Seyfu'l Adl kimdir?
El Kaide'nin yeni lideri olacağı iddia edilen Mısırlı cihat yanlısı Seyfu'l Adl kimdir?
El Kaide'nin önde gelen isimlerinden olan Mısırlı Muhammed Selahaddin Zeydan (Seyfu'l Adl), grubun lideri Eymen ez Zevahiri'nin Temmuz 2022'de bir ABD hava saldırısında öldürüldüğüne yönelik iddiaların ardından, yeni El Kaide lideri olacağı öne sürülen en dikkat çekici isim olarak öne çıkıyor.
Seyfu'l Adl, cihat yanlısı gruplar içerisinde onlarca yıllık bir tecrübeye sahip.
Mısırlı cihat yanlısı liderin biyografisine dair bu içeriğin temel kaynağı olarak, El Kaide ve cihat yanlısı hareketler konusunda uzman olarak gösterilen eski FBI ajanı Ali Soufan tarafından kaleme alınan ve Combating Terrorism Center tarafından yayımlanan çalışmadan faydalanılmıştır. İçerik ek kaynaklar ve düzeltmelerle zenginleştirilmiştir.
Hamza bin Ladin ve Ebu Muhammed el Mısri'nin yanı sıra El Kaide lideri Eymen ez Zevahiri'nin de öldürüldüğünün iddia edilmesiyle, liderliği devralması muhtemel bir sonraki isim Seyfu'l Adl olarak öne çıktı.
Eldeki son verilere göre Seyfu'l Adl de İran'da ev hapsinde yaşıyor ve görünüşe göre ülke dışına çıkması yasak. Şu anki hareketleri ya da faaliyetleri hakkında çok az şey biliniyor. Bununla birlikte Seyfu'l Adl'in El Kaide içindeki saygın konumu, askeri, istihbari ve güvenlik konusunda liderlik tecrübesi ve stratejik deneyimi onu potansiyel olarak tehlikeli bir lider haline getiriyor.
Hayatta kalan tek isim
Usame bin Ladin, Mayıs 2011'de Pakistan'da ABD'nin özel bir operasyonuyla öldürüldüğünde halefini çoktan belirlemişti. 2001 yılında Bin Ladin'in El Kaide örgütüyle birleşen Mısır Cihad Cemaati'nin eski lideri Eymen ez Zevahiri, El Kaide'nin bir sonraki lideri olacaktı.
El Kaide'nin üst düzey komutanı Ebu Muhammed el Mısri'nin Tahran'da bir suikast sonucu öldürülmesiyle ve örgütün genel emiri Eymen ez Zevahiri'nin Afganistan'da ABD saldırısı sonucu öldüğünün iddia edilmesiyle El Kaide'nin kuruluşuna kadar uzanan lider kadrosu biraz zayıflamış görünüyor.
Ancak üst düzey bir isim hala varlığını sürdürüyor: Seyfu'l Adl.
ABD güçleri 2001 sonlarında Kandahar'ı ele geçirdiğinde El Kaide'nin tarihini, yapısını ve üyeliğini detaylı olarak anlatan, örgütün 170 kurucu üyesinin listesi de dahil olmak üzere binlerce belge ele geçirmişti. Bu listede Usame bin Ladin bir numarada, Seyfu'l Adl ise sekiz numaradaydı.
Elde edilen bilgilere göre Seyfu'l Adl, Bin Ladin'le birden fazla kez anlaşmazlığa düşmüş ve genellikle duygularını belli etmekten çekinmemişti. Yine de Seyfu'l Adl'in emirine olan sadakati sarsılmazdı. Seyfu'l Adl hiçbir zaman başka bir gruba bağlılık duymamıştı. El Kaide yıllar boyunca Afganistan'dan Doğu Afrika'ya varlığını artırırken o, Bin Ladin'in yanında yer aldı. El Kaide'nin Yemen'den Somali'ye ve İran'a kadar operasyonlarını genişletmeye çalıştığı yerlerde güvenilir bir elçiydi.
Yetişkinlik hayatının büyük bölümünde pek çok ülkeden ve örgütten suikastçılar tarafından takip edilen Bin Ladin, Seyfu'l Adl'e neredeyse herkesten daha fazla güveniyordu. Seyfu'l Adl, 11 Eylül 2001'in hemen öncesinde Bin Ladin, Zevahiri ve Ebu Hafs El Mısri'nin ardından dördüncü isim konumundaydı. Daha sonra Bin Ladin'in öncelik sırasını değiştirerek Ebu Muhammed el Mısri ve Ebu Hayr El Mısri'yi (Zevahiri'nin Mısır Cihad Cemaati'nde şura konseyi üyelerinden biriydi) Seyfu'l Adl'in önüne geçirdiği anlaşılıyor. Ancak her iki durumda da listede hayatta kalan sadece tek kişi var: Seyfu'l Adl.
Seyfu'l Adl, dünya çapındaki cihadi hareketin en deneyimli profesyonel askerlerinden biridir ve vücudunda savaşın izleri vardır. Sağ gözünün altında patlayan bir aydınlatma fişeğinin açtığı yara, sağ elinde bir yara izi ve Somali'de ABD ve müttefiklerine karşı savaşırken kolundan aldığı bir yara.. Yüksek düzeyde eğitime sahip olan ve iyi derecede İngilizce bilen bir kişi olduğu söylenmektedir.
Eski meslektaşları onu duygularını belli etmeyen "kurnaz bir diplomat" olarak tanımlamaktadır. Ancak, yine eski meslektaşlarına göre "öfkesi de kötü bir şöhrete sahiptir". "Yakıcı bir dile" sahip olan Seyfu'l Adl, "kendisini hoşnut etmeyen herkesi şiddetle tehdit etmeye meyillidir ve sadakatsizliğe hızlı ve acımasız bir güçle yanıt verdiği" bilinmektedir. "Astlarına karşı o anın sıcaklığıyla acımasız olabilir" ama aynı zamanda "iyi niyetli bir nasihatçi" olarak da bilinmektedir. Mutlu zamanlarında oldukça iyi futbol oynamakta ve şakalar yapmayı sevmektedir.
Ancak Seyfu'l Adl'in sicili de oldukça kabarık. Amerika Birleşik Devletleri, Ağustos 1998'deki Doğu Afrika büyükelçilik bombalamalarında Nairobi ve Darusselam'da 224 kişinin öldürülmesindeki rolü nedeniyle başına 5 milyon dolar ödül koydu ve daha sonra bu ödül 10 milyon dolara çıkarıldı.
Seyfu'l hakkında kesin olarak bilinen çok az şey vardır. Seyfu'l Adl, El Kaide'den önceki sıradan görünen hayatının ayrıntılarını gizlemek için olağanüstü adımlar atmıştır. Seyfu'l Adl, "Adil Olan Allah'ın Kılıcı" manasına gelen takma bir isim kullanmaktadır, henüz yirmili yaşlarındayken güvenlik sebeplerinden ötürü kendisine sahte bir ölüm senaryosu hazırladığına dair kanıtlar bulunmaktadır ve muhtemelen daha sonra tamamen farklı birinin kimliğine bürünmüştür.
Seyfu'l Adl'in hayat hikayesi oldukça farklı bir cihat yanlısı lideri resmetmektedir. Genç yaşta sahte bir ölüm numarası yaptıktan sonra yıllarca hayatının gençlik yıllarına dair ayrıntıları başarıyla gizledi ve Batılı istihbarat örgütlerini bile kendisinin tamamen farklı bir adam olduğuna ikna etti. 1980'lerde Afganistan'daki Sovyet işgaline karşı mücadeleye katıldı ve El Kaide'nin kurucu üyelerinden biri oldu.
Somali'deki "Kara Şahin Düştü" olayından Doğu Afrika'daki ABD elçiliklerinin bombalanmasına ve USS Cole destroyerine düzenlenen bombalı saldırıya kadar birçok cüretkâr saldırıda merkezi bir rol oynamaya devam etti. Irak El Kaidesi'nin kurucusu olan Ürdünlü Ebu Musab ez Zerkavi'ye akıl hocalığı yaptı. 11 Eylül'den sonra İran'da saklanmaya başlayan Seyfu'l Adl, İranlı yetkililer tarafından yakalanıp uzun süre hapiste tutulmasına rağmen bugün El Kaide yönetiminde önemli bir rol oynamaya devam ediyor.
Yanlış kimlik tespiti
Bazı analistler yıllarca Seyfu'l Adl'in 'Muhammed İbrahim Mekkavî' adında Mısırlı eski bir özel kuvvetler albayı olduğuna inandılar. Gerçekten de FBI bu ismi hala Seyfu'l Adl'in takma adlarından biri olarak listeliyor. O zamanlar gerçekler bu hipoteze uyuyor gibi görünüyordu. Seyfu'l Adl gibi Mekkavî de Mısır'ın Nil Deltası bölgesinde doğmuştu. Her iki adam da ülkelerinin silahlı kuvvetlerinde görev yapmış, her ikisi de 1980'lerin sonunda Afganistan'da Sovyetlerle savaşmış ve yine her ikisi de Selefi-Cihadi görüşleri benimsemişti. Ancak (tahmin edilenin aksine) bunlar aynı kişiler değiller.
29 Şubat 2012'de Albay Muhammed Mekkavî çeyrek yüzyıl sonra ilk kez Mısır topraklarına ayak bastı. Mekkavî, bu sürenin tamamı olmasa da büyük bir bölümünde, etrafında dönen "terörizm" şüpheleri ışığında, kendi ülkesinde istenmeyen adam ilan edilmişti. Ancak Hüsnü Mübarek'in düşüşü ve Müslüman Kardeşler'in iktidara yükselişi, Mübarek rejiminin takibat altına aldığı Mekkavî gibi adamların geri dönüşü için kapıyı açmış gibi görünüyordu. Ancak Kahire Uluslararası Havaalanı'na varışından kısa bir süre sonra Mısır güvenlik güçleri harekete geçti. Devlet medyası, "yetkililerin nihayet kötü şöhretli El Kaide teröristi Seyfu'l Adl'ı yakaladığını" bildirdi.
Ancak birkaç saat içinde bu haber geri çekildi. Aslında her iki adamla da tanışan, hatta resimlerini karşılaştıran herkes bunu hemen anlayacaktır. Mekkavî tıknaz ve koyu tenli iken, Seyfu'l Adl'in bilinen resimleri onun zayıf ve açık tenli olduğunu göstermektedir. Dahası, iki adam arasında yaklaşık on yıllık bir yaş farkı vardır, bu da Mekkavî ve Seyfu'l Adl'in iki farklı kuşaktan geldiğini göstermektedir.
Mekkavî 1950'lerin başında doğdu. İsrail ile 1973 yılında yapılan Yom Kippur Savaşı sırasında Mısır ordusunda görev yapmış, Mısır Silahlı Kuvvetleri içinde terörle mücadele konusunda uzman bir birimin üyesi olmuş ve sonunda albay rütbesine yükselmiştir.
1987 yılında Mekkavî, kendisinin "Necûn mine'n-Nar" adını veren cihat yanlısı bir yeraltı örgütü tarafından başlatılan bir hükümet bakanına ve bir gazete editörüne yönelik suikast planına karıştığından şüphelenen Mısır rejimi tarafından kısa bir süre gözaltına alındı. Serbest bırakıldıktan sonra Mısır hükümeti tarafından gördüğü muameleden tiksinen Mekkavî, 1979 sonlarındaki Sovyet işgalinin ardından ülkeye akın etmeye başlayan binlerce Arap gönüllüden biri olarak Ruslara karşı savaşmak üzere Afganistan'a gitti. Eski hayatını geride bırakan Mekkavî 'Ebu'l Munzir' takma adını benimsedi.
Ancak tecrübeli bir subay olarak Mekkavî, etrafındaki "yeni yetme" savaşçılara pek saygı duymuyor, onları pervasız, beceriksiz, zafer için değil katliam için yanıp tutuşan bir "amatörler kuşağı" olarak görüyordu. Sovyetlerin Afganistan'dan çekilmesinden sonra Mekkavî, Pakistan'ın İslamabad şehrine sığındı ve burada hem El Kaide'nin düşmanlığını hem de iç ve dış istihbaratın şüphesini üzerine çekmesine rağmen normal bir hayat sürmeye çalıştı. Buna karşın Seyfu'l Adl, sürekli bir cihat yaşantısına devam etti.
Hayatının ilk dönemi
Gerçek Seyfu'l Adl'in sadece üç resminin var olduğu bilinmektedir. Bunlar ince yüzlü, badem gözlü ve gururlu, gözlerini kırpmadan bakan bir adamı göstermekte ve gelecekteki kayınpederinin yazacağı gibi "bakışları zeka ve kurnazlıkla parlamaktadır".
Gerçek adı Muhammed Selahaddin Zeydan'dır. 1960'ların başında Kahire'nin yaklaşık 65 kilometre kuzeybatısındaki Şibin el Kavm kasabasında doğdu. O dönemde Mısır Başbakanı Cemal Abdünnasır, Arap dünyasının en saygın liderlerinden biriydi ve Batı egemenliğindeki sanayileri millileştirme, kuzeydeki Helvan Çelik Fabrikası'ndan güneydeki Asvan Barajı'na kadar büyük inşaat projelerini destekleme ve kısa bir süre için Suriye ve Kuzey Yemen ile siyasi ve ekonomik birlik kurma gibi Arap birliğini hedefleyen sosyalist gündemiyle ilerliyordu.
Ancak Nasır'ın planları, İsrail'in daha Mısır tek bir kurşun bile atamadan Nasır'ın hava kuvvetlerinin büyük bölümünü yok ettiği 1967 Altı Gün Savaşı'nın utancıyla çökmeye mahkum oldu. Ülkenin her yerinde cihat yanlısı hücreler güç kazanmaya başladı. Kısa süre sonra aralarında Zevahiri'nin liderlik ettiği hücrenin de bulunduğu bu hücrelerden bazıları birleşerek Mısır Cihad Cemaati adlı yeni bir örgüt kuracaktı.
Ancak Seyfu'l Adl bu gruba katılmayacaktı. Seyfu'l Adl, bu grupların etkin olduğu dönemlerden biraz daha sonra, 1980'li yılların başlarında İslami ve cihat yanlısı çalışmaların içerisine girdiğini belirtmektedir.
Genç Muhammed Zeydan'ın namazlara ve derslere katıldığı Farcu'l İslam camisinin şeyhi onun sessiz, çalışkan ve oldukça içine kapanık bir genç olduğunu söylemektedir. Ağabeyi Hasan'a göre Seyfu'l Adl tüm komşularıyla, hatta zaman zaman sert İslamcıların bir numaralı hedefi haline gelen Kıpti Hıristiyanlarla bile iyi ilişkiler içindeydi. Liseden mezun olduktan sonra bir üniversitede işletme fakültesinden mezun oldu, ardından Mısır ordusunun yedek kuvvetlerine yazıldı ve burada paraşütçülük konusunda uzmanlaştı ve (daha sonra El Kaide'nin eğitim kamplarında göstereceği uzmanlığa bakılırsa) patlayıcılar ve istihbarat konusunda epeyce bilgi edindi. Seyfu'l Adl burada yarbay rütbesine dek yükseldiğini dile getirmektedir.
Mısır'ın 1970'ler ve 1980'lerdeki çalkantılı siyasi ortamında, özellikle İslamcıların yoğun olarak sızdığı iki kurum olan kampüslerde ve silahlı kuvvetlerde sertlik yanlısı propagandaya maruz kalmamak imkansız olmasa bile zordu. Üstelik Seyfu'l Adl'in yetişme yıllarında Arap dünyasında öfkeyi alevlendiren olaylar yaşanıyordu. Nasır'ın halefi Başkan Enver Sedat İsrail'le Camp David anlaşmalarını imzaladığında o henüz onlu yaşlarındaydı ve Sedat, Cihad Cemaati'nin bir kolu tarafından öldürüldüğünde de çok da büyük sayılmazdı.
Yine de ülkesindeyken Seyfu'l Adl'in herhangi bir cihat yanlısı grupla bilinen bir bağlantısı yoktu. Mısırlı bir istihbarat görevlisinin ifadesiyle, "Afganistan'a taşınıp aradığını bulana kadar hiçbir cihat örgütünün parçası olmamıştı."
Seyfu'l Adl ailesine her zaman, askerlik görevi biter bitmez Mısır'dan ayrılmak istediğini söylemişti. Kendi kuşağından pek çok genç Mısırlı gibi, ülkesinde ekonomik beklentileri düşük olduğundan, Kızıldeniz'in ötesinde, gelişen Suudi Arabistan krallığında yeni bir hayata başlamayı planlıyordu. 1987'de kardeşi onu Mekke'ye giden bir uçağa binmesi için Kahire havaalanına götürdü. Seyfu'l Adl burada iş aramaya başlamadan önce bir umre yapmayı planlıyordu. Bu, ailesinden herhangi birinin onu son görüşü olacaktı.
Seyfu'l Adl, kendisini Mısır'dan ayrılmaya iten gerekçeleri beş ana başlık altında özetlemekteydi:
"1- Mısır'daki İslami gruplara yönelik yoğun baskıların hareketi imkansız hale getirmesi
2- İstihbarat birimlerinin İslami grupların içerisine yoğun şekilde sızması
3- İslami hareketlerde iç maddi imkan yetersizliği
4- Ülke içerisinde emniyet teşkilatlarının gözetimi altında yaşayıp İslami yapılarla temas kurmanın zorluğu
5- Aktif durumdaki İslami mücadele sahalarına destek verme düşüncesi"
Bir yıl sonra kardeşinin kapısına gelen bir yabancı, Seyfu'l Adl'e ait bir ceket taşıyordu. Bu yabancı, kardeşine Seyfu'l Adl'in gerçekten de Suudi Arabistan'da bir satış elemanı olarak iş bulduğunu, ancak bir araba kazasında öldüğünü söyledi. Perişan haldeki ailesi Seyfu'l Adl'in nasıl öldüğüne dair daha fazla ayrıntı öğrenmek için Suudi yetkililere başvurdu, ancak bir sonuç alamadı. Kederden tükenen annesinin sağlığı bozuldu ve sonunda felç geçirerek hayatını kaybetti. Herhangi bir temas kurulamaması üzerine Mısır'daki Şibin el-Kavm Aile Mahkemesi Seyfu'l Adl'in yasal olarak öldüğünü ilan etti.
FBI'a göre Seyfu'l Adl'in gençlik fotoğrafı
Cihada katılma
Seyfu'l Adl'in Bin Ladin'le ilk karşılaşması, Bin Ladin'in sık sık Suudi Arabistan'a yaptığı "cihada adam toplama" ziyaretlerinden birinde gerçekleşmiş olabilir. Ancak Seyfu'l Adl'in Suudi Arabistan'da kalmayı hiç düşünmemiş olması da aynı derecede olasıdır. Nitekim Suudi Arabistan'ın Sovyetlere karşı cihada katılmak isteyen genç erkekler için Afganistan'a indirimli uçuşlar sunduğu Arap dünyasında yaygın olarak biliniyordu. Her iki durumda da Seyfu'l Adl kısa sürede Afgan cihadına katıldığı ve askeri geçmişini etkin bir şekilde kullandığı bir gerçek.
1988'de sonu görünmeyen acımasız bir yıpratma savaşıyla karşı karşıya kalan Sovyetler Birliği, barış anlaşmalarını imzalayıp Afganistan'dan çekilmeye başlayınca Arap mücahitlerin aklı savaş bittikten sonra ne yapacaklarına döndü. Bazıları evlerine ve ailelerinin yanına dönecekti ama diğerleri için bu düşünülemezdi bile. Mısırlıların neredeyse tamamı bu kategoriye giriyordu, isteseler bile evlerine dönemezlerdi çünkü Mübarek rejimi tarafından görüldükleri yerde tutuklanırlardı. Bu adamlar için cihat tek seferlik bir proje değil, bir yaşam biçimi haline gelmişti.
Seyfu'l Adl zaman içerisinde hiyerarşide ilerledi. Zekası, askeri geçmişi ve otoriter duruşu üstlerini etkiledi ve kısa sürede Afganistan'daki El Faruk eğitim kampının emirliğine yükseldi. El Faruk ve diğer kamplarda patlayıcılar, istihbarat toplama ve karşı istihbarat eğitimleri Seyfu'l Adl tarafından denetleniyordu. Seyfu'l Adl'in bu dönemdeki öğrencileri arasında 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezi'ni bombalayacak olan Remzi Yusuf, daha sonra Nairobi ve Darusselam'daki ABD elçiliklerinde çok sayıda kişiyi öldürecek olan hücrenin lideri Harun Fazıl ve elçilik bombalamaları davasında tanıklık yapacak olan L'Houssaine Kertchou da vardı.
Keskin askeri zekasıyla Seyfu'l Adl, kamplardaki eğitim kalitesinin dönüştürülmesine ve savaş taktiklerinden arşivlemeye kadar her konuda standart operasyon prosedürlerinin oluşturulmasına yardımcı oldu. 1991'e gelindiğinde, El Kaide'nin sadece Bin Ladin ve en yakın üç ismine bağlı bir grubu olan "ikinci kademe" liderliğine yükselmişti. Yakında ise en tepede onlara katılacaktı.
Ağustos 1990'daki mezuniyet gününde Seyfu'l Adl ve öğrencileri sahte bir pusu kurarak patlayıcılarla ilgili becerilerini test etmeyi planladılar. Eğitim kampına girmekte olan bir kamyonu seçtiler ve gizlice etrafını sardılar, aracın önündeki bir ağacı devirmek için bir bomba patlattılar ve saldırırken silahlarını ateşlediler. Kamyonun kasasında yolculuk eden iki Afgan kasanın altına sığındı. Ancak öndeki yolcu, 40'lı yaşlarının ortalarında seçkin görünümlü bir Mısırlı, sakin bir şekilde araçtan indi ve olay yerini inceledi. Savaşçılar onu hemen, Arap Afganlar arasında efsanevi bir figür olan ve Ebu Velid el Mısri künyesiyle de bilinen Mustafa Hamid olarak tanıdı.
Hamid, Afganistan'a seyahat eden ilk Araplardan biriydi. Seyfu'l Adl, adamlarıyla birlikte yaratmayı başardıkları curcunaya içten içe gülerek Hamid'e yaklaştı. Seyfu'l Adl'i ilk kez gören Hamid, onun "zeka ve kurnazlık gösteren çekik Asyalı gözleri" ve "sıska ve enerji dolu güçlü vücudu" olduğunu not etti. Çay içerken Hamid ve Seyfu'l Adl, ABD güçlerinin Saddam Hüseyin'i Kuveyt'ten çıkarmak için Suudi Arabistan'a henüz konuşlandığına dair gelen haberleri tartıştılar. Bu kalıcı bir dostluğun başlangıcıydı. Bir buçuk yıl sonra Seyfu'l Adl, Hamid'in kızı Esma ile evlendiğinde Hamid'in damadı olacaktı.
Afrika
Seyfu'l Adl 1992 yılının sonlarında Filistinli bir cihat yanlısına "Afganistan'daki savaş sona eriyor" dedi. "Cihadı dünyanın diğer bölgelerine taşıyacağız." Aslında Afganistan'daki savaş sona ermiyor, komünist yönetime karşı mücadeleden rakip silahlı gruplar arasında bir iç savaşa dönüşüyordu. El Kaide için diğer mücahitlerle savaşmanın pek bir getirisi yoktu. Bu sebeple o dönemde İslam dünyasında yıldızı parlayan bir diğer ülkeye gözlerini çevirdiler: Sudan.
Sudan'da 1989'daki darbeyle gücünü artıran Sudan Ulusal İslami Cephesi de Bin Ladin'e ülkeye gelmesi konusunda ısrarcıydı.
1991-1992 kışında Bin Ladin Sudanlıların teklifini kabul etti. Seyfu'l Adl, El Kaide'nin operasyonlarını toparlamasına ve Hartum'a taşımasına yardım etti. Seyfu'l Adl orada eğitim kamplarını yeniden kurdu ve yeni katılanlara patlayıcı kullanımı konusunda eğitim vermeyi sürdürdü. Seyfu'l Adl'in El Kaide'deki kariyeri gelişmeye devam etti. Daha Afganistan'dayken bile meslektaşları onu "önemli bir El Kaide lideri" olarak tanımlıyordu. Çok geçmeden örgütün merkezi askeri komitesinin bir üyesi haline geldi.
El Kaide, kollarını Sudan'daki üssünden Doğu Afrika'ya kadar uzattı. Genişlemenin ilk hedeflerinden biri Afrika Boynuzu'nda yer alan parçalanmış bir Müslüman ülke olan Somali'ydi. Hartum'a taşınmadan önce bile El Kaide Somali'den kimseleri yetiştiriyordu ve bunlardan bazıları kendi cihat yanlısı gruplarını kurmak üzere ülkelerine dönmüşlerdi. 1992 yılının başlarında Somali'nin Marksist hükümeti geri dönülmez bir şekilde çökmüştü. Sovyet donanımlı ordusunun silahlarının çoğu devlet dışı silahlı grupların eline geçmiş ve vahşi bir iç savaş patlak vermişti. Tüm bunlar Somali'yi cihat için olgunlaştırıyor gibi görünüyordu.
Bin Ladin, Seyfu'l Adl'i Somali'deki operasyonları genişletme olasılığını araştırması için gönderdi. Başlangıçta kasvetli bir görüntü vardı. Aşiret ittifakları ve düşmanlıklarından oluşan ve paramparça bir şekilde sürekli değişen manzara, herhangi bir aşiretle diğerini yabancılaştırmadan çalışmayı imkansız kılıyordu. Dahası, Somalili İslamcılar arasındaki savaşta sertleşmiş liderler yabancı komutanların kendilerine patronluk taslamasından hoşlanmıyordu. Ve bu liderler, saflardaki itaatsizlik ve kamuoyu desteği eksikliği gibi kendi sorunlarıyla karşı karşıya kaldılar.
Ancak bu beklentiler bir süre sonra değişecekti. Seyfu'l Adl'in gelişinden kısa bir süre sonra, George H. W. Bush'un başkanlığının son haftalarında, Birleşmiş Milletler Somali'ye müdahaleye izin verdi. "Umudu Geri Getirme Operasyonu" Aralık 1992'de 1.800 ABD deniz piyadesinin Somali'nin başkenti Mogadişu'ya konuşlandırılmasıyla başladı.
Böylece El Kaide, Somalili İslamcılar ve aşiretlerin ortak bir düşmanı oldu: ABD güçleri.
Seyfu'l Adl ülkenin güneyine giderek Kenya sınırındaki Ras Kamboni'de bir kamp kurdu. Burası kısa süre içinde BM görevi kapsamında konuşlandırılan ABD güçlerine karşı saldırıların merkezi haline geldi. Bir keresinde Seyfu'l Adl'in savaşçıları Belçikalı bir devriyeyi pusuya düşürdü, etrafını sardı ve üç Belçikalı askeri vurdu. Kısa süre sonra Belçika kuvvetleri geri çekildi. Birleşmiş Milletler güneydeki Belçikalıların yerine Hintli bir güç yerleştirdi. Seyfu'l Adl, Hintlileri de seleflerini hedef aldığı gibi hedef aldı. Seyfu'l Adl'in adamları Bilis Qooqaani'deki Hint üssünün etrafına tuzaklar kurdu ve kampa el bombaları ve roketatarlarla saldırarak en az dört askeri öldürdü. El Kaide komutanı bu gibi baskınların yerel gençleri kazanmak için harika bir araç olduğunu bildirdi ve daha fazla destek kazanmak için uyumlu bir sevgi ve güven seferberliği önerdi. Seyfu'l Adl bu iyimserliği içinde yeni bir takma ad bile benimsedi: Ömer es Somalî.
Ancak en büyük ödül ABD birliklerine yapılacak başarılı bir saldırı olacaktı ve bunun için en iyi yer de Mogadişu'daki ana operasyon üslerine yakın bir yerdi. Seyfu'l Adl, aralarında Ebu Muhammed el Mısri'nin de bulunduğu küçük bir El Kaide ekibini şehre götürdü. Mogadişu'nun merkezinde operasyona katılan iki MH-60 Black Hawk, 3 Ekim 1993 günü öğleden sonra Sovyet yapımı roketatarlar kullanılarak birbirlerine birkaç blok mesafede düşürüldü. Roketlerden birinin Seyfu'l Adl'in El Kaide ekibinin Tunuslu bir üyesi tarafından ateşlendiği ifade edilmektedir.
Ardından yaşanan kara çatışmasında 18 ABD personeli öldü, 84'ü yaralandı. Bir Black Hawk mürettebatı esir alındı, diğer birkaçının cesedi sokaklarda sürüklendi ve öfkeli bir kalabalık tarafından darp edildi. Seyfu'l Adl'in askeri eğitimi olmasaydı iki Kara Şahin'in düşürülmesi muhtemelen mümkün olmazdı.
Mogadişu Savaşı'ndan üç gün sonra, Black Hawk pilotlarından biri hala rehin tutulurken, Başkan Clinton ABD güçlerinin Somali'den kademeli olarak çekildiğini duyurdu. El Kaide'nin lideri de dahil olmak üzere pek çok kişi için ders açıktı: ABD'ye saldır, korkunç görüntüler yarat ve kısa sürede geri çekilsin. Seyfu'l Adl, ABD'ye Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk büyük darbesinin vurulmasına yardımcı olmuştu. Bu süreçte El Kaide bağlantılı Eş-Şebab milislerinin nihai yükselişinin önünü açmıştı.
Yemen
Bin Ladin'in dikkati kuzeye, Aden Körfezi üzerinden Yemen'e çevrilmişti. Orada, 1994'teki iç savaşta sosyalist fraksiyonun yenilgiye uğramasında Bin Ladin, "bölgedeki tüm laik ve ateist rejimlerin reddine dair açık bir kanıt" gördü. El Kaide aslında 1980'lerin sonundan beri sosyalistlere karşı savaşmaları için Yemenlilere fon sağlıyor ve onları eğitiyordu. Ve 1990'ların başında Somali'den silah sevkiyatına başlamıştı.
Seyfu'l Adl, El Kaide'nin Somali'den çekildiği 1995 yılında Yemen'e gitti ve El Kaide için Yemen'de bir şube oluşturmaya başladı. Somali'de olduğu gibi, işlerin o kadar basit olmadığını gördü. Bir kez daha, çeşitli kabileler arasındaki karmaşık fay hatları en bilgili yabancıyı bile şaşırtmaya yetiyordu. Dahası, 1990'daki birleşme ve 1994'te Yemen'deki iç savaşın sona ermesiyle birlikte, pek çok yerel militan mücadelelerini şiddet yoluyla sürdürmeye olan ilgilerini kaybetmişti.
Bu arada, artık tüm ülkenin kontrolünü elinde bulunduran Ali Abdullah Salih'in Kuzey Yemen rejimi, yabancı savaşçıları toplayıp sınır dışı etme sürecindeydi. Sadece 1995 ve 1996'da 14 bin kadar yabancı savaşçı sürülmüştü. Ancak Seyfu'l Adl Yemen'de Arap Yarımadası El Kaidesi (AYEK) adı altında günümüze kadar devam eden bir El Kaide varlığının temellerini atmayı başardı.
Yıllar sonra Halid Şeyh Muhammed, Guantanamo Körfezi'nde kendisini esir alan ABD'lilere Seyfu'l Adl ile ilk kez Seyfu'l Adl'in 1990'ların ortalarında Yemen'e yaptığı bir görev sırasında bağlantı kurduğunu söyleyecekti. Bu iddiaları doğrulamak elbette zor ancak Seyfu'l Adl ve Halid Şeyh Muhammed ne zaman ve nerede tanışmış olurlarsa olsunlar, fikirleri El Kaide'nin varlığının bir sonraki aşamasını şekillendirmeye devam edecekti. Bu iki güçlü kişilik arasındaki ilişki, örgütün kalbine kadar uzanan çatışma damarlarını ortaya çıkaracaktı.
11 Eylül'den önce Seyfu'l Adl Afganistan'da
Afganistan'a dönüş
Sudan, artan uluslararası baskıya gönülsüzce boyun eğerek 1996'da Bin Ladin ve El Kaide'yi sınır dışı etti. Bin Ladin, aralarında Seyfu'l Adl'in de bulunduğu bir avuç yakın arkadaşıyla birlikte 18 Mayıs'ta Sudan'a ait özel bir jetle ülkeyi terk etti.
Diğerleri ise daha sonra onu takip edecekti. El Kaide Afganistan'dan uzakken Taliban hareketi ülkenin büyük bölümüne hakim olmaya başlamıştı. Bin Ladin Kabil'in yaklaşık 130 kilometre doğusundaki Celalabad'a vardığında şehir henüz Taliban'ın kontrolünde değildi. Bin Ladin bölgedeki bağlantılarını kullanarak Nangarhar'ın dağlık kesimindeki Tora Bora bölgesine yerleşti.
Bin Ladin, Seyfu'l Adl ve liderliğin geri kalanı Celalabad'a gittikten birkaç gün sonra, El Kaide'nin ikinci adamı ve aynı zamanda Afrika'daki operasyonlarının başındaki isim olan Ebu Ubeyde el Benşiri, Doğu Afrika'daki Victoria Gölü'nde bir feribot faciasında hayatını kaybetti. Seyfu'l Adl, ölümüyle ilgili bir soruşturma başlatarak özel sekreteri ve gelecekte Eş Şebab'ın liderleri arasında yer alacak olan Harun Fazıl'u soruşturma için görevlendirdi. Soruşturma sonucunda El Benşiri'nin ölümünün gerçekten de bir kaza olduğu sonucuna varıldı. El Benşiri'nin ölümü sonrası Seyfu'l Adl, El Kaide'nin Bin Ladin ve askeri lider Ebu Hafs el Mısri'den sonra üç numaralı ismiydi.
Bin Ladin, 23 Ağustos 1996'da ABD'ye karşı cihad ilan etti. Bin Ladin'in ABD'yle küresel bir çatışmaya girme yönündeki yeni mesajı pek çok cihat yanlısının ilgisini çekmişti. Bin Ladin'in savaş ilanından birkaç ay sonra, 1996'nın sonlarında, çoğunluğu Bosna'daki savaşın gazileri olan Körfez Araplarından oluşan yaklaşık 40 kişilik bir savaşçı grubu, yakınlardaki Tacikistan'da Sovyetlerle savaşmak üzere Afganistan'ın kuzeyine geldi. Bu plan gerçekleşmeyince savaşçılar Kabil'e götürüldü ve burada Usame bin Ladin ve aralarında Seyfu'l Adl'in de bulunduğu diğer El Kaide liderleriyle bir araya geldi. Bin Ladin, Ağustos ayındaki savaş ilanını anımsatan terimlerle Amerikalılara karşı cihat davasını ortaya koydu. Konuşması bittiğinde, savaşçıların yaklaşık yarısı kalıp ona biat etmeye karar verirken, diğer yarısı ayrılmayı tercih etti.
Aralarından birinin daha sonra açıkladığı gibi, "Kuzey Grubu'ndan kardeşler düşmanla yüz yüze savaşan savaşçılardı. Dolayısıyla Bin Ladin'in savaşını ve yeni cihadı anlamamışlardı. Bu yüzden evlerine döndüler." Kalanlar arasında bazıları bağlılık yeminlerini şarta bağladılar, eğer başka bir yerde daha net bir gerekçesi olan başka bir cihat ilan edilirse, ayrılmakta ve onun yerine o savaşta savaşmakta özgür olacaklardı.
El Kaide yeni Afganistan'a ayak bastığında ve ABD'ye karşı küresel cihada odaklandığında Seyfu'l Adl grup içerisinde giderek daha merkezi bir rol oynadı. Taliban ve Kuzey İttifakı arasında sürekli değişen savaş cephesinde Seyfu'l Adl, Taliban'ı destekleyen El Kaide savaşçılarını koordine ediyordu. Bin Ladin'in çatışmanın yakınına gitmekte ısrar ettiği nadir durumlarda Seyfu'l Adl onun güvenliğini denetliyordu.
Eğitim hala portföyünün bir parçasıydı ancak sadece en ileri düzeydeki acemiler içindi. Seyfu'l Adl tarafından eğitilmek artık bir savaşçının özel operasyonlara yöneldiğinin işaretiydi. Seyfu'l Adl hedef seçimi, bilgi toplama, adam kaçırma ve suikast gibi dersler için öğrencileri özenle seçiyor; adanmışlık, disiplin ve yüksek ahlaki karakter sergileyenleri tercih ediyordu.
O günlerde Afgan kamplarından mezun olanlar Yemen, Mağrip ve Suriye'ye kadar uzanan El Kaide kollarını yönetmeye devam edeceklerdi. Seyfu'l Adl ayrıca seçkin bir azınlık için Kabil yakınlarındaki Mes Aynak kampında "ileri komando kursu" verdi ve burada gelecek vaat eden acemiler karanlıkta manevra yapmayı, yakın mesafelerde savaşmayı ve motosiklet sürerken hedefleri vurmayı öğrendi. Yine de Seyfu'l Adl'in bu dönemde El Kaide'deki en önemli rolü örgütün ve emirinin güvenliğini sağlamaktı. Mısırlı, artık Bin Ladin'in yakın çevresinin değişmez bir parçasıydı, Bin Ladin'in kişisel koruma birliklerine komuta ediyor ve onları eğitiyordu. Bin Ladin sürekli olarak Kuzey İttifakı'ndan, yabancı istihbarat örgütlerinden ve özellikle de "tekfirci" grupların tehdidi altındaydı.
Bin Ladin'in Afganistan'a gelişinden sonraki bir yıl içinde Taliban kendisine yönelik bir suikast girişimini daha engelledi ancak bir defasında suikastçılar Bin Ladin ve korumalarının uyuduğu yerin yakınına kadar gelmişti. Taliban savaşçıları saldırganların bir kısmını öldürdü ve Seyfu'l Adl, Suudi istihbaratı tarafından gönderildiklerini iddia eden bu kişilerden hayatta kalanları bizzat sorguladı.
Birkaç hafta sonra, Mart 1997'de, Celalabad bir kez daha Kuzey İttifakı'nın ilerlemesi tehdidi altındayken, El Kaide Taliban'ın kontrolündeki güneybatıya doğru harekete geçti. Konvoyu Seyfu'l Adl koordine etti ve yönetti. Bir Sovyet hava üssünün çürüyen kalıntılarının yakınında kullanılmayan bir tarım kooperatifi olan, Kandahar'daki Tarnak Çiftliği'ne yerleştiler. Yerleşke büyüktü, 80 kadar aile evi, bir ofis bloğu ve kendi camisi, buğday silosu, su deposu, genel mağazası ve tıbbi kliniği vardı. Acil bir durumda binalar yeraltı tünelleri aracılığıyla tahliye edilebilecekti.
Seyfu'l Adl, El Kaide'nin iletişimini korumak için kriptografi eğitimini kullanarak çeyrek milyondan fazla olası kombinasyona sahip olan bir kod sistemi tasarladı. Üyeleri temel karşı istihbarat önlemleri konusunda eğitti. Seyfu'l Adl, yeni katılanlar için güvenlik taraması başlattı. Seyfu'l Adl ayrıca sayıları 50 kadar olan bir istihbarat elemanı kadrosu kurdu.
ABD'ye ilk saldırılar
Seyfu'l Adl, Ağustos 1998 başlarında bir gün Bin Ladin'in şoförü Salim Ahmed Hamdan'a "Arabayı tamir et," dedi. Hamdan şaşırmıştı. "Arabada bir şey yok," dedi. "Yine de tamir ettir," diye cevap verdi Seyfu'l Adl, "ve ayarlarını yaptır. Yakında yola çıkacağız." Birkaç gün sonra Seyfu'l Adl, Tarnak Çiftliği'nin boşaltılmasını emretti. Hamdan, Bin Ladin'i götürürken Seyfu'l Adl ailesini kendi kamyonuyla başka bir yerleşkeye götürdü. Daha sonra geri döndü ve çevreye, özellikle de nöbetçi kulübelerinin yakınına savunma hendekleri kazılmasını emretti. Savaşçılara "Önleyici tedbirler" dedi. "Amerikalılar yakında bizi bombalayacaklar."
Saatler sonra, 7 Ağustos 1998 sabahı, Nairobi, Kenya ve Darusselam'daki ABD büyükelçiliklerinin önünde iki bomba yüklü kamyon patladı ve 224 kişi öldü, yaklaşık 5 bin kişi yaralandı. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. El Kaide artık sadece başkaları tarafından gerçekleştirilen eylemlere sponsorluk yapmıyordu, bunları kendisi gerçekleştiriyordu. Seyfu'l Adl'in Doğu Afrika'da geçirdiği süre boyunca ektiği tohumlar filizlenmiş ve meyve vermişti.
Seyfu'l Adl, ABD'nin misilleme yapacağını öngörerek Tarnak'ı boşaltmakla ihtiyatlı davrandı. 20 Ağustos'ta Afganistan'daki bazı El Kaide yerleşkeleri Hint Okyanusu'ndaki ABD donanma gemilerinden ateşlenen Tomahawk seyir füzeleriyle vuruldu. Saldırıda yaklaşık 20 kişi öldü. Seyfu'l Adl, Bin Ladin ve diğer El Kaide liderleri yara almadan kurtuldu. Yine de Seyfu'l Adl, Bin Ladin'in güvenlik ekibini güçlendirdi. Bin Ladin'in koruması artık neredeyse tamamen Yemenlilerden oluşuyordu.
Zerkavi'ye akıl hocalığı
Ortaya çıkan sorunlara rağmen elçilik saldırıları, Seyfu'l Adl'in tasarladığı El Kaide'nin dış operasyonlar biriminin neler başarabileceğini göstermişti. Ebu Musab Ez Zerkavi 1999'un ikinci yarısında Afganistan'a geldiğinde, Seyfu'l Adl onu El Kaide'nin yörüngesine çekmenin elzem olduğunu düşündü. Zerkavi'nin El Kaide'nin Şam'a bayrağını dikmek için ihtiyaç duyduğu kişi olabileceğini savunuyordu.
Zerkavi başlangıçta son derece bağımsız bir isim olarak faaliyet gösteriyordu. El Kaide'ye bağlılık yemini etmeye ya da Bin Ladin'in faaliyetlerini kontrol etmesine izin vermeye niyeti yoktu. Ancak Seyfu'l Adl, Bin Ladin'i Zerkavi'ye Afganistan'ın batısında, İran sınırındaki Herat yakınlarında bir misafirhane ve küçük bir eğitim kampı kurması için kaynak vermeye ikna etti. Zerkavi'nin örgütü daha sonra El Kaide'nin Irak'taki kolu haline gelecekti.
USS Cole Saldırısı
2000 yılının başlangıcından daha bir hafta geçmişti ki Ramazan Bayramı'nda Usame bin Ladin onlarca El Kaide üyesini Tarnak Çiftliği'ndeki yerleşkesinde verdiği vaazı dinlemeleri için çağırdı. Emir, askerleri bir araya topladı. "Müslüman karşıtı saldırganlığa karşı taştan dağlar gibiyiz" diyerek, tıpkı Sovyetler Birliği'nin Afgan cihadından sonra yıkılıp parçalanması gibi, ABD'nin de yakında yıkılıp parçalanacağı vaadinde bulundu.
Aynı videoda güvenlik şefi Seyfu'l Adl'in yıllar sonra ilk kez kısa bir görüntüsü de yer alıyordu. Kamerayı şakacı bir şekilde itip kakarken gülüyordu. Kısık badem gözlerini siyah sakalı ve beyaz sarığı çevreliyordu. Birkaç saniye kameraya poz verdikten sonra, bir kez daha kalabalığın içinde bir yüz olarak kayboluyordu.
Aynı saatlerde Seyfu'l Adl'in bir savaş gemileri ansiklopedisini karıştırdığı ve Amerikan destroyerleriyle ilgili sayfalarda oyalandığı görülüyordu. Görecek gözleri olanlar için bu, El Kaide'nin bir sonraki hedefinin bir göstergesiydi. Tarnak Çiftliği sakinlerinin bakış açısına göre, örgütün saldırıları artık tanıdık bir kalıba giriyordu: Bin Ladin ve askeri şef Ebu Hafs el Mısri genel stratejiyi ve genel hedef seçimini geliştirirken; personel, eğitim ve uygulama Seyfu'l Adl ve eğitim şefi Ebu Muhammed el Mısri'nin sorumluluğundaydı.
El Kaide'nin Yemen hücresi 12 Ekim 2000'de yakıt tanklarını doldurmak için limana yanaşmış olan Arleigh Burke sınıfı USS Cole destroyerine saldırdı. Patlama, geminin gövdesinde 40 metrelik bir yarık açarak 17 mürettebatın ölümüne ve 30'dan fazlasının yaralanmasına neden oldu. Mürettebatın hızlı ve sürekli eylemi, gemiyi neredeyse kesinlikle batıracak olan bir yakıt patlamasını önledi.
Seyfu'l Adl tarafından oluşturulan standart prosedürü takiben, Bin Ladin'in güvenliği tekrar sıkılaştırıldı ve Afgan yerleşkeleri boşaltıldı. Ancak bu kez askeri bir misilleme olmayacaktı, bunun nedeni kısmen ABD'nin o sırada, birkaç hafta içinde Yüksek Mahkeme'de sonuçlanacak olan sert ve uzun süren bir seçim kampanyasının en ileri safhasında olmasıydı.
Haziran 2001'de El Kaide, Eymen ez Zevahiri'nin Mısır Cihad Cemaati ile birleşerek "Kaidetu'l-Cihad" ismini aldı.
11 Eylül saldırıları
11 Eylül saldırılarının fikri Pakistanlı Halid Şeyh Muhammed ile başlamıştı.
Halid Şeyh Muhammed bu fikri ilk kez 1996 sonbaharında gündeme getirdi. El Kaide'nin fiilen bir parçası olmasa da Muhammed, teknik becerilerini kullanarak eski bağlantısı Seyfu'l Adl'a bazı "bilgisayar ve medya projelerinde" ve diğer idari görevlerde yardımcı oldu.
1990'ların ikinci yarısı geçtikçe Halid Şeyh Muhammed'in uçak saldırısı vizyonu Bin Ladin için giderek kabul edilebilir bir hale geldi.
Bin Ladin'e göre Amerika'ya saldırmak için her fırsatı değerlendirmek doğru ve yerindeydi. Ayrıca bu eşi benzeri görülmemiş saldırı, El Kaide'yi tartışmasız bir şekilde dünyanın önde gelen İslami grubu haline getirecekti.
Kandahar savunması
Seyfu'l Adl, 11 Eylül saldırıları öncesinde, Ağustos 2001'de Kandahar kent merkezinin, yakınındaki havaalanının ve eğitim kamplarının savunmasını yönetmekle görevlendirildi.
Hazırlıklarına saldırılardan yaklaşık iki hafta önce, emrindeki 75 savaşçıyla başladı. Bu sayı kısa süre içinde katlanarak artacaktı. Seyfu'l Adl, havaalanı ve El Faruk kampının etrafındaki yaklaşık altı buçuk kilometre bir hat boyunca siperler kazılmasını emretti ve yaklaşan düşman araçlarını ve personelini tuzağa düşürmek için planlar kurdu. Biri merkezde ve dördü dış mahallelerde olmak üzere şehri beş parçaya böldü. Buna ek olarak, Toyota kamyonetlere monte edilmiş bir hızlı intikal güçleri oluşturdu.
Seyfu'l Adl, Toyotaların ister dağlarda ister düz ovalarda olsun, gizli ve yüksek manevra kabiliyetine sahip olduğunu keşfetti. "Japonlar bu araçları çalışırken görselerdi" dedi, "pazarlama reklamları için kullanırlardı."
Bin Ladin, Eylül ayının başında Tarnak Çiftliği'nin tüm sakinlerini camide topladı. Onlara "Bir operasyon gerçekleşmek üzere," dedi. "Bu yerleşkeyi boşaltacağız." Bu kadarı artık bilinen bir protokoldü.
Seyfu'l Adl ve diğerleri 11 Eylül saldırıları öncesinde Molla Ömer ve Taliban liderliğini yatıştırmak için Kuzey İttifakı'nın başkomutanı Ahmed Şah Mesud'u öldürme planı yapmıştı. Mesud'un ölümünün düşmanı şaşırtacağı ve ittifakın elinde bulunan tüm toprakların Taliban tarafından nihai olarak ele geçirilmesinin yolunu açacağı umuluyordu.
Operasyonu gerçekleştirecek olan kişiler Mesud'un kampına komutanla röportaj yapmak isteyen belgesel film yapımcıları kılığında gireceklerdi. Kamuflajlarının bir parçası olarak bu kişiler "Fas kökenli Belçikalılar" olduklarını iddia edeceklerdi. Aslında Tunusluydular ama Brüksel'in Molenbeek mahallesinde bir süre geçirmişlerdi. Röportaj için oturduklarında saldırıyı gerçekleştirecek olan kişiler patlayıcı bir kemeri ve bubi tuzaklı bir pil paketini infilak ettireceklerdi.
Seyfu'l Adl, suikastçıların bu görev için Doğu Afrika'daki iki bombalı kamyonu yapan adam tarafından eğitilmesini ayarlarken, Bin Ladin'in yardımcısı Eymen ez Zevahiri de sahte gazetecileri Mesud'un huzuruna kabul ettirmek için Mesud'un Kabil'de Fransızlar tarafından işletilen elit bir okulda eğitim gördüğü için bildiği bir dil olan Fransızcada sahte tanıtım mektupları hazırlattı.
Seyfu'l Adl'in Kandahar havaalanına hendek kazmaya başladığı sıralarda suikastçılar da yaklaşık 640 kilometre kuzeydoğudaki Kuzey İttifakı kampına giriyorlardı. İki hafta sonra, 9 Eylül'de nihayet Mesud'la masaya oturdular. Adamlardan biri tercümana üç açılış sorusu yöneltti; bunların her biri Mesud'un Bin Ladin'e karşı varsayılan düşmanlığıyla ilgiliydi. İlk soru tercüme edilemeden, suikastçılar cihazlarını patlattılar ve Mesud'un kalbini metal parçalarıyla deldiler. Patlama suikastçılardan birini havaya uçurdu, diğeri kaçtı. Ancak Mesud'un korumaları tarafından yakalanıp öldürüldü. Birkaç dakika içinde, kendisini en yakın sahra hastanesine götürmek üzere gönderilen bir arabanın arkasında, Mesud'un kendisi de ölmüştü. İki gün sonra 11 Eylül saldırısı gerçekleştirildi.
Seyfu'l Adl, 11 Eylül'ün hemen ardından dünyanın dört bir yanından 2000'den fazla savaşçının Afganistan'a toplandığını tahmin etmektedir ki bu rakam o dönemde El Kaide'nin dünya çapındaki toplam gücünün beş katına eşitti. Bu kişiler resmi olarak El Kaide üyesi olmamışlardır ancak yine de Bin Ladin'in sancağı altında toplanmışlardı. Ekim 2001 sonunda 120 kişi kaydolmuştu ki bu sayı 11 Eylül öncesinde El Kaide'nin Kuzey İttifakı'na karşı savaşan toplam savaşçı sayısına eşitti.
Ancak bu önceki saldırılar gibi olmayacaktı. Ufkun ötesinde ne olduğunu çok iyi bilen Seyfu'l Adl Kandahar'ı boşaltmaya başladı. Doğu Afrika saldırılarından tanıdığı bir savaşçısına, bazı Arap aileleri sınırdan geçirerek İran'a güvenli bir yere götürmesini emretti.
Koalisyonun hava bombardımanının ilk gecesi olan 7 Ekim 2001'de Kandahar ve Kabil yakınlarındaki El Kaide kampları patlamalarla sarsıldı. Daha sonra Seyfu'l Adl hasarı incelemek için Tarnak Çiftliği'ne gitti. Sadece birkaç saat süren bombardıman sırasında 80 ailenin evlerinin dörtte biri enkaza dönüşmüştü. Kısa süre içinde yerleşke tamamen yok olacaktı.
Kandahar ve çevresindeki hedeflere yönelik saldırılar, ABD Deniz Piyadelerinin yaklaşık 130 kilometre uzaklıktaki bir iniş pistini ele geçirmesinin ardından daha da yoğunlaştı. Seyfu'l Adl şehrin semalarının savaş jetleri, B-52 yüksek irtifa bombardıman uçakları, Apache taarruz helikopterleri, seyir füzeleri ve AC-130 ağır kargo ve bombardıman uçaklarıyla dolmasını izledi.
Bu savaş makineleri -Seyfu'l Adl'in ifadesiyle- "şiddetli bir operasyon" yürüttüler. Afganistan'ın başka yerlerinden gelen haberler de pek cesaretlendirici değildi. 9 Kasım'da ABD'nin hassas bombaları kuzeydeki Mezar-ı Şerif kasabasında Taliban mevzilerini vurdu. Bu patlamaların dumanları arasından, neredeyse inanılmaz bir şekilde, 21. yüzyılın ilk toplu süvari hücumu dörtnala geldi. Yüzlerce Kuzey İttifakı atlısı, ABD'li özel harekatçılarla birlikte kısa sürede şehri ele geçirdi. Bir gün içinde şehir koalisyonun eline geçti. Dört gün sonra Kuzey İttifakı Afganistan'ın başkenti Kabil'i ele geçirdi.
Seyfu'l Adl'in Ebu Musab ez Zerkavi için bir kamp kurulmasına yardım ettiği Herat şehri de aynı gün düştü. Seyfu'l Adl'in kayınpederi Mustafa Hamid sınırı geçerek İran'a kaçmak zorunda kaldı. 11 Eylül'ün üzerinden iki ay bile geçmeden El Kaide ve Taliban müttefikleri Afganistan'ın kuzey yarısının tamamının işlevsel kontrolünü kaybetmişti.
Bu kriz anında Seyfu'l Adl aniden daha da ön plana çıktı. Koalisyon füzeleri 15 Kasım 2001 gecesi El Kaide'nin askeri lideri Ebu Hafs El Mısri'nin evini vurdu. El Kaide komutanlarının çoğu tahliye edilirken, Ebu Hafs belindeki disk kayması nedeniyle bunu yapamamıştı. Kendi evinin enkazı altında kalmıştı. Yakınlarda Seyfu'l Adl'ın bir başka eski meslektaşının, sekiz yıl önce Mogadişu üzerinde bir Black Hawk helikopterini düşüren Tunuslunun cesedi yatıyordu.
Ebu Hafs'ın ölümüyle birlikte El Kaide'nin askeri liderliği için sırada Seyfu'l Adl vardı.
Haftalar içinde bir kara savaşıyla karşı karşıya kalacak olan Kandahar'da yas tutacak zaman yoktu. Seyfu'l Adl, şehrin savunmasını güçlendirmek için üst düzey Arap Afganlar ve Taliban liderleriyle acil bir toplantı düzenledi. Toplantıya Halid Şeyh Muhammed ve Herat'taki kampının yok edilmesinden yeni çıkmış olan Ebu Musab ez Zerkavi de katıldı. Afganistan dışında faaliyet gösteren diğer Arap gruplarından bazı üst düzey isimler de toplantıya katıldı. Hep birlikte Seyfu'l Adl'i Kandahar'daki tüm Arap savaşçıların komutanı olarak atadılar ve bu sınırlı amaç için hepsi El Kaide'ye biat etti.
Aralık 2001'in ilk günü, Ramazan ayının ortalarında, Seyfu'l Adl'in adamlarından biri Kandahar havaalanı yakınlarındaki kırık bir köprüde bir keşif aracı fark etti. Adam araca ateş açtı ve araçtakiler de hızla uzaklaşmadan önce birkaç el ateşle karşılık verdi. İşte o zaman, Seyfu'l Adl'in daha sonra yazacağı gibi, "bölgede kıyamet koptu." Her yönden ve her türden uçaklar geliyordu. C-130'lar saldırdı, jetler füzelerle saldırdı, helikopterler füze ve silahlarla saldırdı. Bölge bir saatten fazla bir süre boyunca ateş topuna döndü. Kuzey İttifakı güçleri, bölgede kendi güçlerinden başka nefes alan kimse kalmadığından emin olarak yeniden ilerlemeye başladı. Ölüm alanına girer girmez El Kaide savaşçılarının bombaları her yönden üzerlerine yağdı.
Bunu, Seyfu'l Adl'in "vahşi çatışma" olarak adlandırdığı, koalisyonun hava saldırıları ile Kuzey İttifakı'nın kara taarruzları arasında gidip gelen beş amansız gün ve gece izledi. Seyfu'l Adl Kandahar Dini Enstitüsü'ne el koydu ve burayı El Kaide savaşçıları için günde üç öğün yemek çıkaran bir sahra mutfağı olarak kurdurdu.
Mısırlı komutan cephe hatlarında bir aşağı bir yukarı hızla ilerlerken ve şehri kuşatan emrindeki Araplara emirler yağdırırken görülebiliyordu. Seyfu'l Adl'in stratejisi, sürekli hareket halinde olan küçük hedeflerle havadaki düşmanı şaşırtma ihtiyacını önceliyordu. Bu nedenle kuvvetlerini birbirine sıkı sıkıya bağlı, hareketli birçok birime ayırmıştı. Bu hücreler, kasalarına füze ve roketatarlar monte edilmiş kamyonlarla şehirde ve havaalanında dolaşıyordu. B-52 bombardıman uçakları tepeden süzülüyordu.
Aynı sıralarda Hamid Karzai, Kandahar'ın kuzeyinde ABD Özel Kuvvetleri'yle birlikte bulunduğu yerden uydu telefonuyla konuşarak Afganistan'ın geleceğine karar veren Bonn Konferansı'ndaki delegelere hitap etti. 5 Aralık 2001'de, Karzai şehre doğru ilerlemeye devam ederken, konferans onu ülkesinin geçici başkanı olarak seçti. Bu güvenoyundan cesaret alan Karzai, Kandahar'ın kayıtsız şartsız teslim edilmesini talep etti. 9 Aralık 2001'de Kuzey İttifakı birlikleri nihayet şehri ele geçirdi. Taliban ve El Kaide kırsala çekildi.
Savaşın sonrası
8 Aralık 2001'de Seyfu'l Adl, Pakistan'ın aşiretler bölgesi Veziristan sınırına yakın Zurmat'a ulaştı. Aralarında -daha sonra Seyfu'l Adl'in İran'daki hapishane arkadaşı olacak olan- Ebu Muhammed el Mısri'nin de bulunduğu bir dizi üst düzey El Kaide ve Taliban lideri kasabada toplandı. Takip eden birkaç gün içinde Seyfu'l Adl dağlardan geçerek sınırı aşıp Pakistan'a gitti, sonraki birkaç ayı burada geçirecekti.
11 Eylül saldırılarının ardından El Kaide ciddi bir darbe almıştı. En üst düzey askeri komutanı Ebu Hafs El Mısri ölmüştü. Seyfu'l Adl'in kendi hesabına göre, aralarında pek çok El Kaide üyesinin de bulunduğu 500'den fazla Afgan Arap ya öldürülmüş ya da kaçmıştı. Diğerleri Afganistan'da ya da Pakistan sınırında yakalanmıştı, bazıları Küba'daki Guantanamo Körfezi'nde ABD gözetiminde tutuluyordu. Şura konseyinin hayatta kalan üyeleri dağılmıştı. Taliban'ın düşüşünün hemen sonrası, Seyfu'l Adl için yeniden toparlanma, hasarı değerlendirme ve örgütü sıfırdan yeniden inşa etmeye başlama zamanıydı.
Pakistan uzun süre güvenli bir sığınak olarak kalmayacaktı. Askeri lider Pervez Müşerref, 11 Eylül'den sonra Batı'nın yanında yer almıştı ve ABD, topraklarında sığınak arayan El Kaide şüphelilerini yakalaması için Pakistan hükümetine eşi görülmemiş bir baskı uyguluyordu.
Yetkililer 2002 yılı boyunca Pakistan şehirlerinin sokaklarından El Kaide üyelerini ve hatta El Kaide ile ilgisi olmayan yabancı Müslüman sivilleri yakalamaya ve onları para karşılığında ABD'ye satmaya başladı. Mart ayında, Kandahar'da Seyfu'l Adl ile birlikte çalıştığı öne sürülen Ebu Zübeyde, Faysalabad kentinde tutuklandı.
11 Eylül'den bir yıl sonra, Remzi Bin eş Şibh de yakalandı. Bir sonraki Mart ayında, Halid Şeyh Muhammed'in kendisi Ravalpindi'de, binadaki birinin yetkililere mesaj atarak orada olduğunu söylemesinin ardından yakalandı. El Kaide'nin lider kadrosundan bazılarına başka bir sığınak bulması gerekiyordu.
İran
İran'ın güvenli bir sığınak olmayacağı açıktı. Ancak hala Pakistan'da saklanan savaşçıların seçenekleri tükenmişti. İlk toplu sınır dışı dalgasını takip eden aylarda, ikinci bir grup El Kaide üyesi ve ailesi İran'a taşındı ve birkaç şehre dağıldı. Bu ikinci dalganın bir parçası olarak Seyfu'l Adl, eski silah arkadaşları Ebu'l Hayr ve Ebu Muhammed el Mısri ile birlikte yerel El Kaide sempatizanlarının koruması altında Şiraz'da saklandı.
İlk başta Seyfu'l Adl ve Arap arkadaşlarının İran'da özgürce ama yakından izlenerek yaşamalarına izin verildi. Hatta yetkililer yeni gelenlerden bazılarının ülkeye yerleşmesine yardımcı oldu. Ancak Herat'ın düşmesinden sonra Afganistan'dan ayrılmak zorunda kaldığından beri kendisi de İran'da bulunan Mustafa Hamid, İranlıların sadece zaman kolladıklarını ve bu arayı topraklarına yeni gelen Araplar hakkında mümkün olduğunca çok istihbarat toplamak için kullandıklarını doğru bir şekilde tahmin etti. Er ya da geç yetkililer baskıya başlayacaklardı.
Nihayet Nisan 2003 civarında İran'daki El Kaide üyeleri izlendiklerini fark ettiler ve İran'ın gözetiminden kaçmak için adımlar atmaya başladılar. Bu keşif sonunda yetkililerin elini kolunu bağladı, El Kaide'nin ellerinden kayıp gitmesinden korkan İran istihbaratı harekete geçti.
Mustafa Hamid'e göre, bunu takip eden kuşatma, ülkedeki hemen hemen tüm El Kaide mensuplarını aileleriyle birlikte yakaladı. Seyfu'l Adl, 23 Nisan 2003'te Şiraz'daki güvenli evde kendisiyle birlikte yaşayan Ebu Hayr ve Ebu Muhammed ile birlikte tutuklandı.
El Kaide liderlerini, bir koz ya da saldırı aracı olarak işe yarayacakları zamana kadar hayatta ve makul ölçüde iyi durumda tutmak Tahran'ın çıkarınaydı. Bu nedenle, El Kaide sık sık İran'daki adamlarının Guantanamo Körfezi'nde ya da karanlık bölgelerde daha sıkı bir şekilde hapsedilen yoldaşlarıyla aynı şartlarda hapsedilmesinden yakınırken, ABD Dışişleri Bakanlığı aynı anda "İran'ın gözaltında tutmaya devam ettiği üst düzey El Kaide üyelerini adalete teslim etmekte isteksiz davrandığından ve gözaltındaki bu üst düzey üyelerin kimliklerini kamuoyuna açıklamayı reddettiğinden" şikayet ediyordu.
Nisan 2003'te Şiraz'da tutuklanmalarının hemen ardından Seyfu'l Adl, Ebu Hayr ve Ebu Muhammed kendilerini Tahran'a götürülmüş ve İran'ın korkunç istihbarat aygıtına ait bir binanın zindanlarında yaklaşık 20 ay hapis yatarken buldular. Burada kendilerine yönelik hiçbir suçlama olmaksızın tutuldular.
2005'in başlarında, bir apartman kompleksi, bir futbol sahası ve bir cami bulunan geniş bir askeri yerleşkeye taşındılar. Ailelerinin onlara katılmasına izin verildi ancak en azından bir tutuklu arkadaşı, bunun İranlıların potansiyel olarak sorun çıkarabilecek aile üyelerini takip etmelerine izin vermek için bir hileden başka bir şey olmadığından şüphelendi.
Birkaç ay sonra Seyfu'l Adl, Ebu Hayr ve Ebu Muhammed tekrar aynı askeri üssün farklı bir bölümündeki bir apartman bloğuna taşındı. İranlı yetkililer El Kaide tutuklularını dört gruba ayırmıştı: Bunlardan biri üst düzey liderlerin çoğunun yanı sıra Usame bin Ladin'in oğlu Hamza ve annesi de dahil olmak üzere Bin Ladin ailesinin üyelerinden oluşuyordu.
Ancak yeni daireleri sıkışık, pis ve sağlıksızdı. Öyle ki bazı sakinler ruhsal ve fiziksel hastalık belirtileri göstermeye başlamıştı. 2008 yılının ortalarında tutuklular bir protesto gösterisi düzenledi. Yetkililer gösteriyi dağıttı ve kadınlar da dahil olmak üzere tüm tutukluları dövdü. Yine de yaklaşık bir yıl sonra tutuklular ve aileleri bir kez daha üssün üçüncü bir bölgesine, her biri kendi bahçesine sahip, yakın zamanda yenilenmiş düzgün evlerin bulunduğu duvarlarla çevrili bir bölüme taşındı. Ama sonuçta burası hala bir hapishaneydi. Evler üç kat çitle çevriliydi ve en içteki çit jiletli tel ve gözetleme kameralarıyla kaplıydı.
Mahkumlar huzursuz olmaya devam etti. Aslında birçoğu bu yerleşik, gözlerden uzak yaşamı, önceki kaldıkları yerlerin sefaletinden daha da aşağı görüyor gibiydi. Mart 2010'da mahkumlar, bir tutuklunun daha sonra "büyük bir kargaşa eylemi" olarak tanımlayacağı bir gösteri düzenlediler. Bu kez, maskeli, siyah giyimli İran askerlerine yerleşkeyi basmaları emredildi. Askerler erkekleri ve bazı çocukları dövdü ve kıdemli tutukluları 101 gün boyunca hücre hapsine götürdü.
Tutukluların dış dünya ile iletişim kurma kabiliyetleri zaman içinde büyük ölçüde değişmiş görünüyordu. Başlangıçta, bir ABD yetkilisinin ifadesiyle, "fiilen ev hapsinde tutuluyorlardı ve pek bir şey yapamıyorlardı." Aile üyeleriyle telefon görüşmeleri son derece sınırlıydı. Ancak, tutukluların yaşam koşullarının yavaş yavaş iyileşmesi gibi, bu kısıtlamalar da giderek gevşedi. İranlı yetkililer sonunda kişilerin koğuşları adına e-posta gönderebilecekleri bir sistem kurdular ve tam internet erişimine izin verilmemesine rağmen her hafta bir tutuklunun internette gezinmesine izin verdiler.
Dışarıyla iletişim kurmanın başka yolları da vardı. Seyfu'l Adl'in İran'da daha az kısıtlı koşullar altında tutulan kayınpederi Mustafa Hamid birkaç ayda bir ana tutuklu grubunu ziyaret ediyordu. Hamid daha özgür olduğu için kurye olarak hizmet verebilecek durumdaydı. Gerçekten de Seyfu'l Adl bu sayede Arap Yarımadası El Kaidesi'nin dergisinde güvenlik ve istihbarat üzerine köşe yazısını yayınlayabilmiş olabilir.
Bin Ladin'in kızı İman'ın ve damadı Süleyman Ebu Ğays'ın "Cihad Yolunda Yirmi Kılavuz" adlı kitabının metnini kaçırması ve sonunda başka bir tutuklu olan eski El Kaide dini lideri Ebu Hafs el Moritani'nin önsözüyle kitabı yayınlatması gibi diğer tutuklular da kaçmayı ve yanlarında el yazmaları getirmeyi başardılar.
Huzursuzluklarına rağmen tutuklular parmaklıklar ardında kendi minyatür toplumlarının unsurlarını yaratmayı başardılar. Yerleşkedeki erkekler camide namaz kılmak ve sohbet etmek için bir araya geliyordu. Çocukların okula gitmesine izin verilmesi yönündeki talepler görünüşe göre karşılanmadı ancak Hamza bin Ladin'in kendisi de iyi eğitimli olan annesi, oğlunu elinden geldiğince öğrenmeye devam etmeye teşvik etti ve aralarında Seyfu'l Adl'in de bulunduğu bir grup kıdemli tutuklu, onu Kur'an, İslam hukuku ve hadis konusunda eğitmeyi üstlendi.
Yıllar sonra serbest bırakılmasının ardından kaydedilen bir sesli mesajda Hamza, -içlerinde Seyfu'l Adl'in de bulunduğu- esaret altındaki akıl hocalarını "ellerinden eğitim aldığım şeyhlerim" diyerek övüyordu.
2011'in ikinci yarısında İranlı yetkililer Seyfu'l Adl'e ve gözaltındaki diğer üst düzey El Kaide mensuplarına bir anlaşma teklif etti: Kendi ülkelerine dönmeleri şartıyla İran'dan ayrılabileceklerdi. Bazı üst düzey tutuklular anlaşmayı kabul etti ancak üç üst düzey Mısırlı -Ebu Muhammed, Seyfu'l Adl ve Ebu Hayr- bunu reddetti. Bu ihtiyatlı bir hareketti nitekim Mübarek devrilmişti ama Mısır hala silahlı kuvvetler tarafından yönetiliyordu. Mısır mimlenmiş kişiler için güvenli bir yer değildi. En azından İran'da aileleriyle birlikte yaşamalarına izin veriliyordu. Mısır'da ise İranlıların da farkında olduğu gibi idamla karşı karşıya kalabilirlerdi.
Temmuz 2013'te El Kaide bir İranlı diplomatı, Nur Ahmed Nikbaht'ı AYEK'in merkezi olan Yemen'de kaçırdı. 2015'te bir esir takası üzerinde anlaşıldı ve aynı yılın Eylül ayında beş El Kaide lideri serbest bırakıldı. Bunlardan üçü, Ebu'l Hayr, Sari Şihab ve Halid el Aruri Suriye'ye gitti. Bu isimler sırasıyla 2017, 2019 ve 2020'de Suriye'de Amerikan hava saldırılarında öldürülecekti.
Seyfu'l Adl, Ebu Muhammed ile birlikte İran'da kaldı ancak Ebu Muhammed'in periyodik olarak Afganistan, Pakistan ve Suriye'ye seyahat ettiği iddia edildi. Seyfu'l Adl'e ise aynı ayrıcalığın tanınıp tanınmadığı net değil. El Aruri, 2017'de bir sosyal medya kanalında yayınlanan bir mektubunda onların durumlarına değinmişti. Esir değişiminden sonra "hapisten çıktılar. Yani bu cümleden anlaşıldığı gibi tutuklu değiller. Ancak Allah onlara bir çıkış yolu verene kadar seyahat etmeleri yasak çünkü seyahat izni olmadığı sürece normal bir şekilde hareket ediyor ve sıradan hayatlarını yaşıyorlar. Hapiste, iletişimsiz ya da iradelerinden yoksun değiller." diyordu El Aruri bir mektubunda. Dolayısıyla, Ebu Muhammed el Mısri'nin görünürdeki suikastı esaret altında değil, İran'ın başkenti Tahran'ın sokaklarında gerçekleşmişti.
Güncel durum
Seyfu'l Adl, El Kaide'nin günlük işleyişine ne kadar dahil?
Alışılagelmiş yöntemine uygun olarak Seyfu'l Adl, nadiren halka ya da El Kaide dışındaki herhangi birine doğrudan hitap eder. Ağustos 2015'te Ebu Halid es Suri için bir methiye yayınladı ve Afganistan'daki kamplarda Es Suri ile birlikte diğer askerleri eğittiğini hatırlattı.
Seyfu'l Adl'in daha pratik bir etkiye sahip olduğunun kanıtı ise ertesi sene El Kaide ile Suriye'deki kolu arasındaki bir anlaşmazlıkta ortaya çıktı.
Ali Soufan'ın daha önceki bir makalesinde yazdığı gibi:
"Temmuz 2016'da Nusra Cephesi, Esed rejimine muhalif laik ve uluslararası unsurların desteğini alabilmek umuduyla kendisini El Kaide merkezinden ayırmak için yeniden bir isim değişikliği çalışması önerdi. Halid el Aruri tarafından yüklenen mektuba göre, Zevahiri'nin Şam'daki üst düzey temsilcileri olan El Aruri ve Ebu'l Hayr, ismin değiştirilmesini geçici olarak kabul ettiler ancak onay için bunu 'aynı gece' her ikisi de İran'da bulunan Seyfu'l Adl ve Ebu Muhammed'e sundular. İki Mısırlı isim değişikliğini reddetti ama nihai karar için konuyu Zevahiri'ye ilettiler. Zevahiri konuyu değerlendirirken daha sonra Ebu'l Hayr ve Halid el Aruri, ismin değiştirilmesini iptal ettiler. Zevahiri de sonunda, bunun kimseyi kandırmayacağı ve sadece potansiyel yeni üyelerin kafasını karıştıracağı gerekçesiyle ismin değiştirilmesini reddedecekti."
Rapor edilen bu olayların birkaç yönü ilginçtir:
İlk olarak, isim değiştirme planının kararlaştırıldığı 'aynı gece' Mısırlılara sunulduğu bildirildi ki bu da Suriye'deki El Kaide komutanlarının İran'daki üstleriyle doğrudan telefon veya internet üzerinden iletişim halinde olduklarını ve olmaya devam ettiklerini gösteriyor.
İkinci olarak, Seyfu'l Adl ve Ebu Muhammed'in muhalefeti, El Aruri ve Ebu'l Hayr'ın projeye verdiği onayı askıya almak için yeterli olmuş gibi görünüyor. Bu da Seyfu'l Adl'in bir yönetici ve karar verici olarak örgüt içinde hala sahip olduğu konumu gösteriyor.
Üçüncü olarak, Seyfu'l Adl ve Ebu Muhammed isim değiştirme planını Zevahiri'ye iletebilmişlerdir ki bu da İran'dan, muhtemelen Bin Ladin'in ölümünden önceki aylarda kullandığına benzer bir kurye ağı aracılığıyla, genel emirle temas halinde olduklarını gösteren bir ayrıntıdır.
Dördüncü olarak, El Aruri'nin mektubunda Seyfu'l Adl ve Ebu Muhammed'in sadece Suriye'de değil küresel çapta El Kaide için karar mercileri olduğu iddia ediliyor. Suriye dışındaki kararlarda rol aldıklarına dair kanıtlar şu anda eksik, ancak El Kaide'nin varlığı boyunca içindeki etkileri göz önüne alındığında, El Aruri'nin bu değerlendirmesi doğru olabilir.
Son olarak, Mısırlıların İran'daki varlığının bir bütün olarak El Kaide adına karar alma kabiliyetlerini zorlaştıracağı düşünülse de, en azından bu olayda durum böyle görünmüyor. Bu da Seyfu'l Adl'in örgütü İran'dan yönetirken (İran'ın çıkarlarına doğrudan saldırmak için harekete geçmemesi şartıyla) önemli engellerle karşılaşmayacağını gösteriyor.
Bu, İran hükümetinin El Kaide'nin genel liderinin İran topraklarından faaliyet göstermesine izin vermekten memnun olacağı anlamına gelmiyor. Gerçekten de böyle bir düzenleme El Kaide'nin kendi içinde de şüphe yaratabilir. Dahası İran daha önce de Bin Ladin'in aile üyelerini ve diğer üst düzey komutanları başka yerlerde tutarak El Kaide'nin eylemleri üzerinde etkili olmaya çalışmıştı. Seyfu'l Adl'in liderliği ele geçirmesi halinde daha muhtemel sonuç, aile üyelerini teminat olarak geride bırakarak İran'dan ayrılması olacaktır.
Haziran 2018'de, yaptırımların izlenmesinden sorumlu Birleşmiş Milletler ekibi, üye devletlerin istihbaratına dayanarak Güvenlik Konseyi'ne sunduğu bir raporda El Aruri'nin anlattıklarının esaslarını teyit etmiş görünüyordu.
Güvenlik Konseyi'nin 2018 raporunu kamuoyuna açıklamasının üzerinden bir ay geçmeden ABD Dışişleri Bakanlığı, Seyfu'l Adl ve Ebu Muhammed hakkında bilgi edinme ödülünü iki katına çıkararak 5 milyon dolardan 10 milyon dolara yükseltti. Dışişleri Bakanlığı bu karar için bir açıklama yapmadı ancak ABD hükümetinin Seyfu'l Adl'i El Kaide içinde hala tehlikeli bir lider olarak gördüğü sonucuna varılabilir. Nitekim dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Ocak 2021'de bu yönde bir açıklama yapmıştır.
Ağustos 2019'da Seyfu'l Adl'in Suriye'deki çatışmalarla ilgili bir açıklama daha yayınladığı görülüyor. Bu kez bazı cihadi grupları Türkiye'nin yardımına bel bağladıkları iddiasıyla eleştirdi. Bu grupların "askeri teorilerini bir kez daha duruma uygun bir teoriyle değiştirmeleri gerektiğini" söyledi. Bu, El Kaide'nin uyum sağlama yeteneğinin yanı sıra Seyfu'l Adl'in askeri bir stratejist olarak statüsünü de hatırlatıyordu.
Ebu Muhammed el Mısri'nin Ağustos 2020'deki ve Eymen ez Zevahiri'nin Temmuz 2022'deki ölümüne dair haberler, Seyfu'l Adl'in El Kaide içindeki rolünü güçlendirmiş olabilir. Nitekim küresel cihat yanlısı grupları takip eden Birleşmiş Milletler izleme ekibi, Aralık 2020'de Güvenlik Konseyi'ne şöyle bir rapor sunmuştur:
"Bir üye devlet, Eymen Muhammed Rebi ez Zevahiri'nin yardımcısı olan ve Ebu Muhammed el Mısri olarak da bilinen Abdullah Ahmed Abdullah El Alfi'nin 2020 Ağustos ayında öldüğünü teyit etmiştir. Ekim ayında da Ez Zevahiri'nin öldüğüne dair haberler çıkmış, ancak hiçbir üye devlet bu haberleri İzleme Ekibi'ne teyit ettirememiştir. Daha önce El Kaide'nin en kıdemli üçüncü lideri olarak değerlendirilen ve Seyfu'l Adl'in önemi muhtemelen artmıştır."
Ocak 2021'de, Başkan Biden'ın göreve başlamasından yaklaşık bir hafta önce, dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo yaptığı bir konuşmada Seyfu'l Adl'in "küresel operasyonlara yeni bir vurgu yaptığını ve dünyanın dört bir yanında saldırılar planladığını" söylemiştir.
Sonuç
Bin Ladin'in kendisi dışında, El Kaide'nin oluşum sürecindeki tüm olaylarda Seyfu'l Adl'den daha merkezi bir rol oynayan birini düşünmek zordur. El Kaide'nin kurucu üyesi ve Usame bin Ladin'in sadık bir yardımcısı olarak geçmişi bile tek başına grup üyelerinin saygısını kazanması için yeterli olacaktır.
Ancak Seyfu'l Adl'i tehlikeli kılan tek özellik, kendisine miras kalan bu geçmişi değildir. Kendisi, hem resmi silahlı kuvvetlerde hem de gayrinizami askeri güçler içerisinde deneyimi olan tecrübeli bir askeri isimdir. İnatçı ve yaratıcı bir askeri komutan olduğunu, 2001 Kandahar savunmasında doruğa ulaşan birçok olayda göstermiştir.
Etkili istihbarat ve güvenlik protokolleri geliştirme konusunda deneyim sahibidir. El Kaide'nin 11 Eylül öncesi en büyük iki saldırısı olan Doğu Afrika ve USS Cole bombalamalarının önde gelen planlayıcılarından biridir. Şam'dan Afganistan'a kadar güçlü gruplar arasında değerli, uzun süreli kişisel bağlantılar geliştirmek için çalışmıştır. Irak'taki El Kaide'nin kurucusu Ebu Musab Ez Zerkavi ile uzun süredir devam eden ilişkisi de bundan daha az önemli değildir.
Seyfu'l Adl'in uzmanlığı -örgüt içindeki konumu ya da İran'daki statüsü ne olursa olsun- El Kaide için paha biçilmez olmaya devam edecektir.
Kaynak: Mepa News