Ruhullah Humeyni kimdir?
Ruhullah Humeyni 20. yüzyıl İran tarihine damgasını vuran din adamı, siyasetçi, 1979 İran Devrimi’nin lideri ve 1979-1989 döneminde İran’ın dini lideri.
Ruhullah Humeyni 20. yüzyıl İran tarihine damgasını vuran din adamı, siyasetçi, 1979 İran Devrimi’nin lideri ve 1979-1989 döneminde İran’ın dini lideri.
Ailesi ve çocukluk yılları
Ruhullah Humeyni Eylül 1902’de İran’ın Arak şehri merkezli Merkezi İli’nin Humeyn kasabasında doğdu. Humeyni’nin ataları 18. yüzyılda İran’ın Nişapur şehrinden Hindistan’ın Uttar Pradeş Eyaleti’ndeki Leknev şehrine göç etmişlerdi. Din adamı olan dedesi Seyyid Ahmed Musavi Hindi (1790-1869) 1830’da Osmanlı idaresindeki Necef’i ziyaret etmek üzere Hindistan’dan ayrılmış ve bir daha Hindistan’a dönmemişti.
Bir iddiaya göre de önce Keşmir’e yerleşen Hindi, buradan kovulduğu için Necef’e gitmişti. 1834’te İran’a giden Hindi 1839’da nihayet Humeyn’e yerleşti.
Humeyni’nin Şii mollası olan babası Mustafa Musavi bir anlaşmazlık sonucu Humeyni beş aylık iken 1903’te öldürüldü. Humeyni annesinin nezaretinde yetişti.
Dini eğitimi
Çocukluğunda temel seviyede aldığı dini eğitimin ardından molla olmak üzere havzada eğitim almak isteyen Humeyni önce Necef’e gitmeyi düşünse de 1. Dünya Savaşı ve devamında yaşanan Irak’taki kargaşa sebebiyle bu fikrinden vazgeçti.
1920’de Arak’ta Şii mercii Abdulkerim Hairi Yezdi’nin (1859-1937) havzasına katıldı. 1922’de Yezdi havzayı Şiilerce kutsal kabul edilen Kum şehrine taşıyarak Kum Havzası’nı kurduğunda Humeyni de Kum’a yerleşti.
Havza eğitiminde felsefe, vahdet-i vücud gibi alanlarla ilgilenip Molla Sadra ve Muhyiddin ibni Arabi gibi isimleri okuduğu ve fikirlerini yaydığı için diğer pek çok molla tarafından eleştirildi.
1929’da, 19. yüzyılda Tahran’da belediye başkanlığı yapan Ağa Mirza Ebulkasım Kalender’in torunu, Tahranlı molla Hac Mirza Muhammed Sakafi’nin kızı olan Hatice Sakafi (1913-2009) ile evlendi.
1937’de Abdulkerim Yezdi’nin ölümü üzerine Kum Havzası’nın başına Şii mercii Hüseyin Burucerdi (1875-1961) geçmişti. Humeyni havzadaki kariyerine Burucerdi’nin idaresi altında devam etti.
İran’da siyasi gelişmeler
İran’da 1921’de İngiltere’nin desteğiyle General Rıza (1878-1944) darbe yapmış ve savunma bakanı olarak yönetim üzerine ağırlığını koymuştu. 1923’te başbakan olan General Rıza 1925’te İran’ı yöneten Kacar Hanedanı’na son vererek Rıza Şah Pehlevi ismiyle İran şahı olup kendi hanedanını kurmuştu.
İran uzun yıllardır ayaklanmalar, kargaşalar ve fakirlikle boğuşuyordu. Bu sorunlarla mücadele gerekçesiyle ülkeyi demir yumrukla yönetmeye başlayan Rıza Şah Pehlevi, bir taraftan ülke içinde güttüğü Fars milliyetçisi politikalarla azınlıkların tepkisini çekerken, başlangıçta mollalara İslami yasaları koruma sözü vermiş iken laik bir yönetim tarzına yöneldi. Ülkenin Fars/Pers olan ismini “Aryanların Ülkesi” anlamındaki İran ile değiştirdi.
1934’te Türkiye’yi ziyaret edip Türkiye cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün (1881-1938) 1 ay misafiri olan Rıza Şah Pehlevi, Türkiye’deki inkılapları İran’a taşımaya karar verdi. 1935’te çıkardığı kılık-kıyafet kanunuyla erkeklere şapka giyme zorunluluğu getirilirken kadınlara örtünme yasaklandı, bu yasak daha çok çador (çarşaf) için uygulandı. Özellikle bu kanun İran’da büyük tepkiye sebep oldu fakat her türden tepki Rıza Şah tarafından sert biçimde bastırıldı.
1936’dan itibaren Rıza Şah Hitler Almanyası ile ittifaka girdi. 2. Dünya Savaşı’nda İran’ın Almanya’ya hammadde ihracı ve daha önemlisi Hitler’in istila ettiği Sovyetler Birliği’ne Batılı müttefiklerin yardım için İran’dan başka yol bulunamaması sebebiyle Ağustos 1941’de İran İngiltere ve Sovyetler Birliği’nce işgal edildi. Yalnızca 6 gün süren direnişin ardından teslim olan Rıza Şah Pehlevi sürgüne gitmeyi kabul ederken yerine oğlu Muhammed Rıza (1919-1980) şah oldu. Muhammed Rıza Şah Pehlevi kılık-kıyafet kanunu gibi babasının tepki çeken uygulamalarına son verdi. 2. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle işgalciler İran’dan çekilirken 1946’da Şahlık rejimi bağımsızlık girişiminde bulunan Kürdistan ve Azerbaycan bölgelerini yeniden ele geçirdi. Şah, ABD ve Batı ile ilişkilerini hep iyi tutmaya çalıştı.
1951’de Muhammed Musaddık (1882-1967) isimli İranlı siyasetçi öncülüğünde İran petrolü millileştirildi. 1909’da İran’da petrolün bulunmasından beri İran petrolü İngilizlerce işletiliyordu. Güçlenen Musaddık’ı meclisin baskısıyla başbakanlığa getirmek zorunda kalan Şah ile Musaddık arasındaki rekabet Ağustos 1953’te Şah’ın Musaddık’ı başbakanlıktan almaya girişmesiyle sonuçlandı. Taraftarlarını protestolarla harekete geçiren Musaddık’ı görevden almasının mümkün olmadığını anlayan Şah yurt dışına kaçtı. Fakat kısa süre sonra CIA tarafından da desteklenen Şah yanlılarının sokağa dökülmesiyle meydana gelen çatışmaları Şah yanlıları kazandı, Musaddık tutuklandı, 22 Ağustos 1953’te Şah İran’a geri döndü.
Kum Havzası’nın siyasi sessizliği (1922-1961)
1922’de tesis edilmesinden itibaren Kum Havzası İran’daki bu önemli gelişmeler karşısında oldukça sessiz bir tutumdaydı. Bu sessizlik Humeyni’nin hocaları olan havzanın ilk lideri Yezdi ve ikinci lideri Burucerdi’nin siyasete doğrudan karışmama tavrından kaynaklanıyordu. Bu dönemde siyasetle aktif ilgilenenler Nevvab Safevi (1924-1956) gibi en alt kademedeki mollalardı. Humeyni, Yezdi ve Burucerdi’nin sağlığında onların siyasi sessizlik prensibine büyük ölçüde uydu.
Hüseyin Burucerdi’nin ölümü
1961’de İran’daki Şii müessesleşmesinde büyük payı olan Kum Havzası’nın lideri Hüseyin Burucerdi öldü. Hüseyin Burucerdi’nin ölümünü Şah planladığı ve dindar çevrelerden tepki çekeceğini bildiği yenilikler için fırsat olarak gördü. Şah hemen Irak’taki Necef Havzası’nın lideri Şii mercii Muhsin el-Hakim’e (1889-1970) resmi bir mektup yazarak bugüne kadar bir Şii mukallid olarak Ayetullah Burucerdi’yi taklid ettiğini, onun ölümüyle kendisini taklid edeceğini bildirdi. Muhsin el-Hakim İran şahıyla önceden beri iyi ilişkilere sahip olup ayrıca uzaktan İran’daki gelişmelere tepki gösterebilecek durumda değildi. Şah, 1961’de planlarını muhalefetsiz gerçekleştirebilmek için meclisi bile dağıtmıştı.
Şii havza geleneğinde adet olduğu üzere büyük mercinin ölümüyle pek çok isim merci olmuştu. Humeyni ise merci olamamıştı.
Humeyni ve Şah karşı karşıya
1962’de ilk kez Humeyni Şah’ın uygulamalarını eleştirmeye başladı. İlk karşı çıktığı 1962’de Şah’ın Müslüman olmayan İranlılardan seçilen yasama ve belediye meclisleri üyelerinin kendi kitaplarına yemin edebilme izni olmuştu. Fakat asıl büyük anlaşmazlık 1963’te başladı.
1963’te Şah “Ak Devrim”i ilan etti. Buna göre geniş tarım arazileri köylülere dağıtılacak, karşılığında toprak ağaları sanayi yatırımlarına ortak olacak, kadınlara oy verme hakkı verilecek, aile ve eğitim kanunları modernleştirilecekti.
Ak Devrim mollaların tepkisini çekti. Geniş tarım arazilerine sahip pek çok molla olduğu gibi molla olmayan toprak ağaları arasında da mollaları finanse eden pek çok isim bulunmaktaydı. Kadınlara oy verme hakkı verilmesi ve kanunlarda yapılacak değişiklikler de tepki kaynağıydı. Humeyni’nin öğrencisi ve ona en yakın isimlerden Haşimi Rafsancani (1934-2017) hayatına dair yazdığı hatırat kitabında o dönemde de Humeyni’nin kadınların oy vermesine diğer mollaların aksine karşı olmadığını ama tepki çekmemek için bunu dile getirmediğini, planlanan diğer uygulamalara karşı olduğunu belirtmektedir.
Kum Havzası’nın diğer ünlü mollaları tepkilerini daha yumuşak dile getirmek ve sokak protestolarından kaçınmak taraftarıyken Humeyni’nin eyleme geçme kararı genç mollaları etrafına topladı.
Aşura’ya (10 Muharrem 1383) denk gelen 3 Haziran 1963’te Kum’daki Feyziye Medresesi önünde büyük bir kalabalığa konuşma yapan Humeyni Şah’ı Yezid’e benzetti.
Tahran’daki Aşura törenleri ise onbinlerce kişinin Şah’ın sarayına saldırıya geçmesi sonucu ordu tarafından şiddetle bastırıldığı bir katliama dönüştü.
Bunun üzerine Humeyni tutuklandı. Şah’ın Humeyni’yi idam ettirebileceği konuşuluyordu. Şii mercileri İran yasalarına göre idam edilemiyordu. Bunun üzerine o yıllarda Kum’un en önde gelen mercii ve devrim sonrasında Humeyni ile büyük bir anlaşmazlık yaşayacak olan Kazım Şeriatmedari’nin (1906-1986) teklifiyle Kum mercileri Humeyni’yi de merci (Ayetullah el-Uzma) ilan etti. Şah Humeyni’yi önce ev hapsine koydu, Ağustos 1963’te ev hapsini de kaldırdı.
1964’te ABD ve İran arasında yapılan anlaşmanın ABD yönetiminden öte ABD vatandaşlarına da İran’da ayrıcalıklar vermesini eleştirmeye başlayan Humeyni tutuklanarak Kasım 1964’te Türkiye’ye sürgüne gönderildi. Şah Humeyni’yi idam edemeyeceğini, tutuklamasının isyana sebep olabileceğini düşünerek etkisini en kolay ülke dışına sürmekle kırabileceğini düşünmüştü.
Humeyni’nin Türkiye günleri (1964-1965)
İran ve Türkiye arasında yapılan anlaşma ile Humeyni’nin Türkiye’de, Bursa’da askeri istihbarat görevlisi Albay Ali Çetiner’in evinde ve gözetiminde kalmasına karar verildi. Şah’ın istihbaratı SAVAK üyelerince Humeyni Çetiner’e Kasım 1964’te teslim edildi.
Albay Çetiner, Türkiye’de sarık ile dolaşmanın yasak olduğunu Humeyni’ye bildirerek onun için aldığı ceket ve pantolon takımını giymesini istedi. Humeyni başta hayatında hiç pantolon giymediğini söyleyerek buna karşı çıksa da ceketin uzun yağmurluk ile değiştirilmesi şartıyla pantolonla gezmeyi kabul etti. Bu dönemde Humeyni, büyük oğlu Mustafa Humeyni (1930-1977) tarafından sık sık ziyaret edildi. 1963’te merci olduğu için oğlu Mustafa başta olmak üzere aracıların ulaştırmasıyla humus (Şiilikte avamın gelirini beşte birini taklid ettiği merciye vermesi) toplayabiliyordu. Bu şekilde büyük bir serveti Türkiye günlerinde kontrol eder oldu.
Humeyni ve oğlu Mustafa Albay Çetiner ile İstanbul’u gezdi.
İran Şahı 1965’te Humeyni’nin Türkiye tarafından aleyhine kullanılmasından endişe etti. Necef’e gönderildiği takdirde Necef’in kendisinden daha meşhur ve rütbeli mercileri arasında kaybolup gideceğini hesaplıyordu.
Türkiye de Humeyni’nin Bursa’da fazla görünür olmasından ve bildiği Azeri Türkçesi ile Bursalılar ile iletişime girebiliyor olmasından rahatsız olmaya başlamıştı.
Ekim 1965’te Humeyni Türkiye’den uçakla Irak’a gönderildi ve Necef’e yerleştirildi.
Humeyni’nin Irak günleri (1965-1978)
Necef’te kendi evine sahip olmasına izin verilen Humeyni ailesini İran’dan Necef’e getirdi. Necef Havzası’nın lideri, İran Şahı’nın destekçisi Muhsin el-Hakim ile görüşmesinde onunla anlaşamayacağını anlayan Humeyni, Irak’ta bir etkisi olamayacağına karar vererek yine İran üzerine yoğunlaşmaya karar verdi. Necefli mercilerce hoş karşılanmayan Humeyni, devrim sonrasında birbirlerine düşman olacakları Kerbela’daki merci Muhammed Şirazi (1928-2001) tarafından Kerbela ziyaretinde çok sıcak karşılandı. Muhammed Şirazi, merci olan babasının ölümüyle 1961’de genç yaşta babasının varisi olarak merci olduğunu ilan etmiş, Kerbela’da Necef’e rakip bir havza kurma girişiminden ötürü Necef mercilerinin düşmanlığını çekmiş, bu sebeple Humeyni’yi doğal müttefiği olarak görmüştü.
Humeyni’nin Irak’a geldiği 1965 tarihinde Abdusselam Arif (1921-1966) Irak cumhurbaşkanıydı. Abdusselam Arif ve özellikle de bir uçak kazasında hayatını kaybetmesinden sonra yerine geçen abisi Abdurrahman Arif (1916-2007) dönemlerinde Necef Havzası’na büyük serbestiyet tanınıyordu. Bu sebeple Necef Havzası maddi ve manevi büyük imkanlara kavuşmuş, talebe sayısı çok artmıştı. Humeyni de bu iklimden istifade ederek diğer merciler kadar ilgi çekemese de ders vermeye başladı.
1968’te ordudaki Baas Partililer darbe ile iktidarı ele geçirdiler. 1969’da havzanın lideri Muhsin el-Hakim’in ordudaki bir diğer kliği, Baasçıları darbe ile devirmek için finanse ettiğinin ortaya çıkması, aynı sene Baasçıların Necef Havzası’na baskıya başlamasına sebep oldu. Baasçılar İran Şahı ile düşmanlık içerisinde olduklarından Humeyni’yi doğal müttefikleri görüp baskı uygulamadılar. Bunun üzerine Baasçılarla ilişkileri bozulan, İran Şahı ile iyi ilişkilere sahip Muhsin el-Hakim’in çevresi baştan itibaren karşıt oldukları Humeyni’nin Komünist ve Baasçıların ajanı olduğu iddialarını yaymaya başladılar.
Haziran 1970’te Irak Şiilerinin kurumlarının sistematikleşmesinde en önemli isimlerden biri olan Necef Havzası’nın lideri Şii mercii Muhsin el-Hakim öldü. İran Şahı Kum’daki Kazım Şeriatmedari’yi taklid edeceğini açıklarken Necef’te havzanın yeni liderinin kim olacağı ile ilgili büyük bir rekabet yaşanıyordu. Hakim Ailesi, Muhsin el-Hakim’in en büyük oğlu Yusuf el-Hakim’i (1910-1980) bu makama getirmeye çalışırken Ebulkasım el-Hoyi (1899-1992) en güçlü adaydı. Bu süreçte Baasçılardan bir kısmı Şaha olan düşmanlığı sebebiyle Humeyni’yi Necef Havzası’nın başı yapmak istedi. Fakat cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekr’in (1916-1982) kuzeni ve cumhurbaşkanı yardımcısı olarak Irak’ı perde arkasından yöneten Saddam Hüseyin (1937-2006) siyasetle hiç ilgilenmediği ve daha kolay yönlendirilebilir biri olduğunu düşündüğü için İranlı Azeri merci Ebulkasım el-Hoyi’nin lider olmasını destekledi. 1971’de havzaya liderlik tartışmaları el-Hoyi’nin lehine bitti.
Humeyni ‘Velayeti Fakih’ teorisini sunuyor
Şiilerde Humeyni’den önce yaygın olan görüş mollaların siyasete girmemesi, yönetimi değiştirmeye çalışmaması, yönetimlere takiyye (Şiilikteki tanımıyla: Bir Şiinin Şii olmayan birinin tepkisinden çekinerek inanmadığını söylemesi) ile sabrederek “Kayıp İmam Mehdi”nin zuhurunu beklemesiydi (İntizar). Şii hadis kitaplarında Mehdi’nin zuhurundan önce kaldırılan tüm sancakların "tağutun" sancağı olacağına dair rivayetlerle de bu tezlerini delillendiriyorlardı.
Humeyni’nin Necef’e gelmesinden önce de bu görüş Necef’te hakimdi. Tek aykırı ses Seyyid Kutub başta olmak üzere İhvanı Muslimin yazarlarını okuyup onlardan etkilenen genç ve parlak Şii mollası Muhammed Bakır es-Sadr’ın (1935-1980) Sünni ekolü andıran şuraya dayalı İslam Devleti teorisiydi. Fakat es-Sadr, bu görüşü sebebiyle Necef Havzası’nda sapkın olarak görülüyordu.
Humeyni Necef’te Ocak ve Şubat 1970’te İslami br yönetimin nasıl olmasına dair 19 derslik bir seri verdi. Bu seride ortaya attığı teori “Velayeti Fakih” idi. Şiilikteki merci-mukallid ilişkisine dayanarak en önde gelen fakihin devlet üzerinde velayet sahibi olarak devlet uygulamalarının İslam’a uyup uymadığını “Kayıp İmam”a niyabeten denetlemesinin dinen meşru olmaktan öte zorunluluk olduğunu savunuyordu. Humeyni de Necef’te yaşayan pek çok İranlı molla gibi Arapça konuşamadığı için derslerini Farsça vermekteydi. Bu seri kitaplaştırılıp İran’a kaçak sokulup bolca dağıtıldığı gibi Arapça’ya da çevrilip dağıtıldı.
Velayeti Fakih Şiilerde Humeyni öncesinde bulunan, özellikle Lübnanlı bazı Şii mollalarca dile getirilen dini bir teoriydi. Fakat ilk kez Humeyni tarafından bu derecede sistematikleştirilmişti. 1940’lı yıllarda yayınladığı ilk siyasi kitabı olan Keşfu-l Esrar’da Velayet-i Fakih teorisine hiç değinmeyen ve İran için ideal olanın 1906 Anayasası çerçevesinde bir meşruti monarşi olduğunu iddia eden Humeyni’nin de bu teoriyi sonradan edindiği anlaşılmaktadır.
Velayeti Fakih teorisi “İntizar” görüşünden daha aktif ögeler içerdiği için genç Şiilerce yaygınca benimsenmeye, Bakır es-Sadr’ın şura görüşünü kabullenenleri de kendisine çekmeye başlamıştı.
Bu dönemde İran’da İslamcı, sol ve ikisinin sentezi türden muhalefet ülkedeki gelir dengesizliğine ve Şahlığın uygulamalarına istinaden gizliden gizliye gittikçe yayılıyor ve örgütleniyordu. Şiilikteki havza hiyerarşisinin sağladığı hazır organizasyon ile Humeyni’nin öğrencileri İran’da başarılı olarak değerlendirilen bir örgütlenmedelerdi.
Bölgedeki yeni gelişmeler
1973’te Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın (1906-1975) öncülüğünde OPEC’in İsrail’e destek olan ülkelere petrol ambargosu uygulamasıyla başlayan petrol kriziyle petrol fiyatlarının görülmedik derecede katlanması, ambargonun sona erdiği Mart 1974’ten sonra da aynı yüksek seviyede seyretmesi petrol üreticisi devletlerin eline çok yüksek meblağda paraların geçmesine sebep olmuştu. İran da bunlardan biriydi. Fakat İran Şahı’nın bu paraları sadece silaha ve görkemli saraylara, anıtlara yatırması, getirilerini üst sınıfa münhasır tutması İranlı yoksulları Şah’a daha da düşman etmişti.
1975’te uzun süren düşmanlığın ardından Irak ve İran rejimleri Cezayir’de anlaşma imzaladılar. Bu tarihe kadar Şah’a olan düşmanlığından Humeyni’ye destek veren Irak Baasçılarının Humeyni’ye karşı tavrı değişmeye başladı. Humeyni’nin Necef’te fazla güçlendiğini ve Necef’in İran’a yakınlığı sebebiyle İran ile kaçak temaslarının devam ettiğini düşünen Şah, Baasçılara Humeyni’yi sınır dışı edip daha uzak bir ülkeye göndermeleri baskısında bulunmaya başladılar. Aynı dönemde el-Hoyi ve çevresi de Humeyni’nin Necef’ten gitmesini istiyorlardı.
1977’de Humeyni’nin büyük oğlu Mustafa Humeyni bir sabah yatağında ölü bulundu. Ortada bir delil olmamasına rağmen Humeyni, oğlu Mustafa’nın Şah tarafından öldürtüldüğünü iddia etti.
Zamanında Necef’in en etkili mercilerinden olan Ebu-l Hasan el-Musavi el-Isfahani’nin (1860-1946) torunu olan ve Şii mollası olarak yetiştirilen, daha sonra yerleşik Şii inancına geliştirdiği kökten eleştirilerle bilinen, Humeyni’yi yakinen tanıyan ve İran Devrimi’ne şahit olan Musa el-Musavi (1930-1997) Humeyni’yi ve İran Devrimi’nin uygulamalarını eleştirdiği 1983’te yayınladığı ‘es-Sevretu-l Baise’ (Sefil Devrim) kitabında Mustafa Humeyni’nin, babasının “ihtiras” ve “kötülüğünü” dizginleyen isim olduğunu, yerini alan küçük oğlu Ahmed Humeyni’nin (1946-1995) ise tam tersi yönde babasını “azdırdığını” iddia etmektedir.
1977’de Baasçılar’dan Irak’ı terk etmesi yönünde baskı gören Humeyni kara yoluyla Kuveyt’e gitmek istedi ama Kuveyt tarafından geri çevrildi. Şah’ın Saddam Hüseyin’e Humeyni’yi Irak’tan çıkarması baskısının arttığı bir sırada İran’da İttila’at Gazetesi’nde 7 Ocak 1978’de Humeyni’nin “İngiliz ajanı” olduğunun iddia edilmesi artık iyice örgütlendiklerine ve halkta Şah nefretinin yeterince yayıldığına kanaat getiren İran’daki Humeyni örgütlenmesini harekete geçirdi.
İran devrimi başlıyor
29 Mart’ta Tahran da dahil 55 şehirde organize protestolar düzenlendi. Şah’ın da resmi beyanına göre taklid mercii olan Şeriatmedari’nin 1906 Anayasası’na dönülmesi talebiyle kısmen protestolara destek vermeye başlaması gidişatı etkiledi. Azeri Türkü olan Şeriatmedari’nin İran Azerileri arasında yoğun takipçisi bulunmaktaydı ve bu destek İran Azerilerini devrim sürecine en yoğun katılan grupların başında kaldı. Şah’ın güçlerinin bunun üzerine Şeriatmedari’nin evine ateş açması ve bir öğrencisini katletmesi, Şeriatmedari’nin söylemini keskinleştirdi. İran’ın pek çok şehrinde halk ile güvenlik güçleri arasında çatışmalar artarak devam etti.
Şah Pehlevi’ye 1974’te kanser teşhisi konulmuş ama bu bilgi bir müddet saklanabilmişti. Ama ilerleyen hastalığı onu 1978 baharından itibaren kamuoyu önüne çıkmaktan alıkoyar hale gelmiş ve ifşa olmuş, bu gelişme de İran muhalefetinin elini güçlendirmişti. Yıllardır devam eden ve bir türlü iyileşmeyen hastalığından Şah’ın kurtulabilmesi beklenmiyordu.
Bu dönemde Şah İran’da kendisine destek açıklaması yapacak Şii merci aradı ama bulamadı. Bu sırada Necef Havzası’nın başı el-Hoyi’nin İranlı protestocular için “Mermilerin önüne çıkmak eşekliktir” dediğini öğrenerek eşi Farah Diba’yı (1938-) Ekim 1978’de el-Hoyi’yi ziyarete gönderdi ve el-Hoyi’den destek açıklaması aldı. El-Hoyi üzerinde Kur’andan iktibasla “Allahın eli onların eli üzerindedir” yazan bir yüzüğü Farah Diba aracılığıyla Şah’a hediye etti.
Fakat Şah’ın beklediğinin aksine bu açıklama İranlı protestoculara etki etmedi.
Humeyni bu açıklamasından ve hediyesinden ötürü el-Hoyi’yi sert biçimde eleştirdi.
Şah taktik değiştiriyor
Şah’ın artan protestolara karşı tedbir olarak Saddam Hüseyin’e Humeyni’yi sınır dışı etmesi baskısını artırması, Saddam’ın da Humeyni’ye Irak’ı terk etmesi baskısına yol açıyor, Irak’ta kalamayacağını anlayan Humeyni ise kendisini alacak bir ülke bulamıyordu.
Fransa’daki İran muhalefetinin çabaları sonucunda Humeyni Fransa’dan kabul aldı fakat Irak Baasçılarının önemli isimlerinden olup 1993’te Saddam rejiminden kopan Hamid el-Ceburi (1932-2017), 2008’de el-Cezire Kanalı’nda gazeteci Ahmed el-Mansur’a hatıratını anlattığı ‘Şahid ale-l Asr’ (Zamana Şahid) isimli seri programda Humeyni’nin Fransa’ya gidişinin ayarlandığı sırada bu kez Şah’ın Saddam’a yıllardır yaptığı talebin aksi bir talepte bulunarak “Humeyni’yi Fransa’ya gönderme, Irak’ta tut” dediğini fakat Saddam’ın sinirlenerek bu talebi kendisine getiren İranlı diplomata “Söyle Şah’ına ben onun memuru değilim, yıllardır göndermemi istiyor, gönderiyorum” dediği bilgisini vermektedir.
Ekim 1978’de Humeyni Irak’tan Fransa’ya geçti.
Humeyni Fransa’da
Paris’e yerleşen Humeyni İran’da olayların arttığı sırada dünya medyasının ilgisini çekmiş ve kendisiyle pek çok röportaj yapılmıştı. Şahlık rejimini kesin olarak son vermeyi ve İslam'a uygun bir hükümet kurmak istediklerini vurgulayan Humeyni’nin o dönem Batı basınına Batılıları olabildiğince ürkütmeyecek mesajlar vermeye özen gösterdiği dikkat çekmektedir. Şahlığın geleceğinin olmadığına kanaat getirmeye başlayan ABD yönetimi, Kasım 1978’den itibaren Humeyni ile temasa geçerek İran’daki müstakbel Humeyni iktidarı ile iyi ilişkide olmak istediklerini iletti. Humeyni de ABD’ye sıcak mesajlar vererek İran’daki olaylarda Şah’ın doğrudan müdahil olmalarının önünü aldı.
ABD halkının da 1975’te Vietnam’da ağır bir yenilgi alan ve bu savaşta ağır kayıplar veren ABD yönetiminden yeni bir savaş açılmaması, ABD’deki ekonomik sorunlarla ilgilenilmesi beklentisi yüksekti.
Devrim iktidarı ele geçiriyor
İran’da 1979’a girilirken orduda çatlak baş göstermiş, yer yer protestoculara ateş açmak istemeyen askerler isyan edip ateş açan askerlerle çatışmaya başlamıştı. Hastalığı ilerleyen Şah 16 Ocak 1979’da Tahran’dan bir uçakla İran’ı terk edip Mısır’a gitti. Bir daha İran’a dönemeyen Şah Mısır’ın ardından bir müddet Fas, Bahamalar ve Meksika’da yaşayıp ABD yönetimince ABD’ye alınmayacak ve nihayet 27 Temmuz 1980’de Mısır’ın başkenti Kahire’de ölecekti.
Şah İran’ı terk etmeden kısa bir süre önce, 4 Ocak 1979’da Şahpur Bahtiyar’ı (1914-1991) başbakan olarak atamıştı. Bahtiyar solcu ve Şah muhalifi geçmişi olan, İspanya İç Savaşı’nda (1936-1939) solcuların safında savaşmış bir isimdi. Şah’ın böyle birisini seçmesinde Bahtiyar’ın muhalefet ile Şah arasında arabulucu olabileceği fikri yatıyordu.
Şah’ın İran’ı terk etmesinden sonra Humeyni İran’a dönmeye karar verdi. Ordunun Humeyni’nin dönüşünü engellemeyeceği garantisi vermesinden sonra Humeyni 1 Şubat 1979’da Paris’ten havalanan ve kendisi ile beraber kalabalıkça bir heyeti de taşıyan Fransa Havayolları’nın bir yolcu uçağı ile Tahran’a indi. Humeyni’yi Tahran’da 1 milyonun üzerinde bir kalabalık karşıladı.
Eski rejimin otoritesini büyük ölçüde yitirdiği bir ortamda Şahpur Bahtiyar’ın arabuluculuk çabalarının boşa çıkmasının ardından 9 Şubat 1979’da başlayan nihai ayaklanma ile devrimciler 11 Şubat 1979’da yönetimi tamamen ele geçirdiler.
İran Devrimi’nde kaç kişi öldü?
7 Ocak 1978 protestolarıyla başlayıp 11 Şubat 1979’da Şahlık rejiminin tamamen sona ermesiyle başarıya ulaşan İran Devrimi protestolarında Humeyni 60 bin kişinin Şah rejiminin müdahelesiyle öldürüldüğünü iddia etmiştir.
Fakat gerçek rakamın bu iddiadan çok daha düşük olduğu yeni İran rejimi tarafından zamanla kabul edilmiştir.
Doğrudan İran’ın dini liderlik kurumuna bağlı ‘Şehitler Kurumu’nun başkanı İmadeddin Baği (1962-) 2003’te yaptığı açıklamada 1963-1979 döneminde Şah rejimi tarafından devrim yanlısı 3164 kişinin öldürüldüğünü, bu ölümlerin 744’ünün Tahran’da gerçekleştiğini ilan etmiştir.
Baği’nin ilanının ayrıntılarına göre 1978’in ilk 8 ayında 35 protestocu öldürülmüştür. İran takviminde Eylül ayı içinde biten Şehriver ayında 33, Ekim’de biten Mihr ayında 18, Kasım’da biten Aban’da 45, Aralık’ta biten Azar’da 85, Ocak 1979’da biten Dey’de 137’de, Şubat 1979’da biten Bahman’da 179 kişi öldürülmüştür.
Humeyni iktidarı başlıyor
Humeyni henüz devrim sonuca ulaşmamış iken 4 Şubat 1979’da Şah dönemi muhalif aydınlarından Mehdi Bazargan’ı (1907-1995) başbakan olarak atadığını duyurdu. Kendisinin ve mollaların denetimci pozisyonunda olup siyasete doğrudan girmeyeceği sözü verdi.
İran’ın meşrutiyete geçişinde hazırlanan ve halen yürürlükte olan 1906 Anayasası kaldırılarak yeni bir anayasa taslağı hazırlandı ve 30-31 Mart 1979’da referanduma sunuldu. Ana hatlarla yeni düzenin İslami bir rejim olacağının ilan edildiği bu anayasa taslağı %99,3 oy aldı.
Anayasa taslak aşamasındayken Humeyni ile Bazargan arasında ilk görüş ayrılığı da ortaya çıktı. Bazargan devletin isminin ‘İran Demokratik İslam Cumhuriyeti’ olmasını istiyordu fakat bu talebi Humeyni tarafından kabul edilmedi. Devletin ismi ‘İran İslam Cumhuriyeti’ oldu.
Devrimle beraber İran Ordusu dağılmıştı. İran’ın çeşitli bölgelerinde etnik azınlıklar bağımsızlık talebiyle ayaklandılar. Bu isyanların en büyüğü ülkenin Batı sınırındaki Kürtler arasında çıktı. Mart 1979’da başlayan isyan yaz aylarında zirveye ulaştı ve isyan eden gruplar Mehabad gibi bazı şehirleri tamamen kontrollerine aldılar.
Humeyni 17 Ağustos 1979’da isyan eden Kürtlere karşı "cihat" ilan etti ve ordu büyük ölçüde dağıldığından gönüllülerin de harekete geçmesini istedi. İran ordusu ve gönüllüler 20 Ağustos 1979’da Mehabad’ı kuşattı. Havadan ve karadan süren saldırılarla yerle bir olan Mehabad’a 3 Eylül 1979’da girdi. 1980 sonuna kadar süren bölgedeki savaşta yaklaşık 10 bin kişi öldü.
Şubat 1979’dan itibaren üst düzey askerler başta olmak üzere Şah döneminde görev almış pek çok isim kurulan devrim mahkemelerince hızlıca yargılanıp idam edildi.
Görüş ayrılıkları
Devrim Şah karşıtlığının birleştirdiği bir koalisyonca yapılmıştı. Komünist olan Tudeh Partisi’ni, Sosyalizm ile İslam sentezi olan Halkın Mücahitleri örgütünü, Velayeti Fakih teorisine karşı çıkan Kazım Şeriatmedari’nin takipçilerini ve Sünnilerle diğer etnik azınlıkları da içeriyordu.
Humeyni'nin ve bu gruplar içerisinde en güçlü, en organize olan kanat olan Humeyni destekçilerinin devrime tamamen hakim bir tutum sergilemesi diğer grupları rahatsız etti. 25 Şubat 1979’da Şii mercii Kazım Şeriatmedari ‘Müslüman Halkın Cumhuriyetçi Partisi’ni kurdu. Merkezi Kum şehri olmakla beraber destekçilerini daha çok Azeriler arasında bulan bu parti o tarihte 38 milyon nüfuslu olan İran’da 3 milyon üyeye ulaşıp Humeyni’nin en büyük muhalifi oldu. Şeriatmedari Humeyni’den siyaseti kendi haline bırakmasını ve Velayeti Fakihlik iddiasından vazgeçmesini istemekteydi.
Bu arada Eylül 1979’da devrimin sevilen isimlerinden ve sol kesimlerle iyi ilişkilere sahip Şii molla ve Tahran Cuma Namazı İmamı Mahmud Talegani (1911-1979) aniden şaibeli biçimde öldü. Humeyni rejimini baskıcılık ve tekelcilik suçlamasıyla son aylarda eleştirmeye başladığı bilinen Talegani’nin Humeyni tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Talegani’nin ölümü solcularla yeni rejimin iletişimini kopardı.
ABD Büyükelçiliği krizi ve Şeriatmedari’nin tasfiyesi
4 Kasım 1979’da Tahran Üniversitesi öğrencilerinden bir grup Humeyni örgütlenmesinin yönlendirmesiyle ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’ni bastı ve casusluk yaptıkları gerekçesiyle elçilik çalışanlarını rehin aldı. Bu eylem ABD’nin İran söylemini keskin biçimde değiştirirken devrime katılıp devrim sonrasında Humeyni’yi diktatörlükle suçlamaya başlayan kesimler Humeyni’nin amacının bu gibi büyük bir krizle Humeyni’nin muhalefeti susturup halkı kendi safında birleştirme olduğunu iddia ettiler.
Mehdi Bazargan eylemin hemen ardından istifa etti ve rejimi içeriden eleştirenler safına katıldı. Kazım Şeriatmedari de rehin alma eylemini kınadığını açıkladı.
2-3 Aralık 1979’da İran’da daha kapsamlı ve ayrıntılı bir anayasa taslağı referanduma sunuldu. Devrim sürecindeki vaadlerin aksine taslakta İran’ın resmi mezhebi Caferilik olarak geçerken Farsça dışındaki dillere resmiyet tanınmadı. Humeyni’nin çizgisi anlamında ‘Hattı İmami’ ve Velayeti Fakih kavramının da yer aldığı anayasa taslağı nihai haliyle Kasım 1979’da kamuoyuna açıklanmıştı. Ağustos 1979’da meydana getirilen, mollalardan oluşan ve sistemin İslamiliğini denetlemekle yükümlü ‘Uzmanlar Meclisi’nin onayından geçen taslak devrime katılan pek çok kesimin tepkisini çekti.
Sünniler ve diğer azınlıklar öngörülen resmi mezhep ve dil açısından karşı çıkarken Kazım Şeriatmedari başta olmak üzere solcular ve diğer kesimler muhalefetlerinde ‘Hattı İmami’ ve Velayeti Fakih üzerinde duruyorlardı. Tüm bu rejim muhaliflerinin boykot ettiği, önceki referanduma göre katılımın oldukça düştüğü bu referandumda katılanların %99,5 oyuyla yeni anayasa kabul edildi.
6 Aralık 1979’da Humeyni ve Şeriatmedari görüşmesinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine devlet medyası Şeriatmedari’ye saldırıya geçti. Bunun üzerine Tebriz’de ayaklanan Şeriatmedari destekçileri yerel televizyonu ele geçirerek halka harekete geçme çağrısında bulundu. Tebriz’de protestoların bitmemesi üzerine Humeyni İran Ordusu’nu ağır silah ve tanklarla Ocak 1980’de Tebriz’e yöneltince Kazım Şeriatmedari iç savaş çıkmasını istemediğini belirterek siyasetten çekildiğini açıkladı, takipçilerine protestolarını bitirme çağrısında bulundu.
1980 cumhurbaşkanlığı seçimleri
25 Ocak 1980’de gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Humeyni’nin söz verdiği gibi mollalar aday olmadı. Humeyni hiçbir adaya destek açıklaması yapmadı.Seçimleri Paris’te Humeyni ile beraber bulunan Şah muhaliflerinden Ebulhasan Benisadr (1933-) ilk turda %75,6 oyla kazandı. Muhammed Beheşti (1928-1981) başta olmak üzere Humeyni’nin Benisadr’ın seçilmesini istemeyen molla öğrencilerinin desteklediği Hasan Habibi (1937-2013) yalnızca %3,35 oy alabildi. Daha sonraki yıllarda öğrencileri Humeyni’nin de bu seçimde Habibi’yi desteklediğini açıkladılar.
Benisadr göreve geldiği ilk günden itibaren Beheşti ve Rafsancani başta olmak üzere Humeyni’nin öğrencileriyle siyasi çatışmaya girdi. Benisadr sadece o yıllarda Humeyni’nin dini önderlikte varisi olacağı düşünülen Hüseyin Muntazari’den (1922-2009) destek alabildi.
1980 boyunca sol ve sol tandanslı İslamcı örgütlerin rejimle gerginliği gündemin en önde gelen maddelerinden biri oldu. Diğer taraftan devlet kurumlarının yeniden baştan inşasına uğraşılıyordu.
Irak-İran Savaşı’nın başında Irak Ordusu’nun İran içlerine girebilmesindeki başarısızlığın da Benisadr’a fatura edilmesiyle Humeyni’nin öğrencilerince Benisadr’a karşı ikna edilmesiyle İran meclisi 21 Haziran 1981’de Benisadr’ı azletti. Gizlenen ve İran halkını isyana çağıran Benisadr Temmuz 1981’de “Halkın Mücahitleri” örgütü lideri Mesud Recevi (1948-kaybolması: 2003) ile birlikte Fransa’ya kaçtı.
1982’de Benisadr hükümetinde dışişleri bakanı olan Sadık Kutbizade Humeyni’ye suikast planladığı iddiasıyla idam edildi. Yine bu planda yer aldığı iddia edilen Kazım Şeriatmedari televizyonda tevbe etmeye ve dini kıyafetlerini çıkarmaya zorlandı. Ev hapsine konan Şeriatmedari tedavisine izin verilmediği için 1986’da Kum’da ev hapsinde öldü.
Irak-İran Savaşı
İran Devrimi’nin başında Saddam Hüseyin devrimi tebrik etmiş ve iki ülke arasındaki ilişkilerin iyiye gitmesini umduğunu belirtmişti.
Cumhurbaşkanı yardımcısı Saddam Hüseyin, Temmuz 1979’da kuzeni el-Bekr’i istifaya zorlayarak cumhurbaşkanı oldu.
Nisan 1980’de Şii grupların Irak’ın ikinci ismi sayılan Tarık Yohanna Aziz’e (1936-2015) suikast düzenlemesi üzerine Irak rejimi Irak’ta toplu idamlar başlattı ve Necef’teki pek çok İranlıyı tutukladı veya sınır dışı etti.
İki rejim arasında köprülerin tamamen atıldığı Nisan 1980’den sonra Mayıs 1980’de devrim sonrasında İran’da üslenmiş olan ve Humeyni’nin Irak dosyasını kendilerine teslim ettiği Muhammed Şirazi’nin takipçileri Saddam Hüseyin’i öldürdüklerini iddia ettiler. Fakat hemen ardından 8 Mayıs 1980’de Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’da Yugoslavya lideri Tito’nun (1892-1980) cenazesinde boy gösteren Saddam Hüseyin bu iddiayı yalanlamış oldu. Bu başarısızlık üzerine Humeyni Irak dosyasını Şirazi takipçilerinden alarak 1960’li yıllarda arasında husumet olduğu Muhsin el-Hakim’in 1979’da İran’a kaçan oğlu Muhammed Bakır el-Hakim’e (1939-2003) verdi.
Ağustos 1980’de Irak ve İran arasında çok ciddi sınır çatışmaları başladı. 17 Eylül 1980’de Saddam Irak’ın tavizler verdiği 1975 Cezayir Antlaşmasını tanımadığını ilan etti. 22 Eylül 1980’de Irak’ın havadan ve karadan saldırısıyla Irak-İran Savaşı resmen başladı.
Saddam, ordusu dağılan İran’ın kolayca yenileceğini, bu şekilde hem İran rejiminden kurtulmayı hem de İran’ın petrol zengini ve nüfusu büyük ölçüde Arap olan Huzistan İli’ni Irak’a katmayı planlıyordu. Irak Ordusu’nun taarruzu iyi planlanmamıştı. İran içerisinde bir miktar ilerleyen Irak Orduları Aralık 1980’de durduruldu.
Humeyni bu süreçte gönüllülerden oluşan Devrim Muhafızları'nı kurdu. Hapiste bulunan eski rejimin bazı subayları, bilhassa pilotlar serbest bırakıldı. İran’ın petrol bölgesi olan Huzistan savaş alanına döndüğünden İran büyük bir ekonomik zorluğa düştü. 1981’de başlayan karşı İran taarruzu neticesinde nüfusu ve kaynakları Irak’ınkinden daha fazla olan İran, büyük ölçüde gönüllülerin yoğun katılımı ve fedakarlıklarıyla Irak ordularını 1982’de İran’dan çıkardı.
Rehineler gizli antlaşmalarla serbest kalıyor
Rehine krizinde İran’ın resmi talebi Şah’ın İran’a ve İran’ın yurt dışında dondurulan varlıklarının İran’a iadesiydi. Bu şartları yerine getirmeden rehineleri kurtarmaya çalışan ABD’deki Carter yönetiminin çabaları başlangıçta sonuçsuz kalmıştı. Kasım 1980’de ABD’de başkanlık seçimi gerçekleşeceği için rehineler meselesi Carter için hayati önemdeydi. Rehine krizinden önce bir dönem daha seçilmesine kesin gözüyle bakılan seçimi Jimmy Carter’ın (1924-) rehine krizi çözülmeden seçimi kaybetmesine kesin gözüyle bakılır olmuştu.
Demokrat Carter’ın karşısına çıkan Cumhuriyetçi aday Ronald Reagan (1911-2004) rehineleri seçim kampanyasının ana maddesi haline getirmişti ve Carter’ı İran’a karşı gerekli hamleleri yapmamakla suçlamaktaydı.
Carter, 1980 yazında İran ile gizice Cezayir’de masaya oturarak pazarlığa girişti. Şah öldüğünden Şah’ın iadesinin masadan kalktığı pazarlıklarda İran’ın dondurulan 150 milyon dolarının dolambaçlı kanallarla İran’a iadesi sağlandı. Pazarlıkların ilerlediği esnada Irak-İran Savaşı’nın başlamasının hemen ardından İran, İsrail uçakları aracılığıyla Ekim 1980’de gizlice ABD’den silah almaya başladı.
Carter’ın İran rejimiyle anlaşmasına göre rehineler Kasım 1980 seçimleri öncesinde bırakılacaktı. Fakat İran, Carter’ın rakibi Reagan’ın talebiyle Reagan ile içeriği henüz tam olarak açığa çıkarılmayan fakat ABD’nin İran’a silah satışına devam etmesini içerdiği bilinen bir başka anlaşmaya girerek Carter’a olan sözünü tutmadı. Rehinelerin serbest bırakılmadığı bir ortamda gerçekleşen Kasım 1980 seçimlerini Reagan kazanırken rehineler 20 Ocak 1981’de Reagan’ın göreve başlama töreninin sona ermesinden birkaç dakika sonra bırakıldı. Reagan döneminde de ABD’nin İran’a silah sevkiyatı İsrail üzerinden sürdü.
1981’de ABD’li bazı gazetecilerce ifşa edilen ve İran’ın Carter’a sözünü tutmamasına atıfla “Ekim Sürprizi” olarak isimlendirilen bu süreç, o dönemde İran cumhurbaşkanı olup 1981 yazında İran’dan Fransa’ya kaçan Benisadr tarafından da doğrulandı. Reagan, Carter ve İran yönetimince yalanlanamadı.
Rejimin oturması
Benisadr’ın ardından Temmuz 1981 seçimlerini Benisadr’ın başbakanı Muhammed Ali Recai (1933-1981) Humeyni’nin açık desteğini de alarak %87 oyla kazandı. Humeyni’nin verdiği söze rağmen başbakanı molla sınıfından Muhammed Cevad Bahuner (1933-1981) oldu. Savaşın devam ettiği bu ortamda yeni hükümetin en önde gelen gündemi “İslami Kültür Devrimi”ydi. Eğitim başta olmak üzere sosyal hayatın yeni rejimin öğretileri doğrultusunda ayrıntılı olarak düzenlenmesinin hedeflendiği bu proje 1980’de başlamış ama Benisadr tarafından sıkı şekilde uygulanmamıştı.
Göreve gelmesinden 4 hafta sonra 30 Ağustos 1981’de Recai, başbakanlığı ziyaret ettiği esnada bombalı saldırıyla başbakan Bahuner ile birlikte öldürüldü. Saldırıyı üstlenen olmamakla beraber İran rejimi Halkın Mücahitleri örgütünü, rejim muhalifleri ise İran rejiminin Recai’ye rakip kanatlarını suçladı. 28 Haziran’da da Beheşti ve diğer bazı önemli isimler bombalı bir saldırıda öldürülmüştü.
Ekim 1981’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde Humeyni mollaların aday olmasına izin verdi. Humeyni’nin öğrencilerinden Ali Hamaney (1939-) Humeyni’nin desteğini aldı ve yeni rejimin artan muhaliflerinin boykot ettiği bu seçimlerde %97,1 oyla seçildi.
Irak-İran Savaşı İran’ın ekonomik kaynaklarına büyük zarar verirken yeni rejimin idarecilerine çok büyük bir iyilik yapmıştı. Halkın enerjisini ve öfkesini dış bir savaşa yönlendiren yeni rejim 1982-83 itibariyle tamamen oturmuş, düzenlemelerini muhalefetsiz bir şekilde tamamlamıştı.
Irak’a İran taarruzu ve ateşkes (1982-1988)
İddialara göre 1982’de Irak’ın İran’dan çıkarılmasının ardından Saddam’ın teklif ettiği ateşkesi Humeyni kabul etmek istemiş ama Rafsancani tarafından caydırılmıştı. İran’ın yeni hedefi Irak rejimini değiştirmekti. İran ateşkes değil anlaşma istediklerini ilan edip ön şart olarak Saddam’ın iktidarı bırakmasını ve Irak’ın İran’a 150 milyar dolar (2020 değeriyle yaklaşık 350 milyar dolar) savaş tazminatı ödemesi şartını sunarak anlaşma imkanını ortadan kaldırdı.
Nüfus ve diğer pek çok denge İran lehine olduğundan Saddam rejiminin yıkılmasının İran’ın önünü tamamen açacağını düşünen Arap rejimleri ve bazı Batılı ülkeler Irak’a destek oldular. İran gönüllüleri kullanıp büyük insan kaybı yaşadığı insan seli taarruzlarıyla Irak’ta ilerlemeye çalışsa da cüzi başarılar elde etti. 1982-1988 döneminde gerçekleşen İran’ın çok sınırlı ilerlemelerinin tümü Nisan 1988’de Irak’ın karşı saldırısıyla tek seferde kaybedildi. 30 Temmuz 1988 BM iki tarafı ateşkese çağırdı. 1982’den beri süren Saddam’ın ateşkes tekliflerini şiddetle reddeden Humeyni, bu dönemde Rafsancani tarafından bu kez ateşkese ikna edildi. Rafsancani bu savaşı kazanmak için savunma bütçelerini 7 katı artırmaları gerektiğini, bu şekilde bile en iyi ihtimalle 1993’te savaşı kazanabileceklerini Humeyni’ye bildirerek bu durumu kaldıramayacaklarını belirtti, BM’nin teklifinin kabulünü istedi. Humeyni “zehir içtim” sözüyle ateşkesi kabul etti. Savaş sınırlarda bir değişiklik olmaksızın başladığı yerde bitti.
8 yıl süren savaş, 1983’te Irak’ta çıkan Kürt İsyanı’nın kayıpları da katıldığında iki taraftan toplamda yaklaşık 1 milyon kişinin ölümüne sebep olurken iki ülke de yüzlerce milyar dolar zarara uğradı, İran tarafının insan kaybı da ekonomik zararı da daha büyüktü.
Irangate skandalı
Savaşta 1982’den beri Irak’a silah sattığı bilinen ABD’nin İsrail üzerinden İran’a da gizlice silah sattığının 1986’da ortaya çıkması, ABD’de 1972’deki Watergate skandalına atıfla ‘Irangate’ olarak isimlendirildi. Benisadr ve diğer İran rejiminden ayrılan unsurlar daha sonra savaşın en başından beri ABD ve İsrail’den İran’ın silah aldığını belirttiler.
Hapishane katliamı
Irak-İran Savaşı’nın hafiflediği bir dönemde 26 Temmuz 1988’de, Irak’ın himayesinde bulunan Mesud Recevi önderliğindeki Halkın Mücahitleri İran’a saldırıya geçti. İran güçlerince önü açılan ve İran içine tuzağa çekilen Recevi’nin birlikleri İran’ın içinde imha edildi. Buna misilleme olarak Humeyni’nin emriyle hapisteki başta Halkın Mücahitleri üyesi olmakla suçlananlar olmak üzere siyasi tutukluların toplu infazı başladı. Kısa sürede 4 bin ila 20 bin tutuklu katledildi. Bu gelişme Hüseyin Muntazari ile Humeyni’nin arasını onarılamayacak şekilde açacaktı.
Hüseyin Muntazari azlediliyor
Şii mercii Hüseyin Muntazari, devrimin başından beri dini önderlikte Humeyni’nin varisi olarak görülüyordu. Bazı dini görüşleri sebebiyle Kum Havzası’nda pek sevilmeyen Muntazari’nin varislik konumu 1985’te resmiyet kazandı. Humeyni ile Muntazari’nin arası ilk kez 1987’de Muntazari’nin damadı Hadi Haşimi’nin kardeşi Devrim Muhafızları komutanlarından Mehdi Haşimi’nin idamıyla açıldı.
İran’da yargılamaların adil olmadığından şikayet eden Muntazari 1988’deki tutuklu katliamında Humeyni’ye yazdığı şahsi mektuplarında sert eleştirilerde bulundu. İkilinin sonradan ortaya çıkan sert mektuplaşmaları neticesinde Humeyni Mart 1989’da Muntazari’yi varisliğinden azlettiğini ilan etti.
"Şeytan Ayetleri"
Hindistanlı yazar Selman Rüşdi’nin İslam'a ve Hz. Muhammed'e hakaretler içeren ‘Şeytan Ayetleri’ kitabı 1988’de yayınlandı ve İslam dünyasından yoğun tepki gördü. Şubat 1989’da Humeyni Selman Rüşdi’nin öldürülmesi yönünde fetva verdi. Bazılarınca bu fetva savaş sonrasında büyük sosyo-ekonomik sorunlardan şikayetçi olan İran halkının enerjisini yine dışarıya yönlendirme çabası olarak değerlendirildi.
Yeni varis: Hamaney
1989’da 87 yaşına ulaşan Humeyni’nin sağlık sorunları artmıştı. Varis bırakmadan ölmesi durumunda İran’da sistemin büyük bir kargaşa yaşayacağı veya Velayeti Fakihlik makamını kaldıracağı tahmin ediliyordu.
Bu sorunun aşılması için Humeyni ile görüşen meclis başkanı ve geleceğin cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani, cumhurbaşkanı Hamaney’i varisi olarak bırakmasını Humeyni’ye teklif etti.
Humeyni’nin Hamaney ile ilgili endişeleri vardır. Hamaney ile yakın zamanda işçi kanunu yüzünden sorun yaşamış ve araları açılmıştır. Ayrıca daha önemlisi Hamaney merci değil ‘Huccetulislam’dır. Havza hiyerarşisinde havza eğitimini tamamlayanlara verilen ‘Huccetulislam’lıktan Ayetullahlığa, oradan da Ayetullah el-Uzmalığa/merciliğe yükselmek uzun yıllar gerektiren ve çoğu kimsenin gerçekleştiremediği bir süreçtir. Velayeti Fakih teorisi ilmen en kudretli fakihin sisteme velayetine dayanıyorken merci olmayan bir ismin bu makama gelmesinin çok tepki çekeceği muhakkaktır.
Fakat Rafsancani önemli olanın Humeyni’nin şahsına ve yoluna sadakat olduğunu vurgulayarak Hamaney’in varisliğinde Humeyni’yi ikna etmiştir.
Humeyni’nin ölümü ve cenazesi
1986’dan beri hastalığı ilerleyen Humeyni 10 gün boyunca hastanede süren hayat mücadelesinin ardından 3-4 Haziran 1989 gecesinde öldü. 5 ve 6 Haziran’da yapılan cenaze törenine 10 milyondan fazla kişi katıldı, bu tarihte İran’ın nüfusu yaklaşık 47 milyon, Tahran’ın ise 6,5 milyondu. Cenazesi Guinness Rekorlar Kitabı’na insanlık tarihinde kaydedilmiş en kalabalık cenaze olarak geçti. Cenaze namazı Kum’un önde gelen mercilerinden Muhammed Rıza Gulpeyagani (1899-1993) tarafından kıldırıldı.
Cenazede çıkan izdiham nedeniyle bazı tahminlere göre yüzlerce kişi öldü, 10 bin kişi yaralandı. Humeyni’nin kefeninden parça koparmak isteyen sevenlerinin saldırısı yüzünden tabutu açıldı, Humeyni’nin cesedi kefeninden çıkarak yere düştü. Devrim Muhafızları kalabalıktan cesedi, kefeni ve tabutu zorlukla geri alabildi.
Cenaze töreninin ardından Tahran’ın güneyinde genellikle Irak-İran Savaşı’nda ölen İran askerlerinin yattığı Beheşti Zehra Mezarlığı’na defnedildi. 1989’da mezarı üstüne yapılmaya başlanan devasa türbesi 1992’de ziyarete açıldı.
Hamaney’in İran’ın yeni dini lideri seçilmesi
Humeyni’nin ölümünün ardından yeni dini lideri seçmek üzere toplanan Uzmanlar Meclisi’nin üyesi, aynı zamanda meclis başkanı olan Haşimi Rafsancani Humeyni’nin vasiyetinin Hamaney’in seçilmesi olduğunu Uzmanlar Meclisi kürsüsünden ilan etti. Hamaney’in merci olmadığı itirazlarına Rafsancani bu konuyu Humeyni ile konuştuğunu, Humeyni’nin merci olmasa da olur dediğini aktardı.
Hamaney’in bu seçimde karşısına çıkan tek ciddi rakibi olan Ayetullah el-Uzma Gulpeyagani’nin 90 yaşında olması da Uzmanlar Meclisi üyelerinin çoğunun Hamaney’i seçmesini sağladı.
28 Temmuz 1989’da yapılan anayasa değişikliği ile Velayeti Fakih makamında olan kimsenin merci olması şartı ve başbakanlık makamı kaldırıldı. Ali Hamaney dini lider olurken yerinden boşalan cumhurbaşkanlığına da aynı gün seçimle Rafsancani geldi.
Humeyni’ye yönelik bazı suçlamalar
Ruhullah Humeyni çeşitli kesimlerce özellikle de İran Devrimi öncesi verdiği sözleri tutmamakla, takiyye ve makyevalizm ile suçlanmıştır. Örneğin İran Devrimi’ne destek veren Sünni Kürt kanaat önderi Ahmed Müftizade (1933-1992) devrimden sonra yaptığı açıklamada “Ey Humeyni sen bize İslam ve hürriyet vaat ettin ama ikinci Safevi Devleti’ni kurdun” demiş ve bu sebeple 1992’de ölene kadar hapsedilmiştir.
Aynı zamanda Humeyni eleştiri ve muhalefete tahammülsüzlükle suçlanmıştır. Şii mollaların yaptığı eleştiriler de dahil Humeyni döneminde hiçbir muhalefete, eleştiriye izin verilmemiş, eleştiricilere en hafif olarak toplumdan tecrit ve ev hapsi cezası vermiştir.
Aynı zamanda insan hakları oluşumları, Humeyni döneminde, Şah devrinde İran hapishanelerindeki işkencelerin yoğunluğunun arttığını, tecavüzün sistematik bir işkence aracına dönüştüğünü ifade etmektedir.
Humeyni, Bakır es-Sadr’ın Saddam tarafından idamında suçlanmıştır. Humeyni, Saddam rejiminin üzerine geldiği 1979’da, devrimin ardından İran’a gelme talebi gönderen Sadr’ın bu talebini kabul etmemiş ve 1980’de İran gazetelerinde Bakır es-Sadr ile gizli haberleşmelerini yayınlayarak onu Saddam’a ihbarla suçlamıştır. Dahası Irak kanunlarında merciler idam edilemezken, merci olan Bakır es-Sadr’a Humeyni’nin 1980’de bir açık mektubunda iki kademe daha düşük bir dini mevki olan ‘Huccetulislam’ şeklinde hitabı, Humeyni’nin Saddam’a Bakır es-Sadr’ı idam etmesi yönünde yeşil ışığı olarak algılanmıştır. Humeyni’nin bu yolla kendisinden daha fazla ön plana çıkan ve Velayeti Fakih teorisinde Humeyni’ye eleştirileri olan Bakır es-Sadr’dan kurtulduğu, aynı zamanda bir taşla iki kuş vurarak Bakır es-Sadr’ın öldürülmesini Irak rejimine karşı istismar etme fırsatı elde ettiği belirtilmektedir.
İhvanı Muslimin’in İran Devrimi’ne verdiği desteğe rağmen 1979-1982’de Suriye’de Hafız Esed rejiminin İhvan üyeleri başta olmak üzere Suriye halkına giriştiği, kaybolanlarla beraber öldürülenlerin sayısının 100 bine yakın olduğu katliamlarda Hafız Esed’e destek vermesi İslam dünyasında büyük hayal kırıklığına neden olmuştur.
Sünni dünyaya verdiği birlik mesajlarına rağmen anayasada devletin resmi mezhebini Caferilik yapması, İran Sünnilerine yönelik baskıların Şahlık dönemine oranla daha da artması, Humeyni’nin kitaplarında geçen bazı ifadeler Şiilikteki takiyye inancıyla birlikte ele alındığında Humeyni’nin Sünnileri aldattığı değerlendirmelerine sebep olmuştur.
Humeyni’nin kitaplarında geçen ve bazı kesimlerin tepkisini çeken bazı ifadeler ise şu şekildedir:
- el-Hukumetil İslamiye’de Şii imamlarının ulaştığı makama hiçbir peygamberin ulaşamayacağını iddia etmiştir. (HUMEYNİ Ruhullah, El Hukumet el İslamiyye, İmam Humeyni'nin Eserlerini Düzenleme ve Neşretme Müessesi, Tahran, 1989)
- Kitabu-t Tahare’de sahabelerden Hz. Ayşe, Talha, Zubeyr ve Muaviye’nin manen “köpek ve domuzlardan daha necis” olduğunu iddia etmektedir. (HUMEYNİ Ruhullah, Kitab el Tahare, Adab Matbaası, Necef, 1970)
- Tahriru-l Vesile’de süt emen bebeklerle dahi mut’a nikahı (Şiilikte halen uygulunan anlaşmalı geçici evlilik) yapılabileceğini, bebeklerle cinsel ilişkiye girmeksizin cinsel açıdan tatmin olmanın caiz olduğunu iddia etmektedir. (HUMEYNİ Ruhullah, Tahrir el Vesile, İmam Humeyni'nin Eserlerini Düzenleme ve Neşretme Müessesi, Tahran, 2013)
- Keşful Esrar’da Şii imamlarının adının Kur’anda neden açıkça geçmediği sorusuna sahabeleri kastederek "Dünya ve yönetimi ele geçirmekten başka din ve Kur’anla ilgileri olmayan fasid niyetli o insanlar bu ayetleri Kur’andan çıkarırdı" demektedir. Ayrıca Humeyni Şii hadis kitaplarında yaygınlıkla yer alan Kur’anın tahrif edildiği iddialarını eleştirmeyerek bu hadis kitaplarını kutsamaya devam etmiştir. (HUMEYNİ Ruhullah, Keşf el Esrar, İmam Humeyni'nin Eserlerini Düzenleme ve Neşretme Müessesi, Tahran, 1999)
Kaynak: Mepa News Akademi