Jon Hoffman

Jon Hoffman

BAE, Suudi Arabistan ve 'yeni milliyetçilik'

BAE, Suudi Arabistan ve 'yeni milliyetçilik'

Basra Körfezinin en güçlü iki devleti olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) devlet destekli milliyetçiliğin yeni bir formu hızla kök salıyor. Petrol fiyatlarının yüksek tutulması, yurt içinde başlatılan dev inşaat projeleri, küresel spor arenasına yatırım yapılması ve hatta Rusya ve Çin ile yakınlaşma sürecine girilmesi benzeri Suudi ve BAE'li yönetimlerin son yıllarda izlediği gerek iç gerek de dış politikaların altında bu milliyetçi stratejiler var. Hedef tahtasına gelişmekte olan genç nüfusu koyan bu programlar, otoriter sistem dışına çıkılmadan milli kimliğin ve devlet ile halk arasındaki ilişkilerin ayarlarını değiştirmek için yürütülen tepeden inme faaliyetlerdir.

Bu girişimler daha şimdiden elle tutulur sonuçlar vermeye başladı bile. Ortadoğu sathındaki her çatışma alanı ve jeopolitik fay hattında aktif olan Suudi Arabistan ile BAE bugünlerde de bölgedeki "tansiyon düşürme" hamlelerinin de başını çekiyor. Hem Riyad hem de Abu Dabi'deki yönetim, zuhur etmekte olan çok kutuplu küresel düzeni bir gerçek olarak kabul etmekte ve sık sık ABD ile karşı karşıya gelmesine rağmen bu istikamette hamleler yaparak kısa ve uzun vadede kendi çıkarları doğrultusunda pozisyon almaktadır.

Bölgedeki gücün Körfez'e doğru kaymaya devam ettiği süreçte, Suudi Arabistan ile BAE'nin milliyetçiliği ön plana alarak attığı bu yeni adımların ve her iki devletin de uluslararası kamuoyu nezdindeki algısını değiştirmek için yürüttüğü faaliyetlerin yakın süre içinde hem Ortadoğu hem de ABD dış politikası açısından bazı sonuçları olacaktır.

Her iki devletin veliaht prensi de ülkelerindeki kontrolü milliyetçilik üzerine inşa edecekleri yeni otoriter temel üzerinden sağlamak niyetinde. Hem Muhammed bin Selman hem de Muhammed bin Zayid kendi devletlerinde daha önce hiçbir hükümdarın elde edemediği düzeyde dâhili güçe sahip olup ikisi de sahip oldukları bu mutlak otoriteyi uzun vadede muhafaza etmek niyetinde.

Bu hedefin merkezinde ise milli kimliklerin ayarlarının değiştirilmesi var. Hem içerideki hem de dışarıdaki "seyircilere" yönelik bir sonuç elde edilmesi amacıyla başlatılan bir tür kimlik mühendisliği faaliyetine girişen her iki ismin nihai amacı ise kendi güçlerini korumak.

Yeni Suudilik

Muhammed bin Selman bu çerçevede Suudi Arabistan'daki ezici çoğunluğu din üzerine kurulu milli kimliğin istikametini saptırarak "Suudi" olmanın ne manaya geldiğine dair yeni bir fikir yaratmaya çalışıyor. Modern Suudi devleti kurulduğundan bu yana siyasi-dini kimlikli proje vasfını hiç terk etmedi. Bunu uzun yıllar Suudi Arabistan'ı "temizlenmiş" bir İslami ütopya olarak betimleyen söylemlerin üzerine kurulu bir dini milliyetçilik anlayışını kullanarak başardılar. Devletin kontrolünü elinde tutan Suud hanedanlığı her daim bu vizyon üzerinden meşruiyet iddia etti.

Muhammed bin Selman ise Suudi milliyetçiliğini ülkedeki birleştirici ve meşruiyet verici ana güç haline getirmek istiyor. Dini, devlet işlerinde kullanılmaya devam edilmesi gereken önemli bir "alet" olarak görmesine rağmen Riyad, İslam'ın asıl amacının bu yeni milliyetçilik projesini desteklemekten ibaret olmasını arzuluyor.

İslam'a yönelik bu yaklaşımın en aşikâr olduğu hamleler, veliaht prensinin emriyle gerçekleştirilen reformlar. Bunların arasında Suudi Arabistan devletinin resmi tarihini Vahhabilikten uzaklaştırma faaliyetleri de var. Kadınların ehliyet almasına, yalnız yaşamasına ve yanında bir erkek olmadan seyahat etmesine müsaade edilmesi; dini polisin güçlerinin kısıtlanması, sinema ve konserler gibi halka açık eğlence organizasyonlarına izin verilmesi, belli başlı devlet yetkilileri ve hanedanlık mensuplarının "rüşvet ile mücadele" kapsamında görevlerinden alınması, rejim tarafından "aşırıcı" olarak tanımlanan din adamları ve âlimlerin hapse atılması bu çerçevede değerlendirilebilir. Okullarda okutulan kitapların içerikleri de yine bu hedef doğrultusunda pan-Arap ve pan-İslam davalarından devleti uzaklaştırarak bu yeni milliyetçi söylemi zihinlere yerleştirmek için yeniden düzenlendi.

Bu milliyetçilik projesine güç katmak için askeri açıdan da adımlar atılıyor. Savunma harcamalarının büyük miktarda artmasına ilaveten halkı bir noktada birleştirmek ve müşterek bir sadakat ve kendini adamışlık duygusu yaratmak için ordu ile alakalı semboller kullanılıyor.

"BAE'li olmak"

Bin Zayid de BAE'de Suudi Arabistan'a benzer şekilde "BAE'li" olmanın getirdiği hissi daha birleştirici bir unsur hale getirmek için milli kimliğin ayarları ile oynuyor. BAE çatısı altında toplanan 7 ayrı emirlikten (Abu Dabi, Dubai, Acman, Füceyre, Rasu'l Hayme, Şârika ve Ummu'l Kayveyn) altısı 1971 yılında İngiltere'den bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz BAE'yi kurmuş, bir sene sonra Rasu'l Hayme de bu oluşuma dâhil olmuştu. BAE kurulurken genellikle aşiretlerden müteşekkil bir hiyerarşi sistemine tabi olan bu emirliklerin ortak bir milli kimlik gibi bir gündemi yoktu.

BAE bir devlet olarak zuhur eder etmez başlayan "millet yaratma" faaliyetleri büyük oranda devlet otoritesi ve meşruiyetinin sağlamlaştırılması ile müşterek bir milli kimlik inşa edilmesi üzerine odaklandı. Bu hedef doğrultusunda sıfırdan başlamak zorunda kalan Muhammed bin Selman'ın aksine bin Zayid, 50 küsür senedir devam etmekte olan bu faaliyetlere hız vererek Abu Dabi'deki diğer emirlikler üzerindeki gücünü pekiştirmek ve devlet otoritesini kendi eli altında merkezileştirmek için müşterek bir kimlik oluşturma hedefini kovalamaktadır.

Müşterek kimlik oluşturması için başlatılan girişimler arasında şimdiye kadar 2018'deki "Zayid Yılı" etkinlikleri, çeşitli "milli" müze ve kütüphane açılışları ve "Milli Bayram" kutlamalarına özellikle vurgu yapılması gibi adımlar da yer aldı. BAE'nin eğitim sistemi de bin Zayid'in emriyle yoğun şekilde milli kimlik üzerine yoğunlaşıp Zeynep Özgen ve Sharif İbrahim el Shishtawy'nin deyimiyle "girişimci, kendi kendine yeten ve başarı odaklı BAE'li vatandaş" tipi yarattı.

Muhammed bin Selman gibi bin Zayid de bu milliyetçi programa destek olması için orduyu kullanıyor. "Şehitler Günü" adı altında hayatını kaybeden BAE'li askeri personelin anıldığı etkinlikler düzenlenmesine ilaveten savunma harcamalarının artırılması ve BAE'nin bölgedeki ana aktörlerden biri olarak sahneye çıkması da yine bu çerçevede değerlendirilebilir.

İktisadi girişimler

Bu yeni milliyetçilik projesinin en hayati ayaklarından bir tanesi de ekonomidir. Her iki lider de ülkelerini mali açıdan yeniden inşa ederek "petrol sonrası" gelecekte idame edilmesi daha kolay bir sistem kurmak için yürütülen faaliyetler ile bizzat ilgileniyor. Her iki devlet te yaptığı yardımlar, teşvikler ve hibeler nedeniyle çok büyük yük altında kaldığı için yakın geçmişte bu yoldan dönmeye başladı. Direkt olarak topluma yardım sağlamak yerine hem Riyad hem de Abu Dabi yönetimi milletlerine sadık "girişimci vatandaşlar" zümresi oluşturup devlet yerine bu insanların ekonomiye katkıda bulunması ve böylece on yıllardır bu devletler ile halkları arasındaki münasebetin mihenk taşlarından birisi olan geniş kapsamlı yardımları sırtından atmak istiyor.

Vizyon 2030 çatısı altında başlatılan girişimler, BAE ile Suudi Arabistan'ın bu hedefinin ekonomik altyapısı olarak tasarlandı. Riyad ve Abu Dabi yönetimleri bu sayede kısa süre içinde Ortadoğudaki en büyük ekonomik merkez olmayı ve uluslararası anaparayı kendine çekebilecek karlı bir Pazar haline gelmeyi amaçlıyor. Bu amaç doğrultusunda uluslararası toplum nezdinde modern, ilerici ve istikrar sahibi bir imaj oluşturulabilmek ve yabancılardan destek ve yatırım çekebilmek için her iki devlet te turizmi geliştirdi, küresel spor arenasında daha görünür olmak için adımlar attı, çeşitli uluslararası yatırım zirveleri tertip etti ve önemlisi de "ılımlı İslam" diye tanımdıkları yaklaşımı uluslararası arenada savunmaları için belli aktörlere büyük programlar yaptırdı.

Mali alanda atılan adımlara rağmen petrol gelirleri her iki devlet için de hala hayati öneme sahiptir. Her iki ülkenin yönetimi de hem ekonomiyi ayakta tutmak hem de milliyetçilik projesini devam ettirmek için halen petrolden gelen paraya muhtaçtır.

Suudi Arabistan, Vizyon 2030 faaliyetlerinde başta özel sektörün büyütülmesi ile petrol dışı devlet gelirlerinin artırılması başlıklarında henüz istediği seviyeye gelemedi. Ülke ekonomisi geçtiğimiz yıl %8.7 büyümesine ve yüksek seyreden petrol fiyatları sayesinde son on yılda ilk kez bütçe fazlası oluşmasına rağmen IMF verilerine göre Suudi Arabistan, bu yılsonunda sadece %1.9 büyüme oranı ile dünyanın en büyük ekonomileri arasında bir önceki yıla göre büyüme oranı en fazla düşen devlet olacak.

Devletin vergileri sürekli artırdığı BAE'de ise genç nüfusun başı yüksek işsizlik oranları ile dertte. Riyad yönetiminin petrol üretimi kısıtlaması uygulamaları ve Suudi Arabistan ile diğer OPEC+ devletleri arasında üretim kotası başlığında zuhur eden fikir ayrılıklarının da gösterdiği üzere ekonomik büyümenin yavaş seyredeceği kesin olan yakın gelecekte bu iki devletin ayakta kalabilmesi için yüksek petrol gelirleri hayati öneme sahip olacak.

Muhammed bin Selman ile bin Zayid'in içeride yürüttüğü milliyetçilik akımı projesinin dışarıdaki ayaklarından birisi de her iki devletin de Ortadoğu'nun jeostratejik oyun alanında sürekli ön planda olma çabalarıdır.

Dış politika

Her iki devlet te 13 yıl önce başlayan ve Ortadoğu'daki statükoyu yıkma tehlikesi bulunan Arap Baharı olaylarını bastırmak amacıyla kendileri ile müttefik otoriter aktörlere destekleyerek zuhur eden devrim hareketlerini yok etmeyi kendilerine bir görev edindi. Suudi Arabistan ile BAE 2015 yılında anlaşarak 2015 yılında Yemen'e yönelik bir askeri harekât düzenledikten sonra dünya tarihinin en kötü insani krizlerinden birinin patlak verdiği ülkede 377,000'den fazla insan hayatını kaybetmişti. Yine bu ikilinin başını çektiği koalisyon 2017-2021 yılları arasında Katar'ı hava, kara ve denizden bloke etmiş buna ilaveten askeri olarak işgal etmeyi planladıkları Katar'a ABD'nin destek çıkmasıyla bu hamleden vazgeçmişlerdi.

Riyad ve Abu Dabi yönetimleri, İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde 2020 yılında İsrail ile ilişkilerini normalleştirdi. Her iki devlet te geleneksel nüfuz alanlarını genişleterek doğu Akdeniz ve Afrika'daki stratejik varlıklarını genişletti.

İkilinin kendilerini en büyük olarak gösterme çabaları artık sadece Ortadoğu ile sınırlı kalmayıp tüm dünyaya yayıldı: Hem Muhammed bin Selman hem de bin Zayid, devletlerinin Rusya ve Çin ile sahip olduğu ekonomi, güvenlik ve siyaset alanlarındaki ilişkilerini bir hayli büyüttü.

Her iki devlet te Rusya'nın Ukrayna işgali meselesinde taraf tutmaktan kaçınarak Amerika'nın itirazlarına rağmen petrol üretimi hususunda Moskova ile yakından çalışmaya devam etmelerine ilaveten Rusya'ya yönelik getirilen yaptırımlara iştirak etmeyi de reddetti. Moskova'nın bu iki devlet ile sahip olduğu bağlar, silah satışı merkezli olmak üzere derinleşti. Hem Suudi Arabistan hem de BAE, Çin'in kendi sınırları içinde yaşayan Müslüman azınlığa yönelik gaddar politikalarına destek olduklarını büyük bir gururla ilan etti.

Her iki ülke ile olan ekonomik bağlarını iyice büyüten Çin, hem Riyad hem de Abu Dabi'nin en büyük ticaret ortağı ve ana petrol tüketicisi haline geldi. Bu üçlü arasındaki yatırımlar da daha şimdiden devasa oranlara ulaştı ve gelecekte daha da artması öngörülüyor. Silah ticareti benzeri alanlardaki güvenlik bağları da güçlenirken BAE sınırları içinde inşaatı daha önce askıya alınan Çin'e ait bir askeri üs kurulması çalışmalarına tekrar başlandı.

Görünüşe göre Muhammed bin Selman ve bin Zayid, çıkarlarına en iyi şekilde hizmet etmenin yolunun diplomasi olduğunu anladı. Bu çerçevede Katar'a uygulanan abluka kaldırıldı, Türkiye ile ilişkiler onarıldı, Suriye lideri Beşar Esed tekrar Arap Birliği'ne kabul edildi. Her ne kadar başarısız gitse de Yemen'de barış görüşmeleri başladı ve bunlara ilaveten Suudi Arabistan İran ile tansiyonu düşürmek amacıyla, 2016'da kestiği diplomatik ilişkileri yeniden tesis etti.

Bu diplomasiye dönüş hamlesinin nedeni ise dâhili, bölgesel ve uluslararası çapta yaşanan gelişmelerin birçok devleti tansiyonu düşürmeye itmesidir.

Hem Muhammed bin Selman hem de bin Zayid, devasa milliyetçilik planlarını kendi sınırlarında düzgün bir şekilde ifa etmek için görece güvenli bir ortam sağlamaları gerektiğinin farkındadır. Ancak 2019 yılında İran tarafından Abkaik ve Hureys'teki ARAMCO tesislerine düzenlenen SİHA saldırıları ile geçtiğmiz yıl Husilerin BAE'ye düzenlediği füze saldırılarına ilaveten Washington yönetiminin Riyad ve Abu Dabi yönetimlerine olan desteğini kademeli olarak çekmesi Suudi Arabistan ve BAE'nin pozisyonundaki zayıf noktaları göz önüne koydu. Her iki lider de bu tür saldırıların özellikle dışarıdan gelecek yatırımlara engel olacağını çok iyi biliyor.

Ortadoğu sathında gözlemlenen otoriter sistemlerin yeniden yükselişe geçme sürecinden anlaşıldığı üzere devrim karşıtı güçler büyük oranda gücünü korumayı başardı. Buna ilaveten Arap Baharıyla birlikte kızışan jeopolitik rekabet azalırken bu süreçte zuhur eden stratejik hamle kapıları da en azından şimdilik kapandı.

Suudi Arabistan ile BAE, hatırı sayılır miktarda kaynak harcamalarına rağmen Yemen'deki Husileri mağlup etmeye muvaffak olamadı. Riyad yönetimi tarafından yapılan araştırmaya göre savaşın en şiddetli yaşandığı dönemde bu iki ülke aylık 5-6 milyar dolar harcama yaparken Husilere silah yardımı yapan Tahran yönetiminin masrafları çok daha azdı. Her ne kadar Yemen'de çıkmaza girilse de Ortadoğudaki otoriter rejim statükosunu korumayı başaran Suudi Arabistan ile BAE'nin açıktan şiddet uygulamasına artık gerek kalmadı.

Tüm bu meselelere ilaveten Rusya ile Çin'in bölgede artan varlığı da zikredilmesi gereken bir başlık. Yeni çok kutuplu bir dünya düzeni çerçevesinde kapsamlı ve sürdürülebilir bir Ortadoğu politikası oluşturmaya çalışan ABD, hem Suudi Arabistan hem de BAE'nin "garantörü" olarak bu cenahtaki çalışmalarına hız verdi.

Hem Muhammed bin Selman hem de bin Zayid, çok kutupluluk yaklaşımının hem dünyanın geri kalanında hem de Ortadoğu'da yeniden zuhur etmesinin meydana getirdiği etkileri yönetmeye çalışırken büyük güçler arasındaki siyasi meselelere "kazanan hepsini alır" düsturu ile yaklaşmaktan kaçınıyor. Bunu yerine her iki lider de sadece kendi çıkarlarına en iyi şekilde hizmet etme bakış açısıyla hareket ediyor.

Milliyetçi projeler

Bu milliyetçi projeler, Suudi Arabistan ile BAE'de hüküm süren kesimlerin çalkantılı bir değişim sürecinden geçmekte olan dahili, bölgesel ve uluslararası meselelere uyum sağlamak için verdikleri bir tepkidir. Tepeden inme usulü ile uygulanmaya çalışılan bu projeler, şu noktada hala halktan ve buna ilaveten hem eski hem de yeni bölgesel fay hatlarından ve değişen dünya düzeninden kaynaklanan zorluklar karşısında her an çökme tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Muhammed bin Selman da bin Zayid de milliyetçilik projelerinin hayata geçirilmesi ile hükmettikleri devletlerin otoriter temellerinin yeniden tanımlanması başlıklarını varoluşsal olarak nitelendiriyor. Tek bir kişiye bağlı diktötürlük kokan yeni bir sistem ve bu sisteme sürdürülebilir bir temel hazırlama arzusu yüzünden her iki devlet te tüm dâhili politikalarını hayatını pahasına korumaya ve halktan yükselen en ufak itirazı hemen boğmaya başladı. Her iki lider de politikalarını eleştirmeye cüret edebilen tüm muhaliflerini en acımasız şekillerde susturmayı bıraktığı anda tüm planları çökme tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı için bu milliyetçi stratejilerin başarıya ulaşmasının önemi arttıkça devlet eliyle edilen zulüm de aynı oranda artacaktır.

Bu projelerin geleceğini tayin edebilecek derecede önemli şu iki soruya da dikkat edilmelidir:

1. Suudi Arabistan ile BAE ekonomik başarı vaatlerini yerine getirebilecek mi?

2. Muhammed bin Selman ve Bin Zayid, kendi şahıslarının milli çıkarları korumaya uygun en iyi aday olduğunu halka ispat edebilecek mi?

Yoğun milliyetçilik en otoriter rejimlerde dahi devletin kontrolü dışında bazı güçler üretebilir. Muhammed bin Selman ile bin Zayid başarılı olamadıkları taktirde şu anda büyük bir hevesle podyuma çıkarmaya çalıştıkları milliyetçi güçler tarafından belki de ileride hedef tahtasına konulabilir.

Her ne kadar şu sıralar bölgede tansiyonu düşürmeye yönelik hamleler revaçta olsa da ne Suudi Arabistan ile BAE arasındaki derin güvensizlik duygusu ne de diğer oyuncuların da dahil olduğu jeopolitik gerginlikler kökten halledilemediği için her an yeniden alevlenebilir. Bu çatışmaları "donuk" olarak tanımlamak daha isabetli olacaktır. Bugün tansiyonu düşürmek herkesin işine geliyor olabilir fakat söylemlerin hızlı bir şekilde değişme gibi bir huyu olduğundan Riyad ve Abu Dabi'de hüküm süren hırslı liderlerin stratejik hesapları da bir anda değişebilir.

Milliyetçiliğe doğru giden yolda bu denli sert manevralar, beraberinde tansiyonun yükselme riskini de getiriyor. Çıkar çatışmalarının eski rekabetleri yeniden alevlendirmesi veya silahlı çatışma üretebilecek nitelikte yeni fay hatları oluşturması işten bile değildir. Her iki lider de benzer hamleler yapsa da Muhammed bin Selman ile Bin Zayid arasında gittikçe artan rekabet iyice gün yüzüne çıkmaya başladı zira her iki lider de kendisinin Körfez bölgesi ve Ortadoğu'daki en baskın devlet lideri olması gerektiğine inanıyor. Yemen ve Sudan gibi bölgelerdeki stratejik endişeler, yabancı yatırım ve petrol üretimi gibi başlıklarda yaşanan fikir ayrılıkları Riyad ile Abu Dabi yönetimleri arasındaki uçurumu büyütmeye devam ediyor.

ABD'nin bölgedeki bu değişimlere ne şekilde tepki vereceği son derece önemli. Washington'un yakında geçmişte BAE ve Suudi Arabistan'a özel uyguladığı "açık çek" politikası en azından bu üçlünün üzerinde mutabık kalamadığı meselelerde uygulanmayabilir. ABD'nin arzu ve taleplerini hiçe sayarak içerideki otoriter devlet sistemini sağlamlaştırıp dışarıda da kendi çıkarlarını korumak ve nüfuz alanlarını genişletmek isteyen bu liderlerin güvenliği için Washington niye elini taşın altına soksun ki?

Önümüzdeki bu resme rağmen Biden yönetimi, değişmekte olan bölgesel ve uluslararası yaklaşımları iyi tetkik edemediği için Suudi Arabistan ve BAE meselesinde ABD'nin yıllardır sağladığı desteği devam ettiriyor. Çıkan son haberlere göre Başkan Biden, İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi karşılığında Suudi Arabistan ile bir ortak güvenlik anlaşması imzalayı planlıyor. Benzer haberlere göre geçtiğimiz yılın temmuz ayında ise Suudi Arabistan ile imzalanması planlanan anlaşmaya benzer ayrı bir anlaşmanın resmi taslağı BAE'li yetlilere teslim edildi. Biden yönetimi zuhur eden yeni gerçeklere uyum sağlamaya çalışmak yerine ABD'yi uzun yıllar boyunca Washington'un çıkarlarını ve değerlerini paylaşmayan hırslı otokratların güvenlik garantörü rolü oynamasını gerektirecek bir risk almayı tercih ediyor.


Jon Hoffman tarafından kaleme alınan ve Foreign Policy'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

 

Bu yazı toplam 2265 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Jon Hoffman Arşivi