Türkiye ekonomisinin 'itici gücü' inşaat sektörü alarm veriyor
Türkiye’de yaklaşık iki milyon kişiye istihdam sağlayan inşaat sektörü düşen konut satışları nedeni ile zor durumda. Hükümet yardım paketi planlıyor.
Türkiye ekonomisinin son 15 yıldaki itici gücü olan inşaat sektöründe alarm zilleri çalıyor. Yaklaşık 2 milyondan fazla insana istihdam sağlayan inşaat şirketlerinin bankalara olan borcu 370 milyar TL’yi aşarken iç talepteki durgunluk nedeni ile konut satışları her ay yaklaşık yüzde 10 düşüyor. Türkiye genelinde 800 bin konutun elde kaldığı belirtiliyor.
DW Türkçe'den Aram Ekin Duran'ın haberine göre, Türk hükümeti de şimdi 2 milyondan fazla kişiye istihdam sağlayan ve geçen yıl itibariyle yaklaşık 3 trilyon liralık büyüklüğe ulaşan GSYH’nin yüzde 7,4’üne karşılık gelen dev bir sanayi haline gelen inşaat sektörünü nasıl kurtaracağını düşünüyor. Gündemde inşaat şirketlerine bir destek paketi sunulması var. Ancak uzmanlar bu paketin işe yarayacağından kuşkulu.
"Suni desteklerin sonuna gelindi”
DW Türkçe’ye konuşan Ekonomist Uğur Gürses, inşaat şirketlerinin bu dönemde uzun vadeli, bol ve ucuz kredi bulmakta hiç zorlanmadığını belirterek “Sektör uzun süre aylık yüzde 1 faizle kredi kullanma imkanına kavuştu ve bu da toplumdaki konut talebini körükledi. Sonunda bir inşaat patlaması yaşandı” diyor.
Ancak bu pembe tablo, 2016 yılı ile birlikte tersine dönmeye başladı. 15 Temmuz darbe girişimi ve onu takip eden siyasi gelişmeler ile birlikte ekonomide yaşanan bozulma, iyice kabaran konut fiyatlarında düşüşler yaşanmasının önünü açtı. Türkiye’ye yönelik sermaye akımının giderek azalması sonrasında inşaat sektörünün çok ciddi finansman sorunu yaşamaya başladığına işaret eden Uğur Gürses, bu sorunu aşmak için son yıllarda düzenlenen konut kampanyalarına dikkat çekiyor.
Bu tür kampanyaların en büyük destekçilerinin kamu bankaları olduğunu ve buradaki kaynakların da artık sonuna gelindiğini ifade eden Gürses, “Öyle ki işsizlik sigortası kanalı ile bu bankalara sermaye konuldu. Bundan sonra eğer özel yani vatandaştan gelecek bir talep yoksa eğer, suni desteklerle piyasayı canlandırmak mümkün görünmüyor” şeklinde konuşuyor.
Şirket borçları 372 milyar TL’ye ulaştı
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) Eylül 2018 verilerine göre, inşaat sektörüne verilen kredi miktarı, toplam kredilerin yaklaşık yüzde 15’ine ulaşmış durumda. İnşaat şirketlerinin kullandığı nakdi kredi miktarı 217 milyar TL’yi geçerken teminat mektubu ile kullandırılan kredi miktarı ise 155 milyar TL’ye çıktı.
Buna karşın Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye genelinde konut satışları 2018 Eylül ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 9.2 oranında azalarak 127 bin 327 oldu. İlk defa satılan konut sayısı ise bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 14 azaldı.
Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği’nin hazırladığı Eylül 2018 Sektör Raporu’nda yer alan şu tespitler de inşaattaki büyük tehlikeyi ortaya koyan nitelikte: "Yılın ikinci çeyreğinde inşaat sektörü ile Türkiye ekonomisinin büyümesi arasındaki paralellik önemli ölçüde kayboldu. İnşaat sektöründe çeyrek dönemlerde üst üste süren hızlı büyüme, yerini çok ciddi yavaşlamaya bıraktı. İnşaat sektörü güven endeksi, ölçülmeye başlandığı 2010 yılından bu yana en düşük seviyesine indi.”
“Yaklaşık 800 bin konut elde kaldı”
Son günlerde basında yer alan haberlere göre, Maliye ve Hazine Bakanlıklarının yürüttüğü çalışma kapsamında Emlak Konut kendi değerlediği fiyat ile stoktaki konutları satın alarak şirketlerin borç sorununu çözecek bir kaynak yaratacak. Plana göre satış bedelinin yüzde 70'i ile firmaların banka borcu ödenecek, yüzde 30'luk kısım ise firmalara verilerek kendi işlerinde kullanılması sağlanacak.
Peki ekonomi yönetimi tarafından yalanlanmasa da henüz resmi olarak açıklanmayan bu yöntem, inşaat sektörünü içinde bulunduğu kriz ortamından çıkarabilir mi?
DW Türkçe’ye konuşan İstanbul İnşaatçılar Derneği (İNDER) ve Teknik Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Nazmi Durbakayım, Maliye ve Hazine Bakanlığı’nın konut sektörüne yönelik olarak bir envanter çalışması başlattığını ve bu konuda inşaat sektöründen de bilgi istediğini belirtiyor.
“Yeni ruhsatlarda yüzde 50 düşüş var”
Hükümetin elde kalan konutlara ilişkin ne tür bir adım atacağını henüz bilmediklerini ifade eden Durbakayım, “Türkiye genelinde yaklaşık 800 bin hazır konutun şu anda elde kaldığını söyleyebiliriz. Ama hükümetin çıkaracağı envanter sonrasında ortaya koyacağı plan ve programla bu konutların 3-5 ayda satılabileceğini düşünüyoruz” diye konuşuyor.
Öte yandan İNDER Başkanı, sektörde yalnızca elde kalan konutlarda değil, yeni yatırımlarda da sorun olduğuna işaret ediyor. Türkiye’de son yıllarda yıllık konut satışlarının 1,3 milyon adetlere çıktığını hatırlatan Durbakayım, son 1 yılda ise yeni alınan inşaat ruhsatlarında yüzde 50’ye varan bir gerileme olduğunu söylüyor. Aynı zamanda tüm inşaat malzemelerine ortalama yüzde 60 zam geldiğini de dile getiren Durbakayım, bu maliyet artırıcı olumsuz gelişmelere karşın sektörün konut fiyatlarına zam yapmadığını vurguluyor.
“Bankacılık sektörünü de tehdit ediyor”
Ancak inşaat sektöründen yapılan temkinli açıklamalara rağmen, inşaat şirketlerinin kredi borcu sorunu acil bir eylem planını gerekli kılıyor.
DW Türkçe’ye konuşan Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Karatepe’ye göre, inşaat sektörünün diğer sektörlerle olan yakın ilişkisi nedeniyle konut stoğu konusundaki sıkıntılar tüm alanlarda hissedilen bir sıkıntı haline gelmiş durumda.
Bugün itibariyle inşaat şirketlerinin 372 milyar TL’lik borçlarını ödeyemez hale geldiğine dikkat çeken Prof. Karatepe, “Çok ciddi olan bu kredi riski bankacılık sektörünü de tehdit eder bir hale geldi” diyor. Buna karşın dünyada hiçbir ülkenin satılmayan konutları kamu kaynakları ile satın alma yoluna giderek, halka ilave borç yaratacak bir sonuca yol açamayacağını öne süren Karatepe, şunları söylüyor: “Bu uygulama hayata geçerse, devlet inşaat sektörünün borçlarını üstüne alarak, ortaya çıkan sorunların faturasını halka çıkarmış olur. O zaman yarın satılamayan otomobilleri de mi devlet satın alacak? Ekonomideki mevcut sorunlar böyle palyatif çözümlerle değil, krizin yaşandığını kabul ederek daha gerçekçi çözümler üretilmesi gerekiyor.”