Roma’nın ensesindeki nefes: Sultan Alp Arslan
Sultan Alp Arslan; Selçukluların büyük komutanlarından olan, Horasan Meliki Çağrı Bey‘in (ö. Ağustos 1059) oğludur.
Buğra Han Yerli | Tarih-i Kadim
Sultan Alp Arslan; Selçukluların büyük komutanlarından olan, Horasan Meliki Çağrı Bey‘in (ö. Ağustos 1059) oğludur. Doğum tarihini farklı kaynaklar, farklı tarihlerde verseler de Orta Çağ’ın güvenilir tarihçilerinden olan İbnü’l-Esir; Alp Arslan’ın asıl doğum tarihini 1 Muharrem 420 (20 Ocak 1029) şeklinde vermektedir. [1] Tıpkı babası Çağrı Bey gibi cesareti ve korkusuzluğu ile bilinen Alp Arslan; Horasan hâkimi olan babasının hastalanması üzerine idareyi eline almaya başlamış, vefatı üzerine de Horasan Meliki olmuştur.
Tahta çıkışı
Selçukluların ilk hükümdarı olan Tuğrul Bey; abisi Çağrı Bey vefat ettikten (1059) sonra, eski Türk gelenekleri gereğince abisinin dul kalan eşi Ferruh Hatun ile evlenerek himayesine almış, dolayısıyla Çağrı Bey’in bu eşinden olma oğlu Süleyman’ı da üvey evlat olarak kabul etmişti. Tuğrul Bey; hastalığının ağırlaştığı dönemde (şehzadenin annesi ve Kündürî’nin etkisi ile) üvey oğlu Süleyman’ın tahta geçmesini vasiyet etmiş, 4 Eylül 1063 Cuma günü vefat etmiştir.
Tuğrul Bey’in ölümü üzerine harekete geçen ilk kişi; Tuğrul Bey’in, Altuncan Hatun isimli Harezmli eşinden üvey oğlu olan Anuşirvan olduysa da etkisiz hale getirilmiştir.
Selçuklu veziri Amidü’l-Mülk Kündürî, Tuğrul Bey vefat ettiği sırada, Tuğrul Bey’in amcasının oğlu olan Kutalmış’ı kuşatma altına almış bulunuyordu. Arslan Yabgu’nun oğlu olan Kutalmış, Tuğrul Bey’in vefatından üç sene önce isyan etmişti. Vezir Kündürî, Tuğrul Bey’in vefatından sonra kuşatmayı kaldırmış ve İsfahan’da annesi ile birlikte bulunan Şehzade Süleyman’ı derhal Rey’e getirtmiş; Tuğrul Bey’in vasiyetini yerine getirerek, Süleyman’ı Rey şehrinde tahta çıkarmıştır. Orduyu kendisine bağlamak ve diğer hanedan mensuplarına karşı kullanmak için de askere yüz binlerce dinar para dağıtmış ve mal vermiştir.
Çağrı Bey’in diğer oğlu Alp Arslan, Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış ve hanedanın diğer şehzadeleri, Süleyman’ın hükümdarlığını tanımayarak taht için mücadeleye girişmişlerdir. Öncelikle Kutalmış, Arslan Yabgu’nun oğlu olması sebebiyle kendisinin öncelikli taht sahibi olduğunu düşünerek, kardeşi Resul Tegin ve 50.000 Türkmen [2] ile birlikte Rey üzerine yürüyüp, (15 Kasım 1063 Cumartesi) hutbede kendi adını okutarak sultanlığını ilan etmiştir. Daha önce Kündürî tarafından sultan ilan edilen Süleyman, rakipleri karşısındaki zayıflığını fark ederek öncesinde Şiraz’a çekilmişti. Vezir Kündürî ise, direnmeye çabaladığı halde Kutalmış karşısında direnemeyince askerleri ile birlikte iç kaleye sığınmış ve bu meseleyi ancak onun çözebileceğini düşünüp Alp Arslan’dan yardım istemiş ve onun adına hutbe okutmuştur. Alp Arslan ise Vezir’e haber göndererek, payitahtı terk etmemesini, geleceğini bildirmiştir.
Alp Arslan’ın, Vezir Kündürî’nin yardım isteğine hemen cevap vermemesinin sebebi; ayaklanan Huttalan ve Çağaniyan [3] emirleri ile Herat‘ta bulunup, taht için isyan eden büyük amcası Musa Yabgu idi. Huttalan ve Çağaniyan bölgeleri, Ceyhun Nehri’nin doğusunda yer alıyordu; Alp Arslan 1061 yılında, henüz şehzade iken bu iki bölgeyi Selçuklu mülküne katmıştı. Tuğrul Bey’in ölümünün ardından bu iki bölgede çıkan isyanı bastırmış, daha sonra amcasının isyanı ile ilgilenmiştir.
Mücadeleye girişenler arasında, kanı en deli akan şüphesiz ki Alp Arslan idi. Öyle ki; henüz amcası Tuğrul Bey hayatta olduğu halde, öldüğü söylentileri yayılınca, tahtı ele geçirmek için harekete geçmiş ancak Tuğrul Bey’in hayatta olduğu öğrenince geri dönmüştür. Alp Arslan’ın bu konudaki mücadele azmi, Tuğrul Bey’in vefatından sonra da aynı şekilde devam etmiştir.
Alp Arslan, Huttalan ve Çağaniyan emirleri ile Musa Yabgu’nun ayaklanmasını bastırdıktan sonra Rey’e doğru yola çıktı.
Bu sırada Yunus Yınal‘ın [4] oğulları Erdem ve Erbasgan, Kazvin‘de Alp Arslan adına hutbe okuttular. Alp Arslan’ın üzerine geldiğini öğrenen Kutalmış ise, iki ordu arasında kalmamak için kuşatmayı kaldırıp Alp Arslan’ın üzerine yürümeye karar verdi. Alp Arslan’dan önce, onun gönderdiği öncü kumandan Hacib Erdem ile karşılaşan Kutalmış, galip geldi. Alp Arslan’ın yolunu kesmek için bölgeyi bataklığa çevirmesi ise bir işe yaramadı ve sonunda iki ordu 1063 yılının sonunda, Damğan civarında karşı karşıya geldi. Alp Arslan karşısında mağlup olan Kutalmış, geri çekilmeye başladı. Bu geri çekilme sırasında ordusunun düzeni bozulan Kutalmış, hayatını kaybetmiş ve ölü olarak bulunmuştur. Amcası Kutalmış’ın ölümüne çok üzülen Alp Arslan, başında ağlamış ve yas tutmuştur. Cesedini ise Rey’e, Tuğrul Bey’in yanına defnettirmiştir (7 Aralık 1063). Bu savaştan sonra Kutalmış’ın kardeşi Resul Tegin ve oğlu Süleyman (Şah) ile bazı kumandanları da Alp Arslan tarafından esir alınmıştır.
Savaştan sonra Rey’e dönen Alp Arslan, 1064 yılının başlarında, 35 yaşındayken tahta geçti. Taht iddiasında bulunan şehzadelerden olan ve İsfahan’a kadar ilerlemiş olan Kara Arslan Kavurd Bey, haberi aldıktan sonra kendi yönetim bölgesine geri dönüp, abisi Alp Arslan adına hutbe okutmuştur. Alp Arslan’ın saltanatı, hükümdarlığını ilan etmesinden birkaç ay sonra (27 Nisan 1064) Abbasi Halifesi Kaim Biemrillah tarafından da onaylandı. Alp Arslan ise karşılığında halifeye değerli hediyelerle birlikte, halifenin kızı olan yengesi (Tuğrul Bey’in eşi) Seyyide Hatun‘u da Bağdat’a göndermiştir. Tuğrul Bey, halifenin kızını, halifenin tam gönlü olmadan Rey’e getirtmişi.
Bunun yanında bu sene, Tuğrul Bey’in vezirliğini yapan Kündürî de, Nizamü’l-Mülk’ün tahrikleri ile Alp Arslan tarafından azledilmiş, bir müddet hapisedildikten sonra da idam edilmiştir (29 Kasım 1064). Kündürî’nin idam edilmeden önce Nizamü’l-Mülk‘e ithafen “Zararlı bir iş yapıp, zulüm yoluna gittin. Türklere vezir öldürmeyi öğrettin. Bir kimse bir kuyu kazar ise, içine düşen ölür ve âdeti ortaya koyan, kıyâmet gününe dek, her o âdeti yapan kadar günâh bulur” dediği söylenir.
1. Kafkasya Seferi
Sultan Alp Arslan; rakiplerini bertaraf edip, tahta geçtiği vakit derhal fetih hareketlerine girişti. Tuğrul Bey döneminde de olduğu gibi; doğuyu güvende tutup, batıya yönelme siyasetini uyguladı. Bu siyasetin sebebi, Çağrı Bey’in 1016-1021 yılları arasında gerçekleştirdiği Anadolu keşif akını idi. Bu seferde, Türkistan’dan kopmak zorunda kalan Türkler için Anadolu coğrafyasının yeni bir yurt olabileceğine karar verilmişti. Çağrı Bey bu seferden sonra “Bu ülkede bize karşı koyabilecek herhangi bir kuvvete rastlamadım.” raporunu vererek Türklerin umudunu arttırıyor, Selçuklu beylerinin, devletin geleceğini batıda arama azimlerini yükseltiyordu.
Selçuklular; tarih sahnesine çıkmalarına büyük ölçüde yardımcı olan Türkmenlere vefasızlık etmeyerek, hanedan üyeleri ile birlikte daha ilk andan itibaren Türkmenlerin yeni bir yurt bulmak amacıyla düzenlediği Anadolu akınlarına önderlik etmişlerdir. Kimi zaman bizzat hükümdarlar, kimi zaman da Afşin ve Artuk gibi komutanlar bu seferlere öncülük etmişlerdir. Alp Arslan da; Türkistan‘dan, Anadolu‘ya uzanan yolculuklarında Türklerin önünü açmak ve bölgedeki karışıklıkları gidermek amacıyla, tahta çıktıktan sonra ilk iş olarak Anadolu Seferi’ne çıkmaya karar vermiş ve 22 Şubat 1064‘te Rey’den ayrılmıştır. Selçuklular döneminde Kafkasya‘ya yönelik ilk ciddi fetih politikasının Alp Arslan döneminde yapıldığını söyleyebiliriz zira Alp Arslan’dan önceki seferler, fetihten ziyade yıpratma amacı taşımaktaydı ve kalıcı sonuçlar elde edilememekteydi.
Alp Arslan; Türkistan’dan gelen Türkmenlerin konak yeri olan Azerbaycan’a vardığında, Urmiye’nin kuzeyindeki Merend isimli yerde Tuğ Tegin isimli bir Türkmen beyi, kendi askerleriyle beraber Alp Arslan’ın ordusuna katıldı.
Sık sık Anadolu ve Kafkasya içlerine akınlar düzenleyen ve Alp Arslan’a birçok önemli tavsiyede bulunan bu Türkmen beyi, Alp Arslan’ı “Gürcüleri arkada bırakarak Anadolu seferi yapmanın tehlikeli olacağı” konusunda ikna ederek, Sultan’ı, Kafkasya’ya yönlendirmiş ve kendisi de eşlik etmiştir. Selçukluların; Kafkasya’ya ilk gelişi Çağrı Bey komutasında gerçekleşmiş, daha sonra bu bölgeye birçok akın düzenlenmişti.
Bu seferde, Alp Arslan’ın beraberinde 9-10 yaşlarındaki oğlu Melikşah ve veziri Nizamü’l-Mülk de bulunuyordu.
Alp Arslan; Merend’in kuzeyine yönelip, Aras Nehri’ni geçtikten sonra Nahçıvan civarında ordusunu ikiye ayırıp, bir bölümünü Melikşah ve Nizamü’l-Mülk’ün komutasına verdi ve çevredeki kalelerin fethedilmesini emretti. Kendisi ise Kafkasya’ya doğru yöneldi. Melikşah ve Vezir komutasındaki ordu, Aras Nehri boyunca ilerleyip; Amberd [5] ve Sürmeli [6] gibi yerleşimleri fethedip, Bizans topraklarına girerken; Alp Arslan ise Urfalı Mateos’un “Korkunç dalgalarla çalkalanan bir denizi ve taşkın sularını ileriye atan azgın bir nehri andıran bu muazzam ordu” şeklinde adlandırdığı ordusuyla birlikte Gürcistan’a yönelip; Tiflis-Çoruh arasında yer alan ve Şavşat’a kadar uzanan pek çok yerleşimi fethetti. Şehzade Melikşah tarafından ele geçirilen bütün yerleşimler, Selçuklulara bağlı olan Şeddâdî emiri Ebu’l-Esvar‘a teslim edildikten sonra Alp Arslan ve Melikşah’ın orduları tekrar birleşmiştir.
Bundan sonra Selçuklu ordusu, Sepid Şehir‘i (Beyaz Şehir) [7] kuşattı. Zorlu bir mücadele ile ele geçirdiği yerleşimin ardından yoluna devam eden Selçuklu ordusu, Debed Nehri üzerinde bulunan Alaverdi’yi kuşattı. Kanlı bir mücadelenin ardından burası da zapturapt altına alındı. Gürcistan‘ın güney kısımlarında itaati sağlayan Alp Arslan, yönünü tekrardan Doğu Anadolu’ya çevirdi ve Doğu Roma idaresindeki Kars bölgesine giriş yaptı. Bunu haber alan civardaki 2 kalenin halkı, Alp Arslan’a İslam’ı kabul ettiklerine dair haber yollayınca Sultan çok sevindi ve bu kalelerdeki kiliseleri yıktırarak yerlerine mescitler inşa edildi.
Nihayet vakit gelmişti; Alp Arslan ve emrindeki Selçuklu ordusu bundan sonra, Doğu Roma’nın en sağlam uç kalelerinden olan Ani’ye yöneldi.
Burası, ele geçirilmesi çok zor bir yerdi, öyle ki çok uzun zamandır hiçbir komutanın burayı ele geçirme teşebbüsünde bulunamadığı söyleniyordu. Yine de ele geçirilmesi zorunluydu zira Anadolu’ya yapılan akınların daha güvenilir ve kalıcı hâle gelebilmesi için, 1045 yılından beri Doğu Roma’nın hakimiyetinde olan bu şehrin Selçuklu mülküne dahil olması gerekiyordu.
Selçuklu ordusunun Ani Kuşatması, 22 Temmuz 1064 tarihinde başladı. Yüksek surları ve üç tarafı Arpaçay Nehri ile çevrilen Ani, müstahkem bir konumda bulunuyordu. Tam da yaz sıcağında girişilen bu kuşatmaya, Selçuklu ordusu ve Alp Arslan büyük sabır gösteriyordu. Bir yandan mancınıklar ile surlar dövülürken, diğer yandan da yangın çıkarması amacıyla şehrin içine neft fırlatılıyordu.
Sultan Alp Arslan’ın vazgeçmeye niyetlendiği bir noktada, şehrin içindeki komutanların anlaşmazlığa düştüğü haberi alınmış ve savunma gevşemişti. Bunun üzerine tekrardan sert bir şekilde saldırmaya başlayan Selçuklu askeri, surların bir tarafını yıkmayı başarmış ve sonrasında şehri ele geçirmiştir (16 Ağustos 1064). 20 Ağustos Cuma günü, “Fethiye” adıyla camiye çevrilen katedralde Cuma namazını kılan Alp Arslan, şehrin onarılmasını emrettikten ve burayı da Şeddâdî emiri Ebu’l-Esvar’a bıraktıktan sonra buradan ayrıldı ve Kars’a yöneldi. Kars önlerine geldiği zaman şehrin hakimi olan Ermeni prensi Gagik’i huzuruna çağırdı. Alp Arslan’ın huzuruna siyah bir elbise içinde çıkan Gagik, “Tuğrul Bey’in yasını tuttuğunu” söyleyerek Sultan’ın gönlünü kazandı. Alp Arslan’a bağlılığını bildirip geri dönen Gagik; Ani örneğine bakarak, kendi başına da aynı şeyin gelmesinden korkmuş ve Kayseri çervesinden bazı yerler almak kaydıyla Kars’ı, Doğu Roma’ya bırakarak şehri terk etmiştir.
Ani’nin ele geçirilmesi; Hristiyanları yasa boğarken, İslam dünyasında büyük bir sevinç yarattı. Halife Kaim Biemrillah tarafından Sultan’a “Ebu’l-Feth” lakabı verildi (1064).
Deşt-i Kıpçak
Mangışlak, Hazar Denizi ile Aral Gölü arasındaki bölgenin adıdır. Tarihin birçok döneminde olduğu gibi, Selçuklular döneminde de ticaret için oldukça önemli bir bölge olan Mangışlak’ta; Alp Arslan dönemine geldiğimizde bazı sorunlar meydana gelmeye başlamıştı. Bölgedeki birtakım Türkmenler; Gayrimüslim Türk ve Moğollar ile iş birliği yaparak kervanlara saldırmaya ve kargaşa çıkartmaya başlamışlardı. Bu durum hem asayişi, hem de ekonomiyi etkilediğinden; Alp Arslan’ın sefer düzenlemesi kaçınılmaz bir duruma geliyordu. 1065 yılının sonbaharında büyük bir ordu ile yola çıkan Alp Arslan; kargaşa çıkartan Türkmen kabilelerini bozkırlara doğu uzaklaştırmayı başarırken, Kıpçakları da itaat altına almıştır.
Mangışlak’ta asayişi sağlayan Alp Arslan, daha sonra doğuya yöneldi. Seyhun Nehri‘nin kenarında bulunan Cend şehrine geldiğinde, şehrin hâkimi Alp Arslan’a tâbi olduğunu belirtmiş ve Alp Arslan’ı şehre almıştır. Alp Arslan da, atası Selçuk Bey‘in mezarını ziyaret etmiş ve kendisini uzak mesafelerden hediyeler ile karşılayıp, itaat bildiren Cend emirinin topraklarını, oğlu Melikşah’ın hükmü altında Selçuklulara bağlayarak seferini sonlandırmıştır. Önce Harezm’e, oradan Ürgenç’e dönmüş ve oğlu Arslan Argun’u vali olarak orada bıraktıktan sonra Merv’e dönmüştür (7 Mayıs 1066).
Melikşah'ın veliaht ilan edilmesi
Sultan Alp Arslan, Merv’e döndükten sonra gösterişli bir tören ile oğlu Melikşah’ı veliaht ilan etmiş (Temmuz 1066), bütün Selçuklu topraklarında onun adına hutbe okunmasını emretmiş ve halifeden de onay almıştır. Kendisi dururken 9-10 yaşındaki bir şehzadenin veliaht ilan edilmesini kabul edemeyen Kavurd Bey, 1067 yılının başında isyan etmiştir. Kavurd’un daha önce de bir isyan teşebbüsü olsa da Sultan tarafından affedilmişti ancak bu seferki hareket, öncekilerden daha ciddi ve büyük boyuttaydı. Bu seferki isyana Sultan’ın eniştesi Erbasgan da katılmıştı. İkisinin de isyanını bastıran Alp Arslan, Kavurd’a son bir darbe indirmek için muhasara altına almış ancak kendi askerleri içinde Kavurd lehine bir eğilim görünce barış yoluna gitmiştir.
2. Kafkasya Seferi
1067 yılının sonuna doğru Kafkasya’nın kuzeyinden, güneyine doğru gerçekleşen yoğun göç sebebiyle Kafkasya bölgesi karışmış ve Gürcü Kralı IV. Bagrat, bundan yararlanarak birtakım bölgeleri Selçukluların elinden geri almış ve Gence‘ye kadar ilerlemiştir. Bunun üzerine Alp Arslan, 1067 yılının Kasım ayında İkinci Kafkasya Seferi’ne çıkmıştır.
Selçuklu ordusu buraya ikinci kez gelişinin ardından, Aras’ı geçerek Gürcistan’a girdi. Kuzeydoğu yönünde ilerleyen Alp Arslan ve ordusu, Şeki‘ye geldiğinde, Bagrat’ın buraya tayin ettiği Agsartan isimli vali Alp Arslan’ın huzuruna çıkarak itaat bildirdi ve Müslüman oldu. IV. Bagratise savaşmaktan geri çekilip, kaçmayı tercih etti. Selçuklu ordusu ise, güneş ışığı almayan ormanlarda ilerleyebilmek için yangın makineleri kullanıyor ve ancak öyle ilerleyebiliyordu. Birçok bölgeyi ele geçiren Alp Arslan, Kars’a ulaştıktan ve bir müddet burada kaldıktan sonra Tiflis’e yöneldi ve burayı kuşatma altına alarak ele geçirdi. Sonunda Gürcü Kralı Bagrat, Alp Arslan’a bir elçi göndererek bağlılığını sundu; yıllık vergi ödemeyi ve kızını Alp Arslan ile evlendirmeyi kabul etti. Alp Arslan, buraların idaresini Şeddâdî emiri Fazlûn‘a bıraktıktan sonra Horasan‘a döndü.
Malazgirt Meydan Muharebesi
Selçukluların, kuruldukları andan itibaren Türklerin Anadolu yolculuğunda liderlik ettiğinden bahsetmiştik. Selçuklu hanedan üyeleri ve önde gelen komutanları, her fırsatta Türklerin Anadolu akınlarına liderlik ediyor ve seferler düzenleyerek yolları açıyorlardı. Öyle ki; Emîr Afşin, Anadolu içlerine girip Sakarya kıyılarına kadar gitmiş, önemli bir Doğu Roma şehri olan Amorium‘u [8] ele geçirip, yağmalamıştı. Emir Afşin’in yağmaladığı yerler arasında Kayseri de bulunuyordu. Emir Afşin gibi komutanlar, akınlarını Marmara kıyılarına kadar uzatmışlardı. Doğu Roma İmparatoru IV. Romanos Diogenes ise, Türklerin düzenlediği bu akınları durdurmak ve püskürtmek için birkaç sefer düzenlediyse de ciddi bir başarı elde edememişti.
Sultan Alp Arslan’ın Halep’te bulunduğu ve Mısır’a doğru yöneldiği sırada, Doğu Roma İmparatoru Romanos Diogenes, Selçuklular üzerine tekrar sefere çıkmıştır. Bunu haber alan Alp Arslan, Mısır’a yürümekten vazgeçmiş ve İmparatoru durdurmak amacıyla Doğu Anadolu’ya yönelmiştir.
Doğu Roma ordusunun mevcudu hakkında, dönemin kaynakları 200.000 ile 600.000 arasında değişen farklı sayılar vermektedir.
Selçuklu ordusunun askeri sayısı ise 40-50.000 civarındaydı. Zaten IV. Romanos Diogenes’in de, ordusunun büyüklüğünden dolayı kendine olan güveni yüksekti; bu sebeple bütün İslam ülkelerini ele geçirebilecek güçte olduğunu düşünerek, Alp Arslan’ın barış teklifini de reddetmiştir. Öyle ki, savaştan önce kendi komutanlarını, ileride alacağını düşündüğü İslam ülkelerine sözde vali olarak atamaya başlamıştı.
Alp Arslan, savaşın kaçınılmaz olduğunu görerek hazırlığa girişti. Bunun yanında Halife’nin emriyle bütün Müslüman dünyasında Alp Arslan ve emrindeki Selçuklu ordusunun zafer kazanması için hutbeler okundu, dualar edildi. Nihayet iki ordu, 26 Ağustos 1071 tarihinde karşı karşıya geldi. Selçuklu ordusunun ve Alp Arslan’ın üstün savaş gayreti, bunun yanında Doğu Roma ordusunun çok farklı milletlerden oluşması ve komutanlarının da rekabet içerisinde olması gibi etkenler sebebiyle Selçuklu ordusu, Doğu Roma ordusunu dağıtarak savaşı kazanmayı ve İmparator IV. Romanos Diogenes’i esir almayı başardı.
Alp Arslan, esir edilen imparatora “Ben de sana esir düşebilirdim. Sana esir gibi değil, imparator gibi davranacağım” diyerek, gerçekten de ona o şekilde davranmıştır. Daha sonra yapılan görüşmeler neticesinde iki taraf arasında barış antlaşması imzalanıp, İmparator serbest bırakılsa da daha sonra Romanos’un tahttan uzaklaştırılması ve ölümü; Türklerin Malazgirt zaferinden daha fazla yararlanmalarına sebep oldu. İmparatorun ölümüne üzülen Sultan Alp Arslan, rivayete göre Selçuklu şehzade ve emirleri ile Türkmen beylerine “Bundan sonra aslan yavruları gibi olunuz, bütün memleketleri kartal yavruları gibi katediniz.”diyerek Anadolu’nun fethini emretmiştir (1072).
Malazgirt Meydan Muharebesi’nin sebepleri, sonuçları ve savaşın içeriği başka bir yazımızın konusu olacağından, özet geçmeyi uygun gördük.
Sultan Alp Arslan, Malazgirt Zaferi’nin ardından İsfahan’a dönmüş ve zafer dolayısıyla kendisine gelen tebrikleri kabul etmiş, ancak bir süre sonra Türkistan’a sefere çıkmak zorunda kalmıştır.
Türkistan Seferi ve vefatı
Selçuklular, 1040 tarihindeki Dandanakan Zaferi sonrasında Horasan’a hakim olmuşlar, daha sonra Harezm’e girmişlerdi ancak bu ilerlemelerinden dolayı Karahanlılar ile aralarında rekabet başlamıştı. Zaman zaman çatışmaya dönüşen bu ilişki; Alp Arslan’ın, Karahanlı melikesi Terken Hatun’u, oğlu Melikşah’a gelin olarak alması ve kendi kızını da Karahanlı şehzadesi Şemsü’l-Mülk Nasr’a vermesi ile bir süreliğine durulmuştu. Ancak Malazgirt Zaferi sonrasında İsfahan’a gelen bir haber, bütün bu ilişkileri bozacaktı.
Alp Arslan’ın oğlu Ayaz, Toharsitan Meliki; diğer oğlu Arslan Argun ise Harezm Meliki idi. Türkistan Hanı Şemsü’l-Mülk Nasr tahta geçtikten sonra, bu üçü arasında sürekli olarak savaşlar gerçekleşiyordu. Son olarak, Şemsü’l-Mülk Nasr’ın doğu taraflarında olmasını fırsat bilen Ayaz, Buhara ve Semerkand üzerine akınlar yapınca, Şemsü’l-Mülk Nasr geri dönerek idareyi tekrar eline almış ve Ayaz’ın askerlerini dağıtmıştır, Ayaz ise kaçmıştır. Şemsü’l-Mülk Nasr bununla da kalmayıp, eşini (Alp Arslan’ın kızı, Ayaz ve Arslan Argun’un kız kardeşi), kardeşleri adına casusluk yaptığı gerekçesiyle, hamile olduğu halde döverek öldürmüştür. Bu haberin kendisine ulaşması üzerine Alp Arslan, 200.000 kişilik ordusuyla birlikte 1072 yılının sonbaharında Türkistan Seferi’ne çıkmıştır.
Ordusuyla birlikte Ceyhun Nehri’ni aşan Alp Arslan, civarda “Barzam” olarak bilinen bir kalenin önünde takılı kaldı zira kalenin Batıni inanca sahip kumandanı Yusuf el-Harezmi, Sultan’a haddinden fazla direnmişti. En sonunda Alp Arslan ve ordusuna direnemeyeceğini anlayan Yusuf, bir gece eğlence tertip ederek karısını, üç çocuğunu ve adamlarını öldürdükten sonra teslim olmuştur. Yusuf’un bunu yapma sebebi, Batıni inanca sahip olmasından kaynaklanıyordu zira Batınilikte gizlilik esastı, düşmanın eline geçecek herhangi bir bilgi Batınileri zorda bırakabilirdi.
O geceden sonra teslim olan Yusuf, yakalandı ve Alp Arslan’ın huzuruna getirildi. Devamını İbnü’l-Esir’den dinleyelim:
“Yusuf el-Harizmî iki gulamın refakatinde sultanın tahtının yanına götürüldü. Sultan dört kazık çakılarak el ve ayaklarının bağlanmasını emretti. Yusuf el-Harizmî: ‘Ey muhannes! [9] Benim gibi bir adam böyle mi öldürülür?’ dedi. Sultan bu söze çok kızdı ok ve yay alıp iki gulama ‘serbest bırakın şunu’ dedikten sonra Yusuf’a bir ok attı, fakat isabet ettiremedi. Hâlbuki o güne kadar attığı ok hedefinden hiç şaşmamıştı. Bunu durumu fırsat bilen Yusuf hemen Alp Arslan üzerine saldırdı. Sultan tahtında oturuyordu. Yusuf’un üzerine doğru geldiğini görünce ayağa kalkıp tahtından inmek istedi, bu sırada ayağı sürçtü ve yüzükoyun düştü. Bunun üzerine Yusuf sultanın üzerine çullandı ve yanında bulunan bıçağını Alp Arslan’ın böğrüne sapladı.”
Alp Arslan dışında, yanında bulunan Sadüddevle isimli başka bir adamı da onu korumak isterken yaralanmıştır. Yusuf ise, Ermeni asıllı bir hizmetçi tarafından başına topuz vurularak öldürülmüştür.
“Dün bir tepenin yüzüne çıkmıştım. Yeryüzü, askerimin görkeminden titriyordu. Kendime dedim ki: ‘Ben dünyanın hükümdarıyım, bana karşı koymaya kimsenin gücü yetmez.’ Aklımdan geçen bu sözlerden dolayı Allah beni yarattıklarının en zayıfı ile aciz bıraktı. Allah’tan mağrifet diler ve aklımdan geçen bu düşünceden dolayı onun affına sığınırım.”diyen Sultan Alp Arslan, yaralandıktan 4 gün sonra, 24 Kasım 1072 [10] tarihinde şehit olmuştur. Ölümü, orduda ve ülkede karışıklıklara sebep olmasın diye Ceyhun Nehri geçilinceye kadar gizli tutulmuştur.
Dipnotlar
[1] Detaylı bilgi.
[2] İbnü’l-Adim’e göre 90.000 Türkmen. İbrahim Kafesoğlu ise 30.000 sayısını verir.
[3] Arap kaynaklarında “Sağaniyan” olarak geçer.
[4] Selçuk Bey’in oğullarından biri, Tuğrul ve Çağrı’nın amcası.
[5] Ermenistan’ın Byurakan bölgesinde yer alan bir kale. Bazı tarihçiler bu kalenin Iğdır Kalesi olduğunu söyler.
[6] Tuzluca, Iğdır.
[7] Bugünkü Kars civarında.
[8] Bugünkü Afyon civarında.
[9] Bu kelime, kadınsı erkek anlamına gelen ve hakaret maksadıyla kullanılan bir kelimedir.
[10] Bazı tarihçiler 25 Kasım demektedir.
Kaynakça
GENÇ, Reşat, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2002.
PEACOCK, A.C.S, Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu (Çvr. Zeynep Rona), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016.
İbnü’l-Verdi, Bir Ortaçağ Şairinin Kaleminden Selçuklular (Çvr. Mustafa Alican), Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
MERÇİL, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2013.
AYÖNÜ, Yusuf, Selçuklular ve Bizans, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014.
KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014.
TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014.
KAFESOĞLU, İbrahim, Alp Arslan, Diyanet İslam Ansiklopedisi.
SÜMER, Faruk, Kutalmış, Diyanet İslam Ansiklopedisi.
ÖZAYDIN, Abdülkerim, Kündürî, Diyanet İslam Ansiklopedisi.
Ahmed bin Mahmud, Selçukname, (Hazırlayan: Erdoğan Merçil), İstanbul, 1977.
KAYA, Abdullah, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, 2014.
BURAKGAZİ, Harun, Selçuklu-Karahanlı İlişkileri, Erzurum, 2012.
İPEK, Ali, Sultan Alp Arslan’ın Ani Ermenilerine Karşı Tutumu, Ekev Akademi Dergisi, Bahar 2009.