Gazze'yi işgal etmek İsrail için bir felaket olabilir
İsrail ordusu dün erken saatlerde yaptığı duyuru ile Gazze'nin kuzeyinde yaşayan 1.2 milyon Filistinliye bir uyarı gönderdi: Olası bir kara harekâtı başlamadan önce 24 saat içinde bölgeyi tahliye edin. İsrail'in böyle bir saldırı düzenlemesinin amacı daha önce de ilan ettiği üzere, 7 Ekim günü İsrail'in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıda 1000'den fazla İsrailliyi öldürüp 100'den fazla kişiyi de rehin alan Hamas'tan intikam alıp bu örgütü tamamen yok etmektir.
Hamas'ın Gazze Şeridini çevreleyen güvenlik çemberini delerek operasyon icra ettiği andan itibaren İsrail tarafının bir kara harekâtı ile cevap vereceği konuşulmaya başlamıştı. Washington ilk andan itibaren İsrail'in bu planına tam destek vereceğini ilan etti ve normalde bu durumlarda zikredilen "ihtiyat" konusunu kasten dile getirmedi. Saldırının ardından ABD sathında zuhur eden hararetli siyaset meydanında ses en gür çıkan kesim, Hamas'a aşırı bir şekilde cevap verilmesini telkin edenler oldu. Buna ilaveten bazı televizyon programlarına katılan yorumcular da Hamas'ın operasyonuna destek verdiği iddia edilen İran'a askeri bir yanıt verilmesi gerektiğini savundular.
Bu sıcak atmosfere rağmen Washington için gün aklıselim davranıp İsrail'i kendinden kurtarma günüdür. Her an başlaması muhtemel Gazze işgali insani ve ahlaki açıdan tam bir felaket olmasının yanı sıra stratejik olarak da yanlış bir hamledir. Bu işgal sadece İsrail'in uzun vadeli güvenliğine çok büyük zarar verip birçok Filistinlinin hayatını kaybetmesiyle kalmayıp aynı zamanda ABD'nin Ukrayna ve Ortadoğu'daki temel çıkarlarına tehlike arz edecek ve buna ilaveten Washington'un Hint-Pasifik bölgesindeki nizam için Çin ile yürüttüğü rekabete de zarar verecektir. İsrail'in tam bir felaket olan bu hataya düşmesini engelleyebilecek tek taraf Biden hükümetidir. Bu çerçevede Beyaz Saray'ın sürecin başından beri sözünü verdiği yakın destekten doğan iyi niyet puanları ile Washington'un uzun yıllardır İsrail ile yürüttüğü sağlam ikili ilişkiler devreye sokulmalıdır. İsrail'e sempati göstererek kendinden beklenen görevi ifa eden Washington şimdi çıkarak müttefikinden savaş hukukuna riayet etmesini talep etmeli, İsrail'in Filistinli masum sivilleri topluca katledip zorla göçe zorlamadan hedef tahtasına sadece Hamas'ı koyması noktasında ısrarcı olmalıdır.
Çalkantılı vaziyet
Hamas'ın saldırısı, neredeyse yirmi yıldır İsrail ile Gazze arasındaki statükoyu tanımlayan bir dizi varsayımı yırtıp attı. İsrail 2005 yılında aldığı bir karar ile Gazze Şeridi'nden tek taraflı olarak çekilmesine rağmen bölgedeki işgalin tüm şartları olduğu gibi yerinde kalmaya devam etti. Gazze'nin sınırları ve hava sahasının mutlak kontrolünü elinde tutmaya devam eden İsrail, Mısır devleti ile yakın iş birliği yaparak Gazze'de yaşayan halka giden ticari malları, elektriği, parayı ve hatta insanların hareketlerini dahi son derece sıkı bir şekilde kontrol etmekte. 2006 yılındaki genel seçimlerde elde ettiği zaferin ardından iktidara gelen Hamas, 2007 yılında Filistin Otoritesi'nin Amerika'nın desteği ile cebren yönetimi ele geçirme girişimini bertaraf ederek koltuğunu güçlendirdi.
İsrail ile Hamas arasında 2007 yılından bu yana gergin olmasına rağmen yine de belli bir statüko vardı. Gazze'ye yönelik İsrail tarafından uygulanan boğucu muhasara bölge insanını ekonomik olarak kıskaca almakta ve Filistinlilerin hayatlarına mal olmasının yanı sıra tüm ekonomik faaliyetlerin mecburen yöneldiği tünellerin ve kaçak piyasanın kontrolünü elinde tutan Hamas'ı güçlendirmekte. 2008, 2014 ve 2021 yıllarında patlak veren kısıtlı dönemsel çatışmalar sırasında İsrail Gazze'deki yoğun nüfusun yaşadığı şehir merkezlerini ağır bombardımana tabi tutmuş, bölgedeki altyapıyı yok edip binlerce sivili katletmişti. Bu ağır bombardımanlar neticesinde Hamas'ın askeri kapasitesine darbe vurulurken bir yanda da gelecekte bu tür ayaklanmaların bedelinin ölüm ve yıkım olduğuna dair açık bir mesaj verilmişti. Ancak tüm bunlar Hamas'ın iktidarına pek bir zarar vermedi.
İsrailli liderler bir süre sonra bu denklemin sonsuza kadar olduğu gibi kalacağını düşünmeye başladı. İsrail'in ortaya koyduğu orantısız karşılığın Hamas'a artık macera aramamayı öğrettiğini ve grubun bundan sonra sadece Gazze'deki iktidarını elde tutmak için hareket edip gerekirse İslami Cihad benzeri kendisinden küçük grupların eylemlerini dahi bizzat engelleyeceklerini sandılar. İsrail ordusunun 2014 yılında gerçekleştirdiği kara harekâtı sürecinde tecrübe ettiği zorluklar, aynı şeyi tekrarlama hevesini bir nebze kesti. İsrailli devlet yetkilileri Gazze'ye yönelik ablukanın doğurduğu insani kriz nedeniyle yapılan eleştirileri görmezden geldi. Bu noktada odak noktasını değiştirip Gazze'yi sadece boğmakla yetinmeye karar veren İsrail, karadan direkt müdahale yerine Gazze'yi ikinci plana atarak diğer bölgelerdeki provokatif yerleşimci faaliyetlerine hız vererek Batı Şeria üzerindeki hâkimiyet alanını genişletmeyi tercih etti.
Hamas'ın planları ise farklıydı. Her ne kadar birçok uzman grubun stratejisindeki değişikliği artan İran nüfuzuna bağlasa da Hamas'ın kendine çeki düzen vererek İsrail'e saldırması için kendince sebepleri vardı. Uygulanan ablukaya yönelik barışçıl kitle gösterilerinin düzenlendiği 2018 yılında bir kumar oynayan Hamas'ın hamlesi, İsrailli askerlerin protestoculara hedef ayırt etmeksizin ateş açması neticesinde yaşanan kanlı sürecin ardından başarısız oldu. 2018'e kıyasla 2021 yılında daha direkt bir yaklaşımı tercih eden Hamas, İsraillilerin Kudüs'teki Filistinlilerin evlerine el koyması ve İsrailli liderlerin El Aksa'da giriştiği provokatif eylemler neticesinde patlak veren olaylar sırasında İsrail topraklarına füze saldırısı gerçekleştirdi ve bu hamle halk nezdinde gördükleri desteği artırdı. (Bazı aşırıcı Yahudiler, İslam dininin en kutsal mekânlarından birisi olan El Aksa'yı yıkarak yerine kendi tapınaklarını inşa etmek istemektedir.)
İsrail devletinin Filistinlilere ait toprak ve mülklere el koyması ve ordunun desteğini arkasına alan Yahudi yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik saldırı olaylarının son dönemde sürekli artarak devam etmesi özellikle Batı Şeria'da öfkeli ve harekete geçmeye hazır bir halk doğurdu. Artan bu gerilime ne ABD ne de İsrail'in desteklediği Filistin Otoritesi bilerek müdahale etmedi ki zaten edemezdi. Amerika'nın herkesin gözü önünde İsrail ile Suudi Arabistan arasında bir normalleşme süreci başlatması da Hamas'ı, bölgedeki tüm denklemler geri dönmeyecek biçimde aleyhine bozulmadan kararlı bir şekilde hareket etmek için bunun son fırsat olduğu şeklinde yorumlanmasına sebep olmuş olabilir. Belki de Hamas, Başbakan Netanyahu'nun yargı reformlarına halk tarafından gösterilen tepki nedeniyle İsrail'in kendi içinde bölünmüş ve dikkati dağınık bir hedef olduğunu düşündü.
Şu noktada İran'ın bu sürpriz saldırının zamanlaması ve içeriği üzerinde ne derece söz sahibi olduğu belli değildir. İran devletinin son yıllarda Hamas'a verdiği desteği artırıp bu grubun faaliyetlerini, ABD (ve İsrail) liderliğindeki nizama karşı çıkan Şii militanların diğer faaliyetleri ile "direniş ekseni" kapsamında birleştirmek istediği doğrudur. Fakat bölgenin içinde bulunduğu daha geniş ve yerel siyasi vaziyeti göz ardı ederek Hamas hakkında analiz yapmak büyük bir hatadır.
Kırılma noktası
İsrail'in Hamas saldırısına yönelik ilk cevabı alışılagelmişten çok daha ağır bir bombardımana ilaveten tüm su, yiyecek ve enerjinin kesildiği daha ağır bir muhasara oldu. Yedek askerlerini seferber eden İsrail, sınıra 300 bin kadar asker yığarak en kısa süre içinde bir kara harekâtı icra etmek üzere hazırlıklara başladı ve 24 saat içinde Gazze'deki sivillere kuzeydeki bölgeleri terk etme çağrısı yaptı. İsrail devletinin bu çağrısı yerine getirilmesi imkânsız bir talep. Gazzelilerin gidebileceği bir yer yok. Otoyollar vuruluyor, altyapı yok edildi, elektrik sağlayan jeneratörlerin yakıtı da bitmek üzere tüm bunlara ilaveten Gazze'de hala çalışır durumdaki hastane ve yardım merkezlerinin hemen hepsi İsrail'in hedef ilan ettiği kuzey bölgesinde yer alıyor. Gazzeliler bir şekilde çıkmak istese bile Mısır'a açılan Refah Sınır Kapısı bile İsrail tarafından bombalanıyor. Mısır Devlet Başkanı Sisi ise Filistinli mültecileri istemediğini birçok kez dile getirdi.
Gazzeliler tüm bu gerçeklerin farkında. Onların gözünde, bölgeyi tahliye edin çağrısı insani bir jest falan değil. Gazze halkı İsrail'in niyetinin yeni bir 'Nekbe' süreci yaratmak olduğunu biliyor. (Nekbe, 1948 yılındaki savaşta Filistinlilerin topraklarından zorla çıkartıldığı sürece verilen isimdir.) Gazzeliler, yaşadıkları yerlerden ayrılsalar bile çatışmalar dindikten sonra tekrar bölgeye geri dönmelerine izin verileceğine inanmıyor ve zaten inanmamalılar da. Bu nedenle, Biden hükümetinin Gazzeli sivillerin çatışmalardan kaçması için bir insani koridor oluşturulması için baskı yapması şu noktada yapılabilecek en kötü hatalardan birisidir. Böyle bir koridorun başaracağı tek şey Gazze'nin Arap nüfusunun hızlı bir şekilde azaltılması ve yeni bir İsrailli yerleşimci dalgasının başlatılması olur. Bu yaşanırsa, Netanyahu hükümetinin içinde aşırı sağcılar bu başarılı(!) yol haritasını Kudüs ve Batı Şeria'da da uygulamak ister.
İsrail'in Hamas saldırısına gösterdiği reaksiyonun kaynağı halk olduğu için Yahudilerin hamleleri şu ana kadar gerek içerde gerek de dışarıda birçok siyasi isim tarafından desteklendi. Fakat bu siyasetçilerin birisinin bile Gazze'de, Batı Şeria'da ve hatta daha büyük ölçekte bir savaş çıkması halinde beraberinde ne gibi siyasi sonuçlar doğurabileceğine dair ciddi bir şekilde oturup düşünmediği açıktır. Buna ilaveten, Gazze'deki kara harekâtı başladıktan sonra nihai hedefin tam olarak ne olduğuna dair ciddi bir tez de yoktur. En önemlisi de Gazzeli sivillerin hedef ayırt edilmeksizin cezalandırılması ve bu süreçte kaçınılmaz olarak insanların hayatlarını yitirecek olmasının ahlaki ve yasal açıdan ne kadar doğru olduğunun kimsenin aklına dahi gelmiyor olmasıdır.
Gazze'nin işgali, yaşanması halinde, belirsizliklerle dolu bir süreç olacaktır. Hamas büyük ihtimalle böyle bir hamleyi bekliyor ve ilerleyen İsrail kuvvetlerine karşı uzun vadeli bir şehir savaşı yürütmek için hazırlıklar yaptı. Uzun yıllardır meskûn mahal operasyonu icra etmeyen bir orduya karşı büyük kayıplar verdirtmek niyetindeler. (İsrail'in son dönemki askeri tecrübelerinin çoğu, Batı Şeria'nın Cenin kentindeki mülteci kampına yönelik geçtiğimiz temmuz ayında gerçekleştirdiği ufak boyutlu saldırı benzeri operasyonlardan ibarettir.) Hamas kaçırdığı rehinelerin bu tür bir işgal girişimi sırasında nasıl kullanacaklarına dair planlarını daha şimdiden açıkladı. İsrail'in hızlı bir zafer kazanması pek olası görünmüyor; tüm yerleşim merkezlerinin yerle bir edilmesi ve Gazze'nin kuzeyinde canlı bırakılmaması gibi İsrail'in harekâtını hızlandıracak adımlar Yahudilere uluslararası mecrada puan kaybettirir. Diğer yandan ise bu savaş ne kadar uzarsa tüm dünya o kadar fazla ölü ve yaralı Filistinli ve İsrailli insanların görüntüleri ile meşgul olacak ve buna ilaveten işleri yolundan çıkaracak nitelikle hadiselerin yaşanması için yeni fırsatlar doğacaktır.
İsrail Hamas'ı iktidardan indirmeyi başarsa bile 2005'te terk ettikten sonra yıllarca acımasızca muhasaraya alıp bombaladığı bir bölgeyi idare etmek zorunda kalacak. Gazze'deki genç nüfus İsrail ordusunu kendilerini kurtarmaya gelen bir güç olarak görmez. Kimse Yahudi askerlere orada çiçek ve çikolata verip sevgi gösterisi yapmayacak. İsrail'in bir işgale kalkışması halinde önündeki en iyi senaryo, artık kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanların yaşadığı ve daha önce girip acı tecrübeler tattığı bir bölgede uzun soluklu bir savaş hali yaşanmasıdır.
En kötü ihtimal ise çatışmaların sadece Gazze ile sınırlı kalmamasıdır ki bu büyük olasılıkla yaşanacaktır. Gazze'ye yönelik uzun soluklu bir işgal harekâtı halinde Batı Şeria sathında Mahmud Abbas'ın kontrol altına alamayacağı belki de almak istemeyeceği türden baskılar vuku bulacaktır. İsrail özellikle son bir yıldır dur durak bilmeden Batı Şeria'da insanların topraklarına el koyması ve yerleşimcilerin şiddet eylemleri nedeniyle Filistinlilerin öfkesi artık kaynama noktasına zaten yaklaştı. Gazze'nin işgali Batı Şeria'daki Filistinliler için artık bardağı taşıran son damla olabilir.
Netanyahu hükümetine karşı içeride hatırı sayılır düzeyde nefret olmasına rağmen daha önce İsrail tarihinde emsali olmayan bir stratejik başarısızlık örneği sergileyen hâlihazırdaki Başbakanın tüm sorunları bir günde çözüldü. Muhalefet lideri Benny Gantz, Netanyahu'ya hiçbir siyasi bedel ödetmeksizin Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smothrich gibi aşırı sağcı isimlerin de yer aldığı milli savaş kabinesine girmeyi kabul etti. Son bir yıldır Kudüs ve Batı Şeria'daki gerilimin tırmanmasının en büyük müsebbipleri Ben-Gvir ile Smothrich'in bu kabineye dâhil edilmesi önemli bir karar olup şimdi daha da patlamaya müsait bir ortamda bu provokasyonların devam edeceğinin bir sinyalidir. Hatta bu tür olayların artması neredeyse kaçınılmaz olacaktır zira yerleşimci hareketi ortamın sıcaklığından istifade ederek Batı Şeria'nın bir kısmına veya tamamına el koyup buradaki Filistinlileri göçe zorlamak isteyecektir. Bölgede bu tarif edilen senaryo kadar kötü bir şey olamaz.
İster yeni bir intifada ister de İsrailli yerleşimcilerin faaliyetlerini hızlandırması olsun Batı Şeria'da yaşanacak ciddi bir çatışma ortamına ilaveten Gazze'nin yerle bir edilmesi beraberinde çok ağır sonuçlar getirir. Böyle bir durum yaşanması halinde İsrail'in savunduğu 'tek devlet' tezinin aslında neyi temsil ettiği ayyuka çıkar ve bugüne kadar cansiperane bir şekilde bu tezi savunanlar dahi geri adım atmak zorunda kalır. Yeni bir Filistinli göç dalgası yaşanması halinde zaten ülkedeki mülteci sorunları nedeniyle ağır baskı altında olan Lübnan ve Ürdün ile Mısır'ın Sina Yarımadasının bir bölümünde sıkı koruma altında tuttuğu kamplar dönüşü imkânsız bir yola girebilir.
Sınırın ötesinde
Arap devletlerinin doğaları gereği realist olan liderleri her zaman ilk önce kendi canlarını ve kendi milli çıkarlarını düşünür. Kimse bu devletlerin Filistin için bir fedakârlık yapmasını beklemiyor. İşte bu varsayım hem Trump hem de Biden hükümetlerinin uyguladığı Amerikan (ve İsrail) siyasetinin temelini oluşturdu. Fakat Arap liderlerin dahi öfkelenip harekete geçen halkı mesele özellikle Filistin olduğunda durdurmak için yapabileceklerinin bir sınırı vardır. İki hafta önce Suudi Arabistan büyük ihtimalle her ne hikmetse Biden hükümetinin takıntısı haline gelmiş bir mesele olan İsrail ile normalleşme sürecini bir anlaşma ile taçlandırmak üzereydi ki o gün çıkarları bunu gerektiriyordu. Bu süreçte çok da bir siyasi bedel ödemeyeceklerdi. Ancak her dakika Filistin'den gelen feci görüntülere maruz kalan bir Arap halkını karşılarına almak istemeyeceklerdir.
Arap liderler geçtiğimiz yıllarda birçok defa İsrail karşıtı protestolara dönem dönem yol vermiş, bu sayede halkın öfkesini kendi üzerlerinden atarak dış mihraklara yönlendirip eleştirilerden en azından bir süreliğine sıyrılmışlardır. Aynı süreç büyük ihtimalle tekrar yaşanacak, öfkeli kalabalıkların slogan atmasına ve yürüyüşler düzenlemesine bir müddet müsaade edilecektir. Ancak 2011'deki Arap gösterileri şunu kati bir şekilde kanıtlamıştır ki yerel protestolar bir anda kontrolden çıkarak uzun yıllar hüküm süren otokrat rejimleri dahi alaşağı edebilecek cinsten bölgesel hareketlere dönüşebilir. Geniş katılımlarla insanların sokaklara çıkmasının kendi iktidarlarına bir tehdit oluşturacağını bu liderlere hatırlatmaya gerek yoktur zira bunu hiç unutmazlar. Bu nedenle Arap liderlerin hiçbirisi en azından görünürde İsrail'in tarafını tutmayacaktır.
Bu liderlerin şu ortamda İsrail'e sırnaşmaktan sakınmaları, rejimlerini hayatta tutma içgüdüsünden ibarettir. Arap devletleri içeride ve dışarıda hem bölgesel hem de küresel çıkarlarından asla feragat etmez. Nüfuzlarını artırıp Arap dünyasının liderliğine soyunan isimler rüzgârın ne taraftan estiğini iyi bilir. Geçtiğimiz birkaç yılda Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin ABD için en can alıcı meselelerden olan Ukrayna, petrol fiyatları ve Çin gibi başlıklarda Washington'un iradesine gerektiğinde nasıl karşı çıkabildiklerini hep beraber şahitlik ettik. Bu eğilim göstermektedir ki özellikle İsrail'in Filistin'deki haddi aşan faaliyetlerine tam destek veren bir ABD, bölgedeki diğer devletlerin sadakatine pek güvenmemelidir.
ABD'nin bu istikamette devam etmesi halinde endişelenmesi gereken tek şey Arapları kaybetmek değildir. Sınırın diğer tarafında bekleyen Hizbullah'ın bir anda kendini bu savaşa dâhil olması çok korkutucu bir ihtimaldir. Örgüt şu ana kadar duruma gösterdiği reaksiyonun şiddetini mahir bir şekilde idare ederek provokasyondan kaçındı ancak Gazze'nin işgali Hizbullah'ın harekete geçmek için belirlediği kırmızı çizgilerden birisi olabilir. Bu senaryonun yaşanması halinde Batı Şeria ve Kudüs de karışacaktır. ABD ile İsrail ortak hareket ederek şu ana kadar Hizbullah'ı caydırmayı başardı fakat İsrail ordusunun sürekli tansiyonu yükseltmesi halinde bir noktadan sonra bu tehditler işe yaramayacaktır. Elinde hatırı sayılır düzeyde bir füze cephanesi bulunan Hizbullah savaşa dâhil olursa İsrail devleti 50 yıl sonra ilk kez iki cephede birden çarpışmasını gerektiren bir savaşa girmiş olur. Böylesi bir senaryoda başı belaya giren tek taraf İsrail olmaz zira geçtiğimiz yıl yaşanan büyük patlama ve bir süredir devam eden ekonomik kriz nedeniyle sürünen Lübnan, İsraillilerin karşılık vererek ülkeyi bombalaması halinde artık hayatta kalamaz.
Amerikalı ve İsrailli bazı siyasiler ve uzman isimler görünen o ki daha geniş çaplı bir savaş peşindedir. Bu güruh İran'a da saldırılması gerektiğini savunmaktadır. Bu kesim uzun yıllardır bu uğurda dil dökmesine ve genellikle çoğunluk tarafından görünmezden gelinmesine rağmen Hamas saldırısında İran'ın bir rol oynadığı kanıtlanması halinde Tahran ile kapışmak için can atan bu safa katılanlar artabilir.
Savaşı İran ile genişletmek çok büyük riskler içerir. İran İsrail'e karşılık verebilecek kapasitede olmasına ilaveten Basra Körfezi'ndeki petrol sevkiyatlarını engelleyebilir. Ayrıca Irak, Yemen ve diğer cephelerdeki İran yanlısı kuvvetler gerilimi daha da tırmandıracak adımlar atabilir. Bu risklerin varlığı en heyecanlı İran düşmanlarını dahi meseleye ihtiyatlı yaklaşmaya zorlamaktadır. Mesela Trump bile 2019 yılında Suudi Arabistan'daki petrol tesislerine gerçekleştirilen saldırılara askeri olarak cevap vermemeyi tercih etmişti. Benzer şekilde bugün de İran'ın Filistin üzerindeki nüfuzunun göz ardı edilmesi yönünde hem Amerikalı hem de İsrailli devlet yetkililerince yapılan telkinler krizin İran'a sıçramasının istenmediğini gösterir. Bu yönde atılan adımlara rağmen, uzun soluklu bir savaşın dinamiklerinin meseleyi nerelere çekebileceğini tahmin etmek oldukça zordur. Dünyanın felakete bu kadar yakın olduğu zamanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Suç suçtur
Ağızlarında büyük kazanım hedefleriyle İsrail'in Gazze'yi işgal etmesi için cesaretlendirenler kendi elleriyle müttefik bir devleti stratejik ve siyasi bir felaketin içine atmaktadır. Ortadaki potansiyel bedeller çok ağır. İsrailli olsun Filistinli olsun ölecek insan sayısı, uzun süre içinden çıkılamayacak bir bataklık, Filistinlilerin toplu şekilde vatanlarından sürülmesi gibi her biri ayrı sorun teşkil edecek başlıklar mevcuttur. Savaşın başta Batı Şeria ve Lübnan olmak üzere belki de daha geniş bir coğrafyaya yayılma ihtimali de oldukça yüksektir. Bu risklere karşılık elde edilmesi muhtemel kazanımlar ise (intikam taleplerinin tatmin edilmesi haricinde) son derece azdır. Amerika'nın Irak işgalinin ardından bir fiyaskonun bu kadar kendini belli ede ede geldiği bir dönem ilk defa yaşanıyor.
Bir de meselenin ahlaki yönü var. Hamas'ın İsrail vatandaşlarına yönelik saldırısında ağır savaş suçları işlediği ve bunun bedelini ödemesi gerektiği konusunda herkes hemfikir ancak diğer yandan da Gazze'nin hedef ayırt etmeksizin cezalandırılması, muhasaranın ve bombardımanların şiddetinin artırılması ve Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesinin de aynı şekilde birer savaş suçu olduğu da açıktır. Bunu yapanlardan da hesap sorulmalı veya buna gerek kalmadan taraflar uluslararası hukuka saygı göstermelidir.
Bu kuralları çiğnemek konusunda tecrübeli olan İsrailli liderlerin pek umurunda olmasa da bu derecede bir ihlalin cezasız kalması ABD'nin diğer önceliklerine hatırı sayılır derecede stratejik zorluklar çıkarır. Washington bir yandan uluslararası normlar ve savaş kurallarından dem vurarak Rusya'nın Ukrayna'ya işgaline karşı koymak için kendine zemin yaratırken diğer yandan aynı değerleri Gazze'de tamamen görmezden gelirken biraz zorlanabilir. Amerika'nın nasıl davranacağını sadece Ortadoğu değil aynı zamanda 'Küresel Güney (Global South)' devletleri ve halkları da dikkatle takip etmektedir.
Biden hükümeti yaptığı açıklamalarla Hamas'ın saldırdığı İsrail'in yanında olduğunu açık bir dille ilan etti. Ama şimdi bu ilişkinin gücünün kullanarak İsrail'in tarihe iz düşürecek bir felaket yaratmasını engellemesi gerekiyor. Washington'un hali hazırdaki meseleye yaklaşma şekli yani diğer oyuncuların meseleye dâhil olmasını engelleyerek İsrail'in bir bedel ödemeyeceğini garanti etmesi ve uluslararası hukuk üzerinden yapılacak tüm protesto girişimlerine set çekeceğini ilan etmesi, gayrimeşru bir savaş başlatması için İsrail'e cesaret veriyor. Ancak ABD bunu kendi küresel kredisinden yiyerek ve kendi bölgesel çıkarlarına ters düşerek yapıyor. Eğer İsrail'in Gazze'yi işgali süreci beklenildiği gibi katliamlar ve sürekli artan gerilimler arasında seyrederse Biden hükümeti yolun sonunda yaptığı seçimlerden mutlaka pişman olacak.
Marc Lynch tarafından kaleme alınan ve Foreign Affairs'te yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.