Trump'ın Amerikan ideali: Egosu yüksek, gücü tartışılmaz bir ülke
Amerikan başkanının güce yaklaşımı gençliği dönemindeki atalarının yaklaşımıyla aynı.
Çeviri-Analiz | Mepa News
Donald Trump 1946'da doğduğunda Birleşik Devletler'in gücü tartışılmazdı. Savaştan yegane bir güç ve zenginlikle çıkan tek devletti. Aynı zamanda askeri cephanelik ve ticari mallar üretimi ve satışında da. Tüm bunların ötesinde Birleşik Devletler Hiroşima ve Nagazaki'de tarihin gördüğü en kudretli silahı kullanmış ve gerekirse yine kullanabilecek durumda bir devletti; yani atom bombasını.
Trump'ın kişiliğinin şekillendiği yıllarda pek çok Amerikalı ülkelerinin gücün doruğunda olduğunu ve gücün doğal sınırlarının sonlarına geldiğini düşünüyorlardı. Amerikalıların bir çoğu 1950'li yıllara ABD'nin altın çağı olarak bakıyorlar. Kendinden emin, güçlü, zengin ve global hegemonyaya sahip bir ülke. Harry S. Truman'ın başkanlığının sonuna yaklaşılmışken ABD, Kore'de savaşa gömülmüştü. Amerikalılar ise hem hükümete kızgınlardı hemde ordunun performansı ve ülkenin global pozisyonun kaybedilmesi gibi tehlikelerden ötürü endişelilerdi. Birleşik Devletlerin eşsiz imkanlarına ve askeri gücüne rağmen Çin'de komunist rejimin kazanması nedeniyle Truman suçlanıyordu.
"ABD ancak aptalların elinde başarısızlığa uğrayabilir"
İngiliz tarihçi D.W. Brogan tüm Amerika'da yaptığı çalışmalarda Amerika'lıların ABD'nin gücünün ulaşmayacağı yada yetmeyeceği bir bölge olmadığını düşündüklerini gösteriyordu. Amerikalılara göre ABD ancak aptal ve cahillerin elinde başarısızlığa uğrayabilirdi, onun dışında bu inanılmaz kudretin başarısızlığa uğraması olacak iş değildi. ABD'nin Asya'daki başarısızlıklarını da seçilmiş ve atanmış siyasilere bağladılar, ülkelerinin güçsüzlüğüne değil.
Trump 1950'li yıllarda bir çocuktu ve oda diğer Amerikalılar gibi düşünüyordu. Yani Brogan'ın ulaştığı sonuçlardan farklı bir sonuç yoktu elinde, ABD'nin süper gücünü koruyabilmesi için korunması gerekiyordu ama özellikle iç cahillerden.
Trump'a göre Birleşik Devletler'i kuşatan bütün felaket ve belalar kendilerini yöneten liderler sebebiyle başlarına geliyor. 1987'de siyasete hızlı bir şekilde girdiğinde şunları söylemişti:
''Amerikalı politikacılar dünyanın geri kalanı tarafından aldatılıyorlar. Dünya bize gülüyor, bizim arkamızdan bize gülüyorlar''
"Yöneticilerimiz beyinsiz"
Amerika'yı uluslararası ticarette yenilgiye uğradığına ikna eden Trump şöyle demişti:
''Serbest ticaret aslında harika bir uygulama ama sizi zeki yöneticiler idare ediyorsa. Ama bizim yöneticilerimiz akıllı değil, aksine beyinsiz''
Trump'a göre ABD zengin müttefiklerini bir hiç uğruna kayırıyor ve pek çok avantaj sağlıyor. Meksika'da gelen kaçak göçmenler ile ilgili, ''Meksika bizim aptallığımıza gülüyor, onlar arkamızdan kahkalarla gülüyor'' demişti. Çevrecilik ile ilgili ise ''Çin vb. devletler bulabildikleri her lanet şeyi yakıyor ve kullanıyor ama biz ise uluslararası düzenlemelere bağlı kalıyoruz. Çünkü bizim yöneticilerimiz aptal, onlar gerçekten aptallar'' ifadesini kullanmıştı. 1980 ve 90'lı yıllarda petrol fiyatlarının sert yükselişinden sonra, ''Petrol kartelleri akıllılar, onlar gerçekten bizim yöneticilerimizden akıllılar'' yorumunda bulunmuştu.
Irak ile ilgili hatalı olduğunu düşündüğü ana politikalardan sonra ise şöyle demişti:
''Bizim yöneticilerimiz gerçekten aptallar, onlar ülkenin menfaatini düşünmüyor gibiler''.
Cumhuriyetçi ve Demokrat senatörlere göre bu, Trump'ın kişiliğinde var, ABD ile ilgili negatif görünen ne olursa olsun Trump'a göre hatalı olan ABD'li yöneticiler.
Müttefiklerine bakışı
Trump'ın müttefiklere karşı olan antipatisi soğuk savaş yıllarından geliyor. Trump o dönemde de müttefiklerin üzerlerine düşenleri yapmadığına inanıyordu, şimdide onun cephesinde değişen bir şey yok. Pek çok güvenlik söylemi aslında 1950'li yıllardan itibaren oluşan ikinci dünya savaşı sonrası konjonktür ile alakalıdır. Trump, Truman'ın karşıtlarının yaşadığı Rusya ve komünizm korkularını paylaşmıyor. Aynı zamanda pahalı yurtdışı taahhütler ve büyüyen devlet gücü korkuları da onun umrunda değil. Trump aynı zamanda ABD'nin müttefiklerini ve ülkesinin onlara yardımını ulusçu bir yaklaşımla aşağılıyor. Bununla birlikte dünyanın en büyük ikinci dininin mensupları ve ülkelerine karşı da oldukça vurdumduymaz görünüyor.
Neden zafer kazanamıyoruz?
Pek çok Amerikalı'nın 1950'li yıllarda yaşadığı öfke sinir karışımını yaşamasına neden olarak gösterilen Kore'de mutlak bir galibiyetin olmaması durumu Trump'ın psikolojisinde de aynı. Trump, "Artık zafer yok, artık kazanamıyoruz. Biz aslında zaferler kazanmaya alışık bir milletiz ancak liderlerimizen ötürü artık zafer yok ve olmayacak.'' diye haykırmıştı.Bunları 2015'de başladığı seçim konuşmalarında dile getiriyordu. Trump'ın bu Kore paylaşımı Amerikalı seçmenler üzerinde çok güçlü bir etki bıraktı. Çünkü Kore savaşından bu yana Amerikalılar bu ezici askeri üstünlüğe rağmen nasıl olur da berrak bir zafer elde edilemez diye eleştirmeye devam ediyor ve şaşkınlıklarını koruyorlar.
Vietnam da akıllara gelmiyor değil, muhteşem bir ordu karşı tarafta ise denk olmayan bir çeteler güruhu, ABD bu savaşı da beraberlikle bitirmek zorunda kaldı. 1980'de NBC televizyonundan Rona Barret'a verdiği demeçte zaferle bitmeyen bir savaşın tolere edilemez bir şey olduğunu ve yaşamın sonsuz bir savaş döngüsü olduğunu söylemişti.
Trump'a göre ABD tekrar müthiş başarılı bir savaş aktörüne dönüşebilir, yeter ki güçlü akıllı bir lidere sahip olsun. 1987'de ülkesinin üç büyük gazetesine verdiği ilanda da aynı görüşleri gazete ilanı olarak tekrarladı:
''Amerika'nın dış savunma politikası ile alakalı bir yanlışlık yok, hatalı olan bir şey tedavi edilemez''.
ABD geriliyor, artık zafer istiyor
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki siyasi-askeri ve ticari durum çok değişti. Amerika artık dünyanın en kudretli ticaret ülkesi değil, global üretim endeksinde beşinciliğe düştü, Birincilik ise Çin'de. Trump bunun farkındaydı, 1980'den bu yana Birleşik Devletler'in tekrar dünyanın en güçlü ticaret ülkesi olmasını dile getiriyordu. Trump bununla birlikte kesinlike Amerikan değerlerinin (demokrasi, liberal görüş vb.) dünya çapında yaygınlaşmasını istiyordu. Tüm bunların ardından tekrar tekrar sıkılmadan söylediği şeyi tekrarlıyordu:
"Amerika en büyük olmalı, bunun olamamasının nedeni aptal liderlerimiz."
1990'da Playboy'a verdiği demeçte, "İnsanların Egoya ihtiyacı var, ülkemizin egoya ihtiyacı var, aslında bütün ulusumuzun ihtiyacı var'' demişti.
2015'de ise, "Ülkemizin gerçek bir lidere ihtiyacı var, gerçek bir lidere ihtiyacımız var. İş sanatı kitabını yazan bir lidere..." dedi.
1950'li yıllardaki Amerika'ya dönüş
Ardından başkan adaylığını ilan etti. Trump bir şovmen gibi görünse de aslında geçtiğimiz 30 yıl boyunca nasıl bir ruh haline sahip olduğunu yada nasıl bir dış politika görüşüne sahip olduğunu açıkça gösterdi. Onun yada benzerlerinin görüşleri hiç dikkate alınmadı yada hiç umursanmadı.
Trump 1950'li yıllardaki Amerika'yı tekrar sunuyor yada sunmaya çalışacak. Aslında o Amerika hiç var olmadı, sadece insanların düşünce dünyalarında mevcuttu. Bu görüş ABD'nin dünya üzerindeki siyasetinin sadece ekstra maliyetlere neden olduğunu ve ülkeye hiç bir yararı olmadığını iddia edip korumacı bir ticaret görüşüne saplanmayı ifade ediyordu. ABD'nin dünya üzerinde 65 ülkede askeri üsleri mevcut, bu üsler o ülkeleri ve bölge ülkeleri korumaya yardımcı oluyorsa da en az bunun kadar birde ABD hegemonyasının ayakta kalmasına yardım ediyor.
Amerikan milliyetçileri halka yapılmaya çalışılan şeyin aslında ABD'nin dünyadan soyutlanması gerçeği olduğunu halka anlatmayı ve onları ikna etmeyi başarmalı. Bu aslında temel olarak bakıldığında aptalca görünüyor. Amerika on yıllar sonra tekrar bir ahmaklığın içerisine doğru yürüyor. Trump ise gerçekten bir şeyler yapabileceğini ispata koyulmuş durumda.
Foreign Policy'de Charlie Laderman imzasıyla yayımlanan bu analiz Mepa News okurları için tercüme edildi.