Yeni Dünya Düzeni ve küresel küfür sistemi
İkinci Dünya Savaşı'nın arkasından gelen dönem içerisinde dünya düzeni bütünüyle iki güç ve kutup arasındaki dengeye dayanır oldu. Bunlar Amerika ve Sovyetler Birliği kutuplarıdır. Bu durum sömürülmüş ve zayıf bırakılmış devletlere, bu zıtlığın içinde hareket etmelerini ve bir taraf seçmelerini gerektiren bir alan bıraktı. Daha sonra Allah azze ve celle bu iki kutuptan birinin (Sovyetler Birliği) çökmesini ve sadece bir kutbun var olmasını diledi. Bu olağanüstü durum Amerika'yı diğerleriyle olan rekabetinde onlardan korkmaz bir hale soktu.
Biz şu an en genel anlamıyla dünyada üç kutbun olduğu bir hâlin önünde bulunmaktayız: Birisi tüm dünyaya egemen olan, kibirli ve böbürlenen bir yapıya sahip olan, dünyada bütün kuvvet vasıtalarına sahip küresel Haçlı-Yahudi kutbudur (Amerika ve İsrail). Bu Haçlı-Yahudi kutbuna alternatif oluşturacak diğer önemli iki kutup ise, İslâm kutbu ve buna bağlı olarak ortaya çıkması beklenen İslâm devletidir. Diğeri ise Güneydoğu Asya kutbudur ki bunlar Çin ve Japonya'dır. Batılıların yaptığı stratejik araştırma ve çalışmalar, Batılıların bu iki kutuptan hayli korktuğunu ortaya koymaktadır. Özellikle de 1.2 milyar nüfusa sahip olan Çin, 250 milyon nüfuslu Japonya ve buna ek olarak Japonya'nın ulaşmış olduğu teknoloji Batı'yı hayli korkutmaktadır. Bu yüzden bu kutup, Batı kutbu için (Amerika ve Avrupa) güçlü ve sağlam bir rakip olarak kabul edilmektedir.
Bununla beraber yine Batılıların ortaya koymuş olduğu araştırmalardan ortaya çıkan veriler Batılıların bu iki rakip kutupla rekabette iki farklı yol seçmiş olduklarını gösteriyor. İslâm kutbu için silahla savaşmayı seçtiler, diğeri için ise orta yollu ılımlı çözümleri ve (kendi medeniyetleri ile) onları kuşatmayı seçtiler. Bunun delili ise Japonya'nın artık Batı medeniyetinden bazı şeyleri kabullenmeye başlamış olmasıdır. Nihayetinde zaman geçtikçe bu medeniyetle olan kültür alışverişinin uygun ve zararı olmayan bir durum olarak gördüler.
Batılı insanlar Çin, Japonya gibi Doğu Asya medeniyetleri ile herhangi bir savaş haline girilmesi olasılığına karşılık ve İslâmî tehlikeleri gidermek için (bu medeniyetlerle) belirli bir bağ oluşturup sonra bu bağı işler bir hale getirmek için kendilerine ait bir tasavvur ortaya koydular.
Bu savaşta birbiriyle savaşan iki taraf vardır. İslâm bir taraf, yeni küresel düzen ise bir taraf. Her ne kadar bu konuda konuşmak tehlikeli ve endişe verici olsa da ben tüm açıklığıyla konuşmak istiyorum. Çok defa bu dersi yapmamaya karar verdim. Ancak (Müslüman zihinler için çok mühim gördüğümden) bu konu hakkında bu dersi yapmayı istedim. Aynı zamanda ne kadar zor olsa da bu emaneti yerine getirmeyi gerekli gördüm. Yaptığım araştırmalar ve yıllar süren gözlemlerim sonucu Müslümanlar ve yeni küresel düzen arasında meydana gelecek olan çatışmanın kanısına varmış bulunmaktayım. Küfür güçlerinin bir taraf, İslâm güçlerinin de bir taraf olduğu bir çatışma. Bazısı bu denklemin tam sağında bulunmakta ve bazısı da tam solunda bulunmaktadır.
Yeni Dünya Düzeni'nin kutupları
"Yeni Dünya Düzeni" yedi kutuptan oluşmaktadır:
Birinci kutup: Siyonist İsrail devletinin içinde olduğu küresel Yahudiler
İkinci kutup: Amerika ve Batı'nın temsil ettiği uluslararası Haçlılar
Üçüncü kutup: Müslüman ülkelerde, Yeni Dünya Düzeni'yle uyumlu hareket eden mürted yönetimler
Dördüncü kutup: Laikler
Laiklerin görevi hükümetler yıkıldıktan sonra veya herhangi bir yeni hükümet kurulması aşamasında (herhangi bir İslâmî uyanışın ve İslâmî devletin gelmemesine yönelik) tedbir cinsinden verilen rolleri yerine getirmeleridir. Şöyle ki, şayet bir hükümet düşerse (Cezayir'de olduğu gibi) orada hemen laik kesimler belirir. Şu anda İslâm ülkelerinde halihazırda mevcut hükümetler ve laik kesimler daima vardır. Örneğin Suudi Arabistan'da şu an yönetim kral ailesi tarafından yürütülmekte ve bu hükümet küfür düzenini temsil etmektedir. Eğer bu hükümet düşerse orada Müslümanların hükümete gireceği ve hakimiyeti ele alacağı bir boşluğa izin verilir mi? Asla verilmez, aksine Batı'da eğitim görmüş ve orada yetişmiş, Amerika ve Batı ile sıcak ilişkileri olan laiklerden oluşan modernist olarak adlandırılan bir akım (hükümet düştükten sonra) hemen hazırlıkları yapar. Bu her İslâm ülkesinde böyledir. İslâmî bir devletin vücuda gelmesini engelleyenler bu laik modernist akımlardır. Bu laik modernist akımlar yeni küresel düzende doğrudan etki eden bir parça olmasa da yeni küresel düzenin dolaylı ve önemli bir parçasıdırlar. Şöyle ki kâfir hükümet sistemleri düştüklerinde orada yönetime geçebilecek birden fazla seçenek olur. Ancak laikler olanca güçleriyle, tuzaklarıyla, aldatmalarla, halkın gözünü şeriat ile korkutma(!) propagandalarıyla ve baskılarıyla ülkede herhangi bir İslâmî gücün iktidara gelmesine engel olurlar. Bu yüzden bu laik akımlar da "Yeni Dünya Düzeni"nin bir parçasıdırlar.
Beşinci kutup: İslâm dinine kini olan kâfir gruplar
Bunlar kendilerini İslâm'a nispet eden gruplar arasında en şerli olanlarıdır. Şiiler ve onların devleti İran, Bahailer, Каdıyânîler, Dürzîler ve Nusayrîler gibi. Bu gruplar Batı için (Müslüman ülkelerde iktidarda olmaya aday) mevcut seçeneklerden birisidir. Bu grupların Müslümanlara hakim olmasının en açık örneklerinden birisi Şam topraklarıdır. Öyle ki Şam toprakları artık bu grupların bir barınağı haline gelmiştir. Yönetici olan gruplara örnek vermek gerekirse, sayıları Sünnîlerden çokça az olan Aleviler, Suriye'de 15 milyonluk Sünnî nüfusa yöneticilik yapmaktadır. Keza Lübnan'da da bir milyondan fazla Sünnî, bir milyon Şii, bir milyon Hristiyan vardır. Ancak güç ve kuvvet Dürzîler ve Şiilerdedir.
Günümüz dünyasında şimdiki vaziyete şöyle bir göz geçiren kimse, İran'ın elinde olan olanaklardan ve Batı'nın İran'ın genişlemesi adına İran'ın lehine yapmakta olduğu göz yummalardan korkar hale gelir. Çünkü İran hızlı bir şekilde genişlemektedir.
(...)
Amerika bilindiği üzere sadece bir kutup istiyor ve İslâm'ın bir devlet olarak mevcut olmasını istemiyor. Ancak garip olan, bütün bunların (İran'ın genişleme amaçlı yaptığı faaliyetler) Batı tarafından medyada bir yaygarası yapılmadan sessizce geçip gitmesidir.
(...)
İran'ın bir devleti ve petrolü vardır. Onlar Karaçi'den Beyrut'a Sovyetler Birliği bölgelerinden Afrika'ya kadar yayılan bir imparatorluk için çabalamaktadırlar. Bu gerçekleşmese bile en azından bütün bu devletlere hükmetmek ve bu devletlerin kaderine kendi elleriyle sahip olmak istiyorlar. Bütün bunların hepsi yeni küresel düzenin bu olacaklara aldırmazlığı arasında gerçekleşecektir. Öyleyse bunlara çabalayan İran ve Nusayrîler de Müslümanların çepeçevre kuşatmayı isteyen bu yeni küresel düzenin bir parçasıdırlar. Onlar Ehl-i Sünnet Müslümanlarını ve onlardan da özellikle silahlı cihad yapan örgütleri kuşatmak istemektedirler.
Altıncı kutup: Münafık alimler
Burada iki taraf vardır. Değerlendirmesine dair ihtilaf edebiliriz. Ben o iki tarafı Yeni Dünya Düzeni'nin bir parçası olarak kabul ediyorum. İlk taraf, münafık İslâm âlimleri ki ben onların Yeni Dünya Düzeni'nin bir parçası olduklarına inanıyorum ve onları yaptıkları işlerden dolayı onlar hakkında verilen hükümlere aldırmaksızın münafık alimler olarak isimlendiriyorum. Bu alimler şeriatı, Yeni Dünya Düzeni'nde esas temeli temsil eden mürted laik düzenlerin üzerine sadece bir kılıf olarak geçiriyorlar ve o mürted düzenlere karşı çıkan gerçek Müslümanlardan da şeriatı çekmeye çabalıyorlar. Yani ortada ne uygulanan bir şeriat oluyor ne de bunun farkında olan, buna karşı çıkan bilinçli bir halk kesimi oluyor. Onların çalışmaları da onlar hakkında verilen hükme aldırmaksızın benim nazarımda ikiyüzlülüktür. Onlar bunu dinden dönerek mi yoksa cehaletle mi ya da bir teville veya bir zorlama ile mi yaptılar bu mesele ayrıdır. Ancak onlar da Yeni Dünya Düzeni'nin bir parçası ve çatışma denkleminin İslâm'a düşman tarafındadırlar. İkinci taraf ise demokrasi düzeninin bir parçası olan partici İslâmî hareketlerdir.
Yedinci kutup: Demokratik nizamı kabul eden İslâmî hareketler
Demokrasi Amerika'nın ve Yeni Dünya Düzeninin siyasi misyonunun temsilciliğini yapan bir düzendir. Eski Amerikan başkanı Richard Nixon kitabında şöyle demektedir:
"Bizim dünyaya yönelik iki misyonumuz vardır; İktisadi bir birlik ki bu kapitalizmdir. Bu ekonomik sistemi Çin'e ve tüm dünyaya dayatmayı istiyoruz. Diğer misyonumuz ise siyasi bir vizyondur. O da demokrasi düzenidir."
Demokrasi düzeni yüzde yüz Batı'nın bir ürünüdür. Demokrasi beş bin yıl önce Yunan medeniyeti ile beraber başladı, daha sonra Rumlara ve sonra da Bizans İmparatorluğu'na geçti. Bunun arkasından Orta Çağ döneminde kilisenin ve destekçileri imparatorlukların içinde olduğu diktatörlük ve despotluk yeniden ortaya çıktı. Sonrasında Fransız İhtilali gerçekleşti ve demokrasi düzeni geri gelmiş oldu ve Avrupa Batı medeniyetinin liderliğini elinde tuttu ve Amerika'ya geçene kadar demokrasi medeniyeti olarak kaldı. Bunun arkasından ise Amerika Batı medeniyetinin bayraktarlığını üstlendi. Onların medeniyet misyonu da demokrasi düzenidir. Demokrasi düzeni adaletle şahitlik etmemiz gerekirse istikrar ve sorunları çözme noktasında insanlığın icat ettiği en iyi sistemdir. Ancak bize göre ise yeryüzünün şiddetli krizler ve yozlaşmalar üreten başarısız sistemi olarak kalacaktır. Şunu da es geçmemek gerekir ki demokrasi sistemini monarşik, baskıcı ve buna benzer sistemlerle karşılaştırdığımızda demokrasinin bu sistemler arasında devamlılık olarak kesinlikle en iyisi olduğunu söyleyebiliriz.
Demokratik düzeni kabul eden İslâmî hareketler hakkında
Demokrasi sistemini kabul eden İslâmî hareketler meclise veya bakanlıklara girmeleriyle tağut kılığına bürünmüşlerdir. Çünkü Allah'ın indirdiğinin dışında gerçekleşen yasama alanına ortak olmuşlardır. Onlar, meclise girişlerinin bu sistemi reddetmek için olduğunu iddia etseler bile, bu yapılan şey bu küfür sisteminin bir parçası olmaktır.
Seyyid Kutub şöyle demektedir:
"Meclise bu sistemi reddetmek için giren, kararlar almaya ve yöneticiler atamaya ortak olan, ayrıca onlarla beraber oturmakla onlara bir meşrutiyet kazandıran kişi Allah'a ve Rasûlü'ne savaş açmıştır. Allah Teâlâ şöyle der: 'Oysa Allah size Kitap'ta (Kur'an'da), Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi halde siz de onlar gibi olursunuz, diye hüküm indirmiştir.' (Nisa,140) Onlar ise onlarla oturmakta ısrar edi- yorlar. Hatta kendilerine, dinin herkesçe bilinen apaçık kaideleri hakkında tartışmada bile bir hak veriyorlar. Allah, 'kadınlar erkekler gibi değildir' (Al-i İmran, 36) diyor, onlar ise kadın ve erkek arasında fark yoktur diyorlar. Allah 'hiç Müslümanları günahkarlarla eşit tutar mıyız?' (Kalem, 35) diyor, onlar ise 'evet tutarız, Komünist ile Baasçı, laik ile Müslüman arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi beraber oturabilirler' diyorlar."
Demokrasi sistemini ve Amerika'nın misyonunu kabul edenler ve demokratik düzenin içine girenler hakkındaki hüküm ayrı bir yana, bunlar şüphesiz Yeni Dünya Düzeni'nin bir parçasıdırlar. Burada fıkhî konulara girmek, meclise girip demokrasi düzenine katılan İslâmcıların delillerini, bu sisteme dahil olmalarına gerekçe gösterdikleri tevillerini tekrarlamak istemiyorum. Yine bu kişiler mürted midir yoksa mazeretli sayılırlar mı, bunlar ayrı bir mevzudur.
Ancak şu bir gerçek ki onlar böyle yapmakla tağutun grubuna dahil olmuş ve tağutun lehine iki şeyi gerçekleştirmişlerdir. İlk olarak tağuta meşruluk kazandırdılar. İkinci olarak ise mücahidlerin yollarını kapadılar. Önceleri cihada karşı isteği ve arzusu olup can atan insanların birçoğunun arzusu şimdilerde parlementoya katılmak ve cihad mefhumunu darmadağın etmektir.
Demokratik sisteme giren bâtıl ehlinin birtakım yetkileri sayesinde bir şeyler elde etmesi onların hak üzere olduklarına bir delil değildir.
Bu gibi insanlar Sudan'da olduğu gibi hükümetteki yetkilerinden dolayı bazı (İslâm adına yararı olan) şeyler elde edebilirler. Bu demokratik İslâmî hareketler ülkede kontrolü ele alsalar ve seçimlerde başarılar kazanıp tek başına iktidar olsalar ve demokratik sisteme dayanan, bin yıl süren İslâmî(!) bir hükümet kursalar bile daima bu menhecin Allah (azze ve celle)'nin hakkında apaçık bir kanıt indirmediği (batıl) bir menhec olduğunu söyleyeceğim.
(...)
Yeni Dünya Düzeni'nin kutuplarına dair bir açıklama ve özet
Yeni Dünya Düzeni’nin kutuplarını özetlemeyi istediğimizde şöyle dememiz mümkündür:
İlk olarak Yeni Dünya Düzeni her şeyi idare eden ve yöneten Yahudi güçlerinden oluşmaktadır ve bu gücün liderliğini İsrail ve Siyonist devlet başkanları yapmaktadır. Ben bu derse hazırlanırken bazı örnekler verebilmek için "Siyonist Liderlerin Protokolleri" kitabına başvurdum ve subhanallah dedim. Bu kitapta yazılan her şey Birinci Dünya Savaşı'ndan beridir harfiyen uygulanıyor. Günümüzde bütün meydana gelen ve uygulanan her şey Siyonist liderlerin planlamalarından biridir. Siyonist devlet başkanları gittikleri batıl yol uğruna Hıristiyan medeniyetini merkez edindiler. Yeni Dünya Düzeni'nin ikinci parçasını Amerika ve Avrupa oluşturmaktadır. Yahudiler bu yeni düzende planlayıcılardır, bizimle doğrudan karşılaşmama yolunu seçmişlerdir ve adeta şöyle demektedirler:
"Onlarla bu şekilde dolaylı olarak karşı karşıya geliyoruz, doğrudan değil."
"Bir tehlike ortaya çıkması durumunda Körfez Savaşı'nda Irak'ta yaptığımız gibi bu tehlikeyi yok edebileceğimiz vurucu bir askeri kuvvet oluşturulmasına gayret ediyoruz."
Ki Irak'ta askeri üsleri ele geçirmiş, bölgeye askeri uçak gemilerini yerleştirmişlerdi. Batı güçlerinin İslâm topraklarına dağılım haritasını inceleyen bir kişi bizim değindiğimiz şu durumları da muhakkak fark eder. Özellikle de Amerika ve İngiliz güçlerinin dağılımını. Çünkü birçok dağılım vardır ve hatta Latin Amerika ülkeleri bile resmi bir şekilde bu bölgelere dahil olmaktadır ta ki dünyayı idare eden medeniyetin tamamen Hıristiyanlık medeniyeti olduğu intibaı verilsin.
Bu üç devlet Amerika, İngiltere ve Fransa ve sonrasında geçtiğimiz hafta NATO ittifakına katılmayı talep eden Rusya ve İtalya bu ittifaktaki temel güçlerdir. Almanya'da da bu dağılıma katılma noktasında bir istek vardır ancak bu sayılan devletler temel güçlerdir.
Yahudiler, Haçlılar ve mürted devlet başkanlarının İslâm beldesi olduğu halde İslâmi hükümlerle yönetilmeyen herhangi bir hükümet düştüğünde hazır olan alternatifleri, laikler, İslâm'a karşı kini olan, her şeyi Kum şehrinden idare eden ve başını Şia'nın çektiği gruplar ve bunlara ilaveten Nusayriler, Kadıyaniler, Bahailer, İsmaililer, Dürziler ve benzerleri gibi taifelerdir. Musibetlerin de en musibeti, bütün bu oyunları idare eden devlet başkanları bunları Yahudilerin yerine yapmaktadırlar ve bize karşı iki şeye dayanarak savaşmaktadırlar. O iki şey şudur:
- Bu hükümetlere meşruluk veren ve bu mürted hükümetlerle savaşılmasını engelleyen ulemâ.
- Şeriatımızı bizim elimizden alan ve insanların akıllarıyla oynayan İslâmî partici hareketler. Onlar bu konuda insanlara şöyle dediler:
"İslâm parlemento yoluyla gerçekleşecek ve mecliste İslâm hükmedecek. Cihadın ise tamamı ölüm, afet, kovuşturma, soruşturma ve takibata alınmadır(!)"
Ve böylece taviz verme çalışmaları başlamıştır.
Turabi bir gün bir konuşmasında şöyle demişti: "Benim stratejim en ideal yoldur."
Hiç olmazsa şunu demesi mümkün olabilirdi: Benim bir maslahatım var ve ben buna zorunluyum. Ama o ise bunu demedi ve benim stratejim asıl olandır, maslahata binaen yapılan bir şey değildir dedi. Abdüllatif Arabiyat adlı şahıs Ürdün meclisinde krala uzun konuşmasında şöyle demiştir:
"Efendimiz Kral Hüseyin, biz söylediğiniz her sözde ve başından beri durduğunuz her konumda sizin ile beraberiz. Siz Haşimi olduğunuzu, asil olduğunuzu, Arap olduğunuzu ispat ettiniz."
Bu adam böyle konuşuyor çünkü kendisini tam bir korumaya almak için her şeyini küfür sistemine feda ediyor. Yine krala şöyle demiştir:
"Ben baştan sona her zaman sizinleyim kralım."
Bu sebeple İhvân üyeleri bütün bakanlıklardan kovuldukları zaman Abdüllatif Arabiyyat meclis başkanlığını sürdürdü ve o hala bu makamdadır.
Bu insanlar, şer'i taksimata girmeksizin, küfür taifesine dahil olmaktadırlar. Ayrıca onlar yasamaya yani Allah'ın indirdiklerinin dışındaki şeylerle hüküm vermeye da ortak olmaktadırlar. Daha da net bir örnek verelim. Şu an bu parlementonun Adalet Bakanı olan kişi İhvân-ı Müslimin'in genel müfettişinin oğludur ve şimdilerde bu kişi adalet bakanlığı yapmaktadır ve tek görevi Allah'ın indirdiklerinin dışında hükmetmektir. Adalet Bakanlığı olarak isimlendirdikleri küfür ve zulüm bakanlığını İhvân-ı Müslimin'in genel başkanının oğluna verdiler.
Bu konudaki sözler çokça uzar. Ben daha önceki konferanslarda partici İslâmî hareketler yüzünden meydana gelen bu belayı çokça kez detaylı bir şekilde açıkladım. Özet olarak şunu söylemek istiyorum, biz şu an bir imtihanda ve gaflet içindeyiz ve uyanışta da değiliz. Bu hal gerçekten çok kötü. Afganistan'da görmüş olduğunuz şu sonuç, yani insanların bize şunu demeleri:
"Neden (sizin gibi düşünmeyen ama İslâm'a sair yöntemlerle hizmet etmeye çalışan) insanlar hakkında şüphe duyuyorsunuz ve onlara bir fırsat vermiyorsunuz?"
Dikkat edin, İslâmî hareketler halkı ne hale getirdi ve insanlar artık böyle şeyler söyler oldular. Bir şeyler yapmada geç kalan bizlere de dikkat edin. Bizde ise hala bir şeyi ıslah edecek bir kudret yok. İşte bu Yeni Dünya Düzeni'dir ve bu Yeni Dünya Düzeni'nin denkleminin taraflarıdır. Her tarafın kendine ait bir rolü vardır.
Bu değerlendirme Ebu Musab es Suri'nin "Yeni Dünya Düzeni" isimli kitabından derlenmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.