Üçüncü Dünya Savaşı küçük başlayabilir
Şu anda, bir kez daha, demokrasiler bölgesel fetihlere karşı nükleer ve konvansiyonel caydırıcılığı güçlendirmezlerse hızla bir dünya savaşına dönüşecek olan uluslararası bir çatışmanın ön safhasını yaşıyoruz. Tam spektrumlu nükleer ve konvansiyonel caydırıcılık ve Sovyetlerin savaşın maliyetini idrak etmesi, Soğuk Savaş döneminin bir Üçüncü Dünya Savaşına dönüşmesini engellemişti. Ancak nükleer caydırıcılık tek başına Üçüncü Dünya Savaşını Ukrayna, Tayvan, Hürmüz Boğazı ya da Kore Yarımadası üzerinde engellemeyecektir, tıpkı bombardıman filolarının Avrupa başkentlerine yönelik yangın çıkarıcı ve sinir gazı saldırısı ihtimalinin İkinci Dünya Savaşının patlak vermesini engellemediği gibi.
Bunun yerine, Alman lider Adolf Hitler zırhlı fetihlerle savaşmayı seçti ve tüm düşmanları da buna ayak uydurdu. Dünya Savaşları asla bir dış politika hedefi değildir. Bundan ziyade, hazırlıksız ve yavaş yavaş birleşen demokratik bir koalisyon karşısında otoriter devletlerin hızlı toprak kapma girişimlerinin başarısız olmasıyla patlak verirler. Savaş, Rusya'nın Polonya'ya ani bir saldırısıyla ya da Çin'in Tayvan kıyılarına doğrudan bir amfibi çıkarma yapmasıyla başlamayacağı için Washington bu küçük sahalarda caydırıcılık krizlerine karşı tetikte olmalıdır.
Askerler ve siviller arasındaki muazzam ölü sayısına rağmen, ne Birinci ne de İkinci Dünya Savaşları aslında topyekûn savaşın tam tanımını karşılamamış ya da Karl von Clausewitz'in mutlak savaş tanımına ulaşmamıştır. Birinci Dünya Savaşı, hem İttifak Devletleri hem de İtilaf Devletleri için, öncelikle Fransa'nın Ukrayna'daki Alman İmparatorluk tasarımlarına müdahalesini engellemeye odaklanan Berlin'in hızlı harekatı olarak başladı. Tarafsız dünya kamuoyu, savaşın neredeyse diğer her açıdan topyekûn bir mücadeleyi andırmasına rağmen, 1915 ve sonrasında nüfus merkezlerine karşı gaz kullanımını muhtemelen önledi.
İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Paris, Berlin ve Londra'nın başkentlerine karşı yaygın olarak tahmin edilen yangın bombası ve gaz bombası saldırılarının gerçekleşmemesinin nedeni, Hitler'in zafere, sırasıyla 1939 Mart'ında Çekoslovakya'yı, Eylül'de Polonya'yı, 1940 Mayıs'ında Fransa'yı içeren ve 1941 sonunda Moskova'ya karşı kazanılacak bir zaferle sonuçlanacak bir dizi sınırlı ve hızlı fetih yoluyla ulaşmayı planlamasıydı. Fritz Sternberg 1938 tarihli Almanya ve Yıldırım Savaşı adlı kitabında, Birinci Dünya Savaşı deneyiminin Almanya'nın askeri-teknik uzmanlığına rağmen uzun süreli bir topyekûn savaşı kazanamayacağını gösterdiğini ileri sürmüştür. Az sanayileşmiş bir Rusya'nın Birinci Dünya Savaşı'nda yenilebileceği düşünülebilirdi. Yine de, ABD'nin endüstriyel gücüyle desteklenen bir SSCB'yi yenmek için kesinlikle hiçbir Nazi planı yoktu.
Totaliter propaganda Alman halkının savaşma konusundaki isteksizliğini geçici olarak etkisiz hale getirebilirken (Almanya'da hala 11 milyon eski Komünist Parti seçmeni yaşıyordu), Almanya yıpratıcı bir mücadele için gerekli petrol, gıda ve diğer kaynaklardan yoksundu. Hitler, 1940 Haziran'ında Fransa'nın düşmesinden sonra Washington'da yaşanan siyasi şok göz önüne alındığında, ABD'nin daha önce Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi savaşa girmek için bir bahane bulmasının an meselesi olduğunu biliyordu. Hitler, Japonların 1941 Aralık ayı başında Pearl Harbor'a saldırması ve Wehrmacht'ın bir ay sonra Moskova'yı alamamasıyla birlikte, Almanya'nın kaçınılmaz yenilgi kaderiyle yüzleşmeden önce Sovyetler Birliği'ni etkisiz hale getirmek için bir sefer sezonunun daha olduğunun kesinlikle farkındaydı.
Popüler tarihin aksine, Eylül 1939'da Fransa ve İngiltere'nin Polonya'yı işgal eden Almanya'ya karşı savaş ilan etmeleri, İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcını ilan etme amacı taşımıyordu. Peloponez Savaşı'na dönüşecek olan Sparta ve Atina arasındaki Corcyra anlaşmazlığında ya da Haziran 1914'te Arşidük Ferdinand'ın Saraybosna'da öldürülmesinde olduğu gibi, yerel çatışmalar büyük güçlerin uzun süredir devam eden stratejik açmazları çözme fırsatlarını görmeleriyle dünya savaşlarına dönüştü.
Saygıdeğer Avustralyalı tarihçi Geoffrey Blainey'e göre, başlangıçta tarafsız olan devletleri iki karşıt ittifaktan birine çeken ve böylece tarafsız devletlerin dış politikalarındaki belirsizliği ortadan kaldıran savaşlar, saldırgan devletlerin (statükonun yerine yeni bir revizyonist bölgesel, ticari ve uluslararası kurumsal düzen koymaya en niyetli devletler) saldırı hesaplarına karşı caydırıcılığı ortadan kaldırır. Almanya ile Macaristan, İtalya, Japonya ve Sovyetler Birliği (Molotov-Ribbentrop Paktı'nda) arasındaki karşılıklı anlayış ve ABD kamuoyunun ısrarlı izolasyonizmi, Berlin'in Polonya'ya yönelik bir saldırının çatışmanın daha da genişlemesine karşı güvende olduğunu hissetmesine neden oldu. Pekin bugün Rusya ve İran'ın sırasıyla Avrupa ve ABD'yi oyalamasının Tayvan'a karşı harekete geçmesine izin vereceğini umabilir.
Bir ülkenin liderlerinin savaşı tetikleme riskine değeceğini düşünmeleri için o ülkeye yönelik varoluşsal bir tehdit olması gerekmez. Nazi Almanyası'nın otarşik ve fiyat kontrollü ekonomisinin sürdürülebilirliği ve buna bağlı olarak Nazi Partisi'nin itibarı mahkumken, Adolf Hitler Alman topraklarını ve nüfusunu büyük ölçüde genişletme arzusunu engelleyen bir dünya düzenine karşı kumar oynadı. Ne Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ne de Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri Xi Jinping ülkelerine yönelik varoluşsal bir tehditle karşı karşıya. Yine de her ikisi de kendi otoriter rejimlerinin hayatta kalmasını, bölgesel fetih yoluyla bir dünya gücü olmayı elde etmek için yüksek riskli bir stratejiye bağlamaya değer olduğuna inanıyor.
Chicago Üniversitesi profesörü John J. Mearsheimer 2001 tarihli Büyük Güçlerin Trajedisi adlı eserinde kıtasal devletlerin bölgesel hegemon olma fırsatı için bölgesel geleceklerini riske atacaklarını, çünkü bir bölgeye hakim olmanın sağladığı neredeyse tam güvenliğin bariz faydasını göstermiştir. ABD'nin tek örneği olduğu (Kanada ve Meksika dahil Kuzey ve Orta Amerika'ya tamamen hakim olan) bölgesel hegemonlar, yabancı güçleri kendi bölgelerinde onlara müdahale etmek gibi düşük maliyetli bir yolla kendi bölgelerinden dışlayabilmektedir.
Çin, Tayvan'a karşı savaş hazırlıklarıyla o kadar meşgul ki, Venezuela, Meksika ve Brezilya ile Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı büyük bir üs ve ittifak kuracak durumda değil. Bu şekilde Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan'ı Pakistan ile, Çin'i Japonya ile, Rusya'yı Almanya ile, Mısır'ı İsrail ile, İran'ı Suudi Arabistan ile, Endonezya'yı Avustralya ile ve Tayland'ı Vietnam ile meşgul etti. Gerekirse Arjantin'i Brezilya'ya, Angola'yı Güney Afrika'ya, Fildişi Sahili'ni Nijerya'ya ve Kenya'yı Tanzanya ve Etiyopya'ya karşı desteklerdi.
Küresel savaşa doğru tırmanan yerel tehditlere karşı caydırıcılığın başarılı olması için gerekli üç şart vardır. Birincisi, demokrasilerin hem stratejik nükleer caydırıcılık hem de istikrar-istikrarsızlık paradoksunun karşıt nükleer cephanelikleri etkisiz hale getirdiği durumlarda bölgesel müdahale için gerekli konvansiyonel okyanus ötesi güçleri sağlamaya teşvik edilmiş en az tek bir üyesi olmalıdır. Örneğin ABD, Çin'in nükleer silah kullanmasını caydırmak için "gerilimi baskılayan" nükleer silahlara ihtiyaç duyarken aynı zamanda Tayvan'ı savunmak ya da kurtarmak için ABD deniz piyadelerini Tayvan'a indirebilmelidir. Bu durum şu anda ABD siyasetindeki izolasyonist-popülist eğilim tarafından baltalanmaktadır ve büyük ölçüde hem Demokrat hem de ana akım Cumhuriyetçi siyasi partiler tarafından mavi yakalı sınıfın terk edildiği algısının bir sonucudur. Bu da sanayisizleşme, tartışmalı göçmenlik politikası, hukukun ve oy verme kalıplarının cinsiyetlendirilmesinin bir sonucudur.
İkinci olarak, demokrasiler seferberlik için güvenilir bir ittifak çerçevesi oluşturmalıdır. NATO ve ortaklık mimarisi, özellikle Doğu Asya ve Basra Körfezi'nde benzer bir ittifak kurmanın zorlukları göz önüne alındığında, bu amaç için çok uygundur. İronik bir şekilde, Soğuk Savaş sırasında entegre Akdeniz filosu stratejisinin komutası, nükleer silahların paylaşımı, Doğu Almanya sınırında mı yoksa Ren Nehri'nde mi taktik nükleer savaş başlatılması gerektiği gibi konularda çok yaygın olan politika tartışmalarının eksikliği, Çin, Rusya ve İran'ı caydırmanın sonuçlarının ciddi bir şekilde değerlendirilmediğini göstermektedir. Soğuk Savaş döneminde Tahran, ABD'ye olduğu kadar Moskova'ya da düşmanca yaklaşıyordu ki bu durum artık geçerli değil. Bugün Hürmüz Boğazı'nın güney kıyısına çıkarma yapacak bir Rus hava indirme tümeninin Bender Abbas'taki İran kuvvetlerinin koordineli desteği, hava koruması ve ikmaliyle gerçekleştirileceği düşünülebilir.
Çin üzerine Parlamentolar Arası İttifak gibi demokratik koordinasyon çabaları, iç politikalarını pek etkilemeyen azınlıktaki elitlerin ilkel senkronizasyon çabalarıdır. Örneğin Kanada'da federal hükümet, Kanada istihbarat servisi (CSIS) tarafından düşman yabancı güçlerle işbirliği yaptığı tespit edilen parlamento üyelerinin kimliklerini açıklamayı reddetmiştir. NATO üyeliği, Brüksel'in Ukrayna'daki savaş için top mermisi üretme konusundaki kolektif eylem sorununu çözmedeki tekrarlanan başarısızlığının da gösterdiği gibi, ulusal savunma çabalarının odağı olmaktan ziyade bir alternatifi olarak kullanılmaktadır.
Üçüncüsü, demokrasilerin hayati çıkarlarından herhangi birinin tehdit edilmesi veya saldırıya uğraması halinde, NATO'nun Beşinci Maddesinin tetiklenmesi gibi genel anlamda muğlak bir ifade dışında, ne olacağı konusunda çok az açık uyarı yapılmıştır. Rasyonel caydırıcılık teorisi caydırıcılığın başarılı olabilmesi için üç gerekli koşul olduğunu ileri sürmektedir: yeterli askeri yetenek, güç kullanma konusunda inandırıcı bir isteklilik ve bu tehdidin iletilmesi. Çok fazla tartışma gücün yeterliliği ve inandırıcılık konularına odaklanırken, en kolay unutulan unsur olan uyarının iletilmesi konusuna çok az odaklanılmıştır. Pekin ve Moskova'nın 1950'de Kuzey Kore'nin Güney Kore'yi işgalini desteklemek için kendilerini güvende hissetmelerini sağlayan şey, Güney Kore'yi ABD'nin koruma alanının dışında bırakmak gibi basit bir hataydı. Pakistan, Yeni Delhi'nin Keşmir'deki herhangi bir maceracılığa karşı uyarıda bulunma konusundaki isteksizliği nedeniyle 1965 Savaşı'nı başlatma konusunda cesaretlendi. İletişim kurmadaki başarısızlığın nedenleri hep aynıdır. İlk olarak, iç seçmenleri telaşlandırmak ve sorumsuzca kavgacı görünmek konusunda bir isteksizlik söz konusudur. İkincisi, bir anlaşmazlıktan bahsetmemenin, anlaşmazlığın alevlenip savaşa yol açma olasılığını azaltacağı gibi yanlış bir düşünce vardır.
National Interest'te yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.