Cevlani ve HTŞ'nin kendi kendine yetme politikasında söylemler ve gerçekler
Kritik bir Birleşmiş Milletler oylamasının yaklaştığı şu günlerde Washington yönetimi, HTŞ’nin (Tahrir el Şam Heyeti) kontrolündeki kuzeybatı Suriye’de daha dengeli ve çeşitlilik içeren bir ekonomiye geçilmesi hususunda adımlar atması için Türkiye’yi zorlamalıdır.
10 Temmuz tarihinde, cihat yanlısı bir grup olan HTŞ’nin kontrolündeki kuzey Suriye’ye yönelik sınır ötesi yardım mekanizmasının geleceğine karar verecek bir BM oylaması gerçekleştirilecek. Şam yönetimini denklem içine almadan direkt olarak Türkiye üzerinden bu bölgeye yardım gönderilebilmesine olanak sağlayan bu mekanizma, birkaç ay önce başlayan Ukrayna’nın işgali nedeniyle yürürlüğe alındığı 2014 yılından bu yana ilk kez yenilenmeme tehlikesi ile karşı karşıya geldi. Bu bölgede yaşamakta olan insanların yaklaşık %75’inin yaşadıkları bölgelerden kaçmak zorunda kalmış Suriyelilerden oluşması nedeniyle yaşanan son derece vahim insani kriz, söz konusu mekanizmanın devre dışı kalması halinde daha da derinleşecektir.
Rusya bu mekanizmayı BM oylamasında veto etse dahi kısıtlı da olsa belirli bir miktar yardım bölgeye ulaştırılmaya devam edecektir fakat HTŞ’nin kontrol ettiği bu alanda kendi kendine yetmeyi başarabilen ve uluslararası yardımlara daha az ihtiyaç duyan bir sistem tesis edilmesi, bu yardımların kaderinin dönemsel dramalara bağlı olması da göz önüne alındığında ABD açısından çok daha uygun bir senaryodur.
HTŞ geçmiş olduğumuz son altı yıl boyunca kendisini bir El Kaide alt kolundan insan hakları ihlalleri ve kışkırtıcı retoriklerle gündeme gelen tipik bir bölgesel devlet yönetimine benzeyen bir idari yapıya dönüştürdü. Grubun bu hususta odaklandığı ilk başlıklar yerel kurumların tesisi ile ekonomi oldu. Grubun yerel bir idare yapısı olma yolunda attığı en büyük adımlarda, 2020 yılının mart ayında imzalanmasının ardından çatışma hatlarındaki hareketliliği neredeyse tamamen donduran Türk-Rus ateşkes anlaşması büyük rol oynadı. HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Cevlani, bu anlaşmanın ardından başlayan dönemde sürekli olarak bölgenin kendi kendine yetmesi yani dışarıdan gelen yardımlara muhtaç olmadan yaşamayı başaracak yeni bir politika ve toplum inşa edilmesine verdiği önemi dile getirdi. Eğer HTŞ ve sivillerden müteşekkil Suriye Kurtuluş Hükümeti (SKH) bir şekilde Cevlani’nin fikirlerini gerçekleştirmeyi başarabilirse bölgede yaşayanlar kendi hayatlarını idame ettirme hususunda yeni fırsatlara erişebilir. Ancak gelinen noktada şunu belirtmekte fayda var ki HTŞ, yerel kapasitelerin geliştirilmesi hususundaki iyi niyetli söylemlerinin aksine bölgedeki ekonomik gücü tekeline almak amacıyla büyük emek harcadı.
Dış yardımlar ve dahili kalkınma
Geçtiğimiz yılın şubat ayında Frontline’a verdiği röportajda Cevlani, “insani krize bir son verilmesinin” gerektiğini söyleyerek dışarıdan gelen yardımların gerekliliğinin farkında olduğunu ima etmişti. Bu yılın ocak ayında yaptığı açıklamada ise insani yardımlar ve dışarıdan gelen desteklere bağlı olmak yerine altyapı çalışmaları, yerel iş olanakları ve üretimin arttırılması başlıkları üzerinden bir ekonomi kurulmasını arzu ettiğini söyledi. Hemen yanı başlarındaki Lübnan’da cereyan eden son derece vahim hadiseleri bu konuda örnek veren Cevlani, “Avrupalılardan ve Batılılardan gelen yardımları kabul etmelerine rağmen bu ülkedeki mali durumun son derece kötü” olduğunu ifade ederek sözlerine şöyle devam etti: “Kardeşlerim, özgürleştirilen bölgelerdeki ekonomiyi büyütecek olan üretim konusuna odaklanmalıyız. Özgürlük askeri güçten gelir … ve haysiyetin yolu da halkın Müslümana yakışır haysiyetli bir hayat sürmesini sağlayacak bir ekonomi ve yatırım projelerinden geçer.”
Cevlani bu tür bir söylem kullanarak HTŞ’nin yaşamakta olduğu ekonomik sorunların bölge odaklı projelerle çözülmesi ve yerel halkın kendi ayakları üzerinde durabilmesini dışarıdan yardım gönderen aktörlerin merhametine kalmaya tercih ettiğinin mesajını verdi. Bu çerçevede, geçtiğimiz kış aylarında mülteci kamplarının olduğu bölgelerde yaşanan aşırı soğuklar nedeniyle Cevlani liderliğindeki yönetim “Sizin Isınmanız Bizim Görevimizdir” isimli bir kampanya başladı. Cevlani bu konu ile alakalı olarak şu ifadeleri kullandı: “Özgürleştirilmiş kuzey bölgelerinde yaşayan insanların çektiği dertleri kökünden çözmek ve bunu oradan veya şuradan gelecek yardımlarla değil insanların alın terinden gelen gücü güvence altına alacak adımları atmak suretiyle yapmak için tüm gücümüzle mücadele ediyoruz.”
Cevlani’nin bu bakış açısının ilk kez ortaya çıkışı 2020 yılının ağustos ayındaydı. Bir mülteci kampı ziyareti sırasında konu ile alakalı konuşan Cevlani, HTŞ’nin nihai hedeflerinden birisinin insanların kendi kendilerine yetebileceği bir sistem tesis edilmesi olması gerektiğini yani çalışabilecek vaziyetteki her kişinin bir iş bularak kendi geçimini sağlayacak bir ortamın gerekliliğini vurguladı. Bu ziyaretten birkaç gün sonra yine başka bir mülteci kampını ziyareti sırasında konuşan Cevlani, HTŞ’nin “büyük bir devlet” olmadığını ve halka yardım hususunda sınırlı kaynaklara sahip olduğunu bu nedenle de insanların kendi kendilerine yetmelerinin ve şahsi girişimlerin elzem olduğunu söyledi.
Cevlani’nin 2021’in mayıs ve 2022’nin ocak aylarında verdiği demeçlerden çıkan kendi kendine yetme ruhu söylemi, nihayetinde tüm Suriye’nin ele geçirilmesi için yapılmış daha büyük çaplı plan çerçevesinde bir merkez üssü inşası edilmesi fikrini içermektedir. Kendisinin mayıs ayında söylediği üzere “şu anda içinde bulunulan devir bir hazırlık ve kurumları hayata geçirme safhasıdır.” Ocak ayında açılışı yapılan Halep-Bab el-Hava yolun benzeri her proje “Allah’ın izniyle, Şam’a, Halep’e ve Suriye’nin geri kalanına doğru atılmış bir adım” olduğu için son derece önemlidir.
Cevlani’nin bakış açısına göre bu ölçekte bir hedefin gerçekleştirilebilmesi için insana yatırım yapılmalı ve bu sayede yerel idari yapının ve ekonominin daha kaliteli hizmetler üzerinden güçlendirilmesi sağlanmalıdır. Cevlani işte bu açıdan bakarak, İdlib bölgesinin kalkınmasının “bütünleşik bir proje” olduğunu ve “her şeyin her şeye bağlı olduğunu” mart ayının sonlarına doğru verdiği demeçte şöyle açıkladı: “Eğitim olmazsa elimizde idareci de olmaz. İdare edenler olmazsa inşaat yapılmaz. İnşaat olmazsa bir ekonomimiz yok demektir. Ekonomi olmazsa şu azat edilmiş topraklarda (iyi) bir hayatımız olmaz. Hayat olmazsa bölgeyi (askeri olarak) korumaktan aciz kalırız. Geçtiğimiz yılın temmuz ayı itibariyle ilkokullarda eğitim gören öğrenci sayısı 450.000, bu yılın mart ayı itibariyle üniversitelerde eğitim gören öğrencilerin sayısı da 18.000’e ulaştı.”
Güven aşılayan söylemler ve yükselen devlet tekeli
HTŞ ve bu grubun üyeleri, liderlerinin yerel girişimcilerin destekleneceği söylemlerinin tam zıttı istikamette giderek bölge ekonomisinin birçok sektörünü tekelleştirmeye çalışmaktadır. Bu grup mensupları finans, sınır geçişleri, enerji, internet, medya ve reklam, telekomünikasyon ve tarım dahil olmak üzere bazı pazarlarda hisse sahibi oldu.
HTŞ, yerel halkın tepkisini çekmesine rağmen bir tür ‘kamulaştırma hakkı’ uygulamasını yürürlüğe aldı ve grup liderlerinin bu uygulamadan yararlanmasının önünü açtı. Bu uygulamanın örneklerinden birisi de HTŞ ve sivil idare yapısı olan Suriye Kurtuluş Hükümetinin (SKH) Darat İzze’deki popüler halk pazarını yıkarak yerine bir alışveriş merkezi inşa etme kararı almasıydı. Bu karar yerel halk tarafından protesto edildiyse de bir süre sonra yine de hayata geçirildi. SKH’nin teknik olarak HTŞ’nin altında bir yapı olması nedeniyle grup içinde elinde güç bulunduran bazıları, yerel halkın itirazlarına rağmen gerçekleştirilen bu tür inşaat projeleri gibi girişimleri sömürmektedir. Al-Monitor bünyesinde çalışan eski Halep Üniversitesi öğretim görevlisi Suriyeli gazeteci Halid el Hatib bu konu hakkında şunları söylemektedir: “HTŞ liderlerinin bizzat sahibi olduğu yatırım operasyonları ve projeleri gerçek yatırımcıların arkasına saklandığı bir paravan işlevi gören bu liderlere yakın sivil isimler üzerinden yürütülmektedir.”
Uluslararası Kriz Grubu tarafından hazırlanan rapora göre HTŞ’nin bölgedeki ekonomik faaliyetleri bu yolsuzluk ortamı nedeniyle “grubun kendisine bağlı ve çıkarları gereği HTŞ’nin yoluna devam etmesini isteyecek Suriyelilerden müteşekkil bir ağ oluşturulmasının önünü açtı“. Yine HTŞ’nin tekelinde belirlenen temel ihtiyaç malzemelerinin fiyatları nedeniyle de bazı protestolar patlak verdi. Mesela, geçtiğimiz yılın ekim ayının ortalarında bir ay içinde tüp gazına gelen beşinci zammın ardından bölge sakinleri İdlib’deki El-Saa Camisinde toplanarak HTŞ ile bağlantılı yakıt şirketi ‘Watad’ tarafından gerçekleştirilen bu soyguna itiraz ederek burada yaşamanın zamlar olmadan da zaten çok zor olduğunu bir kez daha dile getirdi. Bu protesto gösteri sırasında atılan “getirdiğiniz kurtuluşta boğuluyoruz” sloganı da büyük dikkat çekmişti.
Durumun Washington ile alakası
ABD’nin halihazırda HTŞ ile herhangi bir ilişkisi bulunmamakta olup bu grup Amerikan Devlet ve Hazine Bakanlıklarının terör örgütleri listelerinde yer almaktadır. Bununla birlikte, HTŞ’nin kontrolü altındaki topraklarda istikrar sağlanması her ne olursa olsun Washington yönetiminin çıkarınadır. Suriye’nin kuzeyindeki insani durumun daha da kötüleşmesi sadece Esed rejimi ve müttefiklerinin işine yarar.
Bu nedenle, ABD’nin nüfuzunu kullanarak Türkiye’yi, sahip olduğu ‘İslami ve kapitalist prensiplerin harman edilmesi’ tecrübesini HTŞ’ye yardım etmesi ve İdlib’de daha olgun bir ekonomik sistem tesis etmesi için kullanmaya zorlamalıdır. Bu yol izlenerek bölgedeki iyi ekonomiden faydalananların halkası daha da genişletilebilir. Böylesi bir hamle, 10 Temmuz tarihindeki BM oylamasında Rusya’nın veto hakkını kullanması halinde bozulacak olan yardım mekanizmasının yokluğunun beraberinde getireceği acının bir nebze dindirilmesine de yardımcı olacaktır.
Meseleye daha uzun vadeli şekilde bakarsak, böyle bir sistemin tesis edilmesi, yerel halkın HTŞ’nin karar alma yetkisine mahkûm olmadan refah içinde yaşamasına ve belki belli bir süre sonra da bu grubun toplum üzerindeki baskısına meydan okumasına fırsat tanıyabilir.