Ekran vaizleri ve İslam
Öncelikle bilinmesi gereken husus, medyayı dini anlatma vasıtası olarak kimler ve hangi nitelikleriyle kullanmaktadırlar. Gazete, dergi, televizyon ve internet ortamına baktığımız zaman karşımıza birçok insan çıkmaktadır. Bunların içerisinde, İslâmî ilimlerde uzmanlaşan ehliyetli kimseler olduğu gibi; ilimden nasibi olmayan kişilerin de varlığıdır.
İlmi yeterliliği olmayan fakat kendilerini manevi yeterlilikle söz söylemeye layık gören zevat, İslâm’ı hayattan koparmaya ve ona büyüsel bir yön tayin etmeye çalışmaktadır. Konuşulan ve yazılanların kaynakçaları olmadığı gibi bunları sorgulayacak ehliyetli üst kurumlar da yoktur. Hatta olayları rasyonel değerlendiren insanlar bunlar sayesinde dine yabancılaşmakta ve din düşmanı bile olabilmektedirler.
Bu insanların kurduğu veya adlarına kurdurdukları sitelere baktığımızda görürüz ki bunların içerisinde vahiy aldıklarını iddia edenler bile vardır. Hiçbir ayeti doğru okuyamayan, kaynaklara inemeyen, dinin dilini bilmeyen ve dini ilimlerin hiç birinde uzmanlaşmayan bu kimselerle ilgili sadra şifa bir değerlendirme yapılıp cehaletleri konusunda icma oluşturulmadığı gibi, itikadi sapmaları da topluma deklare edilmemiştir. Bu görev yapılmayınca batıl hak gibi algılanmaya başlamıştır. Bu algı yanılmasında sözde ulemanın asli görevini unutmasının da büyük rolü vardır.[1]
Sözünü ettiğimiz bu kimselerin bir kısmı ülkemizde olsa da büyük bir çoğunluğu da yabancı ülkelerden yayınlar yapmaktadırlar. Müslümanların inançlarını bozmaları için maddi ve manevi destek görmektedirler. Ne kadar İslâm düşmanı varsa Amerika’da doktora payesi verilip ülkemize postalanmaktadır. Onların İslam dışı batıl düşüncelerini eleştirenlere haksız tenkitler getirmek, yanlışın yaygın hale gelmesine ve kurumlaşmasına zemin hazırlamaktadır.
İlimden, irfandan nasibi olmayan cahillerden ayrı çalışan ve alanlarında uzmanlaşan şahıslar da medyayı değişik türleriyle kullanmaktadırlar. Burada özellikle akademik çalışma yapanlarla ilgili bir değerlendirme yapmamız gerekirse şu tespitlerimizi paylaşmak isteriz:
Malum olduğu üzere akademik çalışmalar insanlara ormanı değil de yaprağı öğretirler. Yaprak üzerinde ihtisas yapanların sadece yaprakla ilgili söz söylemeleri akademik terbiye ve görgünün zorunlu sonucudur. Durum böyle iken Hadis uzmanının, fıkıh ilminin ayrıntılarına girmesi; felsefe hocasının tefsir ve hadis alanlarında ahkâm kesmesi; tasavvuf öğretim üyesinin hayatın her alanında pervasız fetvalar vermesi yanlıştır. Çünkü bu ilimlerin her birisinin kendine has metodolojisi vardır. Bu metot bilinmeden doğru şeyler ifade etmek mümkün değildir. Az sayıdaki bu kimseler hakikatin ortaya çıkması için mi, para veya şöhret için mi ilme karşı böyle metotsuz bir yol takip ediyorlar? Bunları o şahısların kendilerine sormak gerekir. Benzeri durumları gazete sütunlarında da gözlemlemek mümkündür. Belirli sayıdaki bu kişilerle ve yazdıkları alanlarla alakalı yeni araştırmalar yapılmalıdır. Tefsir alanında akademik çalışma yapan hocalarımız iktisadi konularla ilgili fetva niteliğinde o kadar çok yazıyorlar ki sonuçta sizi banka faizlerinin her türlüsünün helal olduğuna inandırmak istiyorlar. Sonuçta Müslümanlar din adına dünya finans sisteminin bir parçası olabiliyor.
Burada şu hususları açığa kavuşturmakta da yarar görüyoruz. İstisnaları bir tarafa bırakacak olursak, medyadaki din anlatısının veya araştırmalarının çoğu bilimsel olmaktan uzaktır. Kaynakçaları; bilgilerin nereden alındığı ayrıntılı ve akademik bir üslupla verilmemektedir. Müslümanların aldıkları bilgilerin kaynaklarını vericilere sormaları dinlerinin selameti için zorunludur. Bu sorgulama kolektif bir kültüre dönüştürülebilirse din alanındaki ehliyetli kimseler, ehliyetsiz kimselerden kolayca ayrılacaktır. Sahabe döneminde başlayan kaynak sorma ve sorgulama sürecinin bu çağda ihmal edilmesi dine bidat ve hurafelerin karışmasına zemin hazırlamaktadır.
Dinle alakalı bilgilerin medya boyutundaki kirliliğinde, Müslümanlar arasında akademik anlamda bir davet kürsüsünün olmayışının büyük etkisi vardır. Eğer böyle bir çalışma ülkemizde inşa edilebilseydi, dini doğru anlatan kurumların varlığı diğer insanlar üzerinde kontrol oluştururdu. Onların denetlenmesi ve yanlışlarının düzeltilmesi din alanındaki bilgi kirliliğini elbette azaltırdı. En azından Diyanet’in bilgi kirliliğini önlemek amacıyla alakalı birim oluşturup etkin hale getirmesi bile faydadan hali değildir. Davetle ilgili kürsünün olmayışı bilgi kirliliğini artırdığı gibi, seküler devlet yapısı da dini sahipsiz bırakmıştır. Hz. Âdem’den beri İslam’ın gönderiliş amaçlarından birisi de dini korumaktır. Bu koruma işinde siyasetin devreye girmesi gerekir. İnsanların din emniyetleri bir şekilde ihlal ediliyorsa devlet üzerine düşeni yapmalıdır. Referanslarını İslâm’dan alan siyasalarda din adına kirli bilgi sunanlar sorgulanmışlar ve söylediklerini kaynaklarıyla beraber ispata davet edilmişlerdir. Modern ve seküler siyaset böyle bir işlevsellikten uzak kalınca meydan ehliyetsiz ve art niyetli şahıslara kalmıştır.
Medyada kimlerin dinle ilgili konularda söz söyledikleri kadar ne söyledikleri de önemlidir. Yazımızın başlarında İslâm’ı tanıtırken onun kuşatıcılığından da bahsettik. İslam dininin üç boyutlu oluşuna dikkat çektik. İslâm, hayatın uzunluk boyutuyla ilgili hükümler koymuştur.[2] Doğumdan ölüme kadarki süreç boş bırakılmamıştır. Ayrıca din, hayatın genişlik kısmını ihmal etmemiş[3], derinlik boyutu dediğimiz samimiyet alanıyla alakalı tavsiyelerde bulunmuştur[4].İslam’ın kuşatıcılığı ile ilgili yapılan bu tespitlerle, dinin insan hayatında boşluklar bırakmadığına vurgular yaptık. Çünkü din, Allah Teâlâ’nın insan hayatına müdahalesidir. Allah (c.c); hayatın iman, ibadet, ahlak, sosyal ilişkiler, iktisadi, hukuki, siyasi, eğitim, askeri ve diğer alanlarını boş bırakmaksızın emirlerini bildirmiştir. Hayatın her hangi bir alanında boşluk bırakmak tevhide aykırıdır. “Yaratmak da, emretmek de Allah’a aittir.”[5] buyuran Rabbimiz, bu buyruğu ile hayatın politeist veya dualist olarak anlamlandırılmasını reddetmiştir.
Bu anlayışı eksene alarak medyadaki anlatılan dinin konularına baktığımızda gördüğümüz ilk şey, dinin kuşatıcılıktan kopuk bir tarzda ele alınmasıdır. Diğer alanlara geçmeden şunu açıklamayı bir vazife olarak görüyoruz. Kur’an’ın ana konularının birincisi ve en önemlisi Allah Teâlâ’dır. Allah’ın yaratma, emretme, isimler, sıfatlar ve fiiller konusunda tek ve eşsiz olduğunu tanıtmaktır. Kur’an ateist bir topluma nazil olmadığı için tevhidin emretme; hayatın genişlik alanlarını vahye göre düzenleme kısmı ilahi kelamda daha ağırlıklı işlenmiştir. Mekkeliler daha ziyade Allah Teâlâ’nın tekil ve tikel olaylara müdahale ederek hayatlarının ayrıntılarında kendilerine müdahale edilmesini kabul etmemişlerdir. Şirklerinin temelini emir alanındaki inkârları oluşturmaktadır. Durum böyle iken, din adına açıklamalarda bulunan kimseler tevhidin emir alanı ile alakalı hiçbir açıklamada bulunmamaktadırlar.
Emir alanındaki suskunluk veya çeşitli endişelerle konuyu gündem dışına itme sekülerizmin kökleşmesine ve dinin parçalanarak boşlukların ideolojilerle doldurulmasına zemin hazırlamıştır. Oysa Yüce Allah, dinin parçalanmasını ve hayata vahiy dışı şeylerle yaklaşılmasını kınamıştır.[6]
Medyadaki yazılan ve konuşulanlarla istatistik yapılacak olsa en az yapılan programın tevhidin emir alanının olduğu görülecektir. Daha ziyade “medya vaizleri” topluma teklif yüklemeyen konuları ele almaktadırlar. Teklif yüklemeyen bu alana; fıkıhsız kıssa anlatımları, sıhhatinde şüphe olan sözde dua cümleleri, tarihte meydana gelen dramatik olayların abartılı bir şekilde canlandırılması, aile içi geçimsizliklerin şikayet boyutlu arzının rehberlik uzmanı edasıyla çözüm tavsiyeleri, çoğu kaynaklara dayanmayan ve vahye aykırı olan evliya kerametleri ve basit ilmihal sorularının cevapları girmektedir. Soruları soranlar, daha çok bildikleri konuları muhataplarına sormaktadırlar.
Medyada ne söylendiği kadar ne söylenmediği de çok önemlidir. Tevhidin emir alanıyla alakalı bir şey söylenmediğine biraz önce değindik. İhmal edilen bu hayati alanla beraber; İslâm’ın siyasi talepleri, emir tekrarının en yoğun alanı cihad ve farziyetinin ayrıntıları, tesettür ve uygulamadaki detaylar, faiz ve faizli alış verişlerle alakalı hükümler, İslam hukukunun suçları sıfırlamadaki gözettiği suç ve ceza arasındaki doğru orantı, fakirlik problemine karşı dinin çözüm önerileri, zekata tabi yeni mallar ve fabrika gelirleri, lüks otomobiller, ortalamayı aşan konutlardaki nisap miktarları, işçilerin emeklerini korumada dinin talepleri, fakirlik problemini çözmekle ilgili dinin talepleri, küfür ve küfre düşüren sözler, ideolojilerin kelam ilmi açısından hükümleri, hak dinden ayrıldıktan sonra İsrail oğullarının Yahudileşme ve Hristiyanlaşma süreçleri, misyonerlik ve ülkemizdeki çalışma alanları, uluslar arası emperyalizm ve dinin oluşturduğu direnç alanları, çocuk eğitimi ve sünnetteki uygulamaları, sağlıklı bir yuvanın kurulması için din eksenli rehberlik çalışmaları ve daha bir çok önemli konu medyanın gündemindeki yerini alamamıştır.
[1] Bak: Maide5/63
[2]Bak:Hicr 15/99
[3]Bak:Bakara 2/208
[4]Bak:Enam 6/159
[5] A’raf7/54
[6] Bak: Hicr15/90-92
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.