Muhammed Enes Öztürk

Muhammed Enes Öztürk

'Kapsayıcı hükümet' illüzyonu ve Batı'nın İslam ülkelerine yönelik politikası

'Kapsayıcı hükümet' illüzyonu ve Batı'nın İslam ülkelerine yönelik politikası

"Kapsayıcı hükümet" ifadesi yakın dönemde, 2021 yılında ABD destekli hükümetin yıkıldığı Afganistan ile gündemimize girdi. ABD yönetiminin öncülük ettiği bu söylem paralelinde Batı dünyası, Afganistan'da "tüm tarafların temsil edildiği bir hükümetin kurulmasını" talep etti. Bu talebin karşılanmaması halinde Afganistan'daki İslam Emirliği yönetimine yaptırımlar uygulanacağını, hükümetin diplomatik olarak tanınmayacağını belirttiler.

Aynı söylem 2024 yılı sonlarında Beşar Esed rejiminin devrildiği Suriye'de bir kez daha karşımıza çıktı. Başını ABD'nin çektiği Batılı ülkeler, Suriye'deki devrimi gerçekleştiren güçlere sıklıkla "kapsayıcı bir hükümet kurmalarını" telkin etti. Son olarak ABD yönetiminin, benzer bir söylemi gerekçe göstererek Suriye hükümetini tanımama kararı aldığı belirtildi.

ABD Suriye'de bundan önce Beşar Esed tarafından kurulan hükümetleri tanımama gibi bir karar almamış, resmi olarak bu hükümetleri tanımaya devam etmişti.

Afganistan ve Suriye örnekleri göz önüne alındığında, ABD'nin liderlik ettiği Batı dünyasının, bir diğer ifadeyle küresel sistemin, "kapsayıcı hükümet" söylemini diğer coğrafyalarda da kullanmaya devam edeceğini tahmin etmek güç değil. İlerleyen süreçte başka coğrafyalarda da halk hareketlerinin başarıya ulaştığını ve yapay rejimlerin çökerek yeni yönetimler tesis edildiğini görmemiz mümkün. Bu coğrafyalarda kurulan yeni yönetimler de yüksek olasılıkla ABD ve Batılı müttefikleri tarafından "kapsayıcı olmamakla" suçlanacak ve diplomatik olarak tanınmayacak.

Bu durumun olumsuz etkisi şu: ABD ve Batı söz konusu yönetimleri sadece kendisi tanımamakla kalmıyor, aynı zamanda dünyanın geri kalanına da bu yönetimleri tanımaması için baskı yapıyor. Bu ülkelere yaptırımlar uygulanması, iktisadi olarak ablukaya alınmaları gündeme geliyor. Örneğin Afganistan'ı sadece ABD tanımamakla kalmıyor, komşusu Özbekistan'ı, Türkmenistan'ı, Pakistan'ı da bu yönde teşvik ve hatta tehdit ediyor. Dünyadan tamamen tecrit edilen bu yönetimlerin sosyal, siyasi, iktisadi ve askeri krizler yaşaması amaçlanıyor. Böylece bu yönetimler doğrudan askeri müdahalelerle değil, siyasi baskıyla yıkılmak isteniyor. "Kapsayıcı hükümet" söylemi aslında tüm bunlar için kullanılan bir aparat, bir illüzyon.

Peki "kapsayıcı hükümet" ne demek? Bir hükümet nasıl "kapsayıcı" olabiliyor?

ABD ve Batı dünyasının bu söylemle ifade etmek istediği şey, hedef aldıkları ülkelerin hükümetleri içerisinde her tür dini, etnik ve sosyal azınlık grubuna yer verilmesi. Yani onlara göre tüm bu azınlıklar (ki maalesef birçoğunun Batılılar ile doğrudan veya dolaylı ilişkisi bulunuyor) doğrudan hükümetin içerisinde yer almalı. Örneğin Batılılar Suriye'de Nusayriler-Aleviler, Dürziler ve Hıristiyan azınlıkların da yönetimde temsil edilmesini istiyor. Ayrıca eşcinseller, liberaller, demokratlar, sosyalistler ve benzeri diğer ideolojik azınlık kesimlerinin de yönetimde yer alması isteniyor.

Bunu tıpkı, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerini yaşadığı 18 ve 19'uncu yüzyıllarda İngiltere, Rusya ve Fransa gibi Batılı devletlerin azınlıklar üzerinden Osmanlı yönetimine kurduğu baskıya benzetebiliriz. Bu baskılar ve azınlık gruplarının desteklenerek iktidar gücü içerisine eklemlenmesi büyük krizlere sebebiyet verdi. Bir süre sonra öyle bir zaman geldi ki devleti oluşturan en temel unsur olan Müslüman Türklerin iktidarda neredeyse hiçbir anlamlı payı kalmayacak bir düzlem oluştu. Zamanla Osmanlı Devleti zaten parçalanarak yıkıldı. Bu süreçte dış destekli azınlık gruplarının oynadığı rol tarih okuyanların malumudur.

Şimdi günümüzde dönelim ve meseleyi farklı bir yönden ele alalım.

İslam ülkelerine "kapsayıcı hükümet" çağrısı yapan Batılı devletlerin kendi hükümetlerine bir göz atalım.

Örneğin Amerika Birleşik Devletleri... Geçtiğimiz yıllarda yapılan araştırmalara göre, beyaz erkekler nüfusun yüzde 30'una tekabül etmelerine karşın devlet makamlarının yüzde 62'sine sahipler. ABD'nin birbiri ardına gelen hükümetlerine baktığınız zaman yüksek kademedeki tüm koltukların beyaz Amerikalılar, çoğunlukla erkekler tarafından doldurulduğunu görüyorsunuz. Benzer bir durum İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler için de geçerli.

Meseleyi bir de farklı bir taraftan okuyalım. Müslümanlar ABD'nin en hızlı büyüyen topluluklarından biri ve ülkede 2050 yılında toplum nüfusun yüzde 2.1'ine tekabül eden 8.1 milyon Müslüman yaşayacağı değerlendiriliyor. Buna karşın ABD yönetimi içerisinde gerçek İslami kimliğini koruyan hiçbir Müslüman yok.

Aynı şey Fransa ve İngiltere için de geçerli. Fransa nüfusunun yaklaşık yüzde 9'u Mağrip kökenli Müslümanlardan oluşuyor. Ama Fransa'da İslami bir kimliğe sahip olan Mağripli Müslüman bir bakan yok. Yine İngiltere'nin nüfusunun yaklaşık yüzde 6'sı Müslüman ve Müslümanların nüfusu her 10 senede yaklaşık yüzde 50'den fazla artıyor. Buna karşın İngiltere'de Müslüman kimliğine sahip bir yönetici göremiyoruz.

Kastım "kimlik Müslümanı" addedilen kimseler değil. Bilakis İslam şiarlarını, İslam'ın hükümlerini, sakal ve tesettür gibi temel unsurları taşıyan kimseler. Yani Afganistan'da neredeyse eşcinsel Şii bir kadının bakan olması gibi bir beklenti içerisinde olan Fransa, kendi ülkesinde peçeli, Müslüman bir kadının bırakın yönetici olmasını, sokakta yürümesine bile müsamaha göstermiyor.

"Kapsayıcı hükümet" diyorduk, öyle mi? Şu anda resmi rakamlara göre Fransa'da Müslümanların toplam nüfusa oranı yüzde 13. Hadi o zaman Fransa kapsayıcılığını göstersin. Şeriatı savunmayı bir kenara koyalım, kendisini "İslamcı Demokrat" olarak addeden bir kişiyi bakan yapsın. Nüfusunun yüzde 13'ünü temsiliyetsiz bırakmasın.

Tüm bunları bir kenara koyuyorum. İslam ülkelerine "kapsayıcı hükümet" adı altında müdahale eden bu devletler, kendi içlerindeki diğer azınlıklara bile yönetimde doğru düzgün bir yer tanımıyorlar. Siyahiler, Kızılderililer, Hispanikler, Romenler gibi birçok topluluk, kendilerine Batı siyasi dünyasında yer bulamıyor. Bunun yerine alnına haç çizecek derecede Haçlı zihniyetine sahip olanlar, koluna "kafir" dövmesi yaptıranlar, Müslüman ülkelerine Haçlı seferi düzenlemek isteyenler, Yahudi talmud değerlerini benimsediklerini söyleyenler iktidardaki koltuklarda bulunuyor. Küresel sermayedarlar, faiz odakları, ırkçı ve beyaz üstünlükçü çevreler, Siyonistler ve diğerleriyle ittifak içerisinde...

Kısacası, "kapsayıcı hükümet" söylemi Batılı güçlerin siyasi emellerine ulaşmak için kullandığı bir aparat olmaktan farklı bir anlam ifade etmiyor.

Bu söylemin Müslümanlar tarafından hiçbir şekilde ciddiye alınmaması şart. Batılıların onayının alınması amacıyla bu yönde bir gayret sarf edilmesi halinde İslam ülkeleri, 19'uncu yüzyılda Osmanlı Devleti'nin tecrübe ettiği azınlık problemini tekrar yaşamak gibi bir problemle karşı karşıya kalacaktır.

Müslüman topluluklar, dünyanın bir siyasi ve diplomatik ayrışma çağından geçtiği bu süreçte, kendi aralarındaki ilişkilere öncelik vermelidir.

Dünya, siyasi kutupların muğlak olduğu dönemlerden geçerek çok kutuplu bir süreç yaşadı. Ardından Avrupa merkezli bir dönemi ve sonrasında, iki kutuplu bir ABD-SSCB Soğuk Savaş sürecini tecrübe etti. SSCB dağılmaya yüz tutunca ABD hegemonyasının hükümran olduğu tek kutuplu bir dönem başladı.

Bugün ise bu tek kutuplu sürecin sona ermeye başladığı, çok kutuplu bir dünyanın oluştuğu bir dönemi tecrübe ediyoruz. Bunu belki çok kutuplu bir düzen, belki de gerçek bir ayrışma çağı izleyecektir.

Müslümanlar bu çağı iyi değerlendirmek için siyasi zihniyetlerini tekrar inşa etmeye ve Batılı düşüncenin doğrudan ve dolaylı etkilerinden kurtulmaya mecburdur.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2419 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
5 Yorum
  • mürsel karataş / 10 Nisan 2025 19:45

    Allah razı olsun..

    Yanıtla (0) (0)
  • Müslüman / 10 Nisan 2025 19:37

    Yerlerini muhafaza eden eski tağutun elemanları İhvan'ın ahmaklığı yüzünden süre sonra daha bir güçlendiler ve en sonunda Tunus İhvanı En Nahda'yı oyunun dışına attılar.Mısır ve Libya'da da aynısı oldu.Millet zaten öfkelenmiş,o öfkeli millet tağutları defettiller,size daha ne oluyor İhvan ahmakları ! Suriye'de mücahitler tağutları ve ordularını,destekçilerini yendiler.Daha ne ortaya Samiri Buzağısı'nı atıyorsunuz.Durzilerin,Nusayrilerin,Pkk'nın ,hristiyanların yönetimde ne işleri var !

    Yanıtla (0) (1)
  • Müslüman / 10 Nisan 2025 19:30

    Bunun için batının dayatmasına gerek yok.Müslümanların yerli tağutlara karşı yaptıkları kıyamlarla elde edilen kazanımları Müslüman Kardeşler Teşkilatı içinde özellikle Raşid Ğannuşi'nin öncülük ettiği " toplumsal mutabakat" kisveli Samiri Buzağı eli ile yönetimler Tunus'ta,Mısır'da,Libya'da yine eski tağutların yeni versiyonlarına kaptırıldı.Maalesef Suriye'de Ahmet Şara da bu hastalığa yakalandı.Tunus'ta müslüman halk Zeynelabidin putunu devirdi.Eski tağuti düzenin artıkları birer birer imha edileceğine Tunus İhvanı milletin önüne demokrasi adlı Samiri Buzağısını koydu.

    Yanıtla (0) (1)
  • Jerfbin / 10 Nisan 2025 13:47

    Kaleminize sağlık

    Yanıtla (0) (0)
  • . / 09 Nisan 2025 20:48

    Cezakellahu hayran. Allah azze ve celle, razı olsun.

    Yanıtla (2) (0)
Muhammed Enes Öztürk Arşivi