Amerikan dış politikasına dini bakış [2. Bölüm]
On sekizinci yüzyılın sonlarında toplumun maddi dünyayı yönetme yeteneği, ölçülemez bir şekilde gelişti ve ulusların işlerine müdahale eden Tanrı inancı, İlerlemecilerin gündelik hayatlarından çıktı.
Popüler demokrasinin etrafında bir ilahi çember vardır; halkın iradesi kutsanmıştır. İsmael Tanrı'dan bazı yarı tanrısal nitelikleri vasat balina avcılarına bahşetmesini ister.
"Yoksul gemicilere, dinsizlere, yiğitlere, karanlık ama yüksek değerler verirsem; onları bir tragedyanın renklerine bürürsem; en dertli, belki de en sefil anlarını kimi zaman göklere çıkarırsam; şu işçinin koluna nurlar yağdırırsam; onun yıkımlar içinde batan güneşinin üstüne bir ebemkuşağı gerersem; bana saldıracak olanlara karşı, koru beni, ey eşitliğin Tanrısı, doğruluğun Tanrısı!"
Editör notu: Beyaz Balina, Amerikalı yazar Herman Melville'in dünyaca ünlü romanıdır. “Bana İsmail deyin” cümlesi ile başlayan roman, anlatıcı İsmail'in ağzından Kaptan Ahab adlı roman kişisinin Moby Dick adlı balinanın peşinde yaşadığı macerayı anlatır. Yazar bu kitabında alt tabakadan olsun üst tabakadan olsun insanın yüceliğini savunmaktadır. Yazar insanlara yarı tanrısal nitelikler vermekte ve demokratik anlayışa gönderme yapmaktadır.
Hikaye'de İsmail'in tanrısı popülisttir.. William Jennings Bryan gibi, Yüce yaratıcı, sadece üniversite mezunlarına hitap eden bir dini onaylamıyor. Melville, Bryan'ın temsil ettiği politik ve dini geleneğin dünyevi öncüsüne atıfta bulunarak sonuç bölümünü oluşturur.
Beyaz Balina'nın anlatıcısına göre, Andrew Jackson kadar büyük bir adam, insanların arasından ortaya çıktığında, yaratıcının insan ilişkilerine müdahale eden elini hisseder ve ilahi kudretin tecelli etmesi için ideal bir ortamın halk demokrasisi ile zemin bulduğunu görürüz.
Bryan, bilim adamlarının oligarşisine karşı mücadeleye giriştiğinde, Andrew Jackson'ın, elitlerin “tekelciliğine” karşı açtığı savaşta ABD’nin İKİNCİ BANKASI’nı (1) ortadan kaldırarak elde ettiği büyük bir zaferin ayak izlerini bilinçli bir şekilde takip ediyordu.
Başkan Jackson’a atfedilen tarzdaki demokrasi, halkın seçtiği cumhurbaşkanını, “sıradan, alelade insanı” siyasi ve ekonomik gücün hesap vermekten uzak ve halkı temsil etmeyen odaklardan korumak için gücünü kullanması konusunda ikna eder.
Jackson demokrasisi sıradan insanın bilgeliğine güvenir ki bu da seçkinlerden oluşan bir zümreden ziyade uzmanlar tarafından yürütülen bir idarenin tercih edilişinin bir başka ifadesidir.
Jackson dönemi boyunca, bu tercih - ve pek çok ilgili düşünce - Amerikan siyasetine hükmetti. Bu eğilimi ifade etmek için tarihçi Marvin Meyers, “Jackson’ın iknası” terimini kullanır. Meyers, bir tavır, inanç, projeye dayalı eylemler kümesini ikna olarak tanımlamaktadır: İçerisinde bir miktar duygusal bağlılık da barındıran, kısmen kurgulanmış bir ahlaki bakış açısı. Topluluklar birçok değeri paylaşırlar; belirli bir sosyal dönemde, bunların bazıları zorlayıcı bir önem kazanır. Bu değerlere verilen politik anlam bazen zorunluluk ifade eder.
Tarihçiler, 1828'den 1848'e kadar devam eden Jackson döneminin sona ermesinden sonra onun iktidarının etkisinin üzerinde çok kısıtlı çalışmalar icra ettiler. Ancak, meslektaşım Walter Russell Mead gibi ben de iktidarının üzerinden geçen uzun yıllara rağmen, Jackson'ın ikna gücünün Amerikan siyasetini etkilemeye devam ettiğini iddia ediyorum. Hatta günümüzde bile ülkemiz ABD’nin politikaları üzerinde “Jackson’un ikna gücü” yöntemlerinin kullanıldığını görebildiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu açıdan bakıldığında, Scopes davası ayrı bir önem kazanıyor. Darwinizm'e karşı köktenci bir patlama olmuştu ve daha geniş kapsamda ele alındığında, kentli seçkinleri önüne katan Protestan modernizmine ve laikliğe karşıydı. Ama aynı zamanda bir şey daha vardı: Jackson popülizminin merkezi güce karşı bir isyanı. Scopes davasına bir “Jackson dönemi patlaması” olarak yaklaşırsak, çok daha uzun ve sonuçsal bir dinamik olduğunu görürüz. Amacım, Jackson’ın ikna kabiliyeti ile rakibi arasındaki çekişmenin Amerikan dış politikasına etkilerini anlamaya çalışmaktan ibaret.
Jackson, Amerikalıların Yaratıcı tarafından vaat edilen topraklarda tüm insanoğluna belli bir amaç için görevlendirildiğini inanıyordu. Bu görevi 1837'de yaptığı son konuşmasında açıkladı:
"İlahi kudret, bu kutsal topraklarda sayısız nimetini bizlere bahşetti ve sizi (tüm ABD vatandaşlarını) özgürlüğün koruyucuları olarak seçti ki bunu bütün bir insan ırkının menfaati için yaptı. Halkların bahtını ellerinde tutan O yüce yaratıcı size sonsuza kadar taşımanızı istediği bu yüce mesuliyeti ile ihsan ve ikramda bulunmuş oldu."
Jackson'ın görüşüne göre, Tanrı doğrudan insanların işlerine müdahale eder. Amerikan halkı Tanrı ile demokrasi arasındaki bağı tesis ederek tarihe etki etti. Jackson, ABD’nin kıyamete kadar payidar olacağı kanaatini taşıyor ve ona göre Amerikalılar olarak bizlerin misyonu özgürlüğümüzü korumak ve savunmaktır.
Jackson çocukluk hayatının çoğunu askeri seferberlik emirleri döneminde geçirdi. Yetişkinlik döneminin çoğunda, acımasızca başlattığı bir düello nedeniyle akciğerlerine giren bir mermiyi taşıdı. Yine de, küresel bir demokratik devrimin merkezini değil, tepede parlayan bir şehir olan oldukça uzak Amerika'yı hayal ediyordu. Kıyamet Günü'nün yaklaştığını ima ediyor, ama Amerika, elindeki ateşi tüm dünyaya yaymaktan ziyade, özgürlük meşalesini tutmanın başarısı ile muamele olunacağını düşünüyordu.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, bunlara benzer tutumlar, Scopes davası zamanında, “köktencilik” olarak adlandırılacak olan dinsel akımın ana kollarından biri olan, yayılmacı prillennializmde kodlanmış hale gelmiştir. Bu inancın etkili bir öncüsü olan dini akım, 1863'te Philadelphia merkezli bir aylık dergi olan “Prophetic Times”'da yayınlana mezhep manifestosunda görüldü. Bu mezhep, Jackson’ın halkı ikna etmek için kullandığı söylemlerden ve temel tutumlardan oluşan bir dini fikirler ailesinden oluşuyordu demek hiç de abartı olmaz.
Editöre göre şunlara inanıyorlardı:
Mesih yakında yeryüzünde yeniden ortaya çıkacak, intikamını alacak ve vaatlerini yerine getirecek.
• Dünyaya dair düzeni (demokrasi) nedeni ile yüce devletimiz; dünyamız ve onun sakinleri ile gerçekleşecek ilişkilerinde Mesih’e ev sahipliği yapacaktır.
• Büyük değişimler Hıristiyanlığı beklemekte. Kilise ve Devlet'teki mevcut tüm sistemler tam olarak tahrip edilmedilerse köklü devrimlerden geçecek.
• Sadece bu hakikatlerin farkında olanlar, uyanık olup zamandan gafil olmayanlar, bekleyiş içerisinde olanlar ve Mesih’in ansızın dönüşünün yollarını gözleyenler ve bunun için hazırlananlar, beklenen kaderin son günlerini belli edecek olan ölümcül savrulmalardan kurtulabileceklerdir.
Bu bildiriye göre, dünyanın sonu yaklaşıyor. Dünyanın kurtuluşu bizim elimizle değil, İsa Mesih sayesinde, O'nun programı ve yöntemleri gelecek. Kurumlarımızı dönüştürecek. Aramızdaki seçim büyük bir kişisel dindarlık göstermiş olanlardan yapılacak ve bu kimseler dünyayı dönüştürme yolunda İsa Mesih’e katılacak. Diğer herkes büyük sıkıntılara uğrayacak.
Bu mezhep manifestosu, hükümetin rolünü alenen tartışmasa da bu rolün nasıl olacağını metinden çözümlemek hiç de zor değil. Hükümetin görevi Tanrı'nın sözünü yaymak ya da dünyayı mükemmelleştirmek değil bilakis toplumu korumak, özgürlüğünü korumaktır. İnsan doğası gereği kusurludur, bu dünyada mükemmellik gelse gelse ilahi kaynaklı olabilir. Manifestoda ayrıca şöyle bir ifade geçer: İnanıyoruz ki; Yüce İsa'nın tekrar nüzul edişi, bu büyük kurumların bir zaferi olarak değil, büyük vaatlerin yerine getirilmeye çalışacağımız Kilise'nin büyük umududur.”
Gerçekten adil bir toplumu devlet kurumları değil, İsa Mesih bizzat kendisi oluşturacaktır.
Dış politikaya uygulandığında bu teoloji, Jackson iknalarını uyuyan bir yanardağın karakterine borçludur. Özgürlük güvende olduğu zaman bu yanardağ uykudadır. Fakat düşmanları özgürlüğüne yönelirse, uykusundan adeta patlayarak uyanır. Halk demokrasisi, Tanrı'nın seçimlerinin kuluçkasıdır Bu nedenle, bir Jacksoncı'nın tepki vermesi, H. L. Mencken’in mecaz yüklü bir şekilde “cihad” olarak adlandırdığı, doğru bir çatışma şeklini alır. Fakat kutsal savaş iştahı kısa ömürlü gerçekleşir. Jacksoncılar sahip oldukları “mutlak doğru ve yanlış” anlayışları ve değerleri için savaşma ve ölme istekleri nedeniyle muhaliflerince militarist, dini olarak bağnaz veya şövenist olarak görüldüler. Aslında çatışma konusundaki iştahları oldukça sınırlıdır. Savaş onlar için savunma amaçlıdır. Amerikan özgürlüğüne yönelik aniden ortaya çıkan tehditleri ortadan kaldırdıktan sonra asker evlatlarını yurda biran evvel geri döndürmek için can atarlar.
Devletin kendisi ne özü itibarı ile kutsaldır, ne de iyidir. Gerçekten de, federal iktidar ya da yürütme organlarının eylemleri özgürlüğü tehlikeye soktuğunda, Jacksoncılar onları bir huzursuzluk olarak görebilirler.
Amerika laikleştikçe, Jacksonın ikna yöntemi ve Evanjelik Hıristiyanlık arasındaki derin bağlantıyı gözlemlemek zorlaştı. Bugün Jacksoncılar birçok farklı dinsel kılığa giriyor: Protestan Hıristiyanlar, liberteryenler ve ateistler. Onlar sol kanattan daha sağa doğru olma eğilimindeler, ama tarihsel olarak kökleri Demokrat partidedir. Politik olarak kayıtsız, hatta ideolojik olarak okuma yazma bilmeyenler gibi görünebilirler. Elbette, onlar milliyetçi ve iç politika merkezli olabilirler. Zaman zaman, sınırlarımızın ötesindeki gelişmelere ilgisizlerdir. Ama onların sahip oldukları miras saygıdeğerdir. Onların dünya görüşü kendi içerisinde tutarlıdır. Ve siyasete bakış açıları, hem Amerikan kurucu kadrolarına hem de Protestan dininin en derin geleneklerine dayanmaktadır.
Şimdi tektonik bölünmenin diğer tarafına geçelim. Din tarihçileri William Jennings Bryan'ın müttefiklerini “modernistler” olarak etiketlerler. Bu da onun destekçilerinin “köktendinci” olarak tanımlamak kadar yanıltıcıdır. Simetri esasından hareketle Bryan’a “İlerlemeci ikna” diyebilirim.
İlahiyatçı yaklaşımda İlerlemecilik, İncil’in yayılmasının Mesih'in dönüşüne zemin hazırlayacağına inanır. Onlara göre İsa’nın nüzulünden önce barış ve refah dünya çapında hüküm sürecek ve böyle bir ortam sağlandıktan sonra Mesih nüzul edecektir. Diğer görüşün tam tersine Altın Ahir Zaman inancındakiler insanın eksik oluşu konusunu küçümser. Bunun yerine, insanın mükemmel doğası ve kendi kurumu ya da hükümet kurumları aracılığıyla halini iyileştirme yeteneğini vurgulamaktadır.
Bu teolojinin on dokuzuncu yüzyıldan öncesine dayanan kökleri olmasına rağmen, yayılması ve popülaritesi Sanayi Devrimi'ne ve modern bilim, tıp ve teknolojinin yükselişine bağlıdır. On sekizinci yüzyılın sonlarında toplumun maddi dünyayı yönetme yeteneği, ölçülemez bir şekilde gelişti. Sonuç olarak doğrudan ulusların işlerine müdahale eden Tanrı inancı, İlerlemecilerin gündelik hayatlarından çıktı. Onların dini inancı, etik hümanizm doğrultusunda gelişti. Bu arada, modern sanayi toplumunun ilerlemeleri, çoğunlukla şehirlerde yoğunlaşmış olan önemli toplumsal sorunları ortaya çıkardı. İnsanın kendi sınırlamalarından kurtulabileceği inancına sahip olan İlerlemeciler, bu kentsel sorunların karşılanmasının öncelikli olması gerektiğini savundu. Modernist Protestanlar, bu İlerlemeci politik görüşü desteklemek için bir dini doktrin geliştirdi.
Protestan modernizm aynı zamanda odağı kişisel dindarlıktan kolektif eyleme kaydırdı. Böylece sosyal reform girişimleri için doğal bir dini zemin bulunmuş oldu. Eğilim yirminci yüzyılın başlarındaki sosyal müjde hareketini beraberinde getirdi. Hareketin önde gelen şahsiyet olan Walter Rauschenbusch, Hz.İsa'yı tarihsel mevkisinden ayırarak bir sosyal aktivist olarak, dogmalardan kaçınan bir ahlakçı olarak tasvir etti. “İbadet değil inançlar” Rauschenbusch’un sloganı olabilirdi. Sosyal adaletsizliğin eğitimle ortadan kaldırılması, yoksullara yardım edilmesi ve devletin kapitalist aşırılıklarının kısıtlanması - bunlar artık Hıristiyanların öncelikli çağrılarıydı. Kiliselerde geleneksel olarak ruhların bireysel olarak kurtarılması ikincil hale geldi. Hıristiyan yaşamının birincil amacı, insan ıstırabını ortadan kaldırmaktı. Bu görev, insanı diğer insandan ayıran engelleri yıkmak zorundaydı. Dini İlerlemeciler Protestan mezhepleri arasındaki ayrılıkların ortadan kaldırılmasını, bu hedefe doğru atılacak ilk adım olarak tanımladı. Uzun zaman önce vizyonları evrensel hale geldi ve Hıristiyanlar, Yahudiler, Müslümanlar, Budistler ve paganlar arasındaki engelleri çözmek için çalışmaya başladılar. Bu proje, dini düşüncenin Amerikan toplumundan hepten rafa kalkması ile birlikte daha bir iştah ile devam etti. Toplum laikleştikçe, İlerici ikna, cinsiyetler arasında ve Amerika'nın ırksal ve sosyo-ekonomik grupları arasında eşitliği teşvik etti.
İlerici ikna, Jacksoncıların ilgilendikleri önemli konularda onlarla çatışıyor. Her ikisi de hükümete “sıradan vatandaş” ı korumak için hayati bir rol biçseler de, Jacksoncılar'ın en büyük endişesi bireysel özgürlüktür, oysa İlerlemeciler, eşitsizliği yok etmeye daha fazla odaklanmaktadır. Üstelik İlerlemeciler, uygulamada birçoğu hükümet inisiyatifleri anlamına gelen “kolektif” girişimleri kucaklamaya heveslidir. Bu hususların bir kısmın, Jacksoncılar'ın iknalarıyla uzlaşı olsa da, İlerlemecilerin hükümetin gücünü merkezileştirmeyi benimsemeleri sıradan vatandaşın çıkarları açısından meşrulaştırılsa bile, genellikle bireysel özgürlüklere karşı bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Jacksoncılar için, İlerlemeciler bu tutumları ile aniden oligarşiye meylediyorlar.
Dış politika söz konusu olduğunda, İlerlemeciler, bakış açısı anlamında enternasyonalisttir. Amerika'nın ilahi misyonundaki kökleri ile Jacksoncılar, milliyetçiliğe kapı aralar. Dahası, Amerikan özgürlüğünü korumak için silahlara başvurmanın, insanlık durumunun üzücü ama kaçınılmaz bir yönü olduğunu varsayar. Aksine, İlerlemeciler, insanların ulaşabileceği kapasiteye sahip olduğuna inandığı evrensel insan kardeşliğini vurgular. Sonuç olarak, İlerlemecilerin savundukları ikna, barışçıllaştırmayı uyanıklıktan ziyade kendini savunma anlamında vurgulamaya eğilimlidir.
İlerlemeci yaklaşımın bir kutbu idealist bir pasifizm olabilirken; diğer kutup, çok daha militan olabilir, çünkü bugün Amerika Birleşik Devletleri dünyada olağanüstü bir görev yürütüyor. Ancak bu görev, Andrew Jackson’ın Kıyamet Gününe kadar özgürlüğün alevini canlı tutma nosyonu değildir. Amerika'nın misyonu, askeri ve ekonomik gücünü dünyayı evrensel kardeşliğe doğru sürüklemek için kullanmaktır.
(1) Philadelphia, Pensilvanya merkezli, Şubat 1816 ile Ocak 1836 arasında federal olarak yetkilendirilmiş ikinci ulusal bankaydı. Bankanın resmi adı, bankanın Kongre'den geçen tüzüğünün 9.kısımda yer alan şekliyle şuydu: "Birleşik Devletlerinin Bankası, Başkan, Direktörleri ve Şirketi"
Tercüme: Mepa News