Ölüm ile sıtma arasında Afrika
İlk olarak Mali, ardından Burkina Faso ve son olarak Nijer'de yaşanan darbeler, Afrika'yı bir kez daha gündemin bir numaralı maddesi haline getirdi.
Özellikle darbeyi gerçekleştiren cuntaların Fransa karşıtı açıklamaları ve Rusya ile yakınlaşmaları büyük yankılara yol açtı.
Yer altı ve yer üstü zenginliklere sahip olan Batı Afrika'daki bu durumu tahlil eden, sürece dair çıkarımlarda bulunan birçok değerlendirme kaleme alınıyor. Başta Türkiye olmak üzere Batı'nın emperyalist politikalarından muzdarip olan ülkelerde, söz konusu vaziyet "Batı emperyalizminden kurtuluş" düşüncesiyle yorumlanıyor.
Esasen, bu konuda söylenecek birçok söz var. Fakat tüm sözler tek bir hakikatten doğuyor. O da söz konusu olan şey bağımsızlık ve savaş olduğunda, meselelere tamamen gerçekçi bir yaklaşımla eğilmek gerektiği. Maalesef, özellikle bugün ne kadar çok tanınırsanız sözlerinizin o kadar gerçek zannedildiği bir medya atmosferi bulunduğundan, bu konuya ilişkin yazılan şeylerin çoğu da popülist içerikler. Şimdiye kadar meselenin şu ya da bu tarafına yakın görünerek yazılan ve çoğu -yazık ki- hayal satmaktan öteye geçemeyen sayısız yazı okudum.
Bu yazılarda, mevzubahis süreci daha gerçekçi değerlendirmek için gereken birçok hususun eksik olduğunu müşahede ettim:
- De-kolonizasyon dönemi anlayışı: Birçokları Afrika ülkelerini halen sömürgeci güçlerden bağımsızlık elde edildiği 1945-1960 döneminin mantığıyla okumakta ısrar ediyor. Oysa bugün kıtanın tamamında farklı süreçler, farklı şeyler yaşanıyor. Sömürgeciliğin yöntemleri, Batılı devletlerin etkinliği, halkların kimlikleri tamamen farklılaşmış durumda.
- Afrika'ya yönelik üsttenci yaklaşım: Afrika'nın hangi bölgesini konu alırsa alsın, yapılan değerlendirmelerde kimsenin Afrikalıların halini çok da önemsemediği, onlara akıl verir ve üstten bir bakışla yaklaşır gözüktüğü açık. Bu, sömürgeci zihniyetin oluşturduğu bir Afrika okuması alışkanlığından ileri geliyor.
- Afrika'nın bir kıta olduğunu unutmak: Nasıl ki bütünsel bir Avrupa veya Asya değerlendirmesi göremiyorsak, yani örneğin Japonya ile Belucistan'ı aynı kefeye koyup değerlendiremiyorsak, Afrika hususunda da aynı şeyi yapamayız. Birçokları maalesef Güney Afrika ile Somali'nin, Nijer ile Kongo'nun, Libya ile Angola'nın aynı parametrelerle değerlendirilebileceği gibi bir zanna sahip. Afrika 30.7 milyon kilometrekareden fazla bir yüzölçümüne sahip olan, onlarca farklı kültür havzası, yüzlerce farklı dil, oldukça çeşitli inanç ve yaşayış tarzları barındıran bir kıta. Bu kıtanın hiçbir bölgesinin tek bir bakış açısı çerçevesine alınması düşünülemez.
- Bağımsızlık yanılgısı: Kanaatimce bir diğer noksanlık Afrika ülkelerinin bağımsızlık hareketleri üzerine yapılan değerlendirmelerde. Dünyanın tüm sömürgeci güçlerinin hedefi haline gelen Afrika'nın bağımsızlaşması kolay bir husus değil ki bu tepeden inme yaklaşımlarla ve çeşitli dış güçlerle yapılan ittifaklarla başarılabilecek bir durum da değil. Bilakis bağımsızlık için öncelikle gerçekçi bir düşünceye ve kapsamlı halk hareketlerine sahip olmak, bunun ardından da ciddi bir halk savaşı vermek, halkın kendini yetiştirmiş kadrolarını kendi öz güçleriyle iktidara taşımak gerekiyor. Elbette bunun ardından da bağımsızlaşan ülke yine sömürgecilerin hedefi haline gelecektir. Örneğin Fransa, ülke içindeki güçlerini veya komşu ülkeleri kullanarak söz konusu toprakları tekrar işgal edebilir. Bu tehlike bizi şunu gösteriyor: Afrika ülkelerinin bağımsızlığı, Fransa dahil olmak üzere emperyalist küresel sistemin de işlemez hale gelmesini gerektiriyor ki bu çok daha büyük bir savaşın bir parçası. Bağımsızlık sadece küçük bir toprak parçasına egemen olmakla elde edilmiyor.
- Rus yanlılığı: Bir diğer husus ise Rusya başta olmak üzere Batı bloku dışındaki çeşitli ülkelerin bölgedeki bağımsızlığa kapı aralayabileceği. Öyle ki birçokları Rus destekli güçleri ve darbecileri kahraman ilan edecek kadar ileri gitmiş durumda. Halkla savaşan, halkı katleden, bağımsız bir zihin yapısına sahip olmayan kimselerden bağımsızlık bekleniyor. Uluslararası ilişkilerin tabiatına az dahi olsa hakim olan biri, Rusya'nın bölgedeki varlığından hiçbir surette bağımsızlık çıkmayacağını anlayabilir. Zira Rusya'nın Afrika'daki etkinliğinin amacı ABD ile Fransa ile İngiltere ile aynıdır.
Bu durumu daha iyi kavrayabilmek için sömürge çağının ayrıntılarına göz atmak gerekir. Avrupa'nın Afrika'yı sömürgeleştirdiği yıllarda Rusya ise Asya'daki Türk topraklarını, Sibirya'yı ve ötesini sömürgeleştiriyordu. Afrika'daki sömürge yarışında yer alamadı. Afrika'ya doğrudan dahil olması ise Sovyetler Birliği'nin kurulması sonrasında sahip olduğu vizyonun ardından geldi. Bilhassa Vladimir Lenin'in pratikteki yaklaşımlarıyla şekillenen bu vizyon paralelinde Afrika'da Rus etkisi de arttı. Marksist-Leninist örgütlenmeler kıta genelinde etkinlik gösterdi ve Ruslarca da desteklendiler. Bu etki beklenen derecede büyük çaplı olmadı ve Sovyetler'in dağılması sonrasında Afrika'da desteklediği yapılar da büyük ölçüde tarihin tozlu sayfalarında yerlerini aldılar. Bugün yaşananlar belki de Rusların Afrika'daki ikinci macerası olabilir.
Sözün özü, Rusya'yı bir kurtarıcı olarak görenler, gözlerini çevirip bugün Asya'daki Türk cumhuriyetlerinin haline bakabilirler. Dinlerini, dillerini, kültürlerini, yaşam tarzlarını kaybetmiş, bir grup yönetici ailenin elinde esir olmuş bu toprakların geçmişteki ruh ve dinamizmlerinden ne kadar uzak olduğunu, bölgelerin servetinin nasıl Moskova'ya doğru aktığını müşahede edebilirler.
- Tarihi göz ardı etmek: Yine bu paralelde ihmal edilen bir diğer şey ise tarihi gerçeklikler. Yani Rusların yukarıda bahsettiğimiz şekilde Afrika'da varlık göstermesi. Sovyetler Birliği'nin Afrika'daki varlığı geçmişte Batı'nın sömürge etkisini kıracak bir unsur olarak değerlendirilmişti. Ancak tarihi okuduğumuzda durumun böyle olmadığını, Sovyetlerin de Afrika'yı sömürdüğünü, halka baskı uygulanmasına yol açtığını ve geride bir enkaz bıraktığını görebiliriz. Bugün olan şey dünün aynısıdır. Kısacası, tekerrür eden tarih değildir, tekerrür eden hatalardır.
- Fransa/Batı yanlılığı: Rus yanlılığı kadar çok olmasa da kimilerinin bölgede Fransa ve Batı'nın varlığını desteklediğini görüyoruz. Bunun ne kadar yanlış olduğunu satırlar boyunca anlatmaya gerek görmüyorum. Fransa'ya ve Batı'nın "özgür dünyası"na bir umut olarak bakanları, Fransa'daki müzelerde sergilenen Afrikalı kafataslarına bir göz atmaya davet etmekle yetiniyorum.
- Cuntalara umut bağlamak: Son olarak bir diğer absürd davranış daha var ki bu da askeri cuntaların Afrika'ya bir katkısı olabileceği zannı. Maalesef bugün Afrika da dahil olmak üzere "üçüncü dünya ülkesi" olarak anılan mazlum coğrafyalardaki düzenli orduların tamamı dış bir merkezde eğitim alan subaylardan oluşur. Fransa, ABD, İngiltere, Rusya, Çin gibi ülkelerde eğitilen bu subayların zihniyeti de bu eğitimde aldıklarından ibarettir. Oysa bağımsızlık gibi geniş bir vizyon ve bunu sürdürülebilir kılarak toplumlara küresel sistemi aşabilecek bir zihniyetin önerilebilmesi misyonu, ufku bu eğitimlerle daralmış/kararmış subaylarda yoktur. Halkı çivi, kendilerini çekiç olarak gören bu subayların oluşturduğu cuntalar ne Afrika'ya ne de diğer coğrafyalara bir umut verebilir. Geçmişte de veremedikleri gibi. Umut ancak zihniyeti hür, kendi toprağının evladı olan, umudu ne Batı'da ne Doğu'da arayan, bağımsız kimselerde olabilir.
Ölüm ile sıtma arasında
Bugün Nijer'i ölüm ile sıtma arasında tercih yapmaya zorlanır halde görüyoruz. Esasen Afrika'daki hatta tüm mazlum coğrafyalardaki ülkelerde aynı vaziyet mevcut.
Açıkçası Afrika için ölümü yahut sıtmayı hoş görmek, vicdanlı ve irfanlı bir kimsenin işi olamaz.
Elbette benim şahsi kanaatim de Rusya'nın bölgede artan gücünün ABD, Fransa ve İngiltere gibi aktörlerin etkisini kısıtladığı, gerçek bağımsızlık hareketleri için güç boşlukları oluşturduğu yönünde. Ancak bu düşüncenin ötesine geçerek Rusya'yı ve desteklediği darbecileri "kurtuluş rehberi" gibi lanse etmek oldukça yanlış. Bu en başta, bunların katlettiği binlerce Müslüman sivile ihanet olacaktır. Ne Rusya ne de desteklediği cuntalar Afrika için kurtuluş umudur olabilir. Fransa da Rusya da diğer emperyal güçler de Afrika'nın ve diğer mazlum coğrafyaların yaşadığı kabusun sorumlularıdır. Zalimlerin adalet getirebileceğini zannetmek bir mazlumun son yanılgısı olabilir. Mazlumların beklentisi, zalimin zalimi kırması ve mazlumların da aradan salimen kurtulmasıdır. Zalimlerden zalim beğenilmesi yahut bir zalimin yüceltilmesi insani de İslami de değildir.
Afrika için ölümü de sıtmayı da temenni edemeyiz. Afrika için yalnızca şifa temenni edebiliriz. Şifanın ölüm yahut sıtma ile geleceğini söyleyenlerin bizleri aldatmak ve farklı değirmenlere su taşımak niyetinde olduğunu görmezsek, kendimizi yanlış rotalarda meçhule sürüklenirken bulmamız ise kaçınılmazdır.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.