Hindutva'nın İslam karşıtı komplo teorisi: 'Aşk Cihadı'
'Aşk Cihadı', bir diğer değişle “Love Jihad” geçtiğimiz 10 yıl süresince Hindistan gündemini çokça meşgul eden, 2014’ten yılından beri ise gündemi domine eden bir konu olarak karşımızda duruyor. Aşk cihadının, komplocu bir zihniyetin en basit tanımıyla “Hindistan’da Müslüman nüfusun artması için Müslüman erkeklerin Hindu kızların akıllarını çelmesi sonucu Hindu kızlarla evlenerek onların ve çocuklarının Müslüman olmalarını sağlayan bir mücadele yöntemi" olduğu iddia ediliyor.
Müslümanların stratejik olarak uyguladığı iddia edilen bu yöntem her ne kadar Hindistan toplumu nezdinde pek fazla kabul gören bir iddia olmasa da aşırı milliyetçi Hindular tarafından hem üretilen hem de inanılan bir komplo teorisidir. Konuyu biraz daha açmak için şu soruları sormamızda fayda olduğunu düşünmekteyim. Hindistan’da dinler arası evlilik yeni ortaya çıkan bir durum mu? Gerçekleştirilen dinler arası evlilikler hangi dinler arasında yapılmaktadır? Hindistan anayasası dinler arası evliliğe nasıl bakmaktadır?
Hindistan'da farklı dinden kişiler arası evlilikler
Dinler arası evlilik yahut Müslüman erkeklerin Hindu kızlarla evlenmesi, Hindutva ideolojisinin iddia ettiği gibi, Hindistan’ın 1947 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından Müslümanların nüfus oranlarını etkilemek için stratejik açıdan uyguladığı bir yöntemin sonucu olarak ortaya çıkan bir durum değildir.
Tarihi olarak, Müslümanların Hint topraklarına akınlar düzenlemeye başlaması ve fetihler yapmasıyla Müslüman – Hindu topluluklarının ilişkiye girdiklerini görüyoruz. İlk safhalarda bu iki dine mensup kişilerin iç içe geçmeyen iki topluluğu oluşturdukları görülse de Hindistan’ın geneline hükmeden Babür devleti döneminde daha sıkı ilişkilerin geliştiği bilinmektedir. Hatta Babürlüler tarihinin en etkili ve en meşhur hükümdarı Ekber Şah’ın bizzat kendisinin, Hindular ile Müslümanlar arasındaki kalın duvarların yıkılması için Hindu bir kadınla evlendiği bilinmektedir. Bununla beraber bu tarz dinler arası evliliklerin o dönemlerde yapıldığı ve hala yapılmaya devam ettiği bir gerçektir. Fakat bu tarz evliliklerin hem dini hem de toplumsal açıdan birtakım zorlukları olduğu için, bunun pek tercih edilen bir evlilik türü olmadığı bilinmektedir.
Dini açıdan karşılaşılan zorluk hem Müslümanlar hem de Hindular için geçerlidir. İslam şeriatına göre Müslüman bir erkeğin evleneceği kadının Müslüman olmasa bile ehli kitaptan olması şartı, direkt olarak Hindu bir kadınla evlenmesinin önünü kapatmaktadır. Eğer ki böyle bir durum geçekleşecekse Hindu kadının Müslüman olmasından başka herhangi bir çıkar yol görünmemektedir. Bunun yanında Hinduizm’de evlenme bahsine baktığımızda karşımıza İslam şeriatından daha sıkı kuralların olduğu görülmektedir. Hinduizm’e göre iki kişinin evlenmesi için ikisinin aynı dinden olması yeterli değildir. Aynı zamanda ait oldukları kastın diğer kastla olan ilişkisinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Tarihi ve dini boyutunun yanında istatistiki verilere de baktığımızda, Kumidin Das ve ekip arkadaşlarının 40 bin kişi üzerinde yaptığı araştırmaya göre katılımcıların %90’ı kastlar arası evliliği uygun bulmamakta ve Hindu bireylerin aynı kasta mensup kişilerle evlenmeleri gerektiğini savunmaktadır. Yine aynı araştırmaya göre de katılımcıların dinler arası evliliğe %97,9 oranında karşı oldukları sonucu ortaya çıkmıştır. Yine diğer bir istatistiki veriye göre Hinduların %99, Müslümanların ise %98 oranında (Pew Research Center) yine kendi dinlerine mensup kişilerle evlendiği saptanmıştır.
"Aşk Cihadı" komplo teorisi
Yukarıdaki tarihi sürece, dini kriterlere ve istatistiki verilere baktığımızda Hindistan toplumunda dinler arası evliliğin her ne kadar az bir oranda da olsa mevcut olduğunu fakat tercih edilen bir evlilik türü olmadığını görmekteyiz. Bunun yanında komplocu bir zihniyetle iddia edilen aşk cihadının bu şartlar altında uygulanması ve gerçek bir sonuç vermesinin de çok zor olduğu görülmektedir.
Konuya Hindistan Anayasası'nın bu meseleye bakış açısını ele alarak devam edebiliriz.
İlk olarak 1947 yılında bağımsızlığını elde eden Hindistan’ın kurucu ilkelerine baktığımızda "seküler, laik ve çoğulcu" bir ülke ile karşılaşırız. O dönemde kurulan Pakistan’ın tersine dini ve etnik açıdan daha heterojen bir topluma sahip olan Hindistan’ın anayasasının da buna göre tasarlandığı görülmektedir. Hindistan Anayasası’nın 25 – 28. Maddelerine baktığımızda, bu maddelerde devletin vatandaşların inanç özgürlüğünü temel bir hak olarak güvence altına aldığı belirtilmiştir.
Bunun yanında inanç özgürlüğünün tesisini güçlendirmek için 1976 yılında Hindistan’ın seküler bir devlet olduğu ibaresi anayasasının ön sözüne eklenmiştir. Fakat tüm bu yasal hakların ve kurucu ilkelerin yanında, 2014 yılında siyasi propaganda olarak başlatılan "aşk cihadı" mevzusu, Hindutva ideolojisine mensup iktidar partisi BJP ve aynı zihniyete mensup sivil toplum örgütleri tarafından ülkenin gündemine sokulmuştur. Hatta anayasa tarafından güvence altına alınan inanç özgürlüğüne dair haklar dönemin iktidar partisi temsilcileri tarafından yok sayılmış ve Müslüman vatandaşlar açık bir şekilde tehdit edilmiştir. Örneğin Uttar Pradeş Eyalet Başkanı Yodi Adityanath’ın 2017 yılında yaptığı konuşmasında “Eğer onlar bir Hindu kız alırlarsa bizler 100 tane Müslüman kız alacağız. Onlar bir kişiye saldırırsa bizler 100 Müslümana saldıracağız.” ifadesini kullanmıştır.
Bunun yanında Uttarkand eyaletinde üst düzey bir polis memuru olan Ashok Kumar'ın “Müslümanlara karşı işlenen suçlarda soruşturmalar hukuki bir sürecin gerekliliği olarak yapılacak ve Müslümanlara müsamaha gösterilmeyecektir.” dediği ve bir diğer konuşmasında “Myanmar'da olduğu gibi burada da polis, politikacılar, ordu ve her bir Hindu silah almalı ve bizler de bu temizlik hareketini yapmak zorundayız. Bunun dışında bir çözüm yok" ifadelerini kullandığı kaydedilmiştir.
Devletin birçok noktasında varlık gösteren Hindutva ideolojisine mensup kişilerin bu tarz konuşmalarından daha birçok örnek gösterilebilir. Fakat burada dikkat çekilmesi gereken konu böyle bir durumda aşk cihadı gibi bir komplo teorisinin sonuçlarının neler olabileceğidir. Aslına bakılırsa yapılan bu propagandaların sonuçları Hindistan’da kendini göstermektedir. Her geçen gün medyaya bir Müslümanın gördüğü şiddet videoları düşmektedir. Bu şiddet ve ölüm haberlerine Arbaaz Aftab’ın hikayesi örnek olarak verilebilir.
Arbaaz Aftab 24 yaşında Müslüman bir Hindistan vatandaşıydı. Bir arkadaşı tarafından 28 Eylül 2021 tarihinde tren rayları üzerinde kafası gövdesinden kopmuş bir şekilde bulundu. Polisin yürüttüğü soruşturmaya ve ailesinin aktardıklarına göre Arbaaz, kendi mahallesinde yaşayan Hindu bir kıza aşık olmuştu ve onunla evlenmek istiyordu. Fakat kızın ailesinin bu durumdan haberinin olmasıyla beraber ilk başta kızı Arbaaz’dan uzaklaştırmak istediler. Bu sonuç vermeyince kızın ailesi “Sri Ram Sena” adındaki Hindutva ideolojisine benimseyen bir örgütten yardım talep etti. Sri Ram Sena adındaki örgüte mensup kişiler Arbaaz’ı kızı terk etmesi konusunda tehdit edince annesinin de telkinleriyle Arbaaz kızdan ayrıldı. Fakat annesinin söylemlerine göre Arbaaz’ın kızdan ayrılmasından 2 gün sonra cansız bedeni tren raylarında bulundu. Her ne kadar örgüt yöneticileri bu olayla bağlantılarının olmadığını söyleseler de örgüte bağlı 10 kişinin bu soruşturma sürecinde göz altına alındığı ve kızın ailesinin de bu örgütle bağlantısının olduğu tespit edildi. (Arbaaz Aftab’ın tüm hikayesi için)
Hindistan’da Arbaaz’ın hikayesine benzer birçok olay yaşanmaktadır. Öldürülen Müslümanlar bazen aşk cihadı bazense Kurban Bayramı’nda inek kesilmesi bahaneleriyle baskılanmakta, şiddet görmekte hatta katledilmektedir.
Yaşanılan bu olaylar sonucu failler ya işledikleri suçlara oranla ufak cezalara çarptırılmakta ya da herhangi bir ceza ile karşılaşmamaktadır. Hindistan’da aşırı grupların artan bu baskı ve şiddet olayları, önümüzdeki günlerde yüksek olasılıkla daha da fazla yoğunlaşarak devam edecektir.
Bu yazıda yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.