Amerika'nın Doğu Asya'daki kirli sırları
Washington yönetimi on yıllardır en gözde çocuk oyununu oynadığı için, bugün Japonya ve Güney Kore birbirlerine kötü gözle bakar hale gelmiştir.
ABD’nin Doğu Asya’daki en önemli iki müttefiği olan Japonya ve Güney Kore son birkaç aydır birbirlerine karşı hasmane hamleler yapmaktadır. Japonya, Güney Kore’nin ticaret imtiyazlarını kaldırdı; bunun üzerine Güney Kore de Japonya’yı imtiyazlı ticaret ortakları listesinden çıkardı. Ağustos ayının son günlerinde ise Seul yönetimi, Japonya ile aralarında Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarının da bulunduğu hassas askeri istihbaratları artık paylaşmayacağı tehdidinde bulundu. Bölge üzerine çalışan bazı uzmanlar, Japonya’nın 1910-1945 yılları arasında Kore’yi işgal altında tuttuğu dönemde ülkede işlediği zorla çalıştırma, hukuksuz toprak iddiaları ve cinsel kölelik gibi suçların farklı yorumlamaları nedeniyle 1965’e kadar devam eden gergin ilişkilerin ardından gelen yakınlaşma sürecinden sonra ilk defa iki ülke arasındaki ilişkiler bu derece kötü bir hal aldı. Bahsi geçen meseleler üzerine bugün hala devam eden tartışmalar sonuca bağlanmaktan çok uzaktır. Hatta bu tartışmalar yüzünden hala her iki taraftaki milliyetçi refleksler gerilmektedir. Tarih, bugünün arka fon müziğinden ibaret bir alan değildir.
ABD Başkanı Trump her iki müttefiğine de seslenerek; “bana ihtiyaçları varsa buradayım” diyerek Başbakan Shinzo Abe ve Devlet Başkanı Moon Jae-in arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduğunun sinyalini verdi. ABD Başkanının, BMGK toplantılarının yapılacağı günlerde her iki liderle de görüşmesi beklenmektedir. Ancak eğer Bay Trump bu meselede ilerleme kaydetmek istiyorsa kendinden önceki tüm hükümetlerin yapmayı reddettiği birşey yapmak zorunda yani bugün hem Japonya hem de Güney Kore’nin hala geçmişi bir silah olarak kullanmaya devam etmesinin büyük oranda ABD’nin suçu olduğunu ve Amerika’nın iki ülke arasında gözde çocuk oyunu oynamasının bu durumu körüklediğini kabul etmesi gereklidir.
İki ülke arasındaki mücadele, Washington’un ilişkileri düzeltmek amacıyla 1965 yılında iki tarafa da kabul ettirip imzalattırdığı anlaşmanın etrafında dönmektedir. Bu anlaşma ile Güney Kore, Japonya’nın işgali sırasında zorla insanları çalıştırdığı iddialasından feragat etmişti. Bazı tarihçilere göre işgal sırasında 700.000 ila 800.000 Koreli çok kötü koşullar altında zorla çalıştırılmıştır.
Tokyo yönetimi, 1965 anlaşması ile bu mesele ile alakalı tazminat tartışmalarının “nihai ve kesin” bir şekilde son bulduğunu savunmaktadır. (Anlaşma ile birlikte Japonya Güney Kore’ye 500 milyon dolar değerinde hibe ve kredi fırsatı sağladı. Ayrıca iki ülke arasında diplomatik ve ekonomik ilişkiler tesis edildi.) Güney Koreliler ise Japonya ile aynı fikirde değil. En son kopan patırtının kıvılcımı, Güney Kore Anayasa Mahkemesinin 2018’de aldığı bir karar oldu. Karara göre, işgal sırasında zorla çalıştırıldıklarını iddia eden 11 Koreliye Japon bir şirket olan Mitsubishi’den tazminat talep etme hakkı elde etti. Hali hazırda ne Güney Kore ne de Japonya, suçlu taraflardan biri olarak ABD’yi zikretmemektedir ama bunu yapmalıdırlar. İki ülke arasındaki ihtilaf görünen şekliyle mantıklı gelebilir belki, ancak ABD iki ülkenin de güvenlik garantörüdür olmasına rağmen tarafların 50 küsür yıldır uzlaşamadıkları tarihi noktanın temelleri ABD tarafından atılmıştır. ABD, 65 anlaşması ile iki ülke arasında uzun süre devam eden düşmanlığı bitirdi ancak bunu, bir müttefiğini diğer müttefiğine tercih ederek kendi çıkarlarını korumak amacıyla yaptı.
Bugün Japonya ve Güney Kore arasında tarih yüzünden devam eden ihtilafın da kendine has bir tarihi bulunmaktadır. Bu tarihin baş aktörü ise Amerikalı diplomatlardır. Aralarında Japonya’nın ABD tarafından fiili olarak işgal edildiği yıllarda General Douglas MacArthur’un baş siyasi danışmanlığı gibi birçok görevde bulunan William J. Sebald, perde arkası oyuncuların başında gelen isimdi. Sebald, tartışmalara yol açan 65’teki anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce Mayıs ayında kendi hatırlarını yazdığı “MacArthur ile Japonya’dayken: İşgalin Bir Şahsi Tarihi” isimli bir kitap yayımladı. Kitabın yayımlandığı esnada emekli olmasına rağmen hala bölgede sözü geçen birisiydi. Kitap, Amerikan hükümetlerinin 1965 yılında Doğu Asya’da takındığı baskın tavrı ifşa etmesi nedeniyle çok önemli bir kaynak olarak nitelendirilmektedir. Ülkede görev yaptığı sırada Sebald’ın, Japonya’nın önde gelen siyasi figürleri ile şahsi seviyede güçlü ilişkiler kurması, kendisini “Kore” meselesine Japonya’nın argümanları üzerinden değerlendirmeye itti. Sebald da tıpkı Japonlar gibi, Kore yarımadası çoktan ikiye bölünmüş olmasına rağmen Güney Kore veya Kuzey Kore terimlerini kullanmazdı. Sebald, Japonlarla, Amerika’nın çıkarlarının kendi yorumu üzerinden anlaştı. Bu çıkarların en başında kendi tabiriyle “ABD’nin Japonya’yı Komünist yörüngeden uzak tutma misyonu” bulunmaktaydı. Sebald’ın kaleme aldığı kitapta Koreliler bir millet olarak defalarca nahoş ve hatta küstah biçimlerde aşağılandı.
Sebald’ın gözünde Koreliler şiddete eğilimi olan bir milletti ( Japonlar için asla böyle bir tabir kullanmadı.) Aynı zamanda onları “zamanda hapsolmuş”, baskı altında yaşayan, mutsuz, fakir, sessiz ve “suratsız” olarak nitelendirdi. Sebald Kore Savaşını, kendi deyimiyle “Washington ile Moskova arasında acımasızlığın ön planda olduğu ve mutsuz yarımadada gerçekleşen” bir baş ağrısı olarak görüyordu. Sebald hiçbir zaman Kore’nin 20. yüzyılın ilk yarısının büyük bir bölümünde Japonların istilası altında yaşadığını, bu işgalin zulüm ile dolu olduğunu ve Korelilerin zorla çalıştırıldığını kabul etmedi. Aynı zamanda Japon işgalinin Kore toplumu içinde nasıl bölünme tohumları ektiğinden (bağımsızlık hareketleri, Japon karşıtı gerilla yapılanmalar) veya bu tohumların 1945 ve 1953 yıllarında imzalanan ateşkes anlaşmaları ile Amerika’nın tamamen gereksiz bir şekilde adayı bölmesi yüzünden filiz verdiğinden de bahsetmedi.
Bölgedeki en etkili isimlerin başında geldiği için Sebald’ın bu düşünceleri, zaten masalarında bin türlü ayrı mesele olan diplomatlar tarafından talihsiz bir şekilde kabul gördü. 1965 Anlaşmasının olacağı günlerde Washington Güney Kore Başkanı Park Chung-hee’yi desteklemek için harcadığı fonları Vietnam’a kaydırmak istedi. 1964 yılında Ulusal Güvenlik Konseyi bünyesinde görev yapan Robert Komer, konseyin başındaki isim olan McGeorge Bundy’ye meseleye yeni bir açıdan yaklaşma fikrini açıklayan bir mektup yazdı. (Bu mektup da Sebald’ın Korelileri aşağılayıcı terminolojisi ile doluydu) : “Uzun süreli yükü paylaşabileceğimiz birilerini bulmamız gereklidir. Buradaki en mantıklı seçenek de Japonlardır. ( Mektubun orijinal dilinde Japonlardan “Japs” diye bahsedilmekte olup bu kelime savaş yıllarında Amerikan ordusu içinde karşı tarafı aşağılamak için yaygın bir şekilde kullanılan ırkçı bir terimdi.) Amerika’nın Japonya büyükelçisi Eldwin Reischauer da bu yeni fikri uygun buldu ve derhal hazırlık aşamasındaki anlaşmanın olası ( ve büyük ihtimalle de ırkçı ) içeriğinde Japonya ve Kore arasındaki tarihin yorumu kısımlarında bazı ufak tavizler vermesi için Japon tarafına telkinlerde bulunulması emrini verdi. 1964 yılının Kasım ayında Washington’a çektiği telgrafta Japon tarafının açık bir ifade ile özür dilemesinin “son derece hassas bir operasyon” olacağını ve “ancak, mutsuz geçmişin arkada bırakılması ve dostane bir işbirliğinin olacağı yeni bir döneme adım atılmasını vurgulayan yüzü geleceğe dönük bir ifadenin Japonları sinirlendirmeden Korelilerin duygularını yatıştırabileceğini” yazdı.
Japonya ve Güney Kore arasında imzalanan 65 Anlaşması, işte bu ortam içinde Amerikalıların arabuluculuğu üzerinden hayata geçirildi. Yani bu demektir ki, eğer anlaşma en başından beri içinde sorun teşkil edecek maddeler bulunduruyordu ise bu durumun suçlularından bir tanesi de Washington yönetiminin o dönemdeki tercihleri ve aldığı kararlardır. Hızlı bir şekilde sonuç elde etmek için anlaşmada Korelilerin zorla çalıştırıldıkları için tazminat etme haklarının olup olmaması gibi en dikenli meseleler bir kenara itildi.
65 Anlaşması Japonya ve Güney Kore arasındaki ihtilafını çözmekten ziyade meseleyi sadece dondurmaya yaradı ve bunun tek sebebi bu durumun o günlerde ABD’nin işine gelmesiydi. Tokyo ve Seul yönetimlerinin gelecekte tekrar birbirlerini suçlamaya başlaması kaçınılmazdı. Ama nedense ABD hala bu sorunları bitirmemeyi tercih ettiği ve onları canlı tuttuğu için hak ettiği şekilde eleştirilmemektedir.
Kaynak: Mepa News
Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.