Hilafetsiz bir asrın ardından İslam aleminin ahvali
Müslümanların hilafeti olmaksızın yeni bir hicri yıl...
Bu yazı, kitleler Amerikan başkanlık seçiminin iki adayı Joe Biden ve Donald Trump arasında cereyan eden ilk tartışmayı takip ederken kaleme alındı. Gözler ve kalpler ekranlara kilitlenmişti, sonrasında analiz ve yorumlar ortalığı kasıp kavurdu. Her kesim, kazanması kendileri için daha iyi olacak başkanı aramaya koyuldu. Hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü bu küresel Amerikan hilafetinin seçimi!
Haçlı hilafetinin karargahı olan Beyaz Saray'a yerleşecek bu yeni "halife" dünya çapında çok şey yapmaya kadir. Eğer öyle olmasaydı dünyanın herhangi bir yerinde olan seçimler kimsenin umurunda olmadığı gibi Amerikan seçimleri de kimsenin umurunda olmazdı.
Her tarafta zayıf konumda olan ve boğazlanan biz Müslümanlar bile hangi adayın daha müspet olduğunu, daha doğrusu daha az zararlı olduğunu tartışıyoruz. Her iki aday da bizi katletme ve kutsallarımızı hiçe sayma konusunda müttefikler. Fakat bize zarar vermenin, bizi sömürmenin, kaynaklarımızı yağmalamanın, dinimizi ve dünyamızı talan etmenin nasıl olacağı hususunda birbirleriyle çekişiyorlar.
Nasıl oluyor da biz ve onlar bu duruma geldik?
Bu soruya cevap vermeden önce hemen yanı başımızda meydana gelen fakat kalplerin gafil kaldığı ve gözlerin görmezden geldiği bazı olayları hatırlayalım.
Sonra gözlerimizin ve kitlelerin niçin okyanusun ötesine yönelip dibimizde olanları gözden kaçırdığımızı sorgulayalım.
Şayet sebebini bilebilirsek çözümün elimizde olduğunu görüp şaşıracağız.
1-Mescid-i Aksa'daki hakaretler
Geçen ay gerçekleşen en çirkin olaylardan biri, 5 Haziran 2024 günü Siyonist Yahudi gruplarının Mescid-i Aksa'yı işgal yıl dönümlerini kutlamak üzere, Mescid-i Aksaya düzenledikleri baskın esnasında Hazreti Peygamber'e yönelik sövgü ve hakaretleriydi.
Bundan daha büyük olan cürüm ise olayın fark edilmeden geçip gitmesiydi. Bu olay ne yöneticilerden ne yetkililerden ne rejimlerden ne resmi dini kurumlardan tepki gördü. Hatta İslam dünyasının büyük medya kuruluşlarının dahi dikkatini çekmedi. Olanlar, sanki Müslümanların imamı, lideri, rol modeli ve onur kaynağı olan Hazreti Peygamberimizle alakası olmayan herhangi bir haber gibi ele alındı.
Bütün bunlar, aynı Siyonist Yahudilerin Müslümanlara karşı yürüttüğü, Arap ve İslam dünyasının rejimlerinin aciz ve zayıf bir durumda olduğunu, bir kısmının ise kafir, zındık ve hainler olduklarını açığa çıkaran bu katliamın ve savaşın gölgesinde gerçekleşti. Öyle ki bu rejimler Siyonistleri desteklediler ve ülkelerinin daha önce açık olmayan kara ve deniz yollarını açarak onlara mal akışını sağladılar.
Aynı zamanda Gazze'de öldürülen ve boğazlanan kardeşlerimiz karşısında bu rejimlerin elleri kolları bağlı kaldı. Hepsi onları muhasara altında tutmak üzere anlaşmışlardı. Mısır rejimi Gazze'deki Müslümanların katliamdan tek kurtuluş yolları olan sınır kapısını kapattı. Bunun da üzerine, soykırımdan kaçanlardan ve yaralılardan -İsrail'den müsaade aldıktan sonra- yüksek meblağlar alarak utancına utanç kattı. Sonra İsrail tarafı ile anlaşıp Refah sınır kapısının karşı tarafını işgal etmelerine müsaade etti. Siyonistlerin yararına olduğu sürece barış anlaşmasının çiğnenmesinde bir sorun yoktu. Geçmişte ise Filistinli biri sınırı geçerse Mısır milli güvenlik putunu korumak adına katlediliyordu. Ama putlarını yiyen İsrail olduğunda bir sorun olmamıştı.
Gazze'ye sınır kapısı olmayan rejimler ise Siyonistlere hizmetlerini eda edecekleri başka pozisyonlar aradılar. Bu yazının kaleme alınmasından birkaç gün önce Gazze'den ve İsrail'den çok uzakta yer alan Fas'ın, İsrail'e silah taşıyan ve İspanya'nın yakıt ikmali yapmayı reddettiği gemilerin yakıt ikmalini üstlendiği ortaya çıktı. Bundan bir gün sonra Fas uçaklarının İsrail askeri havalimanlarına uçuşlar gerçekleştirdiği öğrenildi. Bu tür bir girişimin tek açıklaması ihanet, Allah düşmanlığı ve Yahudi-Haçlılara olan bağlılık olabilir.
Siyonistlere yardım etme ve Müslümanlarla savaşma üzerine birleşmiş bu rejimlerin tamamı kendi ülkelerinin vatandaşlarını susturma konusunda da müttefikler. Her biri halkının Gazze'yi desteklemesine veya gösteri düzenlemesine karşı baskı uyguluyor.
Müttefiklerini ve müvekkillerini ifşa etme konusunda bir çıkarı olmayan Siyonistlerin "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" ibaresini taşıyan İslam'ın bayrağını çiğnerken paylaştıkları fotoğrafları gördüğünde, bu rejimlerin münafıkları ve yardakçılarının, Siyonistlere içten ve muhlis bir biçimde hizmet ediyormuş gibi sarsılmadıklarına şahit oluyoruz. Bu rejimlerin münafıklarından "Onlar Suud bayrağını değil Hamas bayrağını çiğniyorlar" diyenleri gördüm.
Kalbi Allah'ı, Resulü ve dini için sahip olması gereken gayretten nasibini almayan ancak yöneticisi için gayrete gelen bu alçak, arsız zındığa bakın ki, yapılan hakaret Suud devleti ile alakalı olduğunda ortalığı ayağa kaldırırken hakaretin Allah'a, Resulüne ve İslam sancağına yapılmış olması onun umurunda olmuyor.
Bundan daha utanç verici bir şey var mıdır acaba?
2-Sudan'da yaşananlar
Gazze'deki korkunç manzarayla beraber Sudan belki de ondan daha korkunç bir manzaraya sahne oluyor. Şayet Gazze halkı kendilerine Siyonistler kadar hatta daha fazla düşmanlık eden Arap rejimleri ile boğuşuyorsa Sudan halkı bu rejimlerin yanı sıra aciz hatta bir kısmı hain olan, ne düşmanı karşısında kendini savunabilen ne de başkasına kendini savunması için izin veren bir yönetim ile sınanıyor.
Şayet Gazze halkı özgürlüğünü önce Siyonistlerin sonra da hain El Fetih ve Filistin Yönetimi'nin pençesinden kurtarıp kendi kararı ile bölgenin en büyük gücü ile yüzleşiyorsa, -tarihte görülebilecek en tuhaf manzaralardan biri olarak- otuz senedir ülkelerinin sahibi olan Sudan halkı şimdi ülkesini kaybediyor! Bir ülkeyi otuz yıl boyunca yöneten insanların daha sonra bu kadar basit ve kolay bir şekilde iktidardan uzaklaştırıldığı, hapse girmeye, mallarının yağmalamamasına ve ülkenin yıkımına razı olup adil bir seçimi bekledikleri gibi tarihte başka bir örnek yoktur. Bir gün gelip tekrardan kazanmalarına izin verileceğini zannediyorlar.
Onlar bunu beklerken Hemidti ise az kalsın İslamcıları tamamen tasfiye edeceği darbesini tamamlayacaktı. Fakat Allah'ın ikramı ile bu darbe hedefine ulaşmayıp başarısız oldu. Ve İslamcı kesim ya zayıf ya da hain olan Abdulfettah Burhan'ın arkasına sığındılar. Bu adamın kötü ve art niyetli olması şöyle dursun, iyi niyetli olsaydı dahi peşinden gidilmesinin sonu yok oluştan başka bir şey değildir. Şu anda Sudan'ın parçalanması ve gerçek anlamda dağılmasının yanı sıra katliamlar, açlık, yerinden edilme, kadınların ırzlarına yönelik saldırılar ve kabile büyüklerinin aşağılanması bu sanrının sonuçlarıdır. Halkımız ise hala krizin bir parçası olan Burhan'ın çözüm olduğuna inanıyor.
Zengin yer altı kaynaklarına sahip bu ülke tarihinin en çetrefilli ve en zor krizlerinden biriyle yüzleşirken Müslümanların çoğunluğu yaşananlardan bihaber. Haberi olanların çoğu da ne olup bittiğinden ve çözümün mahiyetini bilmekten uzak.
3-Tacikistan ve Arakan
İslam dünyasının diğer çeperlerinde göz gezdirdiğimizde yakın zamanda iki aziz Müslüman beldede meydana gelmiş iki musibet bizi şaşırtacaktır: Tacikistan ve Arakan.
Bütün dünyadan silinmiş Komünizm, Orta Asya cumhuriyetlerinde veya diğer adı ile eski SSCB ülkelerinde, Müslümanların tarihinde Mâverâunnehir olarak tanıdıkları topraklarda varlığını hala devam ettiriyor.
Arap dünyamızda devam eden istibdat düzeninin muadili olarak bu Müslüman ülkeleri, din ve İslam'ın izini silmeyi kendisine şiar edinmiş Sovyet bakiyesi liderler yönetiyor. Bu bölgelerin hala Müslüman kalabilmesi bu dinin bir mucizesi ve müminlerin tarihinin harikulade olaylarından biridir.
Özellikle Orta Asya cumhuriyetleri arasında dindarlık oranının en yüksek olduğu, alimlerin ve ilim talebelerinin en fazla olduğu Tacikistan'ın konumunu Arap ülkeleri arasında Suudi Arabistan'ın ve Mısır'ın konumuna benzetebiliriz. Ülkeyi idare edip İslam'ı yok etmek isteyen tağutunun da Suud ve Mısır tağutlarından da pek bir farkı yok. İddiasına göre İslam Taciklere Araplar ve Türkler eliyle gelmiş yabancı bir kültürü temsil ediyor. Kendisi de bütün yabancı kültürleri yok etmeyi görev edinmiş!
Avrupayi kıyafetler giyen, Batı kanunları ile yöneten, siyasal olarak Putin'e bağlı olan ve bunların hiçbirinin Rus ve Rum kaynaklı yabancı adetler olduğunu düşünmeyen bu baskıcı adam, "milli olma" iddiasında ve "yerel kültüre aidiyetinde" gerçekçi olsaydı çok daha farklı bir tutum benimsemesi gerekirdi.
Bu ülkede olan korkunç hadiseler birkaç satırla özetlenebilecek türden değil. Daha korkunç olanı ise İslam'ın yok edildiği Tacikistan'dan dini için kaçanların sığınacakları ve kendilerine yapılanları anlatabilecekleri bir yer yok. Bu kıyımın en son halkası da başörtünün ve çocukların İslami bayramları kutlamalarının yasaklanması oldu.
Güneydoğuya gittiğimizde ise unutulmuş ve Müslümanların katliama uğradığı bir ülkeye geliyoruz: Burma ya da diğer adı ile Myanmar'da yer alan Arakan bölgesindeki Rohingya Müslümanlar. Budist isyancılarla Burma rejimi ordusu arasında cereyan eden iç savaşın neticesinde bu zavallı Müslümanlar belki de kendi ülkelerinde hayatlarının ve tarihlerinin son demlerini yaşıyorlar. Bu savaş (önceki yıllarda yaşanan, birçok Müslümanın boğularak veya sığındıkları Bangladeş'te hastalıklar ve diğer zor koşullar nedeniyle öldüğü göç dalgalarına ek olarak) bazı tahminlere göre 100 bin, bazı tahminlere göre ise 200 bin Müslümanın yerinden edilmesine neden oldu.
Daha da kötü olanı Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan'da Arakan davasını örgütleyen eğitimli Rohingya gençleri, ortada bir suç veya soruşturma olmaksızın tutuklayıp 10 seneden 20 seneye kadar hapis cezasıyla mahkum etti. Bunun yanı sıra Rohingya Müslümanların bu ülkede uzun süre ikamet etmelerine rağmen oturum izinlerini uzatılmasında zorluklar çıkartılıyor.
Büyük bir misyon
Olaylar çok uzadı, son haddine ulaştı. Kalbinde Allah ve Resulü'ne sevgi besleyen her Müslümanın bu olanlar üzerine düşünmesi ve bu utançtan kurtulmak için çalışması gerekmektedir. Herkes yapabildiği kadarıyla...
Biz şu an hicretin, İslam tarihinin en önemli anı olan İslam ümmetinin doğuşu ve İslam devletinin kuruluşunun yıl dönümündeyiz.
Başımıza gelen her musibet, her felaket ve her katliam hilafetin düşüşü ve İslam devletinin yıkılışı felaketinin bir parçası. Bu düşüşten sonra alçakların sofrasına oturan yetimler olduk. Her bir kavim Müslümanlardan bir gruba musallat olarak gençlerini katledip, kadınlarının iffetini kirletip, mallarını yağmalayıp onları kendi vatanlarında köleleştirdiler.
Müslümanların sorunları çok çeşitli ve dallı budaklı olsa da çözümü İslam topraklarını içine alan bir İslam devletinin kuruluşu ve Hilafetin tekrardan ikamesidir. Nitekim, Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Hazreti Peygamber'in uyguladığı çözüm de budur. Ebubekir radiyallahu anh bu devletin bekası için savaşmış, Ömer radiyallahu anh ve Osman radiyallahu anh genişlemesi için cihad etmiş ve Ali radiyallahu anh birliği için mücadele etmiştir. Muaviye radiyallahu anh'tan başlayarak 2. Abdülhamid'e kadar Müslüman halifeler arasından salih olanlar ellerinden geldiğince bu devletin muhafazası ve güçlenmesi için çabaladılar.
Kitleler şu anda, sadece güçlü bir devletleri olduğu için Amerikan seçim tartışmasına kitleniyorlar. Zira bir devlette meydana gelen değişimler, bu devletin gücü oranında kitleleri etkiler.
Rohingya, Tacikistan ve Sudan ise paramparça oldukları için kimsenin dikkatini çekemedi. Aksi olsaydı bu ülkelerde meydana gelen olaylar kimsenin gözünden kaçmazdı.
Hac gibi büyük bir ibadetinin etkilerinden henüz uzaklaşmadığımız şu günlerde, derin dersler almak üzere hicretin yıl dönümünü yaşıyoruz. Müslümanların devleti yıkılmışsa da hac onlara tek bir ümmet olduklarını, tek bir rableri, tek bir peygamberleri ve tek bir ibadetleri olduğunu hatırlatıyor. İnsanlar bu toprakları ziyaret ettiklerinde Hazreti Peygamberin izlerini, davet ve devlet yolunda verdiği cihadı müşahede ediyor, Mekke'de onun davetini ve devlet kurmak için toprak arayışını; İslam'ın hükmünün, cemaatinin ve nizamının üssü ve başkenti olan Medine'de ise devlete sahip olan bu dine davet için ettiği cihadı anımsıyorlar.
İslam devletinin çöktüğü, Müslümanların paramparça olduğu ve hiçbir zaman bu kadar kötüsünü tecrübe etmediğimiz bir zaman diliminde hicret gerektiği gibi Müslümanlarca yad edilmiyor.
Her mecrada ve her fırsatta alimlerin, davetçilerin ve bütün Müslümanların omuzlarında cevabını aramaları, sonra gereğini yerine getirmeleri ve getirmeye teşvik etmeleri gereken büyük bir misyon var:
- Aralarına çizilen sınırları parçalayarak ilişkilerini güçlendirmek ve özellikle dini baskılara maruz kalan topraklara yardım etmek amacı ile ümmet hac ibadetinden nasıl istifade edebilir?
- Hazreti Peygamber'in kendisi, sünneti ve hayatı ile olan bağın, O'nun makamına dil uzatanlara tepki verilirken cezalandırıcı biçime evrilecek potansiyelde olması için Hazreti Peygamber'den izler taşıyan bu topraklarda eda edilen hac ibadetinden ümmet nasıl istifade edebilir?
- İslam devletinin tesisine götüren hicret hadisesinden ümmet nasıl istifade edebilir? Hicret olayından yola çıkarak İslam devletinin zaruri bir ihtiyaç olduğuna, Müslümanların hayatında yol açacağı değişime, Müslümanların başka hiçbir şeye ihtiyaçları olmadığı kadar gerçek ve güçlü bir İslam devletine muhtaç olduğuna nasıl dikkat çekilebilir?
- İslam devleti, ilk olarak Hazreti Peygamberin farklı Arap kabileleri ile görüşmesi, sonra Ensar ile yaptığı iki biat ile nasıl tesis edildi? Bu devlet, sözleşmeler ve ittifaklar üzerine olduğu kadar Müslümanların kılıçları üzerinde yükselmişti. Bu da bize silah ile yapılan cihadın siyaset ile yapılan cihada koruma vazifesi yaptığını gösteriyor. Gazze'deki ve diğer topraklardaki mücahit kardeşlerine bu konuda ilim ehli olanlar ve mütefekkirler ne tavsiye etmeli?
- Yahudilerin Hazreti Peygamber'e olan düşmanlıklarının her daim Müslümanlara hatırlatılması gerekiyor. İmkanları en üst düzeyde kullanarak, Hazreti Peygamber'e hakaret edenlerin cezalandırılması yönünde sürekli, gayretli, ısrarlı ve sabırlı bir şekilde çalışmaya Müslümanların teşvik edilmesi ve cesaretlendirilmesi gerekiyor.
Mepa News okurları için Türkçeleştirilen bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.