Küresel medyanın Filistin tutumu Batılı zihniyeti yansıtıyor
Gazze'de yeni bir savaş başlayalı iki haftadan fazla oldu. İsrail'in acımasız bombardımanı sonucu 6,500'den fazla Filistinli öldürüldü ve Filistinli silahlı direniş grubu Hamas'ın İsrail'in güneyine düzenlediği saldırıda 1,400 İsrailli öldü.
Bu olayların medyada yer alış biçimini izlerken, sivillerin öldürülmesinin her iki tarafta da ele alınış biçimi arasındaki büyük fark dikkatimi çekti.
Pek çok Batılı medya kuruluşu, Hamas'ın yaptığı gibi, İsrailli sivilleri öldürmenin ve acımasızca katletmenin ahlaksızlığını vurgulamakta ısrar ederken, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ni halı bombardımanına tutarak Filistinli sivilleri ayrım gözetmeksizin öldürmesinin ahlaksızlığını yumuşak bir dille geçiştiriyor.
BBC Newsnight'ta yayınlanan dikkat çekici bir röportajda, İngiltere'deki Filistin Misyonu Başkanı Husam Zomlot, ailesinden yedi kişinin İsrail bombalarıyla öldürüldüğünü söylediğinde, röportajı yapan kişinin tepkisi göstermelik bir başsağlığı dilemek ve hemen ardından "İsrail'de sivillerin öldürülmesine göz yumamazsınız" demek oldu.
Zomlot kişisel trajedisini Hamas'ın zulmünü meşrulaştırmak için değil, kendilerine ne olduğuna dair doğrudan bir soruya cevap olarak sunmuştu. Ancak bunu yaptıktan sonra kendisini, kendilerini öldürenleri değil, başkalarını öldürenleri kınaması istenirken buldu.
Benzer şekilde sevdiklerini kaybeden İsraillilerle yapılan röportajlarda, kurbanlara hükümetlerinin eylemlerini onaylayıp onaylamadıklarının ya da İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın Filistinlileri "hayvan insanlar" olarak nitelendirmesini reddedip reddetmediklerinin sorulduğu tek bir tanesine bile rastlamadım. Bazılarının tartışmalı bir şekilde gelişmekte olan bir soykırım olarak nitelendirdiği süreci ve Gazze'deki sivillerin sürülmesini kınamaları istenmedi.
"Filistinlilerin insanlığını görmemeye şartlanmış durumdayız çünkü sömürgecilik, beyaz üstünlüğü ve İslamofobi hala Batı'daki devletlerin, kurumların, insanların ve medyanın dünyaya baktığı baskın mercekler. (tabii ki jeopolitik çıkarlar da işin içinde)" diyor The New Humanitarian'ın başyazısında. Bu, Rus işgaline karşı Ukrayna direnişinin yüceltilmesi ile Filistinlilerin işgal, mülksüzleştirme ve etnik temizliğe karşı mücadelesinin gayrimeşrulaştırılması arasında bir tezat oluşturuyor.
Çok az yayın organı iki milyondan fazla insanın nasıl olup da küçücük bir şeride sığdığını sorma zahmetine girdi ya da bölgeyi bir açık hava hapishanesine dönüştüren 16 yıllık ablukayı tartıştı.
Gazze'deki savaşın medyada ele alınışındaki bu yetersizlikler ve çarpıtmalar, genellikle "gazetecilikte tarafsızlık" iddialarıyla gizlenen bir gerçeği yansıtmaktadır. Gerçek şu ki, gazetecilerin neyin yayınlanmasının uygun olduğu konusundaki takdir yetkisi hiçbir zaman mutlak olmamıştır. Bu yetki her zaman içinde faaliyet gösterdikleri toplumun değerleri ve kültürü tarafından sınırlandırılmıştır.
Müteveffa Amerikalı medya etikçisi John Calhoun Merrill, "bir ulusun gazeteciliği toplumun izin verdiği sınırları aşamaz, öte yandan, çok da geride kalamaz" demiştir.
Kültürün gazetecilikle nasıl bir etkileşim içinde olduğunu anlamak, birçoğu tarihe dayanan bu önyargıları anlamanın anahtarıdır. Gazze'deki savaşın haberleştirilmesinde gördüğümüz şey, ilk etapta, gazeteciliğe dayatılan ve büyük ölçüde kabul edilmeyen toplumsal sınırların bir göstergesidir.
Sansür
Açık bir sansür var. Filistinlileri insanileştiren ya da İsrail'e koşulsuz destek veren resmi çizgiden sapan görüşler bastırılmış durumda. Protestolara ve Filistinlilerle dayanışma ifadelerine yönelik baskılar, Filistin bayrağı taşıdıkları için insanları tutuklama tehditleri ve büyük teknoloji şirketlerinin Filistin yanlısı içeriği kaldırma ya da gölge yasağı getirme girişimleri söz konusu.
Al Jazeera'nin Listening Post programı tarafından hazırlanan bir rapor, ABD'deki haber merkezlerinde editörlerin Hamas saldırılarının arka planına ilişkin herhangi bir bağlam sağlama girişimini, izleyicilerin hoşuna gitmeyeceği için engellediklerini öne sürdü.
Ancak sansür yeterli bir açıklama değildir. Merrill'in de dediği gibi, gazetecilik toplumun "çok gerisinde kalamaz". Gazetecilik etiği ve bu etiği besleyen ahlaki ilke ve değerler yalnızca gazetecilere ait değildir. Bunlar daha ziyade toplumun medyadan beklentilerinin yansımalarıdır.
Esasen, İsrail ve Gazze ile ilgili haberler bize bölgedeki olaylardan çok gazetecilerin kendileri ve içinden çıktıkları kültürler hakkında bilgi verir.
Tarihsel olarak, antisemitizm ve İslamofobi Batı kültürel düşüncesinin iyi belgelenmiş bir özelliği olmuştur. Yahudiler bir zamanlar, tıpkı bugün Müslümanların maruz kaldığı gibi ırksallaştırılmış ve ötekileştirilmiş, rutin olarak pogromlara maruz bırakılmışlardır. Ancak Holokost'un dehşetinin ardından, antisemitizm Batı kültüründe kabul edilemez ve tiksindirici olarak yaygın bir şekilde kınanmıştır.
Buna karşın, Batı'daki Arap karşıtı ve İslamofobik duygular hiçbir zaman aynı şekilde kınanmadı. Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, İsrail'in Filistinlilerle olan çatışmasını çerçevelemek için kullandığı ABD liderliğindeki "teröre karşı savaş" bu duyguları daha da körükledi.
Bu bağlamda, pek çok Batılının, Yahudilerin insanlığını kabul etmenin, Müslüman ya da Arap olarak kodlananların insanlıktan çıkarılmasıyla el ele gitmesi gerektiğine inanıyor görünmesi şaşırtıcı değildir (bu kategoriler Batı hayal gücünde neredeyse her zaman birbirine karıştırılır).
İsrail'in kuruluşundan bu yana süregelen inkâr edilemez zulümler karşısında bile kendini savunma "hakkı" konusundaki ısrar, Arap sivillerin ölümünün İsrail'in güvenliği ve huzuru için kabul edilebilir bir bedel olduğu yönündeki Batı algısını yansıtmaktadır.
Buna karşılık, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in de yakın zamanda keşfettiği gibi, İsrailli sivil ölümlerinin hangi bağlamda gerçekleştiğinden bahsetme girişimi bile çirkin bir hareket olarak görülüyor.
Batı medyasında yer alan haberler bu korkunç kültürel hesabı yansıtmaktadır - tek taraflı kınama talebi, İsrail trajedisinin bireyselleştirilmesi ve insanileştirilmesi, Filistin trajedisinin pasif bir dille ve farklılaşmamış kitleler tarafından acı çekiyormuş gibi temsil edilmesiyle yan yana getirilmektedir.
Bu durum ölüm imgelerinde de kendini gösteriyor. Sosyal medya ve televizyon haberleri Filistinli ölülerin çarpıcı görüntüleriyle dolup taşarken, ölü İsraillilerin görüntülerine nispeten az rastlanıyor. "Kafası kesilmiş bebekler" gibi kelime ve tanımlamaların İsrailli ölümlerin dehşetini ifade etmek için yeterli olduğu varsayılıyor. Oysa Filistinli ölümlerinin dehşetinin kanlı görüntülerle ortaya konması gerekiyor.
İzleyicilere sürekli olarak Hamas'ın Batılı hükümetler tarafından terörist bir örgüt olarak tanımlandığı hatırlatılıyor, ancak insan hakları gruplarının ve BM'nin İsrail'i bir apartheid rejimi olarak tanımladığı hatırlatılmıyor.
İsrail'in eylemlerinin eleştirilmesi, hatta kurbanlarının insanileştirilmeye çalışılması, Arap karşıtlığından çok daha ağır bir kültürel ceza taşıyan anti-Semitizm ifadeleri olarak kodlanıyor.
Bununla birlikte, kültürün kendisinin kolektifleştirici ve bulanık bir kavram olduğunu akılda tutmak önemlidir ve kültürel kavramların kültürün bir parçası olarak tanımlayan herkes tarafından benimsendiği veya kabul edildiği varsayılmamalıdır.
Avrupa ve Kuzey Amerika'da Filistinlilere destek amacıyla düzenlenen büyük gösteriler bunun bir örneğidir. Ancak burada önemli olan nokta, kültürün medya tutumlarını, etiğini ve çerçevelemesini etkilediği gibi gazetecilerin yapabileceklerini de sınırlandırdığıdır.
Medya uygulayıcılarının gerçekleri göz önünde bulundurmaları ve gazetecilerin haberleri büyük ölçüde kendilerine benzeyen ve kendileri gibi düşünen izleyicilere aktardıkları günlerde şekillenen etik ve mesleki uygulamaları yeniden düşünmeleri gerekmektedir.
Haberlerin anında dünyanın dört bir yanında yayınlandığı günümüzde, kültürel kör noktalar, soykırım ve etnik temizliğin meşrulaştırılması da dahil olmak üzere etik dışı uygulamalar olarak ortaya çıkabilir. Habercilikleri ve çerçevelemeleri hakkında tekrarlanan şikayetleri dinlemeli ve ciddiye almalıdırlar. Bu, ne yazık ki birçoğunun şimdiye kadar gösteremediği bir öz farkındalık derecesi gerektirmektedir.
Al Jazeera'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.