Afrikalı liderler de sömürgeciliğin bir parçası
Kraliçe Elizabeth’in ölümü, sömürgecilik mirasının devam ettirilmesinde kendimizin oynadığı rolü öz eleştiriye tabi tutacağımız bir akımı tetiklemelidir.
İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in ölümü ve cenaze töreni, İngilizlerin çoğunlukla görmezden gelinen acımasız sömürgeciliğinin yani İngiltere’nin dünyanın dört bir yanındaki halkları canice boyunduruk altına alarak sahip olduklarını yağma edişinin ve kraliyet ailesinin bu süreçte oynadığı rolün hikayesinin biraz daha yakından incelenmesi adına aslında büyük bir fırsat doğurdu.
Çok sayıda insanın sömürge tarihinin belki de en gözle görülür sembolünün ölümünden dolayı sırf baskı gördüğü için yas tutmayı kabul etmeyecek kadar cesur davranması son derece memnuniyet vericiydi. Fakat bu hususta hatırı sayılır derecede bir bölünme de gözlerden kaçmadı.
Teknik olarak hala kraliyetin tebaası olan milletlerin insanları İngilizlerin geçmişteki cürümlerini açık şekilde gündem ederken eski İngiliz sömürgelerinin bugünkü yöneticileri buna konuda pek hevesli değildir. Hatta neredeyse hepsi tek bir yürek halinde 2. Elizabeth’e duydukları saygıdan ötürü bayraklarını yarıya indirip, kraliçenin yaşantısının bir kararlılık sembolü olduğundan dem vurup sonra da beraberinde düzinelerce yetkiliyle Londra’ya gidip cenazeye bizzat iştirak ettiler.
Kraliçenin ölümüyle birlikte geçmişin kısa bir süreliğine de olsa tekrar hatırlandığı bu günlerde, bu geçmişin günümüze olan etkileri nedense hiç konuşulmamaktadır. Bunun sebebi maalesef şu gerçektir; İngiliz ve diğer Avrupalıların kendi malı olarak gördüğü topraklarda yaptığı sömürgeciliği hepimiz kınamamıza rağmen kazanılan “bağımsızlıktan” on yıllar sonra dahi çoğumuz, onların buralarda hüküm sürdüğü zamanları hatırlatan şeylerle çevrili şekilde yaşamaktayız.
Kraliçenin ölümünden bir hafta önceki günlerde, William Ruto’nun zafer ilan ettiği Kenya’daki 9 Ağustos başkanlık seçimlerinin resmi sonuçları ile alakalı çok sayıda itiraz ülkenin Anayasa Mahkemesine ibraz edildi. Avukatların ve hakimlerin giydikleri peruklar ile cübbeler ve dahi birbirlerine “Beyler ve Bayanlar (My Lords and My Ladies)” diye hitap etmeleri “Ana İngiltere’den” alınan geleneklerdi.
Eski birçok sömürgecilik mağduru topraklarda ilan edilen siyasi bağımsızlık aslında sömürgenin tamamen bittiği anlamına gelmedi. Nermeen Shaikh’in kaleme aldığı ‘Geçmişteki Haliyle Bugün: Küresel Güce Eleştirel Bakışlar’ isimli kitapta söz hakkı verilen siyaset bilimi uzmanı ve antropolog Partha Chatterjee’nin de dediği gibi “sömürgeciliğe maruz kaldıktan sonra bağımsızlık ilan eden devletlerin çoğu … bilinçli bir şekilde Batı’daki modern devletin biçimlerine büründü (kurumlarını, yasalarını vs. benimsedi).”
Tabii ki, sömürgeden kurtulma olgusunu, kendilerini geliştirmeden mesul sıradan halkın zihinlerinin entelektüel açıdan özgürleştirilmesi merkezli ve devrimci nitelikte bir deney süreci olduğunu gayet iyi idrak etmeyi başaran Burkina Fasolu Thomas Sankara gibi istisnalar da oldu.
Fakat, “Her yerdeki sömürgeden kurtulma süreci önce ‘ırk ayrımı’ ile başladı” diyen Mahmood Mamdani gibi bazı uzmanlar ise başta Afrika olmak üzere sömürge sonrası dönem liderlerinin ‘ırk ayrımı’ üzerine odaklandığını ve beyazların kurduğu hakimiyeti, sömürge zihniyetinden kurtulma faaliyetleri yerine Afrikalılaşma ve millileşme olguları üzerinden silmeye çalıştığı tezini savunmaktadır.
Ne hazindir ki yerel seçkin kesim eskiden beyazlara tahsis edilen ayrıcalıklar, kaynaklar ve fırsatları kendileri ele geçirir geçirmez sömürge zihniyetinden kurtulma sürecini derinleştirmeyi bir kenara bırakmıştır. Bu nedenle, sömürge zihniyetinden kurtulma sürecini tamamlamadan ırk ayrımına odaklanan ve sömürge dönemi sistemleri ve uygulamalarına olan göbek bağını kesip atmayan sözde bağımsız yönetimler, dış güçlerin çıkarlarının getirdiği baskılar ve nüfuz etkileri karşısında savunmasız kalmıştır.
Sömürgeci yapılar korundu
Hatta ülkelerinin bağımsızlık ilan etmesinde büyük rol oynayan isimlerin çoğu, yıllar önce savaş ilan ettikleri sömürgeci yapıları ya olduğu gibi bırakarak ya da yeniden tasarlayarak George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ eserindeki domuzların akıbetine uğramıştır. Eski Kenya Başsavcısı Githu Muigai 1992’de kaleme aldığı bir makalede, ülkesinin bağımsızlık kazandığı dönemde otoriter sömürgeci yönetim yapısı üzerine liberal bir anayasa empoze etme girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığını, sömürgeci yönetim yapısı liberalizme boyun eğeceğine bunun tam tersinin yaşandığını vurgulamıştır.
Daha taze bir örnek ise Ruto ve kendisinden bir önceki devlet başkanı Uhuru Kenyatta’nın 2010 yılında yürürlüğe giren yeni anayasayı işletme hususunda başarısız olması ve hatta bazı başlıklarda eskiye dönmesi oldu.
Bağımsızlığını kazanmasının ardından Kenya devletinin ilk başkanı olan Jomo Kenyatta döneminde kabul edilen yeni anayasa ile bazı konularda ilerleme kaydedilmişti. Ancak Jomo’nun oğlu Uhuru Kenyatta ikinci başkanlık döneminde yozlaşma ve rüşvet olaylarını zorlaştıran yasaları dahi değiştirmeye yeltendi. Uhuru’nun getirmek istediği fakat ülkedeki anayasa mahkemesinden dönen bu yasalar, yönetime ortak taraflar arasında paylaştırılan başkan, başkan yardımcıları, başbakan, başbakan yardımcıları ve resmi muhalefet lideri gibi devlete ait makamların sayısının arttırılarak güç paylaşımına dayalı anlaşmalar üzerine kurulu bir düzen getirmeyi amaçlamaktaydı. İlaveten bu hamle ile 2010 öncesi döneme ait devlet hazinesinin yağmalanmasının da önü açılacaktı.
Önümüzdeki deliller su götürmez niteliktedir: Sömürge sonrası kurulan devletleri görece sağlam bir şekilde miras alan en son nesil yönetici kesim dahi eski Avrupalı efendilerini hala siyasi akrabaları olarak görmektedir.
2. Elizabeth’in ölümü, geçmiş hakkında tartışmaktan çok daha fazlasının yapılması için bir fırsat olup aynı zamanda Avrupa’dan bize miras kalan sömürge zihniyetinin hala olduğu gibi durmasında kendimizin de bir rol oynadığını açıkça kabul ederek bir öz eleştiri sürecini tetikleyip, bağımsızlık ilan edilmesinin ardından rafa kaldırılan sömürgeci zihniyetten arınma projesinin yeniden hayat bulması adına bir dönüm noktası olabilir.
Böylesi bir girişimin altında yatan neden sömürge dönemi öncesi geçmişe geri dönülmesi değildir. Bu münazara, Chatterjee’nin de dediği gibi “farklı bir modernliğin mümkün (olası) olup olmadığını” keşfetmeyi amaç edinmelidir. Bu münazara, emperyalizm eliyle yaratılan çerçevelerin en tepeye taşıdığı ve bu çerçeveler dışında kendilerini tanımlamakta zorlanan Batılı milletlere dahi yardımı dokunacak bir adım olmalıdır.
Sıfırdan başlamak zorunda da değiliz. Frantz Fanon’dan Ngugi wa Thiong’o’ya, Batılı kalıpların dışına çıkmayı başararak ortaya eserler koyan birçok düşünür ve yazar, 2. Elizabeth gibilerinin bizlere bıraktığı siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel pisliğin temizlenmesinde kullanılacak bu devasa projenin temellerini çok önceden attılar.
Fakat bu işte muvaffak olunabilmesi için sadece geçmişi hatırlamak yetmez. Geçmişin günümüzdeki varlığı ile de yüzleşmeliyiz ki bu bağımsızlık sonrası dönemde “farklı bir modernlik” üretme hususundaki kendi başarısızlığımızı çözmeyi de gerektirir.
Patrick Gathara tarafından kaleme alınan ve Al Jazeera'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.