İnsanlar eşi görülmemiş boyutta doğayı tahrip ediyor
İnsanlık gezegen üzerindeki yaşam destek sistemlerini uçurumun kenarına doğru sıkıştırırken, hayvan popülasyonları 1970’ten bu yana ortalama %68 seyrekleşti.
Yeni bir rapora göre, insanların aşırı tüketimi, nüfus artışı ve intansif tarım nedeniyle vahşi yaşam popülasyonları dünyanın dört bir yanında serbest düşüş halinde.
WWF ile Londra Zooloji Topluluğu’nun (ZSL) 2020 Yaşayan Gezegen Raporu’na göre, memelilerin, balıkların, kuşların, amfibilerin ve sürüngenlerin küresel nüfusu, 1970 ile 2016 arasında ortalama %68 seyrekleşti. Yalnızca iki yıl önce bu oran %60’tı.
Sahip olduğumuz en kapsamlı küresel biyoçeşitlilik değerlendirmelerinden biri olan ve dünyanın dört bir yanından 134 uzman tarafından yürütülen araştırmaya göre, orta Amerika’dan Pasifik Okyanusu’na kadar yağmur ormanları boyunca, doğa insanlar tarafından tarihte benzeri görülmemiş bir ölçekte talan ve tahrip ediliyor.
Analiz, 4392 omurgalı hayvandan oluşan 20.811 popülasyona dair küresel verileri takip etti. Takip edilenler arasında, daha az bilinen amfibiler ve balıkların yanı sıra, pandalar ve kutup ayıları gibi tehdit altındaki yüksek profilli hayvanlar vardı. Elde edilen en son rakamlar, dünyanın tüm bölgelerinde, omurgalı vahşi yaşam popülasyonlarının, 1970’ten bu yana ortalamada üçte ikiden fazla düşüş kaydederek tükeniş yaşadığını gösteriyor.
"Omurgalı vahşi hayvan popülasyonunda yüzde 94 düşüş"
ZSL’deki araştırmaya öncülük eden Robin Freeman, “Bu düşüşleri konuşarak ama bu konuda hiçbir şey yapmayarak 10-20 yıl geçirdik. Bu beni yıldırıyor ve öfkelendiriyor. Masalarımızda oturup bu istatistikleri topluyoruz ama gerçek yaşamda bir etkileri olmuyor. Bu düşüşlerden bazılarının ne kadar dramatik olduğunu ifade bile edemem,” dedi.
En alarm verici düşüşler Latin Amerika ve Karayipler’de kaydedilmiş: omurgalı vahşi yaşam popülasyonlarında ortalama %94’lük bir düşüş. Bölgedeki sürüngenler, balıklar ve amfibiler en kötü etkilenenler olmuş. Bunun sebebi ise, ekosistemlerinin aşırı sömürülmesi, habitatlarının bölünmesi ve hastalıklar.
Afrika ve Asya Pasifik bölgesi de memelilerin, kuşların, balıkların, amfibilerin ve sürüngenlerin sıklığında büyük düşüşler yaşamış: iki bölgede sırasıyla %65 ve %45. Kuzey Amerika %33 düşüş görürken Avrupa ve Orta Asya %24’te kalmış. Vahşi yaşamın borsa gibi bir endeksine benzeyen Yaşayan Gezegen Endeksi’ni (LPI) oluşturmak için, dünyanın biyoçeşitliliği daha yüksek olan tropikal bölgelerine ağırlık verilmiş.
Uzmanlar, LPI’nin, altıncı kitlesel soy tükenişine dair ek kanıtlar sağladığını söylüyorlar: BM’nin 2019 küresel değerlendirme raporuna göre, bir milyon tür insan faaliyetleri sebebiyle risk altında. Yeryüzü üzerindeki yaşam ağının tahribinden insanların gıda üretimi için ormansızlaşma ve vahşi yaşam alanlarının dönüştürülmesi sorumlu büyük ölçüde.
Rapor, yeryüzünün buzla örtülü olmayan topraklarının %75’inin, insan faaliyetleri sebebiyle ciddi şekilde değişime uğradığını ve sulak arazilerin neredeyse %90’ının 1700’lerden bu yana kaybedildiğini vurguluyor.
"Ağaç kesimini durdurmak hayati önemde"
WWF’de muhafaza ve bilim baş direktörü olan Mike Barrett, “Gıda ve tarım sektörlerinde acilen eyleme geçmemiz gerekiyor. Biyoçeşitlilik kaybına dair tüm göstergeler, hızla yanlış yönde ilerliyor. Başlangıç olarak, ağaç kesimi ile ormanları yok etmeyi derhal tedarik zincirimizden çıkarmamız gerek. Bu kesinlikle hayati önemde,” diyor.
Tatlı su alanları, en çok tahrip olan habitatlar arasında ve bu alanlardaki her üç türden birinin soyunun tükenmesi tehlikesi ve ortalama %84’lük bir popülasyon seyrelmesi söz konusu. Etkilenen türler arasında, Yangtze nehrinde bulunan kritik derecede tehdit altındaki Çin mersin balığı var. Popülasyonları %97 düşmüş.
Uydu görüntülerinin kullanıldığı raporda, vahşi doğa alanlarının (yani insan eli değmemiş) yeryüzünün karasal alanının yalnızca %25’ine düştüğü ve bu alanların büyük oranda Rusya, Kanada, Brezilya ve Avustralya ile sınırlı olduğu ortaya çıkmış.
WWF’deki baş yöneticilerden Tanya Steele, “Vahşi yaşamı yeryüzünden siliyoruz, ormanlarımızı yakıyoruz, denizlerimizi kirletiyoruz ve aşırı balık avlıyoruz, vahşi yaşam alanlarını tahrip ediyoruz. Dünyamızı, tek yuvamız olan yeri mahvediyoruz. Sağlığımızı, güvenliğimizi ve yeryüzünde hayatta kalabilme imkanımızı riske atıyoruz,” diyor.
Sör David Attenborough, insanlığın yeni bir jeolojik çağa, antroposene girdiğini söylüyor. “Bu çağda yeryüzüne insanlar hakim ama belki de ona hükmetmek yerine hizmetkarı olmayı öğrenmemiz gerekiyor.”
“Bunu yapmak için gıdayı nasıl ürettiğimiz, enerjiyi nasıl yarattığımız, okyanuslarımızı nasıl idare ettiğimiz be nasıl malzeme kullandığımız konusunda sistemsel değişiklikler yapmamız gerekiyor. Ama hepsinden öte, bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor,” yazmış rapora eşlik eden yazılardan birinde. “Salt ulusal çıkarların dikkate alındığı günler geride kaldı, yaklaşımımız enternasyonalizm olmalı ve bunu yaparak ulusların dünyadan aldıkları ve ona geri verdikleri konusunda eşitliği sağlamalıyız. Daha müreffeh ülkeler çok uzun zamandır alıyorlar ve artık verme vakitleri geldi.”
Veriler ekseriyetle dünyanın dört bir yanındaki vahşi yaşam popülasyonlarının seyrekleşmesini gösterse de, endeks, bazı türlerin durumunun koruma çabaları sayesinde düzeldiğini de gösteriyor. Avustralya’da siyah kuyruklu resif köpek balığı ve Nepal’de Nepal kaplanı popülasyonları düzelme göstermişler.
PLI’ya 14 yıldır veri derleme konusunda destek sunan ZSL araştırma yardımcısı Louise McRae, “Çok can sıkıcı istatistikler veriyoruz ama hiç umut yok değil. Aslında bu popülasyonların durumunun düzelmesini sağlayabildiğimizi de görüyoruz,” diyor. “Kara ve can sıkıcı bir tablo sunmak beni de üzüyor ama en azından bu kısmından umut çıkarabiliriz.”
Bugün Newcastle Üniversitesi ve BirdLife International tarafından açıklanan başka bir çalışma, BM Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu’nun 1993’te yürürlüğe girmesinden bu yana en az 28 kuş ve memelinin soyunun tükenmesinin koruma çalışmalarıyla önlendiğini gösteriyor.
Guardian
Çeviri: Dünyadan Çeviri