Suriye bombardımanı: Bir güç değil zayıflık gösterisi
Siyasi liderler genellikle küçük savaşları severler. Küçük savaşlar onların dik durmalarına, bayraklarla sarıp sarmalanmalarına, ulusun kaderini kendi ellerinde tutuyor gibi görünmelerine ve muhaliflerini vatansever olmayan güçsüz tipler olarak karalamalarına olanak tanır.
Theresa May, dört Britanya savaş uçağının Cumartesi sabahı Suriye’deki üç tesise yönelik gerçekleştirilen oldukça sınırlı hava saldırısına katılmaları emrini verdiğinden bu yana bu şablona uygun davranıyor. May’in performansı, zaman zaman I. Elizabeth’in Tilbury’de İspanyol Donanması’na meydan okumasına öykünen fakat daha ziyade Ajan 007’yi düşmanın entrikalarını engellemek üzere tehlikeli fakat kaçınılmaz bazı görevlere yollayan M kod adlı haşin bakışlı Judi Dench’i anımsatan biçimde, şatafatsız fakat azimli. Buradaki üçkâğıt, berbat bir sorumluluk duygusunun altında eziliyor fakat ulusumuzu savunmak adına kader belirleyici eylem emrini vermekten korkmuyor gibi görünmek.
Medya da benzer şekilde kısa bir keskin askeri çatışmanın keyfini çıkardı. Bunlar işler güçler için iyidir çünkü halk [böyle zamanlarda] dünyada neler olup bittiğini anlamaya dönük normalde olduğun daha güçlü bir zorunluluk hisseder. İlk gazeteler, 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başındaki savaşlardan doğdu. Askeri çatışma heyecan vericidir ve basitçe iyi ile kötü arasındaki bir çatışma olarak bildirilebilecek çok sayıda melodram ortaya çıkarır.
Bu olayda, saldırıların minimalist doğası, haber sunucularını ve onların muhabir tayfasını giyinip kuşanmış fakat hiçbir yere gidememiş halde bıraktı. Bunların gerçek bir savaşı bildirememekte yaşadığı hayal kırıklığı ve omuz düşüklüğü aşikârdır. Birdenbire ortaya, her biri Washington’dan, Moskova’dan, Beyrut’tan bağlanan (birkaçı da muhtemelen vizelerinin olmaması nedeniyle Şam’dan bağlanamıyor gibi görünen) ve ellerindeki kâğıtlarda söylenebilecek pek fazla şey yazmayan, bildirmek için ilginç hiçbir şeyleri olmamasına rağmen yine de bir şeyler söyleyen pek çok aktör ortalığa döküldü. Medyanın olay kaydı, ellerinde söylenmek üzere özgün ve ilginç bir şeyler olanların bile bunu söylemeye zamanının olmaması nedeniyle, dolayısıyla sıkıcı ve üstü kapalı oldu.
Bir halkla ilişkiler numarası mı?
Fakat Cumartesi sabahı gerçekleştirilen hava saldırıları, sadece abartılı bir Halkla İlişkiler numarası olarak görülüp de azımsanmamalı. Bu saldırıların, her ne kadar Donald Trump, Theresa May ve Emmanuel Macron’un iddia ettiklerinin tam tersi şeklinde de olsa, oldukça gerçek bir anlamı vardır. Gördüğümüz şey, ABD, Birleşik Krallık ve Fransa’nın bir güç gösterisi değil, bir zayıflık gösterisiydi.
Bunun Suriye’deki gerçek güç dengesini yansıtan kanıtı, bombalanan üç hedeften ziyade bombalanmayan hedeflerin listesidir. Suriye’deki hakim siyasi ve askeri güç olan Ruslardan herhangi birinin öldürülmemesi ya da yaralanmaması için muazzam çaba sarf edildi. İranlılar ve Lübnan Hizbullahı açıkça konu dışıydılar. Elit askeri birlikleri, ağır askeri teçhizatları ve cephane depoları dahil Suriye ordusu da öyle. 1991, 1998 ve 2003’teki Bağdat’ın aksine, Şam’daki başkanlık sarayı ya da savunma bakanlığı gibi boş fakat simgesel yapılara dönük seyir füzeleri de ateşlenmedi.
Theresa May ve Boris Johnson, hava saldırılarının niyet açısından sadece “insani” olduğunu ve zehirli gaz kullanımının “normalleşmesini” engellemek için gerçekleştirildiğini iddia ediyorlar. Johnson, o zamanlar ABD, Birleşik Krallık ve Fransa tarafından desteklenen Saddam Hüseyin’in İran-Irak Savaşı’nda on binlerce İranlıyı ve Kürdü zehirli gaza boğduğunu görmezden gelerek, Esad’ın Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana zehirli gazı kullanan ilk kişi olduğunu söylüyor.
Varsayalım ki yeni hava saldırıları yapılması tehdidi Esad’ın caydırdı: bu, Suriye halkı için pek de büyük bir haber değil çünkü Suriye’de ölen insanların yüzde 1’den azı zehirli gaz nedeniyle öldü – 2011’den bugüne savaşlardaki şiddet nedeniyle öldürülmüş olan yarım milyon Suriyeli arasında 1.900 civarında insan. Eğer yabancı liderler Suriye’deki son yedi yılda yaşanan mezalime karşı herhangi bir ilgi göstermiş olsalardı, geçmişte bu dehşetli savaşı sona erdirmek için daha fazla çaba sarf ederlerdi.
Hava saldırılarının sınırı önceden belliydi
Hava saldırılarının sınırlı doğası, Suriye’deki gerçek güç dengesini yansıtan biçimde, hissedilir ve gerçeğe uygundu. Esad, Rusya, İtan, Hizbullah ve Irak’tan gelen Şii güçler tarafından desteklenmektedir ve iç savaşı büyük ölçüde kazanmış durumdadır. Bu durum, NATO’nun Libya’da 2011’de gerçekleştirdiğine benzer, isyancı kara birliklerini destekleyen bir açık uçlu kitlesel bombardıman kampanyası olmaksızın da değişmeyecektir.
Benzer bir kampanya Esad’a karşı gerçekleştirilemez çünkü Esad, IŞİD’in aksine, Rusya ve İran gibi güçlü yabancı müttefiklere sahiptir. ABD’nin bedel ödeyerek öğrenmiş olduğu gibi, Kürtlerin dışında sahada olan yegane adanmış ve deneyimli Esad-karşıtı savaşçılar IŞİD ve El-Kaide üyeleridir. 2016 yılında Pentagon’un utangaç bir şekilde, 500 milyon dolar harcayarak beklenen 5 bin savaşçı yerine sadece beş tane eğitimli ılımlı ABD-yanlısı savaşçı yetiştirilmiş olduğunu nasıl itiraf ettiğini hatırlayalım.
Buradaki mesele, daha geniş kapsamlı hava saldırılarının bile, her ne kadar kesinlikle sonucu ağırlaştıracak ve çok daha fazla insanı öldürecek de olsalar, Suriye savaşının sonucunu değiştirmeyecek olduğudur. Son zamanlarda Trump’ın da benimsediği ve Başkan Obama’nın 2013’te Esad’ı zayıflatmaya ya da ondan kurtulmaya dönük gerçek bir fırsatı kaçırdığına dayanan bir efsane mevcut fakat o dönemde Obama’yı sınırlayan faktörler, bugün Trump’ı da aynı ölçüde sınırlıyor: Daha büyük bir savaş olmadan Esad’dan kurtulmak imkansız ve Esad giderse bile, sonuç, Afganistan’da, Libya’da ve Irak’ta olduğu gibi IŞİD’in ve El-Kaide’nin filizleneceği bir kaos üreterek devletin çökmesi olacaktır.
Tercüme: Sendika.Org
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.