin gerekli olduğuna karar verildi.
Beklenildiği gibi Avrupa’da ABD komutası ve askerlerinin liderliğinde bir harekata gerek olmadı. İlginç bir şekilde bu ihtiyaç Kuveyt’te hasıl oldu. ABD liderliğindeki koalisyon içinde ABD’li askerler gerektiği sayıda bölgeye gönderildi. Gözden kaçmaması gereken nokta, ABD’nin izlediği geniş kapsamlı stratejinin askeri ayağının Sovyetlere değil Irak’a karşı uygulanmasıydı. Bu durum bana James Dean’in ünlü "Davasız Bir Asi" kitabındaki bir bölümü hatırlattı. Adama neye karşı isyan ettiği sorulduğunda şöyle bir cevap verir; “Sende ne var? (Neyin varsa söyle, ben işte ona isyan ediyorum )”
11 Eylül saldırıları da aynı tepkiyi tetikledi. Anavatan tehdit altındaydı ve ana tepki unsuru ABD ordusuydu. Bu tepki tamamen anlaşılabilir bir tepkiydi. 11 Eylül saldırıları sonrası hayatından endişe etmeyen herkes gerçeklerden uzak bir hayat yaşıyordu. Kimse bir sonraki adımda ne olacağını bilmiyordu. Ancak stratejik açıdan bu tepki mantıklı değildi. Artık Soğuk Savaş yoktu ve bütün İslam dünyası ABD’nin ana düşmanı değildi zira İslam dünyası parça parçaydı ve büyük ölçekli bir askeri müdahale yapılmasını gerektirecek bir profile sahip değildi. Daha önemli olan nokta ise ABD’nin artık tek küresel güç olduğu gerçeğiydi. Cihadi hareketlere karşı olan savaş hayati önem taşısa da, küresel gücün gündemindeki tek mesele olamazdı. Ancak ABD’nin stratejisi Soğuk Savaş modeline sıkışıp kalmıştı; sadece tek bir düşman görülüyor, diğer herşey ikinci plana atılıyordu.
Sürdürülebilir tek alternatif model ise İngiliz modeliydi. İngilizler küresel çıkarlarını idare ederken çok az vakada askeri gücünü sahaya sürüyordu. Bazı noktalarda az sayıda kuvvetleri vardı ancak kendisine yönelik tehditleri genellikle yerel güç dengeleri üzerinden idare ediyordu. Hindistan, kendi aralarında rekabet eden yerel yöneticiler nedeniyle bölünmüş bir haldeydi. İngilizler bazı yöneticileri para, silah ve küçük askeri birliklerle, diğerlerine karşı destekledi ve yerel gerilimleri kendi çıkarına hizmet edecek şekilde kullandı. Nihayetinde İngilizlerin bütün dünya üzerinde koruması gereken çıkarları vardı ve her sorun yaşadığı yere ordusuyla müdahale etmek ülkenin bitkin düşürürdü.
ABD 17 yıldır, İngilizlerin başarıyla uzak durduğu türden yorucu ve sonu görünmeyen bir savaş içindedir. Niyet edilen siyasi amaçlara ulaşılamadı. Suriye’deki Türk güçler, Rusya ve bunlara ilave olarak yerel güçler var ve bu tarafların hepsinin İran’a karşı birleşmek için kendine özgü nedenleri de var. İsrail ve Suudi Arabistan da diğer tarafta bekliyor. Suriye’deki savaşa dahil olan ülkeler Rusya hariç bir anda çekip gitme şansına sahip değil.
İranlılarla hem Suriye’de hem de başka yerlerde başa çıkmak zorundalar. ABD istihbarat ve diğer konularda yardım verebilir ama ana savaş gücü olamaz, zaten olmasına da gerek yok. Uzun vadede Amerikalılar mutlaka bölgede hoş karşılanmayan bir taraf halini alacaktır. Buna ilaveten, Kuzey Kore, Çin ve Rusya gibi uğraşması gereken başka meseleler de var. Amerikalılar, tıpkı İngilizlerin yaptığı gibi “aynı anda hem orada olup hem de olmama” stratejisini uygulayabilir.
Jeffrey aslında yaptığı açıklamada zaten ortada olan bir durumu sadece dile getirdi. Suriye tabi ki de bir sorun ama her sorun ABD’nin kuvvetlerinin orada bulunması gerektiği anlamına gelmiyor. Küresel güç biraz daha üstü kapalı olmayı gerektiriyor. Soğuk Savaş ise böyle değildi.
Geopolitical Futures için kaleme alınan makale Mepa News okuları için tercüme edilmiştir. Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve kurumumuzun editöryel politikasını yansıtmayabilir.