BAE'nin sabote etmeyeceği bir İslami uyanış hareketi yok
Birleşik Arap Emirkikleri'nin (BAE) dış politikasının tüm parçalarını bir araya getirdiğinizde, ortaya işgal, ayrımcılık ve zulümden kurtulmak isteyen Müslümanlara kesin bir muhalefet gösteren Müslümanların liderliğindeki bir ülke çıkar.
İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’nın büyük bölümünü resmen ilhak etme niyetini izhar etmesi Arap ve Müslüman dünyasına öfkeye neden olduğu bir dönemde, BAE’nin en tecrübeli diplomatlarından biri olan Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş'ın, İsrail lobisine uluslararası hukukun böylesi bir hareketle adeta katledilmesi halinde bile iki ülke arasındaki ilişkilerin zarar görmeyeceğini açıkladı.
Başka bir deyişle, İsrail'in Filistin halkına karşı uygulayacağı hiçbir suç ya da aşağılama BAE'nin ırkçı ve suçlu Yahudi devletini normalleştirme çabalarına engel olacak kadar şiddetli değildir.
Gargaş geçtiğimiz hafta Amerika’da bir Yahudi heyete hitap ederken “Bir taraftan İsrail'le siyasi bir anlaşmazlık yaşarken diğer yandan farklı alanlarda ilişkilerimizi ilerletebilir miyiz? Sanırım yapabiliriz. Bence bu bizim bulunduğumuz yer.” dedi.
Bir üst düzey BAE diplomatının ele geçirilen e-postaları, İsrail'in politikalarına halkın gösterdiği muhalefete rağmen, Emirlik liderlerinin İsrail ile iyi ilişkiler kurmak için ateşli bir şekilde çalıştıklarını ortaya koyuyor.
The Intercept tarafından 2017 yılında elde edilen üst düzey BAE diplomatının e-postaları, İsrail'in politikalarına kamuoyunun muhalefet etmesine rağmen, Emirlik liderlerinin İsrail ile sıcak ilişkiler kurmak ve İran'a karşı Suudi Arabistan liderliğindeki bir ittifakın katına getirmek için ateşli bir şekilde çalıştıklarını ortaya koyuyor.
Her ne kadar ilkeleri ve ahlak kurallarını reel politik hesapları ve güç dengelerinin önüne geçirmiş bir devlet bulmak zor olsa da, BAE gibi halkının büyük kısmı Müslüman olan bir ülke yeryüzünde Müslümanların özgürlük ve insan hakları taleplerine dair herhangi bir olası girişimi sabote etmek için hazırlıklı oluşu ile göze çarpmakta.
Libya’da BAE, savaş suçlusu General Halife Hafter ve onun şiddet yanlısı militanlarını Libya halkına muhalif olarak destekledi ve silahlandırdı.
BAE, diğer Arap Körfez rejimlerinin yanı sıra, ABD ve Avrupa'daki Müslüman karşıtı bağnazlığı siyasi İslami desteği azaltmanın bir yolu olarak aşırı sağ gruplarla ittifaklar kurarak dünyadaki Müslümanların çıkarlarını ve refahını baltaladı zira tüm bunları kendi otoritesine ve iktidarına bir tehdit olarak görmekteydi.
Foreign Policy dergisinden Ola Salem ve Hasan Hassan, “[Arap Körfezi rejimleri] cihatçıların üstünlüklerinden muzdarip olduklarını itiraf ederek ve İslamcı tehdidin ideolojik kökenlerini kurutmak için birlikte çalışmayı teklif ederek Batı'nın sempatisini kazandılar” şeklinde gözlemlerini aktarıyorlar.
BAE, Yemen'deki vekalet savaşında da başrol oynadı ve insan hakları grupları tarafından, demiryolları, su depolama tesisleri ve gıda tedarik hatları da dahil olmak üzere ülkenin kritik altyapısını bombalamakla suçlandı –ki bunların hepsi her on dakikada bir Yemenli çocuğun hastalık veya açlıktan öldüğü “dünyanın en kötü insani krizi” olarak tanımlanıyor.
BAE’nin Müslümanların özgürlük hareketlerine karşı terörizme karşı savaş adı altında işleye geldiği ikiyüzlü kanlı ihanetler savunulması mümkün olmayanın bile savunulması mesabesinde ve üstelik o denli aşikar hale geldi ki, tüm bunların dönüm noktası, Hindistan Başbakanı ve BJP partisi başkanı Narenda Modi’nin geçtiğimiz Şubat ayında Müslüman karşıtı planlı katliamlarının bir parçası olarak 6 gün süren şiddet olaylarında 50’den fazla Müslümanı katledişi ile ilgili olarak, Yeni Delhi hükümetini aklamaya çalışması oldu.
Delhi'nin doğu banliyölerindeki bir BJP politikacısının radikalleşmiş Hindu destekçilerini Müslüman Vatandaşlık Değişikliği Yasası (CAA) protestocularına saldırmaya çağırdığında olayların çıkmış olmasına rağmen, BAE'nin İngilizce gazetesi Gulf News, serbest kürsü sayfasında, “Delhi ayaklanmaları ve Hindistan'da meydana gelen her kötü olay için Modi'yi suçlamayı bırakın.” şeklinde bir yazıya yer verdi.
Gazetenin Kıdemli Editörü Sanjib Kumar Das'ın kaleme aldığı makalenin açılış paragrafını, “Bir saniye bile bu dökülen kanlardan Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin sorumlu olduğunu düşünüyorsanız, tekrar düşünün.” şeklindeydi.
Gazetenin yayın politikasının köklerinin, Modi’nin hükümetinin Dubai’nin hükümdarı Şeyh Muhammed bin Raşid el Maktum’un kızı Prenses Latife’nin kaçırılmasında oynadığı role kadar dayanması makul.
Hindistan gazetesi The Print’de çalışan Jyoti Malhotra’ya göre 2 yıl önce Dubai Prensesi Latife’nin BAE’ye geri gönderilmesi ile Körfez ülkeleri petrolden Keşmir’e kadar her konuda Hindistan devletinin yanında yer almaya başladı.
BAE Modi’ye en yüksek sivil nişan olarak Zayed Madalyası'nı vermeden önce bile Yeni Delhi’nin Hindistan idaresindeki Keşmir’de aldığı baskıcı önlemleri “sosyal adaleti ve güvenliği artıracak, istikrar ve barış getirecek” şeklindeki kelimelerle övüyordu.
Hindistan'ın 8 milyonluk Keşmir'de, İsrail'in Filistin topraklarında elde ettiği gibi bir 'başarıyı' övmek ve normalleştirmek, diğer yandan Müslüman kültür ve yaşam tarzının tamamen ortadan kaldırılmasını da görmezden gelmek için özel bir tür duygusuzluk, kayıtsızlık gerekiyor.
Benzer şekilde BAE, Çin'in Müslüman topluluğu olan Uygurları ve Doğu Türkistan'ı silmek için yaptıkları karşısında, çoğunlukla otoriter olan ülkelerin koalisyonuna katılıp Çin'i destekleyerek tarafını belli etti. 21 Ağustos 2019 tarihli ortak imzalı bir mektupta BAE, Çin Komünist Partisi propagandasında yalan bir ifade ile “mesleki eğitim” kampları olarak nitelendirilen Müslüman toplama kamplarını övdü.
BAE’nin dış politikasının tüm ipuçlarını bir araya getirdiğinizde, sahip olduğunuz şey, işgal, ayrımcılık ve zulümden kurtulmak isteyen Müslümanlara kesin bir muhalefet gösteren 'Müslüman' liderliğindeki bir ülkedir.
Tercüme: Mepa News