Tarih | Fransa Cezayir'i işgal etti
Cezayir bugün Kuzey Afrika devletleri arasında üç milyon kilometrekarenin üstünde bir coğrafya ile şüphesiz en büyük devlettir.
1830’da Fransa ciddi bir iç buhran yaşamasına rağmen 14 Haziran 1830 tarihinde Cezayir’e General Bourmond kumandasında bir donanma ile 37.000 kişilik bir ordu gönderdi. Böylece kendileri dünya milletleri tarafında içerisinde bulundukları buhran ile değil de aktif dış politikaları ile konuşulacaktı. Bu kuvvetle Cezayir’e çıkan Fransızlar 5 Temmuz günü Cezayir şehrini işgal ettiler. Bu şehirde Fransızlar ilk iş olarak orada bulunan Türkleri şehir dışına çıkarmak olmuştu. Bunu yaparken arta yerli halkı daha kolay idare ve sevk etmek düşüncesindeydiler.
Bu işgali yapan Fransızların işgal süresince muayyen bir plan ve politikaları olmamıştır. İstedikleri şey Cezayir’in kendilerine bağlı bir müstemleke olmasıydı. Politikadan mahrum bunu ikame etmek mümkün değildi. İdare şeklinin yapılacak olan bir kongrede belirlenecek olması bir yönetim düşüncesinden ne derece mahrum bir şekilde işe girişildiğinin en güzel ispatıdır.
Osmanlı’nın Cezayir’i geri almak için ciddi bir çaba sarf ettiğini de arşivde bulunan bir kısım vesikalar sayesinde anlamaktayız. Bunların bir tanesinde Fransızların yaptıklarının hukuk-i beşeriyeye muhalif olduğu, Devlet-i Aliye’nin bu hususa razı olmayıp malik olduğu eyaletten Fransızların ısrarla geri çekilmelerini istediklerini fakat onların da bildiklerinden şaşmadıkları ifade edilmektedir. Bu duruma tedbir olarak da Frenk devletlerini birbirlerine düşürmek maksadıyla Rusya’nın işe dâhil edilmesiydi. Ancak bu tedbirin de başarılamadığı, belgede geçtiği gibi Fransızların bildiklerinden şaşmadıkları tarihi vakalarca sabittir. Nitekim 1836 yılına gelindiğinde Bab-i Ali Tunus’a bir donanma gönderecekti. Ancak bu da orayı kurtarmaya kâfi gelmeyecekti. Nihayet 1847 yılında yayımlanan ilk devlet salnamesinde Osmanlı eyaletlerini gösteren listeye Cezayir-i garp yazılmadı ve böylelikle Padişah, bu ülke üzerindeki hukukundan feragat etmiş oldu.
Yine bir başka Osmanlı belgesinde de Fransızların Cezayir’i müstemleke haline getirme sürecinde oradaki halka nasıl davrandığını göstermesi bakımından manidardır. Burada ifade edilenin hulasası şudur ki; Cezayir vahasında daha saçları bile çıkmamış insanlar sefinelerle Frenkistan’a götürülmüş. Halk bin bir felakete düçar olmuş. Millet Fransızların zulüm ve ta’addisinden perişan bir vaziyete gelmiştir. Cezayir ahalisi evlet-i ıyallerini kaybetmiştir. Bütün bu sıkıntılara düşenler ise Devlet-i Aliye taraftarı olanlardandı. Başka bir belgede ise Fransızların bu işgalden maksatlarının bir Arap devleti kurmak olduğu vurgulanmaktadır.
Fransız yönetiminin Cezayir'de uyguladığı politikaya bir misal de dönemin Olağanüstü Yönetim Komutanı Jacques Massu'nun sözleridir: "İşkence mi? Elbette işkence uyguluyoruz. Basının belli bir kesimi bu konuyu işleye işleye bizi bıktırdı. Fakat başka nasıl davranmamızı istersiniz?" Dönemin La Croix dergisi muhabirlerinden Bir baJacques Duquesne'nin müşahadeleri: "İşkence ve insanların kaybolması sorunları zihinleri devamlı bir şekilde meşgul etmekteydi. Erkekler, bazen de kadınlar tutuklanıyor ve daha sonra kendilerinden hiç haber alınamıyordu.
Cesetlerinin taş bağlanarak denize atıldığı biliniyordu. Sayılarının genellikle 3 bini bulduğu ileri sürülüyordu, ama Cezayir Belediye Başkanı Jacques Chevallier, 5 bin gibi bir rakamdan söz açmıştı. Fransız askerlerin baskı ve sindirme yöntemlerine ırza saldırı ve köyleri ortadan kaldırma uygulamaları da dahildi.
Bir askerin anlattığına göre, hasta bakıcı olarak görev yaptığı birliğinde hemen hemen her sabah gece boyunca işkence gören kişileri tedavi ediyordu. Hemen hemen her yerde en çok uygulanan işkence şekli ise bazen kadınların cinsel organları da dahil olmak üzere vücudun her yerine elektrotlar yerleştirilerek cereyan vermekti. Diğer işkence yöntemleri ise insanı yok etme amacını taşıyordu. Kurbanın ya hortumla ağzının içine su sıkılıyor, ya tırnakları sökülüyor, ya başı su dolu küvete daldırılıyor ya da ayakları zorlukla yere değecek şekilde saatlerce bileklerinden asılı tutulması sağlanıyordu. Ve daha başka yöntemler. Bütün bunları yazmak kolay değil. Ben bildiklerimin sadece çok az kısmını söyledim."
Bu temel bilgilerden sonra şimdi de Fransızlar Cezayir’e girdikten sonra Cezayir’deki umumi vaziyete ve meydana gelen değişikliklere kısa bir göz atalım. Yukarıda bahsettiğimiz Fransızlar Cezayir’e girince yaptıkları ilk işin Türkleri buradan ihraç etme politikasının bir neticesi olarak halkın 10.000’e varan büyük bir kısmı Cezayir’den ayrılmıştı. Diğer taraftan 1830’da Cezayir’de mevcut olan 176 dini binadan 1862’de ancak 48 tanesi ayakta kalabilmişti 1911 senesine gelindiğinde nüfusun %70’ini Avrupalılar geri kalan %30’unu ise Müslümanlar teşkil ediyordu. Yine bu tarihte şehre baktığınızda eski Türk-Mağrip şehir yapısı gitmiş bunun yerine Avrupai şehir tarzı hakim olmuştu. Bu görünümü tamamlayan Avrupai binalar ve sokaklar inşa edilmişti.
Osmanlı Devleti Fransa’nın Cezayir’e saldırması karşısında, Cezayir-i Garp Ocağı’nın muvaffakiyet kazanacağı ümidiyle tarafsız kalmış, ancak Mısır valisinin işe müdahil olması engellemiştir. Bu da Fransızların Cezayir şehrine girmesine mani olamamıştır. Osmanlı Devleti’nin burada başarılı olamayışının en mühim nedeni ise; burasını direkt Fransa’nın karşında bulunan bir mıntıkada olması hasebiyle Dersaadet’e olan mesafesiydi.
Fransa’nın kuvvetli bir donanması olması ve Cezayir’in de başka müstemlekelere ulaşmak yolunda stratejik bir noktada bulunması Fransa açısından kaçırılmaz bir fırsattı. Osmanlı’nın burayı koruması Nevarin’de donanmanın yakılması, çıkan isyanlar ile meşguliyet, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa hadisesi gibi başka pek çok buhrana düşen devlet için imkansızdı.
Tarihçi Ali Okumuş tarafından kaleme alınan bu yazı, İstanbul Tarih ve Kültür Derneği internet sitesinde yayınlanmıştır.