İsrail'i eleştirmek Antisemitizm mi?
Jean-Paul Sartre, siyasi bir tartışmada aynı metin nedeniyle her iki kutuptan da saldırıya uğramanızda bu, doğru yolda olduğunuzun nadir güvenilir göstergelerinden biridir demişti. Son birkaç on yıl içinde çok sayıda siyasi aktör tarafından (sıklıkla da aynı metin üzerine!) yeni bir soykırımı desteklediğim iddiasına varan bir antisemitizmin yanı sıra kalleş bir Siyonist propoganda yürütmekle suçlandım (antisemit Occidental Observer'ın son sayısına bakabilirsiniz). Dolayısıyla bence artık son zamanlarda İşçi Partisi'ne yöneltilen antisemitizme hoşgörü gösterdiği iddialarına dair yorum yapma hakkını elde etmiş bulunuyorum.
Ben elbette insanın zaman zaman "anlayışla karşılayabileceği" fikri de dahil olmak üzere antisemitizmin her şeklini tartışmasız bir şekilde reddediyorum, mesela: "İsrail'in Batı Şeria'da yaptıklarını düşünürsek, bunların antisemit tepkiler doğurması şaşırtıcı olmamalı" gibi fikirleri. Daha doğrusu, bu son tartışmanın iki karşıt versiyonunu da reddediyorum: “Soykırımı göz önünde bulundurarak saldırgan Siyonizmi anlayışla karşılamalıyız" yaklaşımını olduğu kadar, "O kadar çok çektiler ki zaman zaman Filistinlilerin antisemitizmini anlayışla karşılamalıyız" yaklaşımını da. Elbette (bu tartışmanın) uzlaşma versiyonunu da reddetmek gerekir: “İki tarafın da haklı tarafları var, o yüzden bir orta yol bulalım…”
Aynı şekilde, İsrail politikalarının (kabul edilebilir) eleştirisinin hiç de daha az geçerli geri dönüşleri olmayan (kabul edilemez) antisemitizm eleştirisine bir kılıf olabileceği yönündeki bilindik İsrail yaklaşımını eklememiz gerekir: Antisemitizm suçlaması sıklıkla İsrail politikalarına yönelik tamamıyla haklı eleştirileri itibarsızlaştırmak için başvurulan bir yöntem. İsrail'in politikalarına yöneltilen meşru eleştirilerin tam olarak neresi antisemitizm oluyor? Filistin direnişine duyulan saf sempati günden güne daha da antisemitik olmakla suçlanır oldu. İki devletli çözümü ele alalım: On yıllar önce standart uluslararası görüşken İsrail’in varlığına yönelik bir tehdit olarak ve bu yüzden de antisemitik ilan edildi.
Siyonizmin kendisi geleneksel antisemitik köken klişesini akla getirdiğinde işler iyice can sıkıcı bir hal alıyor. Alain Finkielkraut 2015'de Le Monde'a yazdığı bir mektupta şöyle der: “Yahudiler, onlar bugün kök salma yolunu seçtiler.” Bu iddiada, bir Der Spiegel röportajında tüm özsel ve harika şeylerin ancak bir yurt sahibi olmamızdan, köklerimizin bir geleneğe dayanmasından ortaya çıkabileceğini söyleyen Heidegger'in yankılandığını hissetmek mümkün. İroni şu ki, Siyonizmi meşrulaştırmak için antisemitik klişeleri harekete geçirmeye çalışan tuhaf bir girişimle karşı karşıyayız: Antisemitizm Yahudilerin köksüz olmasından dem vuruyor; Siyonizmse bu eksikliği Yahudilere sonradan köken temin ederek düzeltmeye çalışıyor. Pek çok muhafazakar antisemitin İsrail devletinin genişlemesini şiddetle desteklemesine şaşmamalı.
Ancak günümüzde Yahudilerin sorunu şu ki, binlerce yıl boyunca başkalarının yaşadığı bir yerde kök salmaya çalışıyorlar. Bu nedenle İsrail eski adalet bakanı Ayelet Şaked'in yakın tarihli bir iddiasını müstehcen buluyorum: “Yahudi halkı kadim vatanlarında yaşama hakkına yasal ve ahlaki olarak sahiptir.” Peki ya Filistinlilerin hakları?
Benim için, bu açmazdan kurtulmanın tek yolu etik olandır: Nihayetinde, antisemitizme karşı mücadeleyle İsrail devletinin şu anda Batı Şeria'da yaptıklarına karşı mücadele arasında bir çelişki yok. Her iki mücadele aynı kurtuluş kavgasının parçası. Somut bir vakayı hatırlayalım. Birkaç hafta önce, İşçi Partisi adaylarından Zarah Sultana, Filistin'in “şiddetli direniş” hakkını desteklediğini belirten bir Facebook paylaşımından dolayı özür diledi: “Şiddeti desteklemiyorum ve öfkemi bu şekilde gibi dile getirmemeliydim. Bunun için özür dilerim.” Onun özrünü tam olarak destekliyorum, şiddeti hafife alamayız, ama yine de İsrail’in şu anda Batı Şeria’da yaptıklarının da bir tür şiddet olduğunu eklemek zorunda olduğumu hissediyorum. Şüphesiz İsrail Batı Şeria’da içtenlikle barış istiyor; işgalciler tanım gereği işgal ettikleri topraklarda barış ister ki direniş olmasın. Öyleyse, eğer Birleşik Krallık'ta Yahudiler herhangi bir şekilde tehdit altındaysa bunu koşulsuz ve tartışmasız olarak kınıyorum ve bununla mücadele etmenin tüm hukuki yollarını destekliyorum ancak Batı Şeria'daki Filistinlilerin Birleşik Krallık'daki Yahudilerden çok daha fazla tehdit altında olduklarını eklememe müsaade var mı?
Hahambaşı Efraim Mirvis geçtiğimiz günlerde Times'daki bir makalesinde Corbyn'in adını anmadan “İşçi Partisi'nde -üst düzey kadronun onayladığı- yeni bir zehrin kök saldığını" yazdı. “Kimseye oyunu nasıl kullanması gerektiğini söyleyecek haddi olmadığını” kabul etse de sözlerini“ 12 Aralık geldiğinde, herkesten vicdanlarıyla oy kullanmalarını rica ediyorum. Topun ucunda olanın ulusumuzun özü olduğundan kuşkunuz olmasın" şeklinde sürdürdü. Siyasi bir seçimin saf ahlaki bir seçimmiş gibi sunuluşunu etik açıdan tiksindirici buluyorum- bu bana yıllar önce İtalya'da Katolik Kilisesi'nin yurttaşlara Hristiyan Demokratlar'a oy vermelerini açıkça emretmediğini, yalnızca Hristiyan ve demokratik olan bir partiye oy vermeleri gerektiğini buyurmasını hatırlatıyor.
Bugün, antisemitizm suçlaması gitgide ılımlı sol liberal yapılardan radikal sola meyleden herkese yöneltilir hale geldi - soykırımın bundan daha itici ve alaycı bir manipülasyonu tahayyül edilebilir mi? İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Batı Şeria’daki eylemlerine karşı düzenlenen protestolar antisemitizmin dışavurumu olarak kınandığında ve soykırımı inkar edenlerle (en azından dolaylı olarak)aynı kefeye konduğunda - bir diğer deyişle soykırımın gölgesi İsrail askeri ve siyasi operasyonlarına yönelik tüm eleştirileri etkisiz hale getirmek amacıyla kalıcı olarak canlandırıldığında - antisemitizm ve İsrail devletinin belli tasarruflarına yönelik eleştiriler arasındaki fark konusunda ısrar etmek yetersiz olacaktır. Birinin çıkıp, bu bağlamda soykırım kurbanlarına saygısızlık edenin, onları mevcut siyasi tasarrufların meşrulaştırılması için birer araç olarak kullanan İsrail devletinin ta kendisi olduğunu dile getirmesi gerekir.
Mirvis'in yazdığı gibi, ulusumuzun özü gerçekten tehlikede - ama aynı zamanda, Yahudi halkının özü de öyle. Yahudiler Finkielkraut'un izinden giderek ve kutsal tarihlerini ideolojik bir mazeret olarak kullanarak “kök salacak” mı, yoksa sonunda hepimizin gurbetteki garibanlar olduğumuzu hatırlayacaklar mı? Yahudiler, İsrail’in başka bir köktenci ulus devlete dönüşmesine izin mi verecek, yoksa kendilerini modern sivil toplumun yükselişinde anahtar unsur kılan mirasa sadık mı kalacak? (Yahudiler olmadan Aydınlanma hareketi olmadığını unutmayın.) Benim için, Batı Şeria’daki İsrail politikasını tam olarak desteklemek sadece soyut bir küresel etik kuramına değil, aynı zamanda Yahudi etiği geleneğinin en değerli parçasına da ihanettir.
Tercüme: Independent Türkçe