Amerikan dış politikasına dini bakış [1. Bölüm]
Amerikan siyasetinin diğer pek çok cephesinde olduğu gibi, dış politikadaki meseleler için de Protestanlar arasında da bölünmüşlükler söz konusudur.
Dış politika meselelerinde, Amerikalılar iki zümreye bölünmüştür. Ancak bu kamplar öyle sandığınız gibi Demokratlara karşı Cumhuriyetçiler veya muhafazakârlara karşı liberaller yahut da üniversite derslerinde okutulan dış politikadaki ideolojik gruplar. Amerikan toplumundaki bölünme, öncelikle insan doğasının bir gereği olan dinsel, bir başka ifade ile “teolojik”dir. Amerikan siyasetinin diğer pek çok cephesinde olduğu gibi, dış politikadaki meseleler için de Protestanlar arasında da bölünmüşlükler söz konusudur.
En önemlisi, yirminci yüzyılın başlarında gelişen Protestan modernistler ve köktendinciler arasındaki uçurumdur. Bir görüşe göre Modernist-köktendinci tartışmaları yirminci yüzyıla has bir çekişme değildir. Hatta bugün Batı dünyasını bölmeye devam eden depremlere tektonik bir fayın neden olduğu dikkatli gözlerin inkar edemeyecekleri birer hakikattir.
Kuruluşundan John F. Kennedy'nin seçimine kadar, Amerika Birleşik Devletleri'nin seçkinleri, Protestan'dır. Ancak, 1960'tan bu yana, bu ülke kendini yeniden yapılandırdı. Protestan olmayan ve Hıristiyan olmayan göçmenler ABD topraklarına akın ettiler ve Protestanlar bugün nüfusun daha önce hiç olmadığı kadar küçük bir yüzdesini teşkil etmekteler. Protestan bir kimlik artık elit olarak kabul edilmek için aranan niteliklerden biri değildir. Aynı zamanda, yaşanan büyük sekülerleşme akını Amerikan kültürünü adeta süpürdü, öyle ki şimdi “post-Hıristiyan” Amerika'dan bahsetmek daha mantıklı görünüyor. Ancak, bahsettiğimiz tektonik bölünme mevcudiyetini sürdürmektedir.
Zayıf nokta neresi? Tam anlamı ile tespitte bulunmak güç. Protestan mezhep içinde ayrılık hareketlerinin dramatik bir şekilde baş gösterdiği 1925 tarihine gidelim ve Scopes’un davasını inceleyerek başlayalım.
Yetkililer, Dayton, Tennessee'de bir ücretli öğretmen olan John Scopes'u, insanın ilahi yaratılışı yerine Darwin teorisine dayalı evrimi öğreterek yasayı ihlal etmekle suçladılar. Dava, ulusal bir olaya dönüştü, hatta radyoda canlı yayınlandı. Clarence Darrow Scopes’u savundu. William Jennings Bryan savcılık makamını temsil etti. Illinois'de büyümüş olan Bryan, on yıllardır Demokrat partideydi ve büyük bir teveccüh ile önde siyasi mecranın gelen bir figürüydü. Birkaç yıl boyunca evrim öğretisine karşı kutsal bir mücadele vermişti. Eğer biri köktencileri modernistlere karşı organize edecek ise bu kişi Bryan idi.
Byran’ın karşısındaki muhalefet ise adeta yakıcı bir duruş sergiliyordu. Darvinci eğitimin özgürce verilebilmesi fikrini temsil eden cenahta yer alan H. L. Mencken, sadece Bryan'ın değil, takipçilerinin de en sert eleştirmeniydi.
Bryan, Scopes davasın görüldüğü ay öldü. "Ölüler hakkında asla konuşma" deyişi Amerikan toplumunda da mevcuttur rakibi Mencken bu öğüdü görmezden geldi. Bryan'ın ölümü üzerine verdiği ilan, Mencken’in ne derece popülist olduğunu özetler nitelikteydi: “Bryan kaba ve sıradan bir adamdı. Cahil, bağnaz biri idi, açık sözlü ve dürüst değildi.”
Şurası açık bir gerçekti ki, Scopes davası yalnızca evrim teorisinin öğretisinden ibaret değildi. Çatışma, Doğu yakasındaki kentli seçkinleri Ortabatı'daki kırsal nüfusa karşı saf tutmaya sevk etti.”Scopes davası, Bryan'ın sadece halkın bilgeliğini savunmak için değil aynı zamanda hükümet uzmanlarını soyundukları rollerden ötürü suçlamak için de bir fırsattı. Bryan'ın iddiasına göre bilim adamları, “Tarihte gelmiş geçmiş en baskıcı oligarşik sistemi özgür Amerika'da kurma” girişiminde bulundular.
Bryan’ın kutsal mücadelesi, o zaman halkın iradesini geçersiz kılan yönetsel bir elitin ilerlemeci vizyonuna karşıydı. Bu durum en azından bir kişi için bu şekilde anlaşılmaktaydı. Söz konusu bu adam, Bryan’ın isminin evrime muhalefetle nasıl eşanlamlı olduğundan övgüyle bahsediyordu. Bu kişi ABD Eski cumhurbaşkanı Harry S. Truman’dı ve sabık başkan yakın zamanda yayınlanan ve anılarından oluşan kitabında, Bryan'ın “Amerikan tarihinde en yanlış anlaşılan ve küçümsenen adamlardan biri” olduğunu yazdı.
“Yaklaşık 1896'dan itibaren, başka herhangi bir örneği olmayan bir şekilde, halkının refahı için ön planda çarpışan biriydi.”
Bryan, onun popülizmini Amerikan politik geleneğinin en iyi bir parçası olarak gören Truman için bir model ve ilham kaynağıydı. Bu yazı dizisinde amaçlarımızdan biri de bu geleneğe bir isim koymak olacaktır. Biz de Truman gibi, Bryan’a yapıştırılacak “fundamentalist” etiketini yetersiz buluyoruz. Bryan'ın kendini bağladığı gelenek, köktendinci hareketin yükselişinden çok önce geldi. Bu geleneğin dinde kökleri olsa da, laik ve politik bir yüzü de mevcuttur.
Çok yönlü karakterini görmek için, Herman Melville'e dönelim. En iyi çalışması Moby-Dick, Bryan evrim karşıtı kampanyasına başlamadan yetmiş beş yıl kadar önce yayınlanmış olmasına rağmen, popüler demokrasiyi benzer şekilde methediyor. Kitaptaki anlatıcı, Ishmael (İsmail), insanlığın asaletini şöyle dile getiriyor:
Erkekler, anonim şirketler ve milletler olarak caydırıcı görünebilir; orada aptallar ve katiller olabilir; erkeklerin kimisi ortalama ve yetersiz olabilir. Ama insan, ideal bir şekilde, o kadar soylu ve büyük ve ışıltılı bir yaratıktır ki, bütün akıllara durgunluk veren izleri ve ayıpları, bir başka değiş ile dostları ile kendisine biçilen elbiseleri – her ne kadar şık ve gösterişli olsalar da - fırlatıp atmalıdır.
Tanrı insana bir suret verdi ve bu gerçek en alçakgönüllü insanlara bile büyük bir haysiyet verir.
Anlatıcı İsmail devam ediyor:
Ancak bizim ilgilendiğimiz bu muhteşem haysiyet, kralların ve cübbe giyen seçkinlerin saygınlığı değil, tüm benliği ile köle olmamaya yatırım yapanların saygınlığıdır. Tüm insanların eşitliği, demokrasi Tanrı’nın bir lütfüdür.
Muhakkak ki Tanrı yücedir!
Yaşasın ilahi eşitliğimiz!
Tercüme: Mepa News