İngiliz gazeteci ve insan hakları aktivisti Yvonne Ridley, alanında en tecrübeli isimlerden biri konumunda. 2001 yılındaki ABD işgali arefesinde Afganistan'a giden Ridley, bu süreçte Taliban ile yaşadıklarının ardından İslam'ı seçti.
Halen İslam dünyasındaki birçok ülkeyle yakından ilgilenen tecrübeli isim, insan hakları konusunda da önemli çalışmalar yürütüyor.
Mepa News, İngiliz gazeteci Ridley ile bir röportaj gerçekleştirdi. Yvonne Ridley, tecrübelerine ve güncel meselelere ilişkin sorularımızı yanıtladı.
- Sevgili Yvonne Ridley, biz gazeteci olarak sizi ve çalışmalarınızı oldukça yakından takip ediyoruz. Fakat okuyucu kitlemize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? İlgi alanlarınız nelerdir ve Ortadoğu hakkında çalışmaya ne zaman karar verdiniz?
40 seneden uzun süredir gazeteciyim ve Ortadoğu’ya ilk olarak büluğ çağındayken Filistin dikkatimi çektiğinde ilgi duymaya başladım.
Gazeteci olarak geçirdiğim zaman sırasında gizli bir araştırmacı gazeteci olarak, İngiliz ve Avrupalı kraliyet aileleri çevresindeki meseleleri ele alan bir kraliyet muhabiri olarak zahmetli haberler üzerine çalıştım ve aynı zamanda The Sunday Express baş muhabiriydim.
Bu günlerde çatışma bölgelerine ve savaşlar ile doğal afetler sonucunda oluşan insani ihtiyaç bölgelerine gittim. Maalesef bunların çoğu Ortadoğu ve Asya anlamına geliyor.
Aynı zamanda bir yazarım ve gerçeğe dayanan birkaç kitap yazdım, bunlardan biri de Afganistan’da bir Taliban mahkumu olarak yaşadığım tecrübeler hakkında. Son zamanlarda “The Rise of the Prophet Muhammad: Don’t Shoot The Messenger” (Muhammed Peygamber’in Yükselişi: Elçiye Zeval Olmaz) adında bir kitap kaleme aldım.
Yvonne Ridley'in son çıkan kitabı (Peygamber’in Yükselişi: Elçiye Zeval Olmaz)
- Afganistan’a gitmeye karar verdiğiniz zaman neler hissettiniz? Korku veya endişe hissettiniz mi?
Korkunç 11 Eylül hadiselerinin ardından dünyadan Pakistan’da toplanan 3 bin gazeteci bulunuyordu. ABD ve Birleşik Krallık ile Taliban arasındaki savaşın başlamasını bekliyorduk.
Hazır hikayelere konmayı seven bir gazeteci olmadığım için, tüm bedeni kaplayan mavi bir burkayı kılık değiştirme amacıyla giyerek Afganistan içine sızmaya karar verdim.
Afganistan'ın yerel kadın kıyafeti olan burka, mavi renkte ve tüm bedeni tamamen örtüyor.
Sıradan Afgan halkının yaşamı hakkında insani bir hikaye yazmak istemiştim. Bu vakitte korkmuyordum, yine de tetikte ve gözü açık vaziyetteydim. Riskli bir görevdi ancak bu benim seçimimdi ve dikkatlice geliştirilmiş ve tasarlanmıştı.
- Bildiğimiz üzere, 2001 yılında Taliban tarafından yakalandınız. Bu süreç nasıldı? Size nasıl davrandılar? Sizi bırakmaya ne zaman ve nasıl karar verdiler? Bize tüm bu süreci detaylıca anlatır mısınız?
Bir eşekten düştükten sonra gözaltına alındım! Bu beni, infaz edilip edilmeyeceğim veya ne zaman edileceğimi bilmeden geçen 11 korkutucu gün boyunca hapiste tutulmaya itti. Yönetici pozisyonunda olan Taliban mensubu ilk başta benim bir ABD casusu olduğuma inanıyordu ve beni ilk 6 gün Celalabad’daki istihbarat merkezlerinde sorguladılar.
Kendimce daha tehlikeli, korkunç bir mahkum olma stratejisini benimsedim ve buradan hapishanenin terör bölümünde tutulacağım Kabil’e sevk edildim. Dört gün sonra savaş başladı ve tuhaf bir şekilde, diğer Batılıları tutmaya devam ederlerken beni insani sebeplerle serbest bıraktılar.
Onları öfkelendirmek ve engellemek için 11 günün tamamını açlık grevinde geçirdim ve sorularına karşı işbirliği yapmayı reddettim. Fakat ne kadar huysuz ve dil olarak çatışmacı olursam olayım, bana nezaket ve saygıyla davrandılar.
Beni bıraktıklarında Molla Ömer bunun insani nedenlerle olduğu kararını vermişti, ancak İslamabad’da onun büyükelçisi Molla Abdusselam Zaif benim serbest bırakılışımı ilan eden bir basın konferansı gerçekleştirdi ve beni “Çok kötü bir ağzı olan çok kötü bir kadın” olarak tarif etti. Yakın bir zamanda, bir muhabbet ortamında bu açıklamasını ona hatırlattığımda gülümsedi ve başını eğdi.
Taliban'ın kurucu lideri Molla Muhammed Ömer (solda) ve hareketin eski Pakistan Büyükelçisi Molla Abdusselam Zaif
- İslam’ı seçmeye nasıl ve neden karar verdiniz, anlatır mısınız?
Hapiste geçirdiğim zaman içerisinde Taliban’a, eğer beni serbest bırakırlarsa yüce Kur’an’ı araştıracağıma ve İslamiyet hakkında okumalar yapacağıma dair söz verdim. Bu daha çok eğitsel bir tecrübeydi ve kesinlikle İslam’ı seçme gibi bir niyetim yoktu.
Fakat sözümü yerine getirdikten kısa bir süre sonra ruhani bir uyanış harekete geçti ve kendimi bir keşif yolculuğunda buldum. İnsanların anlamadığı şey, ben halihazırda öz bir Tanrı inancına sahiptim ve Londra, Piccadilly’deki St. James Kilisesi’nde aktif olan bir Hıristiyandım.
Ridley, Afganistan'da Taliban ile yaşadığı sürecin ardından İslam'ı araştırarak Müslüman oldu.
Benim için İslam’a giden yol doğal bir süreçti. İki sene sonra Londra, Soho’daki dairemde küçük bir grup arkadaşımın önünde kelime-i şehadet getirerek İslam’a girdim. İnancımın bir vazife ve hususi olduğunu hissettiğimden, daha yüksek profilli birçok olayı geri çevirdim.
- Diğer ilgi alanlarınızdan konuşalım. Çeçenistan, Keşmir, Suriye gibi diğer ülkeler hakkındaki çalışmalarınız, araştırmalarınız ve tecrübeleriniz nelerdir?
Birçok Çeçen lideri tanıyorum ve onlarla bir araya geldim, onların mücadelelerinden etkilendim ve nesiller boyunca yüz binlerce kişiyi kırıp yok eden kanlı tarihleri karşısında sarsıldım. Benzer şekilde, bilhassa Pakistan’a düzenli ziyaretlerimde, işgal edilmiş Keşmirlilerin yaşadığı adaletsizlikleri daha detaylıca öğrendim ve burada yaşayan insanların kendi kaderini tayin hakkını şiddetli bir şekilde destekliyorum.
1992 yılından bu yana Suriye’yi kapsamlı bir şekilde zaman zaman ziyaret ettim. Son ziyaretim Ocak ayında İdlib’e yönelikti, burada Suriyelilere bağımsızlık mücadelelerinde yardım etmek üzere onlarla beraber çalışan birçok eski dostumla buluştum.
Aynı zamanda rejimin eski kadın tutsaklarıyla röportaj yaparak birkaç yürek parçalayıcı saat geçirdim, bana parmaklıklar arkasında kadınlara karşı gerçekleştirilen ciddi ölçekli tecavüzlerden bahsettiler. Halen rejim tarafından esir tutulan 7 bin kadın var ve hepsi serbest bırakılmadan ara verip dinlenmeyeceğim.
İngiliz gazeteci ve aktivist geçtiğmiz yıl Türkiye'den hareket eden Vicdan Konvoyu'na katılmıştı.
Yakın zamanda Türkiye’de Vicdan Kampanyası isimli büyüyen bir sivil hareket içinde yer aldım. Bu kampanya geçtiğimiz yıl Türkiye’den ve diğer 50 ülkeden gelen temsilcilerin oluşturduğu ve İstanbul’dan Suriye sınırına, hapsedilen kadınların kötü durumuna dikkati çekmek için yürüyen 10 bin kişilik Vicdan Konvoyu’ndan adını alıyordu.
Sadece bunlar dahi bana göre, Devlet Başkanı Esed’in Suriye iç savaşında asla çözümün bir parçası olarak görülemeyecek olmasının nedenidir. Onun herhangi bir barış masasında oturması, yeryüzündeki her kadına hakarettir.
- Biliyorsunuz, dünyada devam eden savaşlar var ve bunların neredeyse tamamı İslam ülkelerinde yaşanıyor. Bu savaşlar, ABD'nin sözde “teröre karşı savaşı” başlattığından beri yayılarak devam ediyor. Bu savaşlara dair, özellikle siyasi, sosyolojik ve insani açıdan ne düşünüyorsunuz?
Pasifist birisi olmasam da, birçok savaşın haksız olduğunu düşünüyorum ve bu bitmek bilmeyen saldırganlık, savaş ve çatışma durumu için Ortadoğu ülkelerinin liderlerini de, birbiri ardına gelen ABD başkanları kadar suçlu buluyorum.
Gerçekten inanıyorum ki eğer Ortadoğu ve Kuzey Amerika’daki yönetimler siyasi arenaya daha fazla kadını getirirse haksız savaşlar olmayacaktır. Kadınlar, örneğin, Yemen’in şimdiki gibi umutsuz bir durumda olmasına asla müsade etmezdi ve eğer kadınlar barış sürecinde olsaydı Filistin meselesi şimdiye kadar çözülmüş olurdu.
- Son yıllarda daha tehlikeli hale gelen bir gerçek var: İslamofobi. ChristChurch katliamından sonra bu daha sesli bir biçimde tartışılmaya başlandı. İslamofobi hakkındaki düşünceleriniz neler? Sizce sebep ve çözüm ne?
Problemin nedeni öncelikle Aşırı Sağ’ın yükselişinde, siyasilerin dikkatsiz ve saldırgan söyleminde ve medyanın kışkırtmasında yatıyor.
Şu sıralar, İslamofobi terimini hikayeden arındıran, temizleyen ve olayı Müslümanlara karşı nefret suçu olarak yahut daha öfemistik (meseleyi daha iyi-olumlu gösterecek şekilde anlatan) şekilde adlandıran tehlikeli bir yönelim olduğunu fark ettim. Bu tamamiyle yanlış ve inanıyorum ki bu, dinden bahsetmekten hoşlanmayan laikler tarafından yürütülen bir ajanda.
Yeni Zelanda'daki cami saldırısında 50 Müslüman öldürülmüştü.
Ancak İslamofobiyi ilk elden tecrübe etmiş bir Müslüman olarak, diyebilirim ki bu çok gerçek ve hedef alınan kişi için çok acı verici bir şey.
- Mepa News olarak, Afiye Sıddıki meselesi ile ilgili sizin bazı yazılarınızı paylaşmıştık. Onun yaşadıklarını en iyi bilen kişilerden biri sizsiniz. Sıddıki konusunu detaylıca anlatır mısınız? Ve söyleyebilir misiniz, meselede son durum nedir?
Doktor Afiye Sıddıki yeryüzünde en çok zulmedilen kadındır ve onun meselesi vahim bir adalet noksanlığıdır. ABD onu zorla alıkoymakla Viyana Sözleşmesini’ni ayaklar altına almış ve tüm diplomatik kuralları ihlal etmiştir.
Afganistan’da işlediği iddia edilen bir suç nedeniyle asla New York’ta yargılanmamalıydı. Amerika sürekli Afganistan’da bir işgalci olduğunu reddediyor, fakat onu yasadışı şekilde ABD’ye götürmekle Afganistan’ın egemenliğini ihlal ediyorlar.
Bunun ötesinde, bir üst düzey askeri personel bana Dr. Afiye’nin bir Amerikan askerini tepeleyip yarı otomatik silahını almasının, emniyetini açmasının, doldurmasının ve ateş etmesinin imkansız olduğunu söyledi. Bu “teröre karşı savaş” tarihi boyunca hiçbir ABD askerinin başına gelmedi ancak Dr. Afiye’ye karşı yargılama uyduruldu. Herhangi bir ABD silahına hiç dokunmadığına dair bilimsel kanıtları hikayesini destekliyor olmasına rağmen, adil bir yargılamaya tabi tutulma şansı olmadı. Elbiselerinde yahut ellerinde, saldırıyı gerçekleştirdiğini belirtecek şekilde bir barut izi de kesinlikle yoktu.
Meselenin içerisinde olan ABD askerlerinin yapabileceği en iyi ve duyarlı şey, (Sıddıki’nin) vurulduğu gün polis odasında gerçekte neler olduğuna bir açıklama getirmektir.
Yvonne Ridley, ABD tarafından zorla alıkonulan Sıddıki'nin serbest kalması için uzun süredir faaliyet yürütüyor.
ABD ordusu ile Taliban arasında aylarca devam eden endişe verici müzakerelerden sonra onun serbest bırakılmasından kelimenin tam anlamıyla birkaç gün uzaklıktaydık. Görüşmelerimiz Barack Obama’dan gelen bir başkanlık affıyla sonuçlanabilirdi ancak final aşamalarında dağıldı.
Bu ani U dönüşü nedeniyle Taliban’a öfkeliydim ve iğneleyici bir eleştiri yazısı yayınladım, bu sebeple şu an ABD ile barış anlaşmasına dair yürüttükleri müzakerelerde Dr. Afiye meselesinin masaya tekrar getirilmesini istemiş olabileceklerine inanıyorum. Halihazırda ABD ile müzakereler yürütenler arasında Guantanamo’dan serbest bırakılan ve şu an Katar’da yaşayan beş Taliban komutanı bulunuyor.
Kendilerinin serbest bırakılmasının, anlaşma çöktüğünde Dr. Afiye’nin hürriyetine bedel olduğunu daha sonradan öğrenmiş olabilirler. Karara karşı çıkarak Kuetta Şurası olarak adlandırılan şuranın ruhani liderlerine beş sayfalık bir mektup yazdım. Geniş çapta saygı duyulan Müftü Taki Osmani’nin Taliban’dan barış görüşmelerinde Dr. Afiye’nin serbest bırakılmasını istediğini biliyorum. Doğal olarak, bu olursa eleştirimi geri alırım.
Kaynak: Mepa News