“...Başlangıçta her şey çok kolay oluyor gibiydi. çılgın bir sansar gibi oradan oraya koşuyor, türlü plan ve projelerle fıkır fıkır kaynıyor, kendimi sporlara veriyor, geceler ama geceler boyu sabahlara kadar uyumuyor, arkadaşlarla geziyor, elime geçirdiğim her şeyi okuyor, defterler dolusu şiirler, oyunlar yazıyor, geleceğime dair büyük, tamamıyla gerçek-dışı tasarılar kuruyordum. Dünya zevk ve umut doluydu; kendimi harika hissediyordum. (. . .)
Derken yaşamım da kafam da sanki derin bir boşluğa yuvarlandı. Düşüncelerim kristal pırıltısını yitirmekle kalamayıp karanlık dehlizlerde debelenmeye başladı. Bir kitabın herhangi bir bölümünü üst üste birkaç kez okuyor ama aklımda hiçbir şeyin kalmadığını fark ediyordum. (...) Derslerde anlatılanları izleyemiyor, çevremde neler olup bittiğinden habersiz pencereden dışarı bakıyordum. Korkutucu bir durumdu bu”.
Bipolar hastası ABD’li psikolog Kay Redfield Jamison, Durulmayan Bir Kafa adlı otobiyografisinde, hastalığını bu sözcüklerle anlatıyor.
Bipolar, Türkçe adıyla iki uçlu bozukluk, eski adıyla manik-depresif hastalık, dünya üzerinde yaklaşık 60 milyon, Türkiye’de ise 2 milyon insanın mustarip olduğu, kronik bir duygudurum bozukluğu. Yüksek intihar oranları ve madde kullanımına yatkınlığı dolayısıyla tedavi edilmemesi halinde, en tehlikeli hastalıklardan biri olarak görülen hastalık, alt türlerine ve hastadan hastaya değişen şiddetine göre; antidepresanlar, duygudurum düzenleyicileri, antipsikotikler, bazı durumlarda da elektrokonvülsif tedavinin (EKT) dahil olduğu ilaç dışı yöntemlerle tedavi ediliyor.
Bipolar bozukluğun Türkiye'de görülme sıklığı
Bipolar bozukluğun Amerikan Psikiyatri Birliği'nin başvuru kitabı DSM-5'e göre dört alt tipi bulunuyor: Bipolar Tip-I, Bipolar Tip-II, Siklotimi ve Başka Türlü Sınıflandırılamayan Bipolar Bozukluk (BTA).
Bunlardan ilkinde depresyonun yanında, bazen psikozun da eşlik ettiği ve çoğunlukla hastane yatışı gerektiren şiddetli mani atakları görülüyor, Bipolar Tip-II’de ise, manik atakların süresi ve şiddeti daha hafif seyrediyor, buna hipomani deniyor. DSM-5'e göre bipolar bozukluğun tespiti için maninin en az bir hafta, hipomaninin ise dört gün sürmesi ön koşulu var. Hipomani döneminde belirtiler, kişiden kişiye değişiklik göstermekle birlikte, hastaların çoğunda enerji artışı, yükselmiş özgüven ve duygudurum, normalden fazla konuşma, normalden az uyuma gibi belirtilerle karakterize. Siklotimide ise duygudurumdaki değişimler dışarıdan daha az fark edilir ve kişinin işlevselliğinde daha az etkili, bu nedenle tıpkı Bipolar Tip-II gibi, bu alt tipin teşhisi de kolay olmuyor. İyilik halinin senede iki ay görüldüğü siklotimide hasta konsantrasyon güçlükleri, uyku düzensizlikleri ve başladıkları işleri sürdürmede zorluklar yaşayabiliyor.
Türkiye’de istatistiklere göre bipolar bozukluğun toplumda görülme sıklığı yüzde beş. Bipolar Tip-I için ise bu oran yüzde bir. Peki hastalık kişinin yaşam kalitesini ne şekilde etkiliyor? Nasıl teşhis ediliyor? Risk faktörleri neler?
Hastalığı bizzat deneyimleyenlere, yakınlarına ve konunun uzmanlarına sorduk.
Yapılan çalışmalar, Türkiye’de hastalığın ortalama başlangıç yaşının 23-28 yaş aralığında olduğunu gösteriyor. Bipolar hastalarının yarısından çoğunda ilk atak depresyon ile başlıyor. İlk atağın depresyon olması çoğunlukla teşhisi geciktiren bir faktör. Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şube Başkanı ve Bipolar Bozukluklar Derneği yönetim kurulu üyesi Devran Tan’a göre, antidepresana hızla cevap veren depresyon vakalarında Bipolar Bozukluk olasılığı akla gelmeli. EKT sonrasında hızla iyileşme de yine bu ihtimali düşündürmeli.
Tan, Bipolar Tip-II’de teşhisi ve tedaviyi zorlaştıran unsurlardan birinin, hipomaninin fark edilmemesi ya da geç fark edilmesi sonucu tanının öncelikle depresyon olarak konulması olduğunu belirtiyor: “Bipolar Tip-I’de mani gürül gürül geliyor ve hastalar çoğunlukla yakınları tarafından direkt getiriliyor ancak Bipolar Tip-II’de hastanın depresyonu ve hipomanisi (maninin düşük düzeyde seyreden hali) oluyor ve bu kişiler ya da çevreleri hastalığa işlevsel bakabiliyor.”
Ancak Tan’ın aktardığına göre, dönemlerin sıklaşarak hastalığın Bipolar Tip-I’e evrilmesi riski bipolar bozukluğun tüm alt tipleri için söz konusu.
“Hipomani ataklarını seviyordum”
Hastalığın çoğunlukla başka hastalıklarla birlikte seyrediyor olması da ayırt edilmesini zorlaştıran unsurlardan.
Türkiye’de yapılmış bir çalışmaya göre bipolar tanısının alınması için geçen süre ise 2.2 ve 11.3 yıl aralığında seyrediyor. Aynı çalışma atak süresini yaklaşık üç yılda bir atak olarak hesaplıyor.
Uluslararası bir çalışma bipolar bozuklukta yanlış tanı oranını yüzde 40.3. olarak hesaplarken bir başka çalışma, hastaların, gittikleri dördüncü hekimde doğru tanıyı bulduğunu ortaya koyuyor. Bipolar bozukluk için en sık konulan yanlış tanı ise depresyon. Türkiye’deki çalışmalara bakıldığında başlangıçta depresyon tanısı almış bipolar hastalarının oranı yüzde 65’i buluyor.
6 yıl önce depresyonda olduğunu düşünerek pskiyatriste başvuran Cemal, bipolar bozukluk teşhisini tedaviye başladıktan üç yıl sonra almış. Depresyonu şu sözcüklerle anlatıyor: “Engelleyici bir şey. Bir noktadan sonra engelli olduğunu hissediyorsun çünkü insanların yapabileceği, basit olması gerektiğini düşündüğün şeyleri yapamıyorsun. Mesela, sabah mantıklı bir saatte uyanmak, evi temizlemek, markete gitmek... Ağır depresyon döneminde yapamıyorum bunları. Kalkıp bir duş bile alamıyorum mesela”.
İş hayatında, özellikle sabah uyanamadığı ve işe vaktinde gelemediği için sorun yaşadığını söyleyen Cemal, arka arkaya iki işinden istifa etmesinin ardından, evden, otonom çalışmaya başlamış. Anlattığına göre hastalığının özel hayatında da olumsuz etkileri olmuş: “Stabil olmayan biriyle olduğunu düşün... Bir süre normal gibi görünüyorsun ondan sonra bir anda saçma sapan sebeplerden kavgalar ediyorsunuz. Hiçbir şey yapamıyorsun ilişki için... Stabilite yok. Ne kadar iyi olursan ol, karşındaki bir süre sonra kötüleşeceğini biliyor, defalarca yaşadığı için bunu”.
Bipolar Tip-II teşhisi almasının ardından antidepresanlarla sürdürülen tedavisine duygudurum dengeleyicileri ve antipsikotiklerin eklendiğini söyleyen Cemal, yeni ilaçların depresyonunun şiddetini pek değiştirmediğini, ancak hipomani dönemlerini büyük ölçüde ortadan kaldırdığını söylüyor: “Bu iyi olmadı çünkü ben hipomani ataklarını seviyordum”.
Aslında hastaların pek çoğu bu dönemi seviyor ve özlüyor çünkü bu, hem kendileri gibi hem de çok daha enerjik oldukları bir dönem. Bu hastalığın yaratıcılıkla içi içe olduğuna, bir çok yaratıcı sanatçının bipolar bozukluğu olduğuna dair yazı ve araştırmalar da var. Aslında, hastalığın belirtileri dönemleri, yani hem mani hem de depresyon, herhangi bir yaratıcılığa izin vermeyecek denli yoğun ve sıkıntılı geçiyor. Eğer arada bir bağlantı varsa bu, pek çok araştırmacının da saptadığı gibi hipomani döneminde olabiliyor. Uzmanlar, sadece bu döneme ulaşabilmek için uğraşan, kendileri kahve, kola, enerji içecekleri vb. ile uyarmaya çalışan veya ilaçlarını kesen hastaların olabildiğini söylüyor.
Şimdiye kadar doktorlarına danışmadan ilaçlarını bırakmaya teşebbüs etmediğini söyleyen Cemal ise ilaçları kesmesinin beraberinde getirebileceği risklerin farkında. Ancak, çoğunlukla tehlikenin farkında olsalar bile, bipolar hastaları arasında ilaçların düzensiz kullanımına sık rastlanıyor. Bunun olası nedenleri arasında yan etkilerin ya da yanlış ilaç seçimi gibi faktörlerin olabileceğini belirten Dr.Tan, bu noktada danışan ve terapist arasındaki ilişkinin önemini vurguluyor: “Hastayla ne kadar işbirliği içinde olursanız tedavi o kadar başarılı olur”.
Kardeşi Bipolar Tip-II hastası olan, kendisi de psikoloji alanında lisans yapmış olan Ayşe ise, düzensiz ilaç kullanımının sonuçlarına ilk elden şahit olmuş. Kardeşinin, en yakın arkadaşını trafik kazasında kaybetmesinin ardından 21 yaşında ilk hastalık dönemini geçirdiğini söyleyen Ayşe o günü şöyle anlatıyor: “Ev arkadaşı telefonla bizi aradı, birinin gelip onunla ilgilenmesini istiyordu. Gittik ve onu paranoya halinde bulduk. Hükümetin gizli projesi kapsamında bankaların kendisini takip ettiğini ve özel bilgilerini çaldığını düşünüyor, evin içinde volta atıp duruyordu”.
Bunun ardından kardeşinin bir süre hastanede yattığını ancak çıktıktan sonra ilaçlarını kullanmayı aniden kestiğini, daha sonra sık sık hastalandığını geçirdiğini, bazen kendisinden üç dört gün haber alamadıklarını söylüyor. Ayşe, kardeşinin hayatından endişe ediyor.
Aile ve çevre desteği son derece önemli
2007 yılında kurulan Bipolar Yaşam Derneği, bipolar bozukluk tanısı alan hasta, hasta yakını ve uzmanları bir araya getiriyor. Derneğin 1 yıldan bu yana başkanlığını yürüten ve kendisi de Bipolar I hastası olan Özlem Sarı, derneğin öncelikli işlevini “hastalık hakkında hastaları, hasta yakınlarını ve toplumu bilgilendirmek ve onları yönlendirerek sağlık kuruluşları ve hastalar arasında köprü olmak” olarak açıklıyor. Dernek, toplumsal farkındalığı arttırarak ön yargıların ve damgalamanın önüne geçmek için çeşitli etkinlik ve toplantılar düzenliyor.
Sarı, özellikle atak dönemlerinde ve hastanın hastalığını kabul edebilmesi açısından, aile ve çevre desteğinin son derece önemli ve etkili olduğunu belirtiyor: “Tüm hasta yakınlarına seslenmek istiyorum: Zor bir hastalık, kabul edilmesi hiç kolay bir hastalık değil, ama aile desteği, aile kabulü, ailenin hasta olan evladını ya da eşini sonsuz sevgisiyle sarmalaması, kabul sürecini kolaylaştırıyor. Hasta, hastalığını ne kadar iyi ve çabuk kabul ederse de iyileşme süreci o kadar iyi oluyor”.
48 yaşında, evli ve bir kızı olan Sarı ilk mani dönemini 15 yaşında geçirmiş: “Lise ikinci sınıfa gidiyordum, yazın takdir beklerken bir puanla takdiri kaçırdım ve hiç uyumadım sabaha kadar. Hafta sonuna denk gelmişti, pazar günü bir doktora gitme şansımız da olmadı. O iki günlük süreçte yemedim, içmedim, uyumadım; annem babam da benim yanımda oldu, anlayamadılar o süreci. Babam elimi tuttu, annem saçımı okşadı. Sonra, o zamanın en iyi psikiyatristlerinden olan Özcan Köknel’e gittik, bir iki seans sonunda hastalığımın o günkü adıyla manik depresif olduğuna kanaat getirildi, sonrasında 10 gün kadar hastanede yattım”.
Sarı, o günden bu yana teşhisinin yanlış olabileceğini düşündürecek bir şey yaşamadığını söylüyor.
Bipolar hastalarında intihar oranı daha yüksek
İstatistiklere göre bipolar hastalarında intihar oranı ortalamanın 20-30 kat üzerinde; hastaların yüzde 25’inde intihar girişimi görülüyor, bunların yüzde 15’i ise ölümle sonuçlanmış. Bu oranlara dikkat çeken Dr. Devran Tan, hastalığın tedavi edilmediği takdirde ciddi sonuçları olabileceğinin altını çiziyor: “Bipolar bozukluğun iki ucu var, mani (hipomani şeklinde de ortaya çıkabilir) ve depresyon. Tedavi olunmadığı taktirde, hastalığın tekrarlama olasılığı iki yıl içinde yüzde 60 artar. Beş yılda tekrarlama oranı ise yüzde 90. Hastalık dönemleri sıklaştıkça da tedaviye direnç gelişir.”
“Maninin keyfi bıçak sırtı”
Genetik yatkınlık hastalığın ortaya çıkmasında büyük bir etken, bununla birlikte stres, uykusuzluk, madde kullanımı, saat farkı gibi faktörler hastalığı tetikleyebiliyor. Bunların önüne geçilmesinde kullanılan yöntemler arasında, sürekli kullanılan ilaçların yanı sıra bir de önleyici tedaviler bulunuyor. Hastalığın akut döneminde kullanılan ilaçlar arasında antipsikotik iğneler var. Buna göre manik dönem geçirmek üzere olduğunu hisseden hasta, atağın öncül belirtilerini fark ettiği anda doktoruna başvurduğu taktirde, bu dönemi ciddi bir problem yaşamadan atlatabiliyor. Sarı, hastalıktan edindiği 32 yıllık deneyim dolayısıyla artık kendisindeki bu belirtileri hemen fark ettiğini söylüyor:
“Mesela kalabalık bir sokakta caddede yürürken birden bire insanların gözlerinin içine bakmaya başlıyorum. Her zamankinden çok daha fazla... İçimde iyilik yapmaya yönelik şiddetli bir his oluşuyor. Cadde boyunca gördüğüm, elini avucunu açmış herkese üç lira, beş lira değil elimde cebimde ne varsa elli lira, yüz lira vere vere gidiyorum. Cadde boyunca tanımadığım herkesle insan sevgisi üzerine konuşuyorum. (Çünkü ben mani zamanlarımda kendimi, insanların birbirini sevmesi için dünyaya gönderilmiş bir elçi olarak görürüm). Bu durum yarım saat, bir saat sürüyor. Eve gittiğimde hemen doktorumu arıyorum ve ona maniye girmek üzere olduğumu söylüyorum. O da bana ilacımın adını söylüyor. En yakın hastaneye gidiyorum, orada ilacımı yaptırıyorum ve üç gün üç gece hiç kalkmadan uyuyorum. Beynimde dönen düşüncelerin hepsi bir anda stabil hale geliyor ve maniye girmem ya da maninin çok uç noktalarına ulaşmam böylece bastırılmış oluyor”.
Peki bastırılmazsa ne oluyor? Sarı, iğneyi yaptırmaması durumunda üç, dört gün üst üste uyumadığını, yemeden içmeden kesildiğini, paketlerce sigara tükettiğini, dördüncü gün hastanelik olduğunu belirtiyor ve kesin bir dille şunları söylüyor: “Mani atağının uç noktasını kontrol edebilme diye bir şey yok. Maninin uç noktasında sen kendine zarar veriyorsun. Çünkü hipomaniyi kontrol edebilirsin, ama maniyi kontrol etmek diye bir şey yok. O yüzden fark ediyorsan hemen önlemini alacaksın, doktora gideceksin. Ama sen mani mani dolaşmaya çalışırsan 3-4 gün, sonrasında doktorun sana vereceği ilaçların dozajları da daha fazla oluyor.
Mani keyifli bir şey değil. Keyifli görünüyor ama maniyi dizginleyemiyorsun. O yüzden seni alıp götürüyor, sen tozlu topraklı yollarda parçalana parçalana gidiyorsun ardında. Keyfi bıçak sırtı.”
Aynı durumu Dr. Tan da şu sözlerle açıklıyor: “Bazen mani hastalarını sokaktan getiriyorlar. Yürümekten ayaklarının altı yara olmuş oluyor. Veya kendilerini engelleyemiyorlar, dürtüsel hareketler yapıyorlar. Mesela bir danışanım, arabasıyla bir mağazanın içine girmişti. Para harcama çok fazla artıyor, öyle borçların altına giriyorlar ki bazen, atak geçtikten sonra “Ben ne yapmışım?” diyorlar. Böyle durumlarda hastane yatışı gerekebiliyor”.
Sarı, Bipolar hastalığı araba kullanmaya benzetiyor: “Eğer kontrollü kullanırsanız, ehliyet alabilir ve sürebilirsiniz, ama çok hız da yapmayacaksınız çok yavaş da gitmeyeceksiniz çünkü o da kazaya sebebiyet verir. Belli bir hızda, normal hayat akışında kalacak şekilde... Elbette zor, ama hayatta bir çok şey zaten zor.”