Suriye'den Pakistan'a cezaevlerinde kaybolan insanlar
Bahsedeceğim anı, "Teröre Karşı Küresel Savaş" bağlamında gözaltılar ve zorla kaybetmeleri araştırdığım yirmi yılı aşkın süredir yaşadığım en çarpıcı anılardan biriydi. 2006 yılının başlarıydı ve Pakistan'ın Karaçi kentinde bir ailenin mutfak masasında oturuyordum. Bir kadınla kocasının devlet tarafından kaçırılması hakkında konuşuyordum, ancak gözlerim sürekli olarak köşede oturan iki yaşındaki kızına takılıyordu. Öğle yemeğinden bir ısırık alıyor ve her ısırıktan sonra kaşığını önünde dik duran bir resme uzatıyordu. Kadın dikkatimin dağıldığını fark etti ve kızının, hiç tanışma fırsatı bulamadığı babasının resmini beslemeye çalıştığını açıkladı.
O an, sevdiğiniz birinin zorla ortadan kaybedilmesi sonrası yokluğu hakkında bana öğrettikleri nedeniyle hep aklımda kaldı. Ortaya çıkarılan bir arafta bulunma hali var, kişinin herhangi bir resmi kurum tarafından alıkonulmuş olduğu veya olmadığı, ölü olmadığı ama aynı zamanda hayatta da olmadığı bir araf. Babasıyla sadece başkalarının ona anlattıkları üzerinden bir ilişki kurmaya zorlanan bu iki yaşındaki çocuk için hayat neye benzerdi?
Birkaç ay içinde, babasının Küba'daki Guantanamo Körfezi'ne gönderildiğini öğrenecektik ve ve ailesiyle ancak 2023'te yeniden bir araya gelebilecekti. Ancak böyle bir şansı asla bulamayan başkaları da var. Onlar bugün hala sevdiklerinin nerede olduğunu bilmiyorlar.
2006'da Pakistan'a yaptığım bu seyahatte, kocası da 2005 yazında kaçırılan ve Pakistan güvenlik kurumları tarafından ortadan kaybedilen binlerce kişi için ulusal bir harekete öncülük eden Emine Mesud Cancua ile tanıştım. Kuzeybatı, Pencap, Sind ve Belucistan'dan yüzlerce ve binlerce aileyi aynı soruyla bir araya getirdi: Sevdiklerimiz nerede?
Emine bugüne kadar kocasının akıbetine ilişkin hiçbir resmi açıklama alamadı, devlet kurumları tarafından kocasının yıllar önce öldüğüne dair tatmin edici olmayan iddialarda bulunuldu, ancak hiçbir şey tespit edilemedi. Emine ve çocukları, kocalarının bir gün kapıdan içeri gireceğine dair umutsuz bir bekleyişle bu bilinmezlik durumuna katlanmak zorunda bırakıldı.
2001'de Afganistan'ın işgalinden sonra Pakistan ve Afganistan'da binlerce kişiyi yakalayan ABD tarafından kurulan gizli zorla kaybetme sistemi, tüm dünyaya yayılan bir suç ortaklığı ağıyla sonuçlandı. Eski bir CIA görevlisi olan Robert Baer, bu suç ortakları ağını nasıl kullandıklarını açıklarken ünlü bir söz söylemişti:
"Eğer ciddi bir sorgulama istiyorsanız bir mahkumu Ürdün'e gönderirsiniz. İşkence görmesini istiyorsanız Suriye'ye gönderirsiniz. Bir daha asla görülmemek üzere ortadan kaybolmasını istiyorsanız Mısır'a gönderirsiniz."
Suriye'nin rolü
Suriye'nin "Teröre Karşı Küresel Savaş"ta ABD, İngiltere ve Kanada ile birlikte insanların gözaltına alınması, tutuklanması ve işkence görmesinde oynadığı rol genellikle göz ardı edilir. Genellikle Batı'ya düşman bir devlet olarak sunulan Esed Suriyesi, aslında işkencenin Batı tarafından başkalarına yaptırılmasında merkezi bir rol oynadı ve Batılı devletler, kendilerinin yapmak istemedikleri şeyleri yapmaları için Suriyeli ortaklarına bel bağladılar.
Kanada vatandaşları Abdullah Almalki, Maher Arar, Muayyad Nureddin, Ahmad Abou El Maati ve Alman vatandaşı Mohammed Haydar Zammar bu dönemde işkence gördü ve sorgulandı. Daha sonra İngiliz vatandaşları da kendilerini gizli gözaltında tutulurken ve benzer hapishanelerde işkence görürken bulacaklardı.
Son zamanlarda, Suriye'nin Beşar Esed rejiminden kurtarılmasından bu yana Halep ve Seydnaya'daki büyük cezaevlerine yeniden odaklanıldı, ancak Filistin Şubesi gibi cezaevleri de aynı derecede acımasızdı.
Mahkumlar idrar kokan, fare, hamam böceği ve bitlerle dolu karanlık, yeraltı hücrelerine kapatılıyordu. Tutuklulara, en temel ihtiyaçlar bile yetersiz bir şekilde sağlanıyordu.
Maher Arar yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"Tavanda bir metreye iki metrelik demir parmaklıklı küçük bir açıklık vardı. Bunun üzerinde başka bir tavan vardı, bu yüzden buradan sadece biraz ışık geliyordu. Yukarıda kediler ve fareler vardı ve zaman zaman kediler açıklıktan hücreye işiyorlardı. İki battaniye, iki tabak ve iki şişe vardı. Başka bir şey yoktu. Işık yoktu."
Sızan su nedeniyle nemli olan battaniyeler kısa sürede çürümüş ve işe yaramaz hale gelmişti. Yaz aylarında duvarlardaki yoğuşma hücreleri nemli hale getirirken, kış aylarında sıcaklıklar o kadar düşüyordu ki hamam böcekleri bile yerlerde donarak ölüyordu.
Boyutları ve klostrofobik koşulları nedeniyle "mezarlar" olarak bilinen hücreler ya bireysel ya da grup hücreleriydi. Muayyad Nureddin diğer 40 mahkumla birlikte beşe altı metrelik bir hücrede tutulurken, Ahmad bir metreden daha az genişlikte ve ancak dik durabilecek kadar uzun bir hücrede tek başına tutuluyordu. Alan o kadar kısıtlıydı ki, secde etmek imkansız olduğu için tutuklular düzgün bir şekilde namaz bile kılamıyordu.
Müslüman tutukluların ezan okuması yasaktı ve bunu yapanlar dövülüyordu. Bir aşağılama eylemi olarak Maher ve Ahmad yere yatırıldı ve dini nedenlerle uzattıkları sakalları zorla tıraş edildi.
Kullanılan işkence yöntemleri barbarcaydı. Abdullah Almlaki kablolarla kırbaçlandı, tekmelendi ve acıyı hissedebilmesi için yaralı ayakları üzerinde koşmaya zorlandı. Ahmad sigarayla yakıldı, saçlarından sürüklendi ve daha kötüsüyle tehdit edildi. Birçok tutuklu, cinsel organları da dahil olmak üzere kalın elektrik kablolarıyla dövüldü.
Maher, dayak yüzünden cildinin haftalarca morardığını anlattı. Abdullah'ın tek bir seferde 1000'den fazla kez kırbaçlandığı ifade edildi.
Bir başka kötü şöhretli yöntem de "lastik" idi. Tutuklular bir araba lastiğinin içine sokuluyor, hareketsiz hale getiriliyor ve başlarına, vücutlarına ve cinsel organlarına vuruluyordu. Daha önce ölümcül ihlallerden dolayı açığa alınan gardiyanlar, terör estirmeye devam etmeleri için görevlerine iade edildi.
Her türlü hukuki süreçten uzak koşullarda tutulan bu yabancı uyruklular, uluslararası STK'ların ve yabancı hükümetlerin baskısı sayesinde sonunda evlerine ulaşabildiler. Aynı durum, birçoğu Esed rejiminin hücrelerinde onlarca yıl geçiren Suriyeliler için geçerli değildi.
Suriye'nin özgürleşmesinden bu yana serbest bırakılan binlerce mahkûmun görüntüleri sevindirici olsa da, hala sevdiklerinin akıbetini merak eden yüzlerce aile var.
Suriyeli aktivist Vefa Ali Mustafa 30 Aralık 2024 tarihinde Şam'dan bir video yayınlayarak, devrimin başladığı 2013 yılında Esad güçleri tarafından gözaltına alınan kayıp babası için gerçeğin ortaya çıkması ve hesap verilmesi için arayışa girdi. Videoda zorla kaybetmelerin dehşetini gerçekten gösteren bir an vardı. Vefa, kaybolup giden bu insanları bir an sanki ölmüşler gibi "kim idiler" diye andı. Daha sonra ise sözlerini, hayatta olabileceklerini ifade eder bir şekilde "kimler" diye düzeltti. Bu düzeltmede, cezaevinde kaybetme uygulamalarının kötülüğü hakkında bilmemiz gereken her şey yatıyor. Onlar her zaman bilinmeyen bir haldeler.
Vefa, yirmi yıl önce Pakistan'da Emine Mesud Cancua tarafından sorulduğunu duyduğum aynı soruyla onlarca başka ailenin yanında duruyor: Sevdiklerimiz nerede? Videoda kucağında babasının bir resmini tutuyordu. Bu görüntü beni hemen Karaçi'deki o mutfak masasına geri götürdü: Babasının resmini beslemeye çalışan küçük bir kızın sevgi bağına benzer bir şeye tutunmaya çalışması...
New Arab'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.