Thomas Juneau

Thomas Juneau

Yemen'de Suudi Arabistan ile Husiler arasındaki görüşmeler ne getirecek?

Yemen'de Suudi Arabistan ile Husiler arasındaki görüşmeler ne getirecek?

Uluslararası toplum tarafından resmen tanınan Yemen hükümeti ile Husiler arasında gerçekleştirilen esir takasının ardından her iki taraftan yüzlerce savaş esirinin ailelerine kavuşma görüntüleri çok etkileyiciydi. Bu esir takası ile bir süre önce aniden başlayıp hızla devam eden İran-Suudi Arabistan yakınlaşması geniş kitlelere uzun zamandır ilk defa geleceğe iyimser bakmaya fırsat verdi. Peki yıllardır devam eden barış çabalarına rağmen bir uzlaşı sağlanamayan Yemen’de dünya tarihinin en ağır insani krizlerinden bir tanesinin yaşanmasına neden olan acımasız savaşın mutlu bir sona ermesi mümkün mü?

Büyük ihtimalle hayır. Maalesef şu anda masada konuşulanlar idame ettirilebilir türden bir barış değildir. Pazarlıklar, Suudi Arabistan’ın Husilere karşı yürüttüğü savaşta başarısız olmasından doğacak sonuçları en az zararla atlatma çabaları çerçevesinde yürütülmektedir. Riyad yönetimi uzun zaman önce bir umutsuz vakaya dönüşen savaştan elini çekerken bunu en az maliyetle yapmak istemektedir. Benim şahsi görüşüm, Suudi Arabistan ile Husiler arasındaki barış görüşmelerinin sonucunda Husilerin siyasi ve askeri gücünün resmileştirilmesinin kabul edileceği ve Yemen’in kendi içinde bölünmüş bir devlet kimliğinin iyice sağlamlaşacağı yönündedir. Bu minvalde bir barış anlaşmasının istikrar ve gelişme sürecine evrilmesi imkansızdır zira iç savaşın uğruna başlatıldığı meselelerin hepsi olduğu gibi yerli yerinde durmaktadır. Bu nedenle Yemen’in yakın gelecekte tekrar aniden bir şiddet sarmalına düşme ihtimalinin son derece yüksek olmasının yanı sıra ülkedeki siyasi vaziyetin bölünmüş kimliğinin değişeceğini düşünmek için de bir sebep bulunmamaktadır. Bu durum, halihazırda dünya tarihinin en ağır insani krizlerinden birini yaşamakta olan Yemen halkı için bir trajedidir. Şunu da zikretmekte fayda var ki Yemen sınırları içindeki uzun vadeli istikrarsızlığın sadece ülke sınırları içinde tutulması imkânsız olduğu için meselenin mutlaka Yemen sınırları dışında da yansımaları olacaktır.

Suudi Arabistan, Husiler ve İran’ın istedikleri nelerdir?

Uzun yıllardır istikrarsızlık ve şiddet ile boğuşan Yemen’deki savaşın şu anda devam etmekte olan safhası, o günlerde basit bir isyancı güruh olarak görülen Husilerin 2014 yılında devletin başkenti Sana’a’yı ele geçirmesiyle başladı. Güney sınırlarının hemen dibindeki sıkıntılı vaziyeti o vakte kadar endişe ile takip eden Suudi Arabistan, gücü ele geçiren Husiler ile rakibi İran arasındaki büyüyen münasebetler hasebiyle daha da gerildi. Uluslararası kamuoyu tarafından tanınan fakat isyancılar tarafından mağlup edilen hükümetin daveti üzerine 2015’in mart ayında Husileri geri püskürtmek ve resmi hükümeti tekrar başa geçirmek amacıyla askeri bir müdahale başladı. Fakat bu savaş kısa süre içinde Riyad’ın saplandığı çok derece pahalı bir bataklık haline geldi. Suudi ordusu savaşa girilirken devlet tarafından belirlenen hedeflerin hiçbirisine ulaşamadı. Bugün gelinen noktada Husiler kendilerini Yemen sınırları içindeki en güçlü aktör olarak kabul ettirip İran ile sahip olduğu ilişkileri derinleştirerek Tahran yönetimine Suudi Arabistan’ın sınırlarına dayanmasına için adeta bir üs temin etti.

Suudi Arabistan’ın Husilere karşı savaşırken yaptığı hesaplar incelendiğinde çok sayıda faktör ve sürekli değişen önceliklere rastlanmaktadır. Suudi Arabistan’ın bugünkü tavır değişikliği de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Veliaht prens Muhammed bin Selman’ın bu savaşta başarısız olunduğunu artık kendisinin de kabul ettiği aşikardır. Veliaht prensi, savaşın en başından beri sürekli devam edilmesi taraftarı olduğu için Yemen meselesindeki başarısızlık bir nevi prensin şahsi imajına gölge düşürmüş oldu. Veliaht prensi yakın süre önce farkına vardı ki iktidara geldiği ilk yıllarındaki agresif ve maceracı dış politikanın götürdükleri getirdiklerinden fazla oldu.

Muhammed bin Selman işte bu nedenle dış politikada radikal bir değişime gitti: Kendisi uzun bir süredir Suudi Arabistan’ın diğer devletler ile münasebetlerini istikrara kavuşturmak için mesai harcamaktadır. Bu değişimin en büyük göstergeleri komşu Katar ile arasındaki meseleleri çözmek veya en azından daha dengeli idare edebilmek için Doha’ya zeytin dalı uzatılması ve kısa bir süre önce de İran ile yeniden yakınlaşma sürecine girilmesidir. Anlaşılan o ki, veliaht prensi izlediği politika neticesinde zuhur eden çatışmaların, özellikle de Husilerin Suudi Arabistan topraklarına İran’dan temin ettiği füze ve SİHA’lar ile saldırabildiğini tekrar tekrar ispatlamasının ardından gördü ki kafasındaki büyük çaplı mali ve ekonomik reform vizyonunu gerçekleştirmek istiyorsa bu tavrından vazgeçmek zorundadır. Suudi Arabistan’ın Husiler ile masaya oturması bu açıdan değerlendirildiğinde asıl amacın Yemen’de barışı tesis etmek olmadığı bellidir. Riyad yönetiminin bu görüşmelerden elde etmek istediği, uzun süredir kendi çıkarlarına zarar veren bir savaştan elini yıkamak ve böylelikle Husilerin sınır ötesi kara harekatları ile Suudi Arabistan içlerine yönelik gerçekleştirdiği füze ve SİHA saldırılarını sonlandırmaktır.

Husilere gelince, savaşın diğer tarafındaki Şii güruh az bir farkla zafer kazanarak Yemen’deki en büyük siyasi ve askeri güç haline geldi. Bu nedenle kendileri açısından bakıldığında bugün kimi Aden’de kimi Riyad’da kimi de Abu Dabi’de bulunan Suudi Arabistan destekli resmi hükümet veyahut da Riyad yönetiminin bizzat kendisine herhangi bir başlıkta ciddi tavizler vermek gibi bir niyetlerinin olmaması normaldir. Husilerin nihai amacı ele geçirdikleri gücün meşru olarak kabul edilmesi, uluslararası arenada resmen tanınmak ve bunlara ilaveten Sana’a ve kuzeybatı Yemen’deki kontrollerinin resmileşmesidir. Bu nedenle, imzalanacak bir ateşkes anlaşması Husilerin gözünde memleketlerinde kalıcı barışa doğru giden yolda atılan bir adımdan ziyade yıllardır verdikleri savaşın getirdiği yorgunluğu atmak ve bu süreçte kazandıklarını garanti altına almak için bir fırsattan ibarettir. Husilerin daha şimdiden ülkedeki kontrol alanlarını genişletmek için yeni askerî harekât hazırlıklarına başladığına dair emareler mevcuttur. Husiler bu amaç doğrultusunda yeraltı kaynaklarıyla meşhur ve stratejik öneme sahip Marib şehri ile Sana’a’nın güneyindeki Taiz’i ve batı sahilinin belli kısımlarını ele geçirmek için yakın bir vakitte harekete geçecektir. Halihazırda Husilerin bu tür harekatlarını durdurma noktasında elinde az bir güç bulunan Suudi Arabistan, Yemen’den tamamen çekilme sürecine girdiğinde bu son kozunu da yitirecektir.

Husilerin karar alma sürecinde Tahran’ın ne derece nüfuz sahibi olduğu tartışılmaya devam edilen bir konudur fakat bu nüfuzun derecesini tartışmak aslında biraz sıkıntılı bir yaklaşımdır. Asıl dikkat celbetmesi gereken nokta bu iki tarafın çıkarlarının ne derece örtüştüğüdür ki bu açıdan incelendiğinde resim biraz daha netleşmektedir. İran’ın değerlendirmelerine göre Husiler artık savaşı kazandığı için bir sonraki adım bu süreçte elde edilen kazanımların perçinleştirilmesi olmalıdır. Tahran yönetimi bu nedenle Husilerin tam bir barışı değil de birkaç yıl önce Yemen’in dönüşmesini temenni ettikleri şeyin hayata geçirilişini yani bir başka deyişle Tahran’ın Arap Yarımadasının güney ucunda sağlam bir kale inşa etmesini müzakere etme girişimini desteklemektedir. İran ve Husiler bu hususta hemfikirdir.

Basında çıkan haberlere göre Suudi Arabistan ile girdiği yeniden yakınlaşma süreci çerçevesinde Tahran yönetimi Yemen’e yönelik silah sevkiyatlarını durdurmayı veya azaltmayı kabul etti. Fakat İran’ın bölgedeki nüfuzunu yayma noktasında Husileri elinin altında tutma arzusu ve bu hususta iki taraf arasındaki münasebetin değerinin son derece yüksek olması Tahran’ın bu konuda kalıcı bir adım atmayacağı manasına gelmektedir. Tüm bunlara rağmen İran yine de bölgede elde ettiği dolaylı zaferin perçinleştirilmesi ile sonuçlanacak müzakerelerin sonuç vermesine müsaade etmek amacıyla en azından geçici bir süre silah sevkiyatlarını azaltmaya ve hatta durdurmaya ikna edilebilir. Bu senaryo gerek İran gerek de Husiler açısından idare edilmesi imkânsız bir durum olmaz zira Husilerin stoklarındaki silahlar geçmiş yıllara nazaran şiddet seviyesinin düştüğü Yemen’deki kontrolü elde tutmak için yeterlidir. İran’dan gelen sevkiyatlar azalsa veya bir süre dursa dahi Husiler bu noktada bir sıkıntı yaşamaz. Uzun vadede ise her iki tarafın da değerli bir ortaklık olarak gördüğü ilişkileri idame ettirmek için kendine has sebepleri bulunmaktadır. Husiler kendilerine yardım edecek başka bir alternatif olmadığı, İran ise Suudi Arabistan üzerinde baskı kurmak için buradaki nüfuzu kullanmak istediğinden bu birliktelik devam edecektir.

İlerideki sorunlar

Medyada çıkan haberlere göre Riyad’ın önümüzdeki günlerdeki hedefi uzun vadeli bir ateşkes için bir yol haritası üzerinde mutabık kalmak ve ardından da Yemenlilerin kendi aralarında barış görüşmelerine başlamasını sağlamaktır. Bu, hayata geçirilebildiği takdirde ülkedeki istikrarı yeniden sağlayabilecek ve hatta en azından kısa vadede de şiddetin dozunu düşürebilecek bir hamledir. Fakat bu sürecin önünde aşılması güç bir dizi engel bulunmaktadır.

Yemen’in kuzeybatısında Husilerin elde ettiği kazanımların perçinleştirilmesi ve resmiyete dökülmesinin ne manaya geldiği ve bu durumun istikrarlı bir barış sürecine geçişe giden bir yol olmadığı iyi anlaşılmalıdır. Husilerin üst düzey yönetim kademesi, gerektiğinde insanları bastırmak için şiddete başvurmaktan asla çekinmeyen, gizli kapaklı işler peşinde koşan son derece yolsuz şahıslardan müteşekkildir. Kendilerine karşı sesini yükseltenlere hiç acımayan bu güruhun en sıkıntılı tarafı ise en azından sembolik dahi olsa birileri ile güç paylaşımı yapmak için ne niyeti ne de herhangi bir sebebi olmamasıdır. Husilerin savaş sonrası siyaset sürecine yaklaşımı uzlaşma üzerine değil hakimiyet kurma üzerine olacaktır. Bunlara ilaveten, Husiler savaş nedeniyle yerle bir olmuş ekonomiyi liyakatli bir şekilde idare edemeyeceklerini tekrar tekrar ispatlamış bir grup olduğundan, önümüzdeki dönemde bu başlıkta herhangi bir iyileşme beklemek pek akıl işi değildir.

Suudi Arabistan tarafından desteklenen ve uluslararası kamuoyu tarafından resmen tanınan Yemen hükümetinden geriye kalanlar güçsüz, yolsuzluklara batmış ve bölünmüş bir haldedir. Aslına bakıldığında Husilerin zafer kazanmasının arkasındaki en büyük etken İran’dan gelen yardımlar değil Yemen hükümetinin sağlam temellere dayanan bir birlik içinde Husi karşıtı bir cephe oluşturma noktasında gösterdiği beceriksizliktir. Suudi Arabistan geçtiğimiz yılın nisan ayında bu çerçevede son bir girişimde bulunarak Riyad ve Abu Dabi yönetimleri tarafından desteklenen ve tek ortak noktaları Husilerden nefret etmek olan grupları bir araya getirerek “Başkanlık Liderliği Konseyi” isimli bir yapılanma kurmuştu. Ancak sahadaki veriler göstermektedir bu konseyin sağlam bir birlik olma hedefi bir hayalden fazlası değildir. Suudi Arabistan ile Husiler arasında yapılan anlaşmanın teorideki asıl amacı Husiler ile Başkanlık Liderliği Konseyi arasında BM arabuluculuğu ile görüşmelerin yapılmasını sağlamak idi. Fakat mevzubahis konseyin, Suudi Arabistan’ın desteğini azaltmasıyla birlikte kırılgan birlikteliğini uzun süre muhafaza edemeyeceği açıktır. Konseye iştirak eden bazı grupların ülkenin en stratejik noktalarını savaşmadan Husilere devretmek gibi bir niyeti olmadığı bilinen bir gerçektir. İşin aslına bakıldığında, Suudi Arabistan ile Husiler arasında bir anlaşma imzalandığı gün konseyin tamamen dağılmaması büyük bir sürpriz olur.

Husiler ile Suudi Arabistan arasında bir anlaşma imza edilmesi, 1967-1990 yılları arasında bağımsız bir devlet olan Yemen’in güneyindeki topraklar için de zorlu bir süreç anlamına gelmektedir. Bu bölgenin kontrolü bugün ayrılıkçı tavrı ile bilinen BAE destekli Güney Geçiş Konseyinin elindedir. Ülkenin önemli bir kısmında hüküm sürmesine rağmen bu yapı Suudi Arabistan ile Husiler arasında devam eden görüşmelere davet edilmedi. Yaptığı açıklamalar ile devam eden görüşmelere ihtiyatlı da olsa destek verdiğini ilan eden Güney Geçiş Konseyi liderlerinin sıkıntıları Riyad ile Husiler arasında ikili bir anlaşma imzalanması halinde görmezden gelineceği için güney Yemenlilerin daha sert ayrılıkçı adımlar atması kaçınılmaz olacaktır. Hatta doğruyu söylemek gerekirse Yemen’in güney ve kuzey yarısının tekrar aynı çatı altında oturup birlikte çalışması pek mümkün değildir. Görünen o ki ayrılık tek çaredir fakat iki taraf da resmen ayrılırken asla rahat durmayacaktır.

Güney Geçiş Konseyinin BAE’deki destekçileri ile Suudi Arabistan arasında yükselen tansiyon, bu sorunların etkilerinin katlanarak hissedilmesine neden olmaktadır. Abu Dabi ve Riyad yönetimlerinin Yemen’deki çıkarlarının yıllardır birbiri ile çeliştiği herkesin malumudur fakat bu iki devlet her seferinde “ikimiz de fikrimizi değiştirmeyeceğiz o yüzden hiç tartışmaya gerek yok” düsturu üzerinden farklılıklarını idare etmeyi başardı. Ancak Abu Dabi’nin Suudi Arabistan ile Husiler arasında yürütülen müzakerelerden dışlanması ve Husilerin ülkenin kuzeyini komple ele geçirmesi BAE ile Suudi Arabistan arasındaki fikir ayrılıklarının bazılarının yüksek sesle telaffuz edilmesine yol açacaktır. BAE’nin her ne olursa olsun yıllardır desteklediği Güney Geçiş Konseyi ve çeşitli milis gruplar üzerinden ülkenin güneyinde elde ettiği nüfuzu terk edip gitmek gibi bir niyeti yoktur. Suudi Arabistan ise bu nüfuzu kırabilmek için yürüttüğü faaliyetlere hız vermeye başladığı için bölgedeki bu rekabetin yoğunlaşarak devam etmesi kaçınılmazdır.

Son olarak zikredilmesi gereken nokta ise Suudi Arabistan ile Husiler arasında devam eden müzakerelerde Yemenli sivil halktan en ufak şekilde bahsedilmemesidir. Yemenli uzmanların birçok kez dile getirdiği üzere toplumun tüm kesimlerinin iştirak ettiği kapsamlı bir diyalog sürecinin ardından (Yemen’deki) sosyal kontrat yeniden yazılmadığı takdirde idame ettirilmesi mümkün bir barışa erişilmesi imkansızdır. Asıl sorun da tam da burada yatmaktadır zira ne Riyad yönetimi ne de Husilerin bu hususta bir adım atmak veya böylesi bir girişimi desteklemek gibi bir niyeti bulunmamaktadır. Yemen üzerine çalışmalar yürüten birçok uzmana göre bölgesel çıkar ve kimliklerin bir arada tutulabilmesi için işe yaraması mümkün tek seçenek federal bir devlet sistemine geçilmesidir. Husiler ise bu fikrin tam karşısında durarak son derece merkezileştirilmiş bir devlet vizyonunu hayata geçirmek istemektedir.

Bölünmüş bir Yemen

Medyada çıkan haberlerden anlaşılmaktadır ki Suudi Arabistan ile Husiler arasında devam etmekte olan müzakerelerin, ilk safhada ateşkes ve karşılıklı güven tesis edilmesi için adımlar atılması ve ardından da Yemenli grupların kendi aralarında bir diyalog sürecine girmesini içeren bir geçiş dönemini başlatacağı öngörülmektedir. Bu vaziyet kâğıt üstünde çok şirin durmasına rağmen barışa giden yol son derece sıkıntılıdır. Peki anlaşma sonrası dönemde Yemen’de neler olabilir?

Müzakerelerin bir anlaşma ile sonuçlanması, kaçınılmaz olarak Husilerin ülkenin kuzeybatısını tamamen ele geçirmesi ve bu durumun resmileşmesi anlamına gelecektir fakat Husilerin idare tarzının şiddet içerikli ve tahammülden yoksun olması yakın gelecekte yaşanabilecek senaryolara dair endişelere yol açmaktadır. Husilerin uluslararası toplum tarafından kabul görerek iktidara gelmesi uzun yıllardır çatışmalar ve kötü devlet yönetiminden artık bitap düşen Yemen halkına vurulan darbelerden bir darbe olarak tarihe geçecektir. İmzalanacak ateşkes anlaşması, iktidarını perçinlemek için Husiler tarafından kullanılacaktır. Bu grubun en azından sembolik dahi olsa güç paylaşımına yanaşması pek olası olmadığı gibi kontrolü altındaki bölgelerde kendileri aleyhine konuşanları acımasızca sindirmeye devam edecekler ve yeni bölgeler ele geçirmek için harekete geçeceklerdir.

Husilerin üzerinde ısrar ettiği hırsları ile diğer güç merkezlerinin çıkarlarının çatışması kaçınılmazdır. Uluslararası kamuoyu tarafından tanınan hükümet içindeki bazı gruplar hiç şüphesiz Riyad yönetimi ile Husiler arasında imza edilecek bir anlaşmadan doğan dinamikleri reddederek savaşmaya devam edecektir. Suudi Arabistan’ın ülkeden çekilmesiyle oluşacak güç boşluğunu bir fırsat olarak gören Güney Geçiş Konseyi tam bağımsızlık yolunda hamleler yapmaya devam edecektir. Zaman zaman görece daha sakin dönemler olabilir fakat ülkenin derinlerde yatan sorunlarına çare bulunmadığı sürece dönemsel şiddet olaylarının patlak vermesi kaçınılmazdır.

İşte tam bu nedenle Husiler ile Suudi Arabistan arasında imzalanacak bir anlaşma beraberinde barıştan ziyade Husilerin gücünün resmileşmesini ve kendi içinde çatışmaya devam eden bölünmüş bir Yemen’i getirecektir. Tarihin en ağır insani krizlerinden birini yaşamakta olan Yemen halkı için bu bir trajedidir. Yemen’de kaynayan istikrarsızlık ülkenin sınırları dışına da taşacaktır. Kızıl Deniz üzerindeki su yolu güzergahları üzerinde uzun vadeli bir tehdit olmaya devam eden Husilerin İran ile devam eden ortaklığı Riyad yönetimini baskı altında tutmaya devam edecektir. Husiler, ellerindeki füze ve SİHA’lar sayesinde Suudi Arabistan ve BAE topraklarını direkt olarak tehdit etmeye devam ederken belki ileride İsrail’e dahi bir tehdit oluşturacak seviyeye gelecektir. Arap Yarımadası El Kaidesi ülkede kendini güvende hissetmeye devam edecektir. ABD ve müttefiklerinin en büyük sorunu Yemen’de ufukta beliren afeti engellemek adına ellerindeki kozların yeterli olmamasıdır.


Thomas Juneau tarafından kaleme alınan ve War on the Rocks'ta yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2058 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum
Thomas Juneau Arşivi