Muhammed Yorgancıoğlu

Muhammed Yorgancıoğlu

Nebevi diplomasinin rehberliğinde Suriye hükümetinin stratejileri

Nebevi diplomasinin rehberliğinde Suriye hükümetinin stratejileri

İslam tarihi, İslam'ın temel prensiplerinin siyasi ve toplumsal alana nasıl yansıtıldığını gösteren örneklerle doludur. Hz. Muhammed Aleyhisselam'ın liderliğinde Medine İslam Devleti'nin (Miladi 622) kuruluş aşamasında alınan kararlar ve uygulanan stratejiler, bugünün İslami hareketlerine yol gösterici niteliktedir. Özellikle Medine Mutabakatı ve Hudeybiye Anlaşması, Şer'i Siyasetin temel ilkelerini anlamamız için önemli dersler sunmaktadır.

İslam tarihinde Efendimiz Aleyhisselam'ın ortaya koyduğu nebevi diplomasi, Suriye’de devrimi sonrası küllerinden yeniden doğan bir devletin kuruluş sürecinde karşılaşılabilecek sorunların doğru analiz edilmesine ve bu süreçte takip edilecek stratejilerin belirlenmesine rehberlik eden kapsamlı bir yol haritası sunmaktadır.

Bu yazıda, Suriye Hükümeti'nin karşı karşıya olduğu sorunları ve bu sorunlara Nebevi Diplomasi rehberliğinde sunulabilecek çözüm önerilerini ele aldım. Yazı biraz uzun olmakla birlikte, sürecin hızlı ve değişken doğası nedeniyle ikiye bölmeyi uygun görmedim. Sonuna kadar okuma zahmetine katlanmanızı özellikle istirham ederim.

Medine Mutabakatı: Birlikte yaşama ve ortak savunmanın İslami temelleri

İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri, Hz.Muhammed Aleyhisselam’ın hicret ettiği Yesrib’de, Medine İslam devletini kurmasıdır. Bu devletin temelleri, yalnızca Müslümanlar arasında değil, Medine’de yaşayan farklı inanç ve etnik gruplarla yapılan bir anlaşma, yani Medine Mutabakatı ile atılmıştır. Bu belge, sadece bir anayasa değil, aynı zamanda toplumsal barışı ve ortak savunmayı esas alan toplumsal bir uzlaşı modeli sunmaktadır. Medine Mutabakatı’nın içeriği ve uygulamaları, İslam toplumlarının günümüzde de karşı karşıya olduğu çokkültürlülük, ortak güvenlik ve adalet gibi meselelerde önemli dersler içermektedir.

Medine Mutabakatı’nın arka planı

Hicretten önce Medine, Evs ve Hazrec kabileleri arasında süregelen kan davalarıyla parçalanmış bir haldeydi. Aynı zamanda Yahudi kabileleri olan Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza, Medine'nin ekonomik ve siyasi yapısında etkiliydi. Efendimiz Aleyhisselam’ın Medine’ye hicreti, sadece Müslümanlar için değil, tüm Medine halkı için bir umut kaynağı oldu. Bu ortamda Efendimiz, Medine Mutabakatı’nı ilan ederek hem Müslümanlar arasında hem de diğer topluluklar arasında barış, adalet ve dayanışma temelinde toplumsal uzlaşı zeminini sağladı

Medine Mutabakatı’nın içeriği

Medine Mutabakatı, toplamda 47 maddeden oluşan bir anlaşmadır. Bu maddeler, Müslümanların kendi iç düzenini kurarken, Yahudiler ve diğer topluluklarla bir arada yaşamanın temel ilkelerini de belirliyordu. Vesika’nın bazı önemli maddeleri şunlardır:

  • Din ve İnanç Özgürlüğü: Müslümanlar ve Yahudiler kendi dinlerini özgürce yaşayabilecekler
  • Adalet ve Eşitlik: Toplumun tüm kesimleri, hukuk karşısında eşit kabul edilecek
  • Ortak Savunma: Medine saldırıya uğradığında, Müslümanlar ve Yahudiler Medine’yi birlikte savunacaklar.
  • İç Barışın Korunması: Mutabaka göre anlaşmanın taraflar arasında düşmanlık ve kan dökülmesi yasaktır

Hudeybiye Antlaşması ve stratejik kazanımları

Hudeybiye Antlaşması, Medine İslam Devleti ile Mekke müşrikleri arasında, Medine İslam Devleti'nin kurulmasından altı yıl sonra (Miladi 628) imzalanan tarihi bir barış antlaşmasıdır. İslam tarihinde sadece bir ateşkes olarak değil, aynı zamanda Müslümanlar için siyasi ve dini bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu önemli antlaşma, Mekke yakınlarındaki Hudeybiye bölgesinde yapılan görüşmeler sonucunda hayata geçirilmiştir.

Hudeybiye Antlaşmasının önemi ve sonuçları

a. Medine İslam Devleti’nin Meşruiyeti

Mekke müşrikleri, bu antlaşmayla Müslümanları resmen bir güç olarak tanımış ve Medine İslam Devleti’nin varlığını kabul etmiştir.

b. Siyasi İstikrar

Antlaşma, Müslümanlara savaş tehdidi olmaksızın İslam’ı yayma ve devletlerini güçlendirme fırsatı tanımış, böylece Medine İslam Devleti’ne önemli bir istikrar kazandırmıştır.

c. İslam’ın Yayılması

Ateşkes dönemi, İslam'ın hızla yayılmasına zemin hazırlamış, bu süreçte birçok Arap kabilesi Medine’ye gelerek İslam’ı kabul etmiştir.

d. Diplomatik Açılımlar

Antlaşmanın sağladığı barış ortamında Hz. Peygamber, çevredeki devlet ve hükümdarlara davet mektupları göndermiş, böylece İslam evrensel bir boyut kazanmıştır.

İlk bakışta Müslümanlar için dezavantajlı gibi görünen Hudeybiye Antlaşması, Allah-u Teâlâ tarafından “Fetih Suresi” ile müjdelenmiş ve "apaçık bir fetih" olarak nitelendirilmiştir. Bu süreç, Müslümanların siyasi ve askeri gücünü pekiştirmiş ve Mekke’nin fethine giden yolu açmıştır.

Hudeybiye Antlaşması, nebevi diplomasinin, sabırın ve stratejik zekânın bir zaferi olarak tarihe geçmişti.

Medine Mutabakatı ve Hudeybiye Antlaşmasından, Suriye'ye nebevi diplomasi yansımaları

Suriye, devrik rejim döneminde tıpkı hicret öncesi Medine gibi bir azınlığın baskısı altında güçsüz bırakılmıştı. Halkın iradesi yok sayılarak zenginlikleri sömürülen ülke, zayıf ve çaresiz bir topluma dönüştürüldü. Ancak bugün Suriye'de halkın kendi evlatları tarafından başlatılan gerçek bir devrimle yeni bir dönemin temelleri atılıyor. Bu dönem, Suriye halkının kendi geleceğini bağımsız bir şekilde inşa edebileceği bir dönemin habercisidir. Bu devrim, Suriye’yi İslam’ın kadim geleneğinde olduğu gibi, ilim, medeniyet, barış ve adalet dolu tarihine uygun bir şekilde yeniden yapılandırmayı hedefliyor. Adalet, liyakat, hakkaniyet ve şura temelli kurumsal bir düzen inşa edilecek ve bu düzen, insanlığa huzur, refah ve bilim merkezi olacak örnek bir devlet modelini sunacaktır.

Ancak bu süreçte, hikmetle ve basiretle çözülmesi gereken birçok kritik mesele vardır. Medine Mutabakatı ve Hudeybiye Anlaşması gibi Nebevi Diplomasi referansları, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde karşılaşılacak sorunlara yol gösterici olacaktır.

1.Azınlık sorununa çözüm önerileri: Adalet, liyakat, hakkaniyet, şura ve hoşgörü ekseninde bir yaklaşım

Suriye’nin geleceği, farklı etnik ve dini gruplar arasında adalet ve barışa dayalı bir sistem oluşturulmasına bağlıdır. İslam'ın devlet ve toplum yönetiminde esas aldığı temel değerler olan adalet, liyakat, hakkaniyet, şura ve hoşgörü, bu bağlamda güçlü bir rehberlik sunmaktadır. Bu ilkeler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Medine Mutabakatı’nda ortaya koyduğu Nebevi Diplomasi ve sosyal uzlaşma modeline dayandırılabilir. Medine Mutabakatı’nın ilkeleri, Suriye’nin birliğini ve toplumsal barışını tesis etmek adına şu şekilde uyarlanabilir:

a. Hukuki eşitlik ve adalet

Medine Mutabakatı’nda, farklı dini ve etnik grupların can, mal ve din emniyeti garanti altına alınmıştır. Bu yaklaşım, İslam’ın “adil şahitlik yapmayı” emreden temel ilkesine dayanmaktadır. Suriye’de de Hristiyan, Dürzi, Nusayri ve diğer azınlıkların haklarını koruyan anayasal düzenlemeler yapılmalı ve herkesin eşit hukuk güvencesine sahip olduğu bir sistem inşa edilmelidir. Adaletin tesisi, toplumsal çatışmaların önlenmesinde birincil şarttır.

b. Ortak savunma ve milli bağımsızlık

Medine’deki topluluklar, dış tehditlere karşı ortak savunma yükümlülüğünü kabul ederek vatandaşlık bilinciyle hareket etmişlerdir. Suriye’de de bu model esas alınarak, ülkenin bağımsızlığı ve güvenliği için tüm direniş grupları milli birlik ve beraberlik çatısı altında birleştirilmelidir. Bu çaba, liyakat esasına dayalı bir ordu yapılanmasıyla desteklenmeli ve güvenlik, sadece bir kesimin değil, tüm halkın ortak sorumluluğu olarak görülmelidir.

c. Din ve inanç hürriyeti, hoşgörü

Medine Mutabakatı, her topluluğun dini inançlarını ve ibadetlerini özgürce yerine getirme hakkını garanti altına almıştır. Bu durum, İslam’ın "Dinde zorlama yoktur" prensibiyle uyum içindedir. Suriye’de de ibadet özgürlüğü anayasal güvence altına alınarak, farklı inanç gruplarının din ve inanç hürriyeti sağlanarak ibadet özgürlükleri korunmalı ve hoşgörü ortamı güçlendirilmelidir.

d. Adaletli ve hakkaniyetli paylaşım

Medine Mutabakatı, toplumsal barışı ve ekonomik dengeyi adalet temelinde korumuştur. Suriye’de de yeraltı kaynakları ve ekonomik gelirlerin adil bir şekilde paylaşımı, toplumsal güvenin tesisi için vazgeçilmezdir. Hakkaniyet esasına göre düzenlenecek bir ekonomik sistem, toplumun tüm kesimlerinin refahtan pay almasını sağlamalıdır.

e. Milli mutabakat ve toplumsal katılım (şura)

Medine Mutabakatı, farklı gruplar arasında karşılıklı hak ve sorumlulukları tanımlayan bir toplumsal sözleşme niteliği taşımıştır. Benzer şekilde, Suriye’de de tüm kesimlerin katılımıyla gerçekleştirilecek bir Ulusal Diyalog Kongresi düzenlenmeli ve bu kongrede ülkenin geleceğini şekillendirecek bir ulusal sözleşme hazırlanmalıdır. Bu süreç, liyakat ve kapsayıcılık ilkeleri doğrultusunda yürütülmeli, toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği bir zemin oluşturulmalıdır.

Adalet, liyakat, hakkaniyet ve hoşgörü ekseninde şekillenecek bu model, Suriye’de toplumsal barış ve siyasi istikrarın yeniden tesis edilmesinin anahtarı olacaktır. İslam’ın öğretileri, bireylerin haklarını koruyarak toplumun tamamını kuşatan bir yönetim anlayışını benimser. Suriye, bu ilkelere dayalı bir düzen kurmayı başarabilirse, yalnızca kendi halkı için değil, tüm İslam ümmeti için de ilham kaynağı olacak bir model haline gelebilir. Bugün bu temellerin atılması, gelecekte güçlü, adil ve huzurlu bir Suriye inşa etmenin ilk adımıdır

2. Silahlı unsurlar ve güvenlik sorunları

Suriye Hükümeti, ülkenin toprak bütünlüğünü koruma konusundaki kararlılığını açık bir şekilde dile getirmiş ve özerklik, kanton ya da federal yapı gibi merkezi otoriteyi zayıflatacak hiçbir oluşuma izin verilmeyeceğini çok net bir şekilde ilan etmiştir. Ülkenin güvenliği ve istikrarı için bu yaklaşım, kırmızı çizgi olarak belirlenmiştir. Bu doğrultuda, ülkedeki tüm silahlı unsurların silahlarını teslim ederek, devletin tek meşru güvenlik gücü olarak resmi ordunun tesis edilmesi hayati öneme sahiptir.

Başta Suriye’nin doğusunda faaliyet gösteren ve terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG’nin ana bileşenlerinden biri olduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olmak üzere, Dürzi ve Nusayri azınlıkların oluşturduğu silahlı gruplar, ülkenin birliğine yönelik ciddi tehditler arasındadır. ABD ve Batılı ülkelerden destek alan bu yapıların silah bırakması ve merkezi hükümetin otoritesini kabul etmesi için öncelikli olarak diplomatik yöntemler kullanılmalıdır.

Diğer yandan, DAEŞ gibi terör örgütlerine karşı merkezi hükümet ve ordunun kararlılıkla yürüteceği operasyonlar, terörizmi bahane ederek Suriye’de asker bulunduran ABD ve diğer Batılı ülkelerin gerekçelerini ortadan kaldırabilir. Böylelikle hem yabancı güçlerin Suriye’den çekilmesi hem de SDG’nin silah bırakıp merkezi hükümetin otoritesine tabi olması sağlanabilir.

Bu süreçte, olası bir çatışma riskine karşı dikkatli ve hassas bir diplomasi yürütmek hayati önem taşımaktadır. PKK/YPG terör örgütünün ana bileşeni olduğu SDG’ye yönelik muhtemel bir savaşın, büyük can kayıplarına yol açabileceği ve Suriye’nin hem toprak bütünlüğüne hem de toplumsal birliğine ciddi zararlar verebileceği unutulmamalıdır. Aynı şekilde, böyle bir çatışmanın Türkiye topraklarına yönelik barındırdığı riskler de dikkate alınmalıdır.

Bu durumun, PKK terör örgütü ve destekçileri tarafından DAEŞ terör örgütünün Ayn el-Arab (Kobani) saldırılarını bahane ederek Türkiye’nin güneydoğusunda başlattıkları 6-8 Ekim olayları ve sonrasında yaşanan çatışmalara benzer bir süreci tetikleyebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, PKK destekçilerinin “Arap-Kürt savaşı” ve “Kürt halkı katlediliyor” algısı oluşturarak küresel güçlerin Suriye’ye müdahalesine zemin hazırlama çabalarına karşı da son derece uyanık olunması gerekmektedir. Tüm bu faktörler dikkate alınarak, dengeli ve uzun vadeli bir strateji geliştirilmelidir.

Bu bağlamda, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Medine’de Yahudilerle yaptığı ortak güvenlik anlaşması ve Hudeybiye’de sergilediği sabırlı diplomasi, Suriye için önemli bir örnek teşkil etmektedir. Nebevi diplomasi, uzun vadeli kazanımlar için bazen kısa vadeli hedeflerden vazgeçmeyi ve hikmetle hareket etmeyi gerektirir. Suriye Hükümeti de bu yaklaşımı benimseyerek, özellikle doğudaki sorunların çözümünde diplomasiye öncelik vermeli ve bölgesel güvenliği sağlamak adına Türkiye ve ABD gibi bölge denkleminde etkili aktörlerle diplomasi müzakereleri yürüterek bu sorunu kansız bir şekilde çözüme kavuşturmalıdır. Bu müzakere sürecinde Türkiye’ye önemli ve büyük görevler düşmektedir.

Küresel güçlerin, Suriye’deki azınlıkları ve terör algısını kullanarak ülkeye baskı kurmaya ve kendi ideolojilerini dayatmaya çalışacakları gerçeği asla göz ardı edilmemelidir. Bu süreçte, bizler kardeşlerimize destek olmalı ve onların omuzlarına yeni yükler bindirecek aceleci adımlardan kaçınmalıyız. Sahadaki gerçekleri yok sayarak yüksek beklentiler içerisine girmek, devrimin yükünü daha da ağırlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.

3. Rusya'nın Suriye'deki varlığı

Rusya'nın Suriye'deki varlığı, bölgesel ve küresel dengeler açısından tartışmalı bir konu olmakla birlikte, bazı stratejik avantajlar sunmaktadır. Suriye’nin bağımsızlığını koruma şartıyla, Rusya’nın ülkede kalması, hem Suriye’nin yeniden inşa sürecine katkı sağlayabilir hem de ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyasına karşı dengeleyici bir rol oynayabilir. Bu çerçevede, Rusya’nın Suriye’deki varlığının sunduğu faydalar birkaç başlık altında incelenebilir.

a. Savunma sistemlerinin modernizasyonu ve teknoloji transferi

Suriye, devrik rejim döneminde uzun yıllardır Rus yapımı savunma sistemleri ve uçaklar kullanmaktadır. Devrik rejimden kalan bu askeri araçların modernizasyonu, Suriye’nin gelecekteki güvenliği için kritik önemdedir. Rusya’nın bu alandaki teknik desteği, Suriye’nin güçlü ve bağımsız bir savunma kapasitesi oluşturmasına imkan tanıyabilir. Özellikle, Rusya’nın ileri düzey hava savunma sistemleri ve elektronik harp teknolojisi, Suriye’nin bölgesel tehditlere karşı caydırıcı bir güç olmasını sağlayabilir.

b. Silah ve savaş teknolojilerinde alternatif tedarikçi

ABD’nin silah satışı ve askeri yardımları genellikle siyasi şartlara bağlıdır. Suriye’nin ABD ve AB Ülkeleri dışındaki alternatif tedarikçilerle çalışması, ülkenin bağımsızlığı için stratejik bir önem taşımaktadır. Rusya’nın Suriye için alternatif bir silah tedarikçisi olması, Suriye’nin kendi dış politikasını belirleme özgürlüğünü artırabilir. Aynı zamanda bu durum, Suriye’yi askeri alanda ABD’nin müdahaleci politikalarından da koruyabilir.

c. ABD’ye karşı dengeleyici güç

Ortadoğu, ABD’nin askeri üslerinin ve etkisinin yoğun olduğu bir bölgedir. Rusya’nın Suriye’deki varlığı, ABD’nin bölgedeki tek kutuplu hegemonyasını dengelemektedir. Bu denge, yalnızca Suriye’nin değil, tüm bölge ülkelerinin daha bağımsız bir politika izlemelerine zemin hazırlayabilir. Rusya’nın stratejik varlığı, bölgede alternatif bir güç merkezi oluşturarak ABD’nin müdahaleci politikalarını sınırlayabilir.

d. Ekonomi ve yeniden inşa sürecine katkı

Suriye, yıllardır süren savaş nedeniyle ciddi ekonomik ve altyapısal yıkıma uğramıştır. Rusya’nın enerji, inşaat ve ulaştırma gibi sektörlerde sağlayacağı yatırımlar, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde önemli bir rol oynayabilir. Ayrıca, Rusya’nın Suriye’ye enerji alanında teknoloji transferi sağlaması, ülkenin ekonomik kalkınmasına ve enerji bağımsızlığına katkıda bulunabilir.

e. Uluslararası arenada Suriye’nin konumunun güçlenmesi

Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto gücü, devrik rejim döneminde Suriye’ye yönelik uluslararası baskıları hafifletmişti. Rusya’nın küllerinden yeniden doğan Suriye’ye diplomatik destek vermesi, ülkenin uluslararası arenada meşruiyetini güçlendireceği gibi, bu destek aynı zamanda, özellikle Batı’nın yaptırım politikalarına karşı Suriye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığını korumasında etkili bir araç olabilir.

Rusya’nın Suriye’deki varlığı, ülkenin bağımsızlığı ve egemenliğini tehdit etmeyecek bir şekilde düzenlenirse, Suriye için ciddi stratejik avantajlar sağlayabilir. Savunma sistemlerinin modernizasyonundan ekonomik kalkınmaya, uluslararası arenada dengelerin korunmasından ABD hegemonyasına karşı alternatif bir güç merkezi oluşmasına kadar birçok alanda Rusya’nın desteği kritik bir öneme sahiptir. Bu nedenle, Suriye’nin gelecekteki bağımsız ve güçlü yapısının inşasında, Rusya ile tedbiri elden bırakmadan, dengeli ve stratejik bir iş birliği süreci büyük önem arz etmektedir.

4. İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları ve Suriye Hükümetinin bu saldırılar karşısında süreci yönetme stratejisi

Suriye hükümetinin, mevcut durumda ülke genelinde karşı karşıya olduğu zorlukları ifade etmeye çalıştık. Bu zorluklara bir de İşgalci İsrail'in Suriye Ordusuna ait askeri hedeflere ve silah depolarına yönelik gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla Kuneytra'da işgal ettiği bölgeler ve bu durum karşısında bütün dünyanın gözlerini Suriye'ye çevirmesi eklenince durumun ne kadar zorlaştığını anlamak hiç de zor değil.

İşgalci İsrail ve Batılı ülkeler, İsrail’in bu provokatif saldırıları nedeniyle dikkatlerini Suriye hükümetine çevirmiş durumdalar. Bütün dünyaya, Suriye Hükümetinin bu provakatif saldırılara, askeri olarak karşılık vermesini bekliyor.

Şayet Suriye Hükümeti şu anda bu provakatif saldırılara askeri bir karşılık verirse bu durumu, yeni Suriye Hükümetinin İsrail dolayısyla bütün dünya için potansiyel bir tehlike barındırdığı yaygarasını kopartarak, zaten öncesinde hazırladıkları, azınlıklar, DAEŞ, terörizm vb. algılar ile Suriye'ye yönelik yeni bir askeri müdahaleye sebep kılabilirler.

Suriye halkına savaşın getirdiği yorgunluğu ve hükümetin karşı karşıya olduğu iç ve dış baskılar göz önüne alındığında, İsrail’in saldırılarına karşılık vermek, oldukça zor ve dikkat gerektiren bir karar olacaktır. Suriye hükümeti, bu süreci hikmet ve basiretle yönetmekte ve bu saldırıların durdurulması sorumluluğunu, uluslararası toplumun iddia ettiği ilkeler ve değerler çerçevesinde onlara yüklemektedir. Eğer uluslararası toplum iddialarında samimiyse, İsrail’in bu provokatif saldırılarını durdurması gerekmektedir.

Bu konuda bizden beklenen; İslam ümmetinin üç yüzyıllık birikmiş sorunları, yeniden diriliş aşamasında olan Suriye’den çözmesini bekleme yanılgısına düşmemektir. Suriye’nin geçiş süreci liderliğine güvenmeli ve gelişmeler karşısında sabırla hareket etmeliyiz. Bu devrim, İslam ümmetinin elindeki en büyük fırsatlardan biridir ve doğru değerlendirildiğinde İslam dünyasının yeni bir dirilişine rehberlik edecek bir örneklik sunacaktır.

Eğer Suriye’de adalet, liyakat, hakkaniyet ve şura esaslarına dayalı istikrarlı bir devlet kurulabilir ve bu devletin devamlılığı sağlanabilirse, bu ortamda yetişen nesiller İslam ümmetine ilham kaynağı olacaktır. Suriye’de kurulacak ilim ve irfan merkezleri, dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerin yetişmesine vesile olacak ve bu öğrenciler, kendi toplumlarını dönüştüren birer Mus’ab bin Umeyr misali İslam’ın adalet ve barış mesajını tüm dünyaya taşıyacaktır.

Bu öncü nesiller, aynı zamanda Filistin’in özgürlüğüne kavuşmasını sağlayacak fetih ordularının da temelini oluşturacaktır. Suriye Devrimi, yalnızca bir ülkenin değil, İslam ümmetinin geleceğini şekillendirebilecek bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle, Suriye’ye sahip çıkmalı, bu fırsatı doğru değerlendirmeli ve kaybetmemeliyiz.

Bugün atılan temeller, yarının güçlü ve adil İslam devletini inşa edecektir. Suriye, İslam ümmetinin yeni bir dirilişine rehberlik edebilecek bir modeldir. Bu bilinçle hareket etmek, başta Suriye olmak üzere İslam ümmetinin geleceğine karşı olan sorumluluğumuzun bir gereğidir.

Bir sonraki yazımda Suriye’nin Türkiye stratejisini ve Türkiye’nin Suriye’nin yeniden inşaası sürecindeki sorumluluklarını değerlendirmeye çalışacağım inşaallah…


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 283 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Muhammed Yorgancıoğlu Arşivi