Irak'ta patlak veren protestolar ve İran'ın ülkedeki nüfuzu
Irak’ta Protestolar Patladı, Reformlar Konusunda Artık Daha Ciddi Olunmak Zorunda
Halkın talepleri makul ve sabırları da neredeyse tükenmek üzere, o yüzden Bağdat yönetimi şiddet olayları kontrolden çıkmadan bir an önce ekonominin önünü açıp, hayati hizmetleri halka götürmek için işe koyulmalıdır.
Washington, Bağdat yönetimini milisleri kontrol altına alması ve İran enerjisine olan bağımlılığını azaltması için zorlarken Iraklı vatandaşlar başka meselelerden dolay öfkeden patlamak üzere. Hükümetin, genel hizmetlerin aksatılması, iş olanaklarının azalması ve iş olanakları yaratılmaması nedeniyle sorumlu tutulduğu ve yönetimdeki yolsuzluklardan doğan nefret, 1 Ekim’de Bağdat’ta bazı spontane ve lidersiz protesto gösterilerine yol açtı.
Gösteriler hızlı bir şekilde ülkenin orta ve güney kesimlerine de sıçradı. İlk saatlerde herhangi bir şiddet olayı olmamasına rağmen, güvenlik güçlerinin aradan çok geçmeden ölümcül güç kullanması protestocuların hem öfkesini hem de sayısını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Haftasonuna gelindiğinde, bilanço aralarında güvenlik güçlerinin de bulunduğu 65 ölü ve binin üzerinde yaralıya ulaştı.
Hükümetin gösterileri bastırmak için aldığı ağır önlemlerin yanı sıra internet erişimi kesildi ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi ancak protestocular bu emre karşı koydu.
Bu durum, Bağdat hükümetinin iş olanakları sağlamada ve yozlaşmayı azaltmada umut vaat eden kesin adımlar atmaması halinde daha da ağırlaşabilir. Her iki hususta da ABD’nin yardım etmesi mümkündür.
Sistem arızası
Irak’ta bir türlü sağlam bir idare hayat bulamamaktadır. Saddam sonrası sahneye çıkan liderlerin, mezhebe dayalı temsil meselesine odaklanması ve devlet kurumlarını çürümeye terketmesi nedeniyle devlet küçücük parçalara bölünmüş bir hale geldi.
Bugün Irak’ta 263 kayıtlı siyasi parti bulunmaktadır. Ülkenin döner sermaye/hamilik üzerine kurulu sistemi etkili bir ekonomik politika üretemeyecek seviyede kötü idare edildiği için şu kısır döngünün içinden çıkılamamaktadır: erken seçimlerle hükümette kendine yer bulan partiler, ele geçirdikleri güç miktarınca kendi destekçilerine iş ve ihaleler ayarlayıp bir sonraki seçimler için onların oylarını garanti altına almak ister – Irak’ın en büyük ithalat kalemi petrol olup, petrol gelirleri bütçenin %92’sine tekabül etmektedir.
Parti içindeki seçkin tabakanın tüm gücü elinde tutmasını bir nebze engellemekte başarılı olsa da bu sistem, halkın geri kalanına sosyal hizmetler, altyapı ve iş imkanı sağlamak noktasında tam bir fiyaskodur. Mesela, bir önceki yıla göre %45 arttırılarak 111.8 milyar dolara çıkartılan 2019 yılı bütçesini örnek alalım – bu paranın yarısından fazlası memur ve emekli maaşlarına gittiği için petrol pazarı dışında kalan özel sektörün canlanması için yapılması gereken harcamaları yapmak için geriye para kalmamaktadır.
2003’ten beridir birbiri ardına gelen hükümetleri bir şekilde idare eden bu sistemin vadesini doldurduğu açıktır. Herkese bir memurluk verilemesi mümkün olmadığı gibi Irak’ın özel sektörü de dünyanın en kötüleri arasında yer almaktadır. İşte bu yüzden, protestolarda sokağa çıkan bir göstericinin şu sloganına şahit olduk: “Partiler istemiyoruz, içinde yaşayacak bir ülke istiyoruz.”
Irak’ın demokratik sistemi de çökme sinyalleri göndermektedir. Birçok vatandaş, halktan uzaklaşmış seçkin siyasi tabakanın güçlerini muhafaza etmek için, medyayı, iş çıkarlarını ve dış bağlantılarını kullanarak seçim sistemine müdahale ettiğini ve kendilerine bağlı adamların kazanmaya devam etmesini sağladığını düşünmektedir.
Bu konuda yapılan bir ankete Iraklıların sadece %20 kadar ülkenin hala bir demokrasi olduğuna inanmaktadır. Sonuç olarak, seçimlere katılım oranının sürekli olarak düştüğü görülürken (2005’te %80, 2018’de 44.5%), protestolar artık normal bir olay haline geldi.
Son gösterileri tetikleyen faktör
Son gösterileri tetikleyen faktörlerden bir tanesi de IŞİD’in çöküşünden sonra artan milliyetçi söylem oldu. Saddam sonrası genç nesil ordunun teröristleri yenmesi ve çoğu şehirde hayatın normale dönmesinden dolayı ordu ile gurur duymaktadır. Bu yüzden, Başbakan Abdülmehdi’nin, savaşın en popüler komutanı olan Abdulvahab el-Saadi’nin görevden alındığını açıklaması, bu milliyetçi cenahta tepki doğurdu.
El-Saadi, Musul’un IŞİD’den geri alınması sırasında önemli bir rol oynamış ve daha sonra da seçkin Anti-Terör Hizmeti’nin başına gelmişti. Bu askeri figür bir nevi Irak’ın milli gurur abidesine dönüştü: kendisi Şii olmasına rağmen Sünniler arasında da sevilen birisi ve siyasi hamiliğe ihtiyaç duymadan yaptıklarıyla öne çıktı.
El-Saadi’nin görevden alınması halkın şaibeli siyasi sisteme duyduğu nefretin bir anda ortaya çıkmasına neden oldu.
İlaveten, interneti iyi bilen yeni nesil, Irak gibi zengin bir memlekette bu kadar fakir, kötü yollar, hastaneler ve yıkık okullar olmaması gerektiğinin son derece farkındadır. Bu yüzden, güvenlik güçlerinin, iş arayan üniversite mezununlarının barışçıl gösterisini su silahları ile dağıtmasının yol açtığı öfkeye şaşırılmaması gerekir.
Ayrıca, bir çok insan, Haşdi Şabi içindeki bazı milislerin hızla yükselmesinden rahatsızdır. Bu oluşum IŞİD’e karşı yapılan savaşta büyük bir rol oynamış ve daha sonra tehlikeli bir ağa evrilerek, yozlaşmanın hızlanmasına neden olmuş ve devlet otoritesini açıktan reddeden bir hale gelmişti.
Kendinden önce gelenlerin yaptığı gibi Abdülmehdi de, altta yatan sorunların çözümüne odaklanmak yerine bu protestolar için kimin günah keçisi yapacağını belirlemek için mesai harcamaktadır. Protestocular genellikle, kendilerini temsil eden siyasetçilerden nefret eden Şii gençler olduğu için Abdülmehdi büyük ihtimalle tezatlarla dolu komplo teorilerine sarılacaktır: Bu gösteriler Suudi Arabistan ve ABD’nin kışkırtması, İran ve yerel vekilleri rahat durmuyor vs. Bu paranoyaklık hali hakim olursa, Abdülmehdi halkının talep ettiği ciddi reformları gerçekleştirmek istese dahi bunu yapamaz.
Her şey risk altında
Hükümet verdiği şiddet dolu tepki yaklaşımını terketmezse, protestolar da mukabilinde yoğunlaşacak ve hem dahili hem de harici bazı kesimler sessizliğini bozmaya başlayacaktır. Eğer Bağdat yönetimi içerdeki durum nedeniyle bölgede yaşanan son gelişmeler neticesinde ortaya çıkan gerilimleri azaltmada üstüne düşen görevi ifa edemeyecek noktaya gelirse, Irak kendisini de içine çekecek bir savaşın başlangıcına şahit olabilir. İran’ın son hamlelerinin Suudi Arabistan, İsrail ve ABD ile bir çatışma yaratabileceğinin son derece farkında olan Iraklı liderler, uluslararası kamuoyunu, İran destekli Şii milisleri kontrol altına almak için daha fazla çalışacaklarına dair temin etmek için sıkı bir diploması yürütmeye başladı.
Irak’ın tarihinde daha önce de olduğu gibi halkın huzursuz olduğu bir dönemde birilerinin çıkıp askeri bir darbe yapması ihtimali de can sıkıcı bir meseledir.
Bazıları Saadi’nin tam da bu yüzden görevden alındığını düşünmektedir. Ancak genel olarak bakıldığında Iraklı subaylar şu anda bir darbe yapamayacak kadar siyasetle iç içe ve birlik olmaktan uzaktır.
Ayrıca bir darbenin başarılı olması için bunu yapanlar ya Haşdi Şabi ile savaşmak ya da onlarla birlikte hareket etmek zorundadır. Bu iki seçenek de felaket olur zira ilk seçenek bu durumun hızlı bir şekilde iç savaşa dönüşmesine, ikinci seçenek de hali hazırda kontrol altına alınmakta güçlük çekilen Haşdi Şabi'nin daha da güçlenmesine neden olacaktır.
Iraklıların çoğu demokrasiden vazgeçmeleri manasına gelse dahi kararlı bir liderliğin hayalini kurmaktadır ancak böyle bir lider, içerdeki sorunlara odaklanmasını engellemek için başa gelir gelmez Irak’ı sağa sola müdahale etmeye zorlayabilir.
Haşdi Şabi, şu ana kadar protestolara müdahale etmeyerek, protestocularla çatışma işini polis ve SWAT timlerine bıraktı. Hükümetin ağır tepkisi, etkili bir şekilde kalpleri ve zihinleri kaybetmesine neden olmaktadır.
Haşdi Şabi içindeki bazı gruplar, güvenlik güçlerinin karşısına çıkıp kendilerini kurtarıcılar olarak göstermenin iyi bir fikir olduğunu düşünebilir.
Geçmişte, Irak’taki milisler, hali hazırdaki siyasi partilerin silahlı kanatları olarak kendilerine sistemde yer bulurdu ancak bugün Irak’taki en büyük nüfuza sahip Şii milisler göreceli olarak bağımsız olup, kendilerine daha fazla ekonomik ve siyasi güç getirecek fırsatları kollamaktadır.
Eğer bu milisler protesto gösterilerini kendi emelleri için kullanmayı başarırsa, Tahran’ın ülkedeki İran nüfuzunu artırma ve ABD’yi Irak’tan çıkarma hususlarındaki çıkarları için büyük bir iş başarmış olurlar.
Bu da, Irak’ın komşularının risklerinin artması anlamına gelir. İran, Irak’ta sokakların çoğunu kaybetti ancak ülkenin seçkin siyasi tabakası içinde hala çok kuvvetli. Sonuç ne olursa olsun, İran’ın ülkedeki vekilleri eninde sonunda Irak’taki halkı yatıştırmak ve siyasetteki sorunlarla ilgilenmek zorunda kalacaktır.
Reform ihtiyacı
Son gösteriler kısa sürede bitse dahi, Irak’ın idari vaziyeti ve ekonomisini göz önüne alırsak, bu tür gösterilerin yeniden alevlenmesi kaçınılmazdır.
Başbakan Abdülmehdi’nin yapması gereken açıktır: Halka hizmet ve iş sağlayan temiz ve şeffaf bir hükümet kurmak için ciddi reformlar yapmak. Iraklılar iyi bir idare için tam manasıyla ölmeye hazırlar.
Şiddet sadece daha fazla şiddet doğurur. Dolayısıyla durum hükümetin bu krizi reformlarla çözemeyebileceği bir noktaya varabilir. Bu protestoların 2003’ten bu yana meydana gelen en büyük gösteriler olduğunu göz önüne alırsak ahvalin ehemmiyeti daha iyi anlaşılmaktadır.
Başbakan şimdilik durumu yara bandıyla kapatmak için devlet yardımları kozunu oynadı. Ancak, kendisi çok yakında, halkın taleplerini kanalize ederek, yuvalanmış siyasi çıkarlara karşı durmak ve reformlar hususunda sağlam adımlar atmak zorunda kalacaktır.
Abdülmehdi’nin elinin altındaki kabine bu iş için şu ana kadarki en kalifiye kadrodur. Şii lider Sistani geçen günlerde yaptığı açıklamada hükümetin istifa etmesine gerek olmadığını, reformların kafi geleceğini söyleyerek Abdülmehdi’ye biraz zaman kazandırsa da bir başka Şii lider Mukteda es-Sadr seçim yapılması gerektiğini savundu.
Washington’un mevcut durumu yönlendirmek için gelinen noktada sınırlı imkanları kalmıştır ancak ABD yine de Başbakan ve diğer anahtar liderlere sessiz bir şekilde danışmanlık yaparak bu süreçte önemli bir rol oynayabilir.
Açıktan müdahale etmeye çalışmak daha az etkili olacağı için ABD’li yetkililer Bağdat yönetimine sessizce ancak sert bir şekilde güvenlik güçlerini kontrol altına alması için baskı yapmalıdır.
Geçtiğimiz haftaki bilanço, hükümete kalan az bir güveni de tehdit etmektedir. Başbakanın emirlerine karşı gelen güvenlik güçlerinin cezalandırılacağı ve 2018 yazındaki Basra gösterilerinde öldürülen aktivistlerin ölümlerinin soruşturulacağı açıklaması yapılması doğru yönde atılmış bir adım olacaktır.
Irak, ekonomik reformlar noktasında yıllardır sağlam yabancı danışmanlık aldı. İşgalden sonra birbiri ardına gelen hükümetlerin sürekli başarısız olması ne yapacaklarını bilmemelerinden değil, siyasi irade eksikliği ve devlet içindeki yozlaşma yüzündendir.
Halkın talepleri halkı ve sabırları da neredeyse tükenmek üzere. Iraklı liderler meydana çıkıp açık bir şekilde “sizi anlıyoruz” demeli ve ekonominin önünü açıp, iş imkanları yaratacak bir özel sektör anlayışını destekleyerek, hayati hizmetlere öncelik vererek bir an önce bir takvim hazırlamalıdır.