Türkiye'nin Sudan'daki savaşta rolü ne?
Sudan nüfusunun yarısı insani yardıma muhtaç durumda. 25 milyon kişi akut gıda güvensizliği ile karşı karşıya, ABD ise savaşın şimdiden 150.000 kişinin ölümüne neden olduğunu tahmin ediyor.
National Interest | Sinan Ciddi ve Sophia Epley | Tercüme: Mepa News
Washington Post'un son haberi, Türk silah üreticilerinin hem Sudan Silahlı Kuvvetleri'ne (SSK) hem de muhtemelen ABD'nin Sudan'daki iç savaş boyunca soykırım ve insan hakları ihlalleri yapmakla suçladığı isyancı grup Hızlı Destek Kuvvetleri'ne (HDK) silah satışı yaptığını ortaya çıkardı.
Rapor, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar'ın sahibi olduğu önde gelen silahlı insansız hava aracı üreticisi Baykar'ın Sudan ordusunun tedarik kurumu olan Sudan Savunma Sanayii Sistemi'ne saldırı silahları sattığına dair ayrıntılara yer veriyor. Baykar'ın Sudan'a yaptığı sevkiyatlar mevcut ABD ve Avrupa Birliği yaptırımlarını ihlal ediyor gibi görünüyor.
Baykar ve Sudan ordusu arasındaki anlaşma 120 milyon dolar değerinde ve 2023 yılında altı adet TB2 insansız hava aracı, üç yer kontrol istasyonu ve hava araçlarında kullanılacak 600 mühimmat satışı ile sonuçlanacak. İlginçtir ki bu satış 16 Kasım 2023 tarihinde, yani ABD Hazine Bakanlığı'nın Sudan Savunma Sanayii'ne yaptırım uygulamasından beş ay sonra gerçekleşiyor.
Washington Post'un raporunda ayrıca bir başka Türk silah üreticisi olan Arca Defense'ın Sudan'da ordu güçlerine karşı savaşan HDK'nın üst düzey isimlerinden bir satın alma sorumlusu ve liderinin kardeşi olan Algoney Hamdan Daglo Musa ile kapsamlı temaslarda bulunduğu belirtiliyor. Ancak Arca'nın HDK'ya silah satıp satmadığı net değil ve firma bu olasılığı da reddediyor.
Sudan iç savaşı
Sudan İç Savaşı Nisan 2023'te iki rakip grup arasında tırmanan gerilimin ardından başladı: General Abdülfettah Burhan liderliğindeki Sudan Silahlı Kuvvetleri ve General Muhammed Hamdan Dagalo veya Hemedti ismiyle de tanınan paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri.
Ülkenin en önde gelen iki askeri ismi, 2019'da Ömer el Beşir'in devrilmesinin ardından Sudan'ın yeni kurulan demokrasi yanlısı geçiş hükümetini deviren 2021 darbesinde başlangıçta müttefikti. Ancak ikili, paramiliter güçlerin düzenli orduya nasıl entegre edileceği konusunda anlaşmazlığa düştü.
Sudan'daki savaş tırmanarak büyük bir insani felakete dönüştü. Eylül 2024'te bir BM bilgi toplama misyonu, her iki tarafın da toplu tecavüz, keyfi tutuklamalar ve işkence dahil olmak üzere “korkunç bir dizi insan hakları ihlali ve uluslararası suç” işlediği sonucuna vardı.
Sudan nüfusunun yarısı insani yardıma muhtaç durumda. 25 milyon kişi akut gıda güvensizliği ile karşı karşıya, ABD ise savaşın şimdiden 150.000 kişinin ölümüne neden olduğunu tahmin ediyor.
Savaş, kısmen yabancı güçlerin müdahalesi nedeniyle iki yıldır devam ediyor. Mısır ve Suudi Arabistan Sudan ordusunun ana destekçileri olsa da, birçok kişi ordunun savaş alanındaki son başarıları için İran'ın insansız hava araçlarının gizli tedarikine güveniyor. Aynı zamanda Birleşik Arap Emirlikleri de HDK'nın en büyük destekçilerinden biri haline geldi ve bunu da Sudan ordusunun Müslüman Kardeşler'in bir parçası olmakla suçlayarak gerekçelendirdi.
Bir Sudan Çatışma Gözlemevi raporu, Haziran 2023 ile Mayıs 2024 arasında BAE'den Biden yönetiminin soykırımla suçladığı HDK'ya 32 uçakla silah sevkiyatı yapıldığının “neredeyse kesin” olduğu sonucuna vardı.
Arap ve Afrikalı güçlerin Sudan'daki savaşa müdahil olmasının ardındaki itici güç, stratejik Kızıldeniz'e erişim ve bu denizin kontrolüdür. Şubat 2025'te Rus ve Sudan Dışişleri Bakanları, Rusya'nın Port Sudan'da bir deniz üssü kurmasına izin veren bir anlaşmaya vardıklarını açıkladılar.
Türkiye'nin Sudan'daki çıkarları
Erdoğan'ın Türkiye'nin Afrika Boynuzu'ndaki askeri ve diplomatik bağlarını genişletmek için çalıştığı bir sır değil. Türkiye için çıkar, kendisini büyük bir güç olarak tanıtmakta yatıyor. Aralık 2024'te Erdoğan, Sudan'ın askeri şefi General Abdulfettah Burhan'ı aradı ve “Sudan ile Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için devreye girmeyi” teklif etti.
Türkiye ayrıca Somali'de askeri varlık kurarak ve Nijer hükümetiyle uranyum madenciliği anlaşması imzalayarak Afrika kıtasındaki nüfuzunu artırdı. Somali örneğinde Ankara, Somali ordusuna eğitim ve yardım sunarak, hidrokarbon arama haklarını güvence altına alarak ve Afrika Boynuzu'nun hayati nakliye yolları üzerinde stratejik bir konuma sahip bir ülkeyle dostane bir ilişki kurarak büyük yatırımlar yaptı.
Ankara'nın Nijer'le birlikte nükleer silah kapasitesini geliştirmeye yönelik olası bir arayış için uranyum tedarik etme seçeneklerini araştırdığı görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun zamandır Türkiye'nin ittifak taahhütleri ve askeri tedarik ihtiyaçları açısından özerk ve Batı'dan bağımsız olmasını hayal ediyor.
Ankara'nın Sudan'a müdahil olması, dış politikasının herhangi bir değerden yoksun olduğunu ve kan dökülmesini caydırmaya yönelik yaptırımları görmezden gelmeye istekli olduğunu gösteriyor. Bunların hiçbiri sürpriz olmamalı. Erdoğan Ukrayna ihtilafında her iki tarafa da oynuyor. Bir yandan Türk boğazlarını Rus gemilerine kapatarak bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin sorumluluklarını yerine getiriyormuş gibi davranıyor. Diğer yandan ise Türkiye'nin bankacılık sisteminin Putin'in oligarklarına ait yasadışı Rus finansmanını akıtmasına ve Türk firmalarının Rus ordusuna çift kullanımlı mallar satmasına izin vererek Putin'in yasadışı savaş çabalarına hayati destek sağlıyor.
2012 yılında, 1997 yılında İslami eğilimleri bahane edilerek Türk ordusundan tasfiye edilen Adnan Tanrıverdi liderliğindeki bir grup Türk generali, Türkiye'nin ilk özel askeri şirketi (PMC) olan SADAT'ı kurdu.
Tanrıverdi'nin Erdoğan'a sırdaşı olabilecek kadar yakın bir isim olduğu ifade ediliyor. SADAT, kuruluşundan bu yana Libya, Azerbaycan, Batı Afrika, Suriye ve Irak'ta bazı gruplara askeri güvenlik ve eğitim sağladı.
Şirketin belirtilen misyonu, dünyanın süper güçleri arasında yerini alacak bir İslam ülkeleri ittifakı kurma arzusunu da içermektedir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa buna dikkat etmelidir. Batı'da, Rusya'nın Avrupa'ya yönelik irredentist tehditleriyle yüzleşmek için, Ankara'nın durmuş olan AB üyelik sürecinin yeniden başlatılması da dahil olmak üzere, Türkiye'ye masada bir koltuk verilmesi gerektiği konusunda giderek artan bir fikir birliği var.
Polonya başbakanı ve NATO genel sekreteri, Rusya'nın saldırganlığının yarattığı varoluşsal güvenlik sorunlarıyla ancak Türkiye'nin de dahil olduğu bir Avrupa'nın baş edebileceğine inanıyor.
Asıl soru şu: Onları Türkiye'nin Avrupa'nın arkasında duracağına inandıran nedir?
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazar veya yazarların kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.