Trump-Kim görüşmesi ve Doğu Asya’da bölgesel düzen
Singapur’un Sentosa adasında Soğuk Savaş döneminin diplomatik hamlelerini hatırlatırcasına hızlı, hassas ve oldukça temkinli bir tarihi görüşme gerçekleşti.
Singapur’un Sentosa adasında Soğuk Savaş döneminin diplomatik hamlelerini hatırlatırcasına hızlı, hassas ve oldukça temkinli bir tarihi görüşme gerçekleşti. Belki bu görüşmeden çok daha farklıydı ama 1972’de ABD başkanı Nixon’ın Çin ziyareti de o günlerde benzer tartışmaları gündeme taşımıştı. Bir yandan Soğuk Savaş’ın hararetli ideolojik tartışmaları içinde ABD’nin komünist Çin devletini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeliğine dahil ederek izolasyondan kurtarması, diğer yandan da Sovyetlere en ciddi diplomatik darbeyi indirmesi arasında gidip gelen bir tartışmaydı bu.
Bugün Soğuk Savaş döneminde olmasak da uluslararası sistemin Euro-Atlantik ittifakının liderliğinde kurulan liberal kurumlar tarafından tamamen kontrol altında tutulduğu bir dönemde de yaşamıyoruz. Özellikle Trump’ın ABD başkanı seçilmesinin ardından gittikçe daha ayan beyan ortaya çıkan yeni düzen tartışmalarının bize gösterdiği şey artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıdır. Aslında uzunca bir süredir Çin’in yükselişi ana örneğinde beliren, ama sadece onunla sınırlı olmayan bir “yükselen güçler” tartışmasının içinde olduğumuzu vurgulayan analizlerin, hatalı veya eksik olsa da tartışmayı doğru bir istikamette sürdürdüğünü görüyoruz. Bu tartışmanın ana argümanı ise bir geçiş döneminde olduğumuz ve geçiş dönemlerinde yükselen güçlerin, denge durumuna yaklaştıkça ister istemez hakim/dominant güçle bir şekilde karşı karşıya geleceğidir. Bu karşı karşıya gelişlerin belki de en önemli uğrak noktaları konjonktürel değil, aksine tarihsel, ideolojik ve iktisadi anlamda derin uyuşmazlıkların bulunduğu sorunlardır. Trump-Kim arasındaki tarihi görüşme de aslında sıradan bir zamanda kısa vadeli taktik hedeflerle değil, aksine derin tarihi, ideolojik ve iktisadi fay hatlarının ortaya çıkmasına sebep olabilecek bir zamanda ve uzun vadeli sonuçları hesap edilerek yapılmış bir diplomatik hamle olarak okunabilir. Dolayısıyla Trump-Kim görüşmesini Çin ile ABD arasındaki ekonomik rekabetten, bölgesel güvenlik konularından ve iki küresel gücün hakimiyet mücadelesinden ayrı okumak yanlış olur.
Bu yazıda Trump-Kim görüşmesinin içeriği ve zamanlamasını kısaca değerlendirdikten sonra, özellikle bölgesel güvenlik ve düzen tartışmaları içinde Güney Kore ve Japonya’nın olası bir değişim karşısında hem ABD hem de Çin ile ilişkilerinin ne ölçüde değişebileceği tartışılacaktır. Böylece Çin ve ABD arasındaki gerilimlerin bölgesel boyutunun sadece Kuzey Kore’yle değil, bütün bir Doğu Asya bölgesel düzeniyle ilişkili olduğu vurgulanmaya çalışılacaktır.
Nükleer kriz gölgesinde Trump-Kim görüşmesinin ana hatları
Nükleer kriz Kore sorunun sadece bir kısmını oluşturuyor. Hatta tanımı biraz daha ileri bir seviyeye taşırsak, nükleer kriz diğer sorunların ortaya çıkardığı bir sonuç. Dolayısıyla bugün tartıştığımız şey, aslında sorunun oldukça yüzeysel ve hatta sonuç kısmı. Sorunun asli sebepleri tartışılmadığı ve çözülmediği müddetçe bu sorunlar yeni sonuçlar üretmeye devam edecek.
Nükleer enerji elde etme çabası ya da daha teknik tanımıyla ülkelerin kendi enerji ve askeri güvenliklerini garanti altına almak amacıyla (uluslararası kurumlarca kısıtlanmasına rağmen) mümkün olduğunca bağımsız ve ulusal çıkarlarına hizmet edecek şekilde teknolojik kapasitelerini geliştirme çabası yeni bir konu değil. Bugün her ne kadar İran ve Kuzey Kore üzerinden bu konuyu tartışıyor olsak da, aslında (Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerin de birer parçası olduğu) nükleer silah sahibi ülkeler kulübünden bahsedilebilir. Dolayısıyla hem Trump-Kim görüşmesinin hem de Kuzey Kore nükleer krizinin müzakere masasını oluşturan altılı görüşmelerin (six party talks) asli amacı, mevcut dengeyi fazla bozmadan, nükleer caydırıcılığı sağlam ve güvenilir partnerlerle sürdürmek. Trump-Kim görüşmesinde de altı kalın çizgilerle çizilerek vurgulandığı gibi, Kuzey Kore’nin de zaten bu denge üzerinden pazarlık yapabileceğini ve halihazırda da bunu yaptığını biliyoruz. Yani Kuzey Kore için yarımadanın nükleerden arındırılması, nükleer teknolojiyi geliştirme ve silah üretme kapasitesini tamamen ortadan kaldırmak dahil olmak üzere her şey masada tartışılabilir. Peki ne karşılığında?
İşte tam burada, sorunun sonuç kısmından ziyade asli sebeplerini ilgilendiren konular karşımıza çıkıyor. Bunlardan ilki Kuzey Kore’de rejimin güvenliği ve sürdürülebilirliği sorunu. Trump-Kim görüşmesinde bu konuya dair herhangi bir açıklama yapılmaması, aslında masanın her an dağılabileceğini de gösteren bir gelişme. Zira Kuzey Kore’de rejimin siyasal ve ekonomik meşruiyet sorunu artık ne nükleer silah ne de ABD’ye meydan okuyabilecek liderle (hanedan) çözülebilir. Bunlar on yıllardır denenen ve sonuçta rejimi sürekli bir fasit daire içinde bırakan çözüm önerileri. Kuzey Kore’de Kim ailesinin meşruiyetini sağlayan “Suryong” (ulu önder) ve oradan neşet eden, Kuzey Kore’nin ulusal, ekonomik ve siyasi bağımsızlığını ana ilkeleri olarak kabul eden “Juche” ideolojisinin, kendi içine kapalı bir rejimden ötesini vadetmediği artık ayan beyan ortada.
İkinci meşruiyet krizi ise ekonomik. Çok uzun zamandır Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye karşı savunageldiği, anti-kapitalist ve anti-emperyalist bağımsız Kore Cumhuriyeti’nin milliyetçi ekonomi politikalarla kendi kendine yeten bir ekonomik büyüme gerçekleştirme ideali başarılı olamadı. Kuzey’in başarısızlığının yanı sıra, Güney Kore’nin özellikle 1980 sonrası gerçekleştirdiği ekonomik mucize, iktisadi anlamda Kuzey’i meşruiyet krizinin içine soktu. Aslında gidilecek yolun ne olacağı iki Kore’nin birleşme müzakerelerinde sürekli vurgulandı. Örneğin, askerden arındırılmış bölgeye serbest ticaret bölgesi kurulması, Güneyli bazı büyük şirketlerin yatırım yapması ve buralarda Kuzeyli işçilerin çalışmasına kadar birçok proje süreç içinde denendi. Kısmen başarılı da oldu. Ancak bu projelerin başarılı olması Kuzey’in değil Güney’in meşruiyetini perçinledi.
Kuzey kapalı bir devlet olduğu için, bu siyasi ve ekonomik meşruiyet krizlerinin nasıl bir toplumsal dönüşüm içerdiğine dair güvenilir fazla bir bilgi yok. Ancak elimizdeki kısıtlı bilgi ve veriye göre, Kuzey Kore’de toplumsal hayatın da dönüşmeye başladığı ve bir nesil dönüşümünün özellikle Kim Jong-Un ile beraber hızlandığı söylenebilir.
Kuzey Kore’deki bu gelişmelerin seyrini büyük ölçüde değiştiren bir gelişme de Çin’in yükselişi hikayesi. Kuzey Kore’deki rejimin dışa kapalı ideolojik ve iktisadi modelini belki de en iyi bilen, o kapıların önünde neredeyse ardına kadar açık olduğu tek ülke Çin Halk Cumhuriyeti. Dolayısıyla Trump’ın seçildiği günden bu yana Xi Jinping’e güçlü bir aracı olması gerektiğine dair sürekli telkinde bulunması boşuna değildi. Nitekim Trump-Kim görüşmesinin de arkasında yatan en önemli dinamiklerden biri, Çin’in bu diplomatik ve siyasi çözüm sürecini desteklemesidir.
Peki, kendi içinde karmaşık gibi görünen, ama bölgesel aktörleri ve sorunları tek tek konuştuğumuzda yavaş yavaş berraklığa kavuşan bu sorunun, bölgesel güvenlik ve ilişkilere yansıyan boyutu bize ne anlatıyor? ABD ve Çin için şimdilik nükleer faaliyetlerin durması ve karşılığında normalleşme sürecinin başlaması ortak bir ulusal çıkar ortaya koyarken, bu durum Güney Kore ve Japonya için ne anlam ifade ediyor? Bir başka ifadeyle Çin-Kuzey Kore dengesine karşı bir ABD-Güney Kore ve Japonya dengesi var mı?
Güney Kore ve Japonya’nın güvenlik çıkmazı olarak Kuzey Kore
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyecek olursak, Çin’in yükselişi hikayesi, özellikle Doğu Asya’da geleneksel ittifakların da sorgulanmasına yol açtı. Örneğin, Obama döneminde ABD’nin Ortadoğu’daki “terörle mücadele” stratejisini bitirdiği ve artık geri çekildiği zannı, Doğu Asya’da Güney Kore ve Japonya gibi iki önemli müttefiki Çin’in karşısında yeniden umutlandırmıştı. Çünkü ABD Ortadoğu’da harcadığı eforu Doğu Asya’ya, yani bir bakıma Çin’i dengeleme sürecine ayıracaktı. Hatırlayacak olursak, ABD 2011 yılında bir yandan Ortadoğu’da askeri varlığını azaltırken diğer yandan “Asya mihveri” ya da Çin’in dengelenmesi diye tabir ettiğimiz bir politika değişikliğine gidiyordu. Bu durum Çin’e karşı bir denge arayışında olan Güney Kore ve Japonya’yı da umutlandırmıştı. Ancak Arap Baharı’nın bambaşka bir sürece evirilmesi, Suriye iç savaşı ve Yemen krizleriyle birlikte Mısır, Irak ve Körfez ülkelerindeki siyasi istikrarsızlığın devamı, sahada kendi içinde çelişen bir ABD stratejisini ortaya çıkardı. Bu süreçte Doğu Asya’da da benzer bir karmaşanın yaşandığını söyleyebiliriz. Bir taraftan ABD’nin Doğu Asya’ya yeniden dönüşü, diğer taraftan Çin’in hem askeri hem de ekonomik olarak bu durum karşısında ciddi bir tepki göstermesiyle bir belirsizlik durumu oluştu. Zira ne Çin ne de ABD geleneksel sorunlar üzerinde bir türlü anlaşamadı. Güney Kore ve Japonya için ise bu belirsizliğin en önemli sebebi ABD’nin bölgedeki rolüydü.
Örneğin Güney Kore 2017 yılının yaz aylarında Trump ve Kim arasındaki restleşmelerden epey rahatsız oldu. Her ne kadar bunun karşılığında bir güvenlik sözü almış olsa da, Kuzey’deki her an patlamaya hazır bir bomba Washington’dan daha çok Seul için varoluşsal bir sorundu. Güney Kore’deki tartışmalı başkan değişimi sonrasında ise Kuzey ile ilişkiler ve sorunu diplomatik yollarla çözme çabası ivme kazandı. Bu aslında ABD’nin ve dolayısıyla Trump’ın hilafına gelişen doğal bir süreç olarak ilerledi. Askerden arındırılmış bölgede uzun yıllardan sonra ilk defa gerçekleşen üst düzey görüşmelerin, Güney Kore’de iç siyaseti de yakından etkilediğini unutmamak gerekir. Yeni başkan ve hükümet büyük bir barış anlaşmasıyla yola devam etmek istiyordu. Kısacası Güney Kore Kuzey’in normalleşmesinden sonra en büyük kazanımı elde edecek ülkelerin başında geliyor. Mevcut durum sebebiyle milyonlarca askerini ve insan gücünü güvenlik politikalarına esir etmeyecek bir çözüm, Güney’in en önemli ulusal çıkarı haline gelmiş durumda.
Japonya için ise durum Güney Kore’den daha karmaşık; zira Koreler arasındaki husumet ve nükleer kriz, Japonya’nın bölgedeki güvenlik şemsiyesinin devam etmesini gerekli kılıyor. Yani Kore sorunu olduğu müddetçe, ABD Japonya’ya askeri güvenlik şemsiyesini sağlayacaktır. Dolayısıyla Kore sorunun tamamen çözülmesi yerine kısmen çözülmesi ve özellikle yarımadanın nükleerden arındırılması, Japonya için önemli bir kazanım olacaktır. Ancak Çin’in yükselişi karşısında alternatif bir stratejinin de kapısını aralamak isteyen Şinzo Abe, Japonya anayasasının meşhur dokuzuncu maddesini yeniden tartışmaya açtı. Japonya’nın her türlü kuvvet kullanımını, savaş durumunda dahi kısıtlayan bu maddenin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana geçerli olması, özellikle Japon milliyetçileri için ciddi bir sorun oluşturuyor. ABD’nin Doğu Asya’daki mevcut konumu, muhtemelen Japonya’nın da bölge stratejilerini yeniden değerlendirmesini gerekli kılacak. Dolayısıyla Japonya da Kore sorununun en önemli taraflarından biri olarak masada kalmaya devam edece.
Sonuç
Bugün ciddi anlamda üzerine düşünülmesi gereken bir geçiş döneminde yaşıyoruz. Uluslararası sistem içinde özellikle geçiş dönemlerinde yükselen güçler denge durumuna yaklaştıkça ister istemez hâkim/dominant güçle bir şekilde karşı karşıya gelir. Çin ve ABD arasındaki güç farkı azaldıkça, bu karşı karşıya gelişlerin sıklığı, tartışmaların yoğunluğu da artacaktır. Görünen o ki Çin ve ABD şimdilik bu yüzleşmelerden barışçıl yolları kullanarak diplomatik manevralarla kurtulmaktadır. Fakat bu dengenin bozulmasına sebep olabilecek en önemli gelişmelerden biri de bölgedeki diğer ülkelerin mevcut krizler dolayısıyla varoluşsal tehditler hissetmeleridir. Japonya ve Güney Kore belki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin Doğu Asya politikasının en önemli müttefikleriydi; ancak bugün içinde bulunduğumuz geçiş dönemi, bu ülkelerin gün geçtikçe Çin ve ABD arasında riskleri dağıtarak bölgesel güvenliği kendi ulusal çıkarlarıyla yakınlaştırmalarına sebep olmaktadır. Bu sebeple, bu süreci daha sancısız atlatmak amacıyla, Trump-Kim görüşmesinin hemen ardından, büyük ihtimalle bölgedeki diğer ülkelerin liderleriyle de yoğun bir diplomasi trafiği başlayacaktır.
İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Kadir Temiz tarafından kaleme alınan analiz AA'da yayınlanmıştır. Analizde yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.